@ruhumunilacii123
|
BÖLÜM 5 İnsanın hayatta çok aptalca davrandığı zamanlar olurdu. Düşünmeden hareket ettiği durumlar. Ben çoğunlukla düşünüp hareket ederim ve bu yüzden hata yaptığımı pek hatırlamıyorum. Ancak Can hiç de öyle değildi! her şeyi açık açık her yerde konuşuyordu. Demin de onun yüzünden neredeyse başımız yanıyordu. Bir dakika? Adam hala karşımızda bekliyor ve dehşetle bize bakıyordu. Can sertçe yutkundu. Bunun üzerine ben sadece adama bakabilmekle yetindim. Kulaklığımızı da çıkardığımız için bize yardım eden yoktu. Adam birkaç adım geriye gitti. Can kendine gelip adama doğru hızlıca yürüdü. Adamın geriye giden ayakları hızlandığında Can da hızlandı. “Git buradan.” Dedi adam sessiz bir şekilde. Korkmuştu. Adam tam bağıracaktı ki Can elini ağzına kapattı. “Sakın.” Dedi. Ben hemen Can’ı geriye çektim ve kolundan çekiştirdim. “Yürü. Haydi çabuk.” Deyip çekiştirmeye devam ettim. Can’la aceleci adımlarla çıkışa doğru ilerledik. Ne olur kimse bizi görmemiş olsun! Lütfen! Görmüş olan varsa… O zaman ayvayı yerdik. Bu adam Sinan’ın bir yakını çıkarsa… biterdik. Şirketten olabildiğince dikkat çekmeden çıktığımızda hala birbirimize bakmıyorduk. Arabaya kadar yürüdük. Yüzümdeki ifadeyi stabil tutmaya çalışsam da biraz belli ediyordum sanırım. Hayır Deren! Kaç yıllık ajansın. Saçmalama. Sakin ol! Can, arabayı çalıştırdığında emniyet kemerimi zorlukla takmayı başardım. Bir süre ilerledik ve şirketten uzaklaştığımıza emin olduğumuz bir yerde Can, arabayı yolun sağına çekti. İkimiz de birbirimize baktık. “Senin yüzünden!” diye bağırdım. Can bu sözüm üzerine birkaç saniye yola bakıp tekrar kafasını bana çevirdi. “Şu an bunu düşünmemizin bir önemi yok. Çözüm üretmeliyiz.” Demişti sakince. İyice sinirlenmeye başlamıştım. “Var. Bunu düşünmemizin çok önemi var çünkü sürekli her şeyi sen bozuyorsun! Senin yüzünden geliyor bunlar başımıza Can! Senin yüzünden şu an bir baba kızı taklit ediyoruz ya. Farkında mısın? Gerçekten İlyas Çanak denen adam çıksa gelse, ‘sen kimsin’ dese? Ne yapacaksın?” Dediğimde sanırım artık o da sinirlenmeye başlamıştı. “Nasıl girmeyi planlıyordun içeri?” dedi en sonunda bağırarak. İki elini havaya kaldırdı. “’Ben Deren Aktunç, ajanım. Siz mafyaysanız tutuklatacağız da o yüzden biraz yardımcı olur musunuz?’ mu diyeceksin?” deyip biraz durdu. “Tamam. Evet, benim yaptığım da yanlıştı ama senin bana bunları demeye hakkın yok, Deren. Biz yıllardır birlikte çalışıyoruz ve ekibimizden biri yanlış yaptığında ona saydırmak ve kızmak yerine, hep beraber çözüm üretiyoruz. Biliyorsun değil mi?” Gerçekten sanırım haklıydı. “Özür dilerim. Ben biraz sinirliyim bu sıralar. Sinan denen adam beni çok geriyor. Kusura bakma.” Dedim. Hafifçe gülümsedi. “Sorun yok. Bu arada hiç gerilme. Bunun da altından kalkacağız tabii ki.” “Teşekkür ederim.” “Rica ederim.” Dakikalarca yolun ardından İstihbarata varmıştık. “Ya siz ne yapıyorsunuz?” dedi Eylül şok içerisinde ve elini alnına koyup kapıya doğru yürüdü. Ekibimizin yanındaydık. Olanları anlamışlardı ve bize biraz kızgınlardı. “O adamı bulmak zorundayız.” Dedi bu sefer de Deniz. Biz Can’la aileleri tarafından azarlanan iki çocuk gibi koltuğa oturmuş, onları dinliyorduk. Odanın ışıkları açık değildi. Biz çoğunlukla sadece mavi ışığı açıp çalışırdık. Mavi ışığımızın eşliğinde azar yiyorduk. Evet, yaptığımız gerçekten yanlıştı ve bunu bende biliyordum. Her şey hallolmuşken başa dönmüştük. Ama şu an buna bir çözüm bulmak zorundaydık. Olan olmuştu. Yıllarca da hep bunu yapmıştık. Ancak bu Sinan Kozanlılar hiç de beklediğimiz gibi kolay değildi. Olmayacaktı. Biliyordum. Bugün en ufak açık vermemişlerdi. Bu adamların mafya olduğunu biliyorduk. Öylelerdi. Bizim