Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@ruhumunilacii123

BÖLÜM 4

 

Herkesin hayatta “Keşke yapmasaydım.” Dediği şeyler vardır. Ancak bunların geri dönüşü yoktu. Olmayacaktı.

Bende bir hataya düşmüştüm ve belki de bu benim en büyük pişmanlığım olacaktı.

Bu hayatın içini aslında o kadar göremiyoruz ki. Kendinize bakın. İnsan yaratılanların en üstünüdür. Bu bile bizim için çok büyük bir şans. Sonra rasgele önünüzdeki her şeye bakın. Masa olabilir, kolonya olabilir, kumanda bile olabilir. Bunlar nasıl meydana gelmiş? Nasıl yaratılmışız ve nasıl yaşıyoruz? Biraz düşününce çok garip gelmiyor mu? Şimdi lütfen kaldırın kafanızı. Bakın gökyüzüne. Evdeyseniz de pencereden. Çok kısa değil mi hayat? Bu pişmanlıklarla yaşanamayacak kadar kısa değil mi? Gerçekten öyle.

Biz sadece kendimizi hissediyoruz. Karşımızdaki insanlar da bir şeyler hisseder ama kimse kimsenin ne düşündüğünü, hissettiğini bilemez. Merak eder. Karşısındaki insan belki anlatır ama asla diğeri gerek anlamda anlamaz, karşısındaki de tam anlamıyla anlatamaz.

Hisleri anlatabileceğimiz kelime dağarcığı çok az…

Bu yüzden kimse kimseye hiçbir şey anlatmak istemez. Çünkü anlatırsa karşısındaki tam olarak anlamaz. Anlatan da anlattığına pişman olur.

Bu böyle olmamalıdır. Bunlar için yaşamıyoruz. Bu dünyaya gönderiş sebebimiz, sadece kendimizi yönetip kişiliğimizi yapılandırmaktır. Her insan bembeyaz gelir bu dünyaya. Yaptıkları karartır onu. Ya da yapacakları. Ne kadar yıkanırsa yıkansın çıkartamaz o pislikleri üstünden. Çünkü yaptıkları onun ruhuna işlemiştir.

Bu yüzden daha fazla pişmanlıklarla yaşamak istemiyordum ve yaşamayacaktım. Can’ın yaptığı salaklığı sürdürmek zorundaydık. Pişman olmadan ve kendimizi karartmadan.

Sinan Bey, bizi görünce ayağa kalktı.

“Merhaba efendim, hoş geldiniz.” Dedi ve bize doğru yürüyüp önce Can’a elini uzattı. Can da gülümseyerek Sinan’ın uzattığı eli sıktı.

“Hoş bulduk Sinan Bey. Sizlerle görüşmek bizim için bir şeref.” Dedi. Sinan da Can gibi gülümsedi.

“Bizim için de öyle.” Deyip bu sefer de bana elini uzattı. “Siz de hoş geldiniz Deren Hanım.” Bu sözleri üzerine kendimi zorlayarak gülümsedim.

“Hoş buldum.” Deyip elini sıktım. Bunlar yaşanırken Eray, sadece arkada kollarını önünde bağlamış şekilde olanları izliyordu.

Aygun, Sinan, Eray, ben ve Can odadaki koltuk takımına oturduk. Sinan Bey herkese kahve söylemişti.

“Siz neler yapıyorsunuz? İşler nasıl?” diye sordu Sinan bize bakarak.

“İyi valla. Her zamanki gibi. Sizin nasıl?” dedi Can, kendini İlyas Çanak rolüne kaptırmışken. Sinan kahvesini masanın üzerine bıraktı.

“Bizde öyle. Her zamanki gibi çalışıyoruz.” Dedi ve biraz durdu. “Peki siz neden tanınmak istemiyorsunuz. İnternette hiç fotoğrafınız yok. Özel bir nedeni var mı?” Diye sordu. Can’la benim kulağımdaki cihazdan ses geldi.

“Özel bir nedeni yok. Tanınmak istemiyoruz ve sakince hayat sürmek istiyoruz.” Dedi Eylül’den gelen bir ses. Can, hemen cümlede hafif değişiklikler yaparak tekrarladı.

“Özel bir nedeni yok. Tanınan birileri olmak istemiyoruz ve sakince hayat sürmek istiyoruz. Magazinler ve haberler pek bize göre değil.” Sinan anlayışla kafasını salladı.

“Çok haklısınız. Bende elimde olsa aynısını yapardım.” Dediğinde elimize bir koz vermişti. Can sahte bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.

“Siz de mi? Hayatınızdan memnun değil misiniz? İşlerle alakalı mı?” dedi. Sinan’ın dudakları düz bir çizgi halini aldı.

