Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@ruhumunilacii123

BÖLÜM 6

Bugün ilk iş günümdü ve bunu yapmak zorundaydım. Her zaman söylediğim gibi, en zorlanacağımız görevin bu olacağından adım kadar emindim. Çünkü daha önceki operasyonlarımızda, kişiler hakkında birçok bilgiye sahip oluyorduk. Şimdi ise hiçbir kaynağımız yoktu. Onları tek tek, kendimiz tanımak zorundaydık.

Göreve yeni başlayacak olmamıza rağmen, sanki aylardır uğraşıyoruz gibi geliyordu.

Sinan Kozanlılar’ın bir eşi vardı. Ancak onun da ismini bilmiyorduk. Devlet sırrı gibi her zerrelerini saklıyorlardı. Peki ya eşi de bu mafyalık olayının içinde miydi?

Artık evden çıkmam gerekiyordu. Altıma kısa, siyah bir kalem etek giydim. Üstüme ise klasik beyaz bir gömlek giyip, eteğin içine sokuşturdum. Saçlarım ise dümdüzdü. Yüzümde olan hafif makyaj da bana tam bir “asistan” havası katmıştı.

Evden topuklu ayakkabılarımı giyip çıktım ve istihbarata gitmek üzere yola koyuldum. Hızlı bir yolculuğun ardından, istihbarata varmıştım. Çalışma odamıza çıktım ve bizimkilerle karşılaştım.

“Vay! Deren, tam bir asistan olmuşsun.” Dedi Can koltukta otururken. Ona bakmadan gözlerimi devirdim.

“Haydi, çok zamanımız yok. Deren, sana kulaklıkları takalım ve boynuna da şu kolyeyi takalım. Kameradan izleyerek kulaklıktan biz Haktan’la yardımcı olacağız sana.” Dedi Eylül. Kafamı salladım ve kolyeyi Eylül’ün elinden alıp boynuma taktım. Kulaklıkları da görünmeyecek şekilde kulağımın içine sokuşturdum. Kulaklığın üzerindeki düğmeden onlarla iletişime de geçebilecektim.

“Gidiyorum. Umarım başarırız.” Dedim tereddütle. Deniz ve Kumsal ayağa kalktı.

“Başaracağız tabii!” dedi Kumsal. “Bizim bir arada olup da beceremediğimiz şey mi var?”

Herkes ümitliydi. Heyecanlıydı. Ben yapmak zorundaydım. Bunu beceremezsen tüm herkesin planını mahvetmiş olurdum. Tüm olacaklar ve olanaklar bana bağlılardı. Planın son durumunu hazırlamıştık. Ben, Eray beni bir yere yolladığında çaktırmadan o adamı bulup, takip edecektim. Daha sonra adamın çalışma masasını bulup, arabasını alacaktım. Bir şekilde…

Daha sonra hızlıca kimsenin görmediği bir pozisyonda, anahtarı aşağıya, Can’a atacaktım. Can da arabanın kapılarının kilitlerini açacak, anahtarı da “İlyas Çanak” olarak şirkete girip, adamın masasına bırakacaktı. Tabii masanın yerini konum olarak Can’a atacaktım.

Biz bunlarla uğraşırken de Kumsal ve Deniz, bizi ayarladığımız mekânda bekliyor olacaklardı. Bizim işimiz bittiğinde ise, Haktan ve Eylül de yanımıza geleceklerdi.

Benim yapmam gereken, o arabaya binip adamı bayıltmaktı.

İstihbarattan çıkıp, şirkete doğru yola koyuldum. Geç kalmamalıydım!

Şirkete en sonunda varabilmiştim. Arabadan inip, koşa koşa şirkete girdim. Güvenlik beni biraz yavaşlatsa da içeri girebilmiştim.

Yine bu heybetli şirketteydim. “Deren Çanak” olarak.

E tamam da… Eray’ın odasını nereden bulacaktım ki ben şimdi? Sinan Bey’in odasına gidip ona mı sormalıydım? Adamı da görürsem gözümden kaçırmamalıydım.

Sinan’ın odasına çıkmak için asansöre bindim ve kat düğmesine bastım. Her şey pürüzsüz olmalıydı. Olacaktı. Yani, umarım…

Sinan’ın odasının önüne vardığımda, derin bir nefes aldım ve üstümü düzeltip kapıyı üç kez tıklattım.

“Girin.” Diye bir ses yükseldi içeriden. Yavaşça kapının kolundan tutup açtım. Sinan’la göz göze geldiğimizde samimice gülümsedim.