yapmamız gereken, bunun doğru olduğunu adliyeye kanıt olarak sunabilecek şeyler elde etmekti. Oldukça zordu. İnternet üzerinde de en ufak bilgileri bulunmuyordu. “Evet, adamı bulmalıyız. Emin olun ki bulmazsak her şeyimiz ortaya çıkar. Neler olacağını tahmin edebiliyor musunuz?” derken elini saçlarına geçirdi Kumsal. Haktan ise ortalıkta delirmiş şekilde dönüp dolaşan Eylül’ün yanına gitti ve yavaşça kolundan tuttu. “Sakin ol, Eylül. Çözülecek.” Dedi. Eylül ise sadece masumca ona bakmakla yetindi. Gözlerini kaçırdı ve hiçbir cevap vermeyip yavaşça Haktan’ın, kolunu tutan elinden kolunu kurtardı ve masasına oturdu. Haktan ise derin bir nefes alıp verdi. Eylül’e bakan gözlerini üzerinden çekti ve kendi masasına gitti. Deniz, kolunu Kumsal’ın omzuna atmıştı. Kumsal ise başını Deniz’in omzuna yaslamıştı. Ayakta duran bu çifti gördüğümde ne kadar yakıştıklarını aklıma getirmeden duramıyordum. Birbirleri için yaratılmış gibilerdi. Deniz ve Kumsal… İsimleri bile uyumluydu. “Tamam, haydi masa başına. Araştıralım şu adamı. Ayrıca bu kadar dert etmeyin. Bugünün geri kalanı çok iyi geçti. Deren’i işe aldılar.” Dedi Can gülümseyerek. Gözlerimi devirdim. “Ne demezsin. Çok iyi geçti.” Ayağa kalkıp kendi koltuğuma oturdum ve bilgisayarımı açıp araştırmaya başladım. Bu sırada Can, hala arkamdan sırıtıyordu. “Deren. Yarın kaçta işe gidiyorsun?” diye sordu Kumsal. “Sekizde.” Dedim keyifsizce. Can ise gelip omzuma elini koydu. “Aa babacığım. Yapma böyle.” Dediğinde omzumdaki elini sertçe ittirip vurdum. “Sus ve şu suyu getir.” * Saatlerdir adamı araştırıyorduk ancak adını dahi bilmediğimiz biri hakkında bilgi toplamak düşündüğümüzden daha da zordu. Gerçekten adamın ismini dahi bilmiyorduk. Nasıl internette Sinan Kozanlılar hakkında bilgi çıkmıyorsa, şirket hakkında da pek bir şey çıkmıyordu. Oldukça gizli çalışıyorlardı. Bizde artık umudumuzu kesmiş şekilde oturmuş, kara kara düşünüyorduk. “Yok abi. Bulamayız bu şekilde. Diğer operasyonlar gibi değil ki bu. Şirket çalışanlarının özgeçmişine ulaşamıyoruz. İsimlerini bile bulamıyoruz. Nasıl olabilir?” Haktan bu şekilde isyandaydı. “O zaman…” dedi Eylül ve dikkatleri üstüne topladı. “Tek bir seçeneğimiz var.” Herkes dikkatle onu dinliyordu. “Deren, şirkete gittiğinde adamı bulacak ve bir şekilde onu alacak.” Eylül’ün sözleri üzerine Can: “Nasıl olacak acaba o? Adamı nasıl alsın kız. Olmaz bu adamı çıkışta falan yakalamamız lazım bizim.” Dedi. Deniz ve Kumsal başlarını onaylar şekilde salladılar. “Ben bu işe karışamam. Mümkün değil. Ben neyle karşılaşacağımı bilmiyorum daha. Belki aşağı kata bile inecek vaktim olmayacak.” Soru sorar gibi söylediklerim cevapsız kaldı. Yanımda oturan Kumsal ayağa kalktı. “Tamam. Yapacağımız şey belli. Haktan ve Eylül, siz bize boş bir ahır ya da bir hangar falan bir yer bulun. Can, adamın yüzünü sen biliyorsun. O yüzden sen adamı çıkışta gözetlemelisin. Deniz ve ben de adamı takip edip bir şekilde bayıltmalıyız. Deren, sen de adamı kaçıracağımız yere önceden gitmiş olursun. Bu plan iyi olur mu sizce?” diyerek konuşmasını tamamladı. Herkes bir süre konuşulanları anladıktan sonra fikirlerini belirtmeye başladı. İlk konuşan Haktan oldu. “Biz Eylül’le bir yer ayarlayalım ve oraya gidip sizi bekleyelim. Konumu “Gizli Operasyon” gurubuna göndeririz.” Dedi. Herkes Haktan’ı onayladı ve diğer konuşan isim Deniz oldu. “Arkadaşlar, tamam da biz adamı nasıl kaçıracağız pardon? Kumsal’la adamı nasıl bayıltalım? Belki eve gitmeyecek? Hem eve gitse bile adamı eve girmeden bayıltamayız ki. İlla ki komşular falan vardır.” Dedi. Haklıydı. Yapamazlardı. Kendimizi tehlikeye atardık. “Evet. Deniz haklı. O zaman devreye başka birini