“Bilmem. Sanırım bende sizinle aynı nedenden. Magazinler ve haberler bana göre değil.” bu cümleleri üzerine:

“Yoksa mafya kimliğiniz olduğu haberleri yayılmasın diye mi Sinan Beyciyim?” demek gelmişti ama tabii ki demedim.

“Evet kesinlikle bende öyle düşünüyorum.” Dedi Aygun Bey yandan. Daha sonra Sinan, Eray’a döndü. Eray ise keskin bakışlarını birkaç saniye babasında gezdirdikten sonra koltukta geriye yaslandı.

“Ben öyle düşünmüyorum.” Dedi tok bir sesle. Herkesin bakışları ona döndü. Ben de dahil. Eray ise sürekli sadece bana bakıyordu. Bu adam bir şeyler anlamıştı ve belli etmememiz gerekiyordu. En sonunda gözlerini babasına döndürdü. “Işıltılı hayatımdan memnunum.” Bu sözleri üzerine ona da:

“Silahından çıkan kurşunun ışıltısı mı?” demek isterdim ancak tabii ki bunu da dile getirmedim.

Babasıyla aralarında öyle bir bakışma geçti ki, bir an ikisinin de gözünden savaş ışını fışkıracak sandım.

Konuyu dağıtmak amaçlı konuşmak zorunda kaldım.

“Peki çok yoruluyor muşunuz şirkette?” dedim. Bu sözlerimle bakışları üstüme çekebilmiştim. Biraz daha Sinan ve Eray bakışsalardı, şirketten alevler çıkabilirdi.

“Oldukça.” Dedi Sinan.

“İş yapıyoruz.” Dedi Eray. “Yorulmak normal.” Bu çocuk ağzını açtığı anda tüm sesler kesiliyordu. Değişik değişik hareketler yapıyor bir de. Kasılıp duruyor oturduğu yerde.

“Tamam canım, en kaslı sensin” diyesim vardı ama benim iç sesime alışmış olmalısınız ki böyle bir şey söylemedim.

“Eray, sen ne işle meşguldün?” dedi Can babacan bir tavırla.

“Ben şirketteki çoğu olayla ilgileniyorum. Bir sorul olursa herkes ilk bana gelir. Öyle söyleyeyim.” Deyip suyundan bir yudum aldı. Can, kafasını onaylar şekilde salladı. Sonra bir soru daha ortaya attı.

“Zor olmuyor mu?” dedi.

Allah kahretmesin! Beni yanına asistan olarak sokmaya çalışacaktı. Ben ne anlardım dosyadan, bilgilerden?

“Bazen.” Dedi sadece Eray. Bu sırada söze Aygun Bey atladı.

“İlyas Bey, siz de müsaade ederseniz kızınız burada Eray’ın asistanlığını yapabilir. Hem iş arıyordu. Tabii kızımız için de uygunsa.” Haydi bakalım! Kulağımıza bu sefer de Haktan’ın sesi geldi.

“Kabul edin! Düşünmeyin!” bu söylerden sonra ben ebediyen yok olmak istiyordum. Ben her gün bunun bu kendini beğenmiş tipini görmek zorunda mıydım? Hep beni bulur zaten böyleleri de! Neden kumsal ya da Eylül gelmedi ki?

“Kızım? Sen de ister misin?” dedi Can, babam rolünde bana dönerek.

“Yani…” deyip babama döndüm. İstemem tabii ki! Çıldıracağım! Benim kararsızlığımı anlayan Sinan Bey, hafifçe tebessüm etti.

“Kızım, merak etme. Çalıştıkça alışırsın buraya.” Dedi. Bunun üzerine Eray’dan bir cümle duyuldu.

“Benim ihtiyacım olup olmadığı sorulmadı?” dedi soru sorarcasına tek kaşını kaldırırken. Hasbin Allah! Sanki ben çok meraklıydım senin asistanın olmaya Eray Bey!

Eray’ın babası, yani Sinan Bey, oğluna döndü.

“Oğlum, şirketteki işler belli. E bir de sen dışarıda da bir şeyler yapmaya çalışıyorsun. Bence buna ihtiyacın olacak.” Derken kahvesinden bir yudum aldı. “Dışarıda da bir şeyler yapmaya çalışıyorsun.” Demişti. Ne tür şeylerdi bunlar? Can da benimle aynı şeyleri düşünmüş olacak ki çok ufak bir saniye bana baktı. Aynı, düşünceli yüz ifadesiyle ona karşılık verdim. Tabii bunlar bir saniye içerisinde gerçekleşmişti.

Kulağımızdaki kulaklığa bir ses geldi. Deniz’in sesi.