“Günaydın, Sinan Bey.” Dedim masumca. Heybetli mafyamız da yüzüne hafif bir tebessüm yerleştirdi.

“Günaydın, kızım.” Dedi. Ben ise daha fazla beklemeden sebebi ziyaretimi dile getirdim.

“Allah’ın emri peygamberin kavliyle…”

Tabii ki bunu söylemedim.

“Şey, ben Eray Bey’in odasını bulamadım da…” dedim gözlerimi kırpıştırarak. Sinan kafasını salladı ve telefonunu açıp birisini aradı.

“Kızım, Eray’ın yeni asistanını Eray’ın odasına götür. Odamın önünde.” Deyip telefonu kapattı. Konuşma sadece bundan ibaretti. Sinan telefonunu masaya bıraktı. “Sen kapımın önünde bekle. Seni almaya gelecekler.” Kafamı salladım.

“Teşekkürler Sinan Bey.” Dedim. O ise sadece başını yana yatırdı. “Eyvallah” diyordu herhalde.

Kapısının önüne çıkıp ardımdaki kapıyı kapattım. Biraz beklememin ardından, uzun boylu, kısa sarı saçlarını özenle tarayıp düzleştirmiş, benim gibi kısa kalem etek ve gömlek kombini yapmış bir kız karşımda durdu.

“Ben Saye.” Deyip elini uzattı. Bende gülümseyerek elimi uzattım.

“Merhaba. Ben de Deren. İlyas Çanak’ın kızıyım.” Dedim. Gerçekten şu an bu yalanla övündüğüme inanamıyordum!

“Memnun oldum, Deren.” Deyip gözüyle onu takip etmemi belli eden bir hareket yaptı. Saye’ye uyup, onu takip ettim. Odaların çoğu camdandı. İçerisi görünüyordu. Ancak sadece önemli kişilerin odaları kapalıydı. Yani Sinan ve Eray. Gerçi birkaç tane daha kapalı oda görmüştüm. Herhalde onlar da şirket için önemli kişilerdirler.

Yine kahverengi kapılı bir odanın girişine gelmiştik. Sinan’ın da öyleydi. Saye eliyle odayı işaret etti.

“Eray Bey saat tam 08.35’te gelir. Gelmesine beş dakika var. Gir istersen.” Dedi. Nasıl yani? Gerçekten tam o saatte mi geliyordu deli! Ay ben bu mafyalara akıl, sır erdiremiyordum artık. Kafamı sallayıp içeri girdim. Saye de çoktan gitmişti. Beş dakika da olsa buranın boş olması benim inanılmaz işime gelirdi. Ama… tabii ki odada kamera vardı! Gelecek zamanda bir şey yapmamız gerekirse, ilk işimiz kameraların etkisini kesmek olmalıydı.

Tam tamına beş dakikalık beklememin ardından kapı açılma sesi duyuldu. Apar topar üstümü düzeltip gelmesini bekledim. Görüş açıma girdiğinde buraya doğru yürüdüğünü gördüm. Beni görmemiş miydi? Cansız gibi mi duruyordum? En iyisi konuşmaktı.

“Günaydın, Eray Bey.” Dedim hafif tebessümümü bozmadan. Eray ise asla bana bakmayarak bir cümle kurdu.

“Geçen yıl geliştirdiğimiz tüm uygulamaların dosyalarını düzenleyip bana getir.” Dedi. Tek bir cümle söylemişti ve o da buydu. Şaka mı bu? Hasbin Allah! Ne değişik birisi bu. Mafya olduğu yirmi kilometre öteden belli oluyor maşallah(!)

“Nasıl?” dedim şoktan kısılmış sesimle. Eray, başını hiç oynatmadan gözlerini bana çevirdi. Ay ne oluyor be? adam zombiye dönüşüyor imdat! Gözlerinde sanki bir ışın vardı ve o ışın benim gözlerimi kesip deliyordu. En son yutkunup gözlerimi kaçıran ben oldum. “Peki.” Deyip hızlı adımlarla odadan çıktım. Ya da benim tabirimle adeta “kaçtım!”

Çıktığım anda kapıyı kapatıp derin bir nefes çektim ciğerlerime. Bu iş böyle olmaz kardeşim! Gözlerimi delecek gibi bakıyor. Değişik şey.