sokmalıyız.” Dedi Kumsal. Herkes yine düşüncelere daldı. “Deren, sen adamın arabasının arka koltuğuna gireceksin.” Dedi Can sakince. Birden olduğum yerden fırlayıp gözlerimi kocaman açarak ona baktım. “Ne?” dedim dehşetle. “Saçmalama! Nasıl gireyim adamın arabasına?” dedim. Can gülümsedi. “Hemen anlatayım. Şöyle ki, sen Eray’ın asistanlığını yaparken illa ki senden bir şey isteyecektir. Şirkette onun söylediği şeyi yapmak için dönüp dolaşırken o adamı bulacaksın ve takip edeceksin. Odasına veya çalışma masasına mecburen gidecektir. Sende onun yerini bulup, sanki iş yapıyormuş gibi masasını arayacaksın ve araba anahtarını bulacaksın. Bizim mikrofonlu ve kameralı kolyeyi takarsın ve bize haber verirsin. Dediğin yere geliriz, araba anahtarını alıp otoparka gideriz. Araba kumandasına basarak arabayı bir şekilde bulup sana geri veririz. Mesai saatinin bitiminde hemen, hiç vakit kaybetmeden arabanın arka koltuğundaki boşluğa girersin. Doğru zamanı hissettiğinde de adamı bayıltırsın.” Can bu planı bize sunmuştu. Benim dışımda herkesin aklına yatan bu planı uygulayacaktık. Ben asla kabul etmesem de beni ikna etmeyi başarmışlardı. “O zaman planımız şu.” Dedi Deniz yazı tahtamıza çizip yazdığımız planın başına giderken. “Biz kumsalla, Haktan ve Eylül’ün ayarladığı mekâna gidip bekleyeceğiz ve Can da arabayla Derenlerin peşine takılacak. Eylül ve Haktan istihbarattan kulaklıklarımızdan bize yardımcı olacak ve sonra onlar da ayarladıkları mekâna gelecekler. Bu mudur?” diyerek onay vermemizi bekledi. Hepimiz anlattıklarını onayladık -ben hiç istemesem de- ve hazırlıklara koyulduk. Artık mesai saatimiz bitmişti ve hepimiz evlerimize dağılmıştık. Ben eve vardığım gibi kendimi yatağa atmıştım. Ancak yan odamdan gelen müzik sesi beni pek rahat bırakmıyordu. Miran, yine müziğin sesini fullemişti. Kulaklığı yok muydu bu çocuğun? Ayağa kalkıp civcivli pijamam ve ördek desenli terliklerimle odasına doğru ilerledim. Kapısını çalmadan direk açtığımda gördüğüm manzara, hiç de beklediğim gibi değildi. oyun masasının dönen sandalyesine oturmuş ve başını geriye yaslamış Miran’ı böyle görmeyi hiç beklemiyordum. Odanın içini dolduran bu üzücü müzik sesi de farklı bir ayrıntıydı. Miran, beni gördüğü gibi ayağa kalktı. “Abla kapıyı çalsana!” diye kızdı. Bense gözlerimi devirip yatağına oturdum. “Çalsam duyacak mıydın sanki?” deyip ses bombasından çalan şarkıyı kapattım. Miran oyuncu koltuğunda oturmaya devam etti. “Yine de çalmalıydın.” Dedi. Onu pek dinlemeden konuşmaya başladım. “Neyin var ablacığım?” “Neyim varmış?” aramızda geçen bu diyalog sonrası kendimi tutamadım. “Elif denen o kız yüzünden mi yine böylesin? Bak Miran, ablacığım kız senin onu sevdiğini bile bilmiyo-” derken miran sözümü kesti. “Abla yeter artık.” Diye çıkıştı. “Söyleyemem tamam mı? Söyleyemem!” “Neden Miran? Neden söyleyemezmişsin?” dediğimde Miran bir süre bekledi. Bekledi. Bekledi… “Çünkü…” biraz daha bekledi. “Çünkü onun sevgilisi var.” Diyerek zorlukla cümlesini tamamladı. Benim ise yüz ifadem anında değişti. “İmkânsız abla. İmkânsız. Bak çalan şarkıya. ‘İmkânsız Bir Aşk Denir’ bizimki de öyle. Hatta bizimki de denmez. Benimki.” Bense hala konuşamıyordum. Âşık ola ola bu kızı mı bulmuştu. “Miran, ayrılırlar belki. İmkânsız diyemezsin.” Dedim umutla. Miran ise onaylamazca kafasını iki yana salladı. “Ayrılmasınlar.” “Neden?” “Çünkü ben onu, o çocuğun mutlu ettiği kadar mutlu edemem.” İşte kalbime saplanan bıçak, tam anlamıyla bu sözdü… Çocukluk aşkı, gelip geçer dedik. Geçmedi. Miran ortaokulun ilk gününden beri sevdiği kız yüzünden istediği liseden de vazgeçti. Puanı çok güzel liselere tutarken, o Elif’in olduğu yere gitmek istemişti. |
0% |