“Ne tür işler olduğunu dolaylı yollardan sormalısınız. Bakalım rahatlıkla cevap verecek mi yoksa biraz düşünecek mi? Haydi! Vakit kaybetmeyin.” Denişti Deniz. Can yerinde biraz kıpraştı.

“Eray oğlum. Bak çok yoğunmuşsun. Farklı işlerle de uğraşıyormuşsun. Sahi? Neyle uğraşıyorsun? Bu kadar yoğunluğun içinde başka şeylere de vakit ayırabiliyor musun?” dedi. Lafı iyi çevirmişti. Eray gözlerini Can’a, onun bakışındaki İlyas Çanak’a çevirmişti.

“Yapmak istediğim her şeye vakit ayırabiliyorum.” Dedi kısaca. Ne yaptığını söylememişti. Bu bizim için bir delildi. “Bu arada dışarda da şirketimizin geliştirdiği uygulamaları kontrol ediyorum.” Dediğinde bizim suratımızda mimik oynamasa da içten içe sinir olmuştuk. Cevap vermeseydi bunu bir delil olarak kullanabilirdik. “Neyse. Ne yapacaksanız aranızda halledin.” Dedi ayağa kalkarak. Daha sonra gözünün kenarından bana baktı ve vücudunu tamamen bana çevirdi. “Sen de işe başla.” Dedikten sonra hızlı adımlarla odadan çıktı. Bak bak hareketlere bak. Sanki İngiltere kralı mübarek. Kendini ne sanıyor acaba? Yürüyüşü bile değişik bu zenginlerin.

Aygun bey bana ve babama -Can’a- bakarak gülümsedi.

“Hayırlı olsun o zaman.” Dedi. Onun ardından da Sinan Bey ayağa kalktı.

“O zaman maaşı ve ayrıntıları konuşalım isterseniz. Eray pek bu işe bakacak gibi değil.” deyip çalışma masasına yöneldi. Biz de onun ardından gittik ve tüm detayları konuşmaya başladık.

*

“O zaman yarın gel başla işe.” Dedi Sinan. Dediği söz üzerine gözlerim yerinden çıkacakmışçasına açıldı.

“Yarın mı?” dedim dehşetle. O sırada Can öksürdü. Kulağımdaki kulaklığa Kumsal’dan bir ses geldi.

“Sus Deren. Sakın!” diyordu. Bende olayı çevirebilmek için hemen başka bir cümle kurdum.

“Ah, ne kadar güzel. Hemen başlayabileceğim demek. Çok teşekkür ederim Sinan Bey. Hepsi sizin sayenizde.” Dedim. Sinan gülümsedi.

“Rica ederim kızım. Haydi sen dinlen. Yarın yorucu olacak.” Dedi. Hafifçe tebessüm ederek başımı salladım.

“Tamam Sinan Bey. O zaman yarın görüşürüz.” Ayağa kalktım. Can da benimle birlikte ayaklandı.

“Tanıştığıma memnun oldum Sinan Bey. Aynı şekilde sizinle de Aygun Bey. Sürekli olarak görüşelim.” Dedi Can ve el sıkıştılar. Daha sonra odadan çıktık ve şirketin aşağı katına inmek üzere asansöre yöneldik. Can bana bakıp gülümsedi. Ona bakıp ben de zafer belirtisi gösteren bir yüz ifadesi takındım. Kısa bir süre eski halimize döndük ve kulaklığımızdan da sesler yükselmeye başladı.

“İşte bu!” demişti Eylül.

“Tabii ki başaracaktık. Bende bu zekâ varken her şey çözülür.” Dedi Deniz. Bunun üzerine kulaklarımız iflas etmek üzereyken bir de Haktan konuştu.

“Kes sesini Deniz.”

Onlar aralarında kavga ederken, biz de asansörün düğmesine basmıştık. Etrafı cam olan asansöre bindiğimizde Can, kulağındaki kulaklığı çıkardı ve cebine sokuşturdu. O bunu yaparken ben korkuyla bizi gören olup olmadığına baktım.

“Ne yapıyorsun sen?” dedim yakalanma korkusuyla.

“Ne olacak sanki? Hem, babalara cevap verilmez.” Deyip kahkaha attı. Ben de sinirli bir yüz ifadesiyle ona bakıp kolumla sertçe omzuna vurdum. Daha sonra bende kulaklığı çıkarttım.

“Konuşma!” dedim.

“Ajan olarak geldiğiniz şirkette baban kılığına giren adama saldırı uyguluyorsun şu anda!” dedi alayla ellerini yukarı kaldırarak. Biz bunları söylerken asansörün kapsısı çoktan açılmıştı.

Hatta bizi izleyen genç bir adam, tam karşımızda duruyordu ve her şeyi duymuştu…

 

 

Loading...
0%