Neyse, ben buraya tabii ki gerçekten Eray’ın işini yapmaya gelmemiştim. Ancak galiba gerçekten yapmak zorunda kalacaktım. Kulaklığıma bir ses geldi. Ses Eylül’ündü.

“Deren, nereden bulacaksan dosyaları bul. Biz internetten nasıl düzenlendiğini falan bir şekilde öğrenip sana anlatacağız. Kolyendeki kamerayı dosyalara tutacaksın.” Demişti. Bense tabii ki cevap veremezdim. Kolyemdeki mikrofondan cevap verirsem dikkat çekerdim. Yoluma devam ettim.

Yahu, ben bu dosyaları nereden bulacağım? Derin nefesler alıp aşağıya, normal insanların çalıştığı kısma gittim.

Sinan ve Eray, normal insan değillerdi.

Birbirine bitişik masalarda oturmuş insanlar vardı. Kişileri ayıran tek şey, her kişi için ayrı bir alan oluşturulabilmesi için aralara monte edilmiş camdı. Benim canım masam da oradaydı. Acaba o adamınki hangisiydi? Bulacaktım ama şu an değil.

Bazı kişiler ayakta bir şeyler konuşuyor, bazıları çalışıyor bazıları ise kahve molasına gidiyordu. Sanırım boş birilerinden yardım istemem gerekiyordu. Kahve molası veren kişilerin yanına gitmek istedim ve birilerini takip ettim. Bu çalışma alanının sol tarafındaki kocaman boşluktan, şirketin giriş kısmı gözüküyordu. Çok alakasız yerlerden geçmiştim ve artık kaybolduğuma kanıyı getirmiştim. Çünkü hangi katta olduğumu dahi bilmiyordum. Bir koridordaydım ama buraya girmem gerekmiyordu sanırım. Artık çıldırmama ramak kalmıştı ancak delirmemden birkaç saniye önce, yanıma gelen bir adamı gördüm. Kumral saçlı ve uzun boylu olan bu adam, oldukça özel birine benziyordu.

“Bir sorun mu var hanımefendi?” diye sordu.

“Ya şey… ben aslında geçen senenin geliştirilen uygulamalarının dosyalarını arıyordum. Bu şirketin geliştirdiği uygulamaları.” Benim bu telaşım adamı güldürmüştü.

“Tamam merak etme. Gel ben sana yardımcı olayım.” Deyip beni de kendiyle birlikte götürdü.

*

“Başlayacağım senin dosyana Eray!” diye deliriyordum kendi kendime. Adının Berkan, soyadının ise Çevik olduğunu öğrendiğim adam beni bir odaya götürüp dosyaları vermişti. Bense kimsenin olmadığına emin olduğum bir odaya girip, bizimkilerle iletişime geçmiştim. Dosyalar önümde seriliydi.

“Sakin ol Deren. Düzgün tut şu kamerayı!” diye söyleniyordu Haktan.

“Ay yeter be! Kalanını da kendi yapsın!” dedim sinirle. O sırada odanın kapısı açıldı ve dehşetle kapıya döndüm.

Kapıda uzun boyuyla dikilmiş bir şekilde beni izleyen, Eray duruyordu. Sadece telaşla ona bakmayı sürdürüyordum. Hiçbir şey söyleyemeden kalakaldım. Duymuş muydu? Aslında o kadar da yüksek sesle söylememiştim ki.

Duyduysa beni işten kovar mıydı? O zaman biterdik! Ölü taklidi yapmam gerekiyordu. Nasıl mı? İşte böyle:

“Buyurun, Eray Bey. Bende tam dosyaları düzenliyordum.” Dedim gözlerimi kırpıştırarak. Allah’ım, ne olur anlamamış olsun. Ne olur!

Eray tek kelime dahi etmeden, elini bana uzattı. Ona baktığımda hala boş gözlerle bana bakamaya devam ediyordu. Elini mi tutmamı istiyordu? Neden ki? Centilmenlik gösterisi falan mı? Demek ki mafyalar da centilmen olabiliyormuş. Vay be!

Naifliğimi hiç bozmadan elimi eline uzattım ve tutup yavaşça kalkmaya yelteniyordum ki:

“Dosyalar.” Dedi. Aman yarabbi! Ay ben bu kafamın içindeki beynimi nerede unuttum? Ah salak kafam ah! Çocuk elini tutayım diye uzatmadı ki elin. Dosyaları istedi!

Deren, sen bu akılla nasıl ajan oldun kızım?

Yüzümdeki ifadeyi stabil tutmaya çalıştım yoksa gerginlikten ölecektim. Kulaklığıma gelen sesler pek iç açıcı değildi.

“Deren! Saf mısın kızım?”

“Allah kahretmesin!”

Eylül ve Haktan’dan gelen sesleri duymamaya çalışarak, masanın üzerindeki dosyaları alıp Eray’a verdim. Yahu bu çocuk nasıl bir tip? Tek kelime etmiyor. Günlük kaç kelime çeşidi kullandığını saysak, beşi geçmez!

Bu operasyonu yakalanmadan tamamlarsak ekibe bir kutu baklava alacağım. Çok ciddiyim…

“Seninle işimiz zor.” Dedi ve arkasını dönerek odadan çıkarken, yine egom tavan yaptığı için kendimi tutamadım.

“Ne demekmiş o?” dedim. Eray ise bu çıkışıma şaşırmayarak arkasını dönüp gözlerini yine bana dikti.

“Dosyalardan anlamadığın belli.” Ben boş boş ona bakarken o, dışarı çıktı. Vallahi yakalanıyordum! Ah, Deren ah! Neden bağırıp duruyorsun ki? Al işte. Kimliğimiz daha ilk dakikadan açığa çıkıyordu.

Eray’ın odadan çıktığını kameradan izleyen Haktan ve Eylül, sanırım gerginlikten ölmek üzerelerdi. Bunu kulağımın içine dolan seslerden anlatabiliyordum.

“DEREN! ADAMIN NEDEN ELİNİ TUTMAYA KALKIYORSUN!” Eylül, öyle bir bağırmıştı ki, neredeyse fazla sesten sağır olacaktım. Kulaklığımın düğmesine basılı tutup onlarla konuştum.

“İkiniz de sesinizi kesin! Yoksa bu kulaklığı sağır olmamak için çıkartıp atacağım.” Dedikten sonra elimle saçlarımı düzelttim ve toplantı odası olduğunu düşündüğüm bu odanın köşesindeki aynaya doğru gidip kendime baktım. Rezalet görünüyordum! Gözümdeki rimelin biraz akmasının yanı sıra, saçlarım karışmıştı. Hemen kendime bir çeki düzen verdim. Çantamdaki tarakla saçlarımı düzelttikten sonra, gözlerimin altını temizledim.

Ne yapacağımı planlamam gerekiyordu. Sanırım çalışma masama geri dönmem gerekiyordu. Koşar adımlarla odadan çıktığımda, koridorda bir sağa bir de sola bakındım. Ben bu şirketi sanırım hiçbir zaman çözemeyecektim!

*

En sonunda insan olan bir yere vardığımda, burada herkesin kahve alıp sohbet ettiğini gördüm. Kafe gibi bir yer. Ancak şirketin içiydi. Burayı hatırlıyordum. Şuralardan bir yerlerden çalışma kısmına geçiliyordu. Etrafa boş boş bakınırken karşımdaki kocaman geçişi görmemiştim. Koskocaman bir geçiş vardı ve üstünde çalışma masalarımızın burada olduğunu belirten bir tablo vardı. Koşmadan ancak hızlı adımlarla masama doğru gidecektim ki buradaki kahve kokusu beni benden aldı. Nasıl bu kadar çok ve güzel kokabilirdi ki. Duyduğum bu his bile beni güzel, yumuşak bir kahve içmeye davet etti. Acilen Eray denen o değişik adamdan özür dilemem gerekiyordu.

Çünkü bir dosyayı bile düzenleyememiştim. Sözde buraya asistanlık yapmaya gelmiştim(!)

Bence kısacık bir zaman dilimi içerisinde bir bardak kahve almak kimsenin hiçbir işini engellemeyecektir. Öyle olsa buradakilerin burada işi ne? Masamın olduğu yere gitmekten vazgeçtiğimi anlayan bacaklarım, beni kahveme doğru götürüyordu. Nasıl oldu ki bu iş(!)

Kasadaki adamın yanına gittiğimde gülümseyip isteğimi beyan etmeye başladım.

“Merhabalar, bana yumuşak içimli bir kahve önerir misiniz? En çok beğenilen hangisi acaba?” benim isteğimi yerine getirmek üzere, adam arkasını dönüp duvardaki menüye göz atıp birkaç saniye sonra eliyle bir kahve çeşidi gösterdi.

“Bunu sevebilirsiniz diye düşünüyorum.” Dedi. Gösterdiği yere bakıp, kafamı onaylar şekilde salladım.

“Evet, olur. Çok teşekkür ederim. Orta boy olsun lütfen.”

“İsminizi öğrenebilir miyim acaba?” dedi adam.

“İsmim Deren. Bardağa soyadımı da eklerseniz sevinirim. Deren Çanak.” Sözlerimi tamamladıktan kartımla hesabı ödedim ve sonra da içeceğimi beklemek için biraz sola doğru gittim.

Şimdi mükemmel bir kahve keyfi eşliğinde Eray’dan azar işitebilirdim. Ne kadar da güzel(!)

İnsanlara bakınıp zaman öldürmeye çalışıyordum ki, buraya gelme sebebimi tam karşımda görene kadar. İşte o adam! Dehşetle, koridorlardan birine doğru giren adama bakakaldıktan sonra acilen kendime gelmem gerektiğini anladım ve kahveyi bırakıp gitmeye yelteniyordum ki, kasiyer adam seslendi.

“Deren Hanım kahveniz hazır.” Demişti. Adama dahi bakmadan arkamı döndüm ve kahveyi tezgâhtan kaptığım gibi suratıma yalandan bir gülüş yerleştirip hızlı adımlarla hedefimin gittiği yöne doğru ilerledim. Lütfen kaybolmamış olsun! İsmini dahi bilmediğim adamın girdiği araya girdiğimde tabii ki orada yoktu. Üç yola ayrılan koridorlara bakındığımda kendimi tam anlamıyla labirentte gibi hissetmiştim. Nereden gitmem gerekiyordu?

Ekip beni bekliyordu ve benim kafam darmadumandı. Adamı bulmak bu kadar zor olamazdı! En sonunda geri dönmeyi planlıyordum ve arkamı dönüp geldiğim yere doğru yürümeye başladım ki, iki adamın konuşma seslerini duyana kadar.

“Çok değişikti. Şirketin içine kadar sızmışlar. Ellerinde minicik şeyler vardı. Kulaklık olabilir. Sinan beye söylemeliyiz.” Diyordu bir adam. Sesi biraz daha kalın olan adam ise şöyle cevap verdi:

“Söyleyemeyiz. Sinan Bey bizi ne yapar farkında mısın sen? İş hayatımız tamamen biter!” diyordu ancak arkamdan gelen bir el ile yerimde zıpladım. Elimdeki kahve neredeyse düşmek üzereyken gelen kişiye korkuyla gözlerimi çevirdim.

“Saye?” dedim sakinleyen nefesimle. “Ödümü kopardın.” Saye gülümsedi.

“Ne yapıyordun burada? Yine yolunu mu kaybettin?” dediğinde tavrı alaycıydı. Bende onun gibi alaycı tavrımı takınarak:

“Burada ‘yolunu mu kaybettin?’ Değil de ‘yolunu bulabildin mi?’ diye sormak lazım bence! Çünkü ben daha çok yolumu bulmaktan ziyade kayboluyorum da…”

“Haklısın. İlk zamanlar gerçekten zor. Ama merak etme alışırsın zamanla. Nereye gitmeye çalışıyordun?” diye sorduğunda işte buna cevabımın olmadığını fark ettim. Ancak bu sefer de arkadaşlarım yetişti.

Eylül ve Haktan.

“Eray sana bir iş vermemişti ve sende kahveni alıp hem birileriyle tanışmak hem de şirketin yollarını ezberleyebilmek için dolaşmaya çıktın.” Dedi hızlıca Eylül. Bende hiç açık vermeden cümlesini tekrarladım.

“Eray Bey bana bir iş vermemişti. Bende hem biraz sosyalleşmek adına hem de şirketin yollarını ezberleyebilmek için gezmeye çıktım.” Dedim gülümsememi bozmadan. Saye de yalanımı yutmuş olacak ki kafasını onaylarca salladı.

“Gel ben sana sosyalleşmende biraz yardımcı olayım. Çok iyi birkaç arkadaşım var. Onlarla tanıştırayım seni.” Bende bu işin içinden sıyrılabilmek için asla olumsuz bir tepki vermedim. Aksine çok sevinmiş gibi yaptım.

“Olur tabii. Çok memnun olurum.”

Daha sonra koluma girdi ve beni de kendisiyle birlikte götürmeye başladı.

Bu işin içinden sıyrılmıştım! Ancak o adamlar kimlerdi? Birinin bizi gören adam olduğu kesindi. Ancak diğeri…

O kimdi?

 

Loading...
0%