Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@ruhumunilacii123

BÖLÜM 7

Kendimizi bir anda hiç tahmin etmediğimiz bir olayın içinde bulmuştuk. Böyle olacağını asla tahmin edemezdik. Bizim amacımız, Sinan Kozanlılar’ın bir mafya çetesinin lideri olduğunu açığa çıkarmaktı. Bu işin içinde Eray da bizim konuşmalarımızı duyan o adam da yoktu aslında. Onlarla uğraşmaya mecbur kalmıştık ve sanırım uğraşmaya da devam edecektik.

Artık sırrımızı iki adam daha biliyordu. Ne yapacaktık?

Saye, beni bazı arkadaşlarıyla tanıştırmıştı ve gerçekten hepsi çok iyi insanlardı. Ancak ben onlarla tanışırken kafamda çok farklı soru işaretleri vardı.

Eylül ve Haktan’dan uzun süredir ses yoktu. Sanırım onlar da çok farklı şeyler yapmanın peşindeydiler.

(EYLÜL KARADAĞ’IN ANLATIMIYLA)

Deren’in boynundaki kolyeden her şeyi izleyip duyduktan sonra dehşete kapılarak bizimkilere haber vermiştik. Can şirketin önünde, arabasında oturuyor ve Deren’in ona anahtar atmasını bekliyordu. Kulaklıktan ara sıra bize sorular soruyordu lakin Haktan da ben de pek bir şeyler biliyor durumda değildik.

“Can, durumlar kötü. Sizi duyan adam farklı birine de olanları anlatmış. Hedef ikiye çıktı. İçeri gir. Şirket altına Haktan geliyor. Kızının ilk iş günü için onu ziyarete gidiyorsun. Plan bu. Oyalanma!” Can’ın kulaklığına yolladığım haberden sonra Kumsal’ın kulaklığına bağlandım.

“Kumsal! Deniz’e hemen haber ver. Plan değişti. Deren ve Can’ı duyan adam başka birisine de anlatmış olanları. Hedefimiz iki kişiye döndü. Diğer adamla Can ilgilenecek.” Bu sefer Kumsal’dan bana cevap geldi.

“Adamın yüzünü biliyor musunuz ki? Nasıl olacak o iş?” sesi oldukça telaşlı geliyordu. Galiba haklıydı. Bunu nasıl düşünememiştik.

Ben herkesle teker teker iletişime geçerken yanımda oturan Haktan ayağa kalktı.

“Ben gidiyorum. Deren ve Can’a haber yolla. Can bizim arabanın anahtarını sağ ön tekerliğin altına sokuştursun.” Dedi. Hemen kafamı salladım ve Can’a bağlandım.

“Can! Arabanın anahtarını sağ ön tekerleğin bir yerlerine sıkıştır. Ben Deren’e senin geldiğinin haberini vereceğim. Normal davranın. Haktan senin yerine geliyor.” Dedim ve ayağa kalkıp dosyaların olduğu yere gittim.

“Eray Kozanlılar.”

Eray için hazırladığımız bilgi dosyasını açtım. Deren ve Can’ı duyan o adamın yüzünü çok az bir süre de olsa görmüştüm. Belki Eray’ın bir arkadaşıdır ve edindiğimiz bilgilerde dış görünüşü hakkında bazı bilgilere rastlarım. Veya ismine.

Aradım. Aradım.

Yoktu. Onun hakkında hiçbir bilgi yoktu. Bu sefer Sinan Kozanlılar’ın dosyasını aldım ve masama geri oturdum. Yan bilgisayardaki kameralara göz gezdirdim.

Deren’in, Can’ın ve Haktan’ın kamerası. Can ve Haktan’ın ufak, erkeklere özel olan küpelerinde, Deren’in ise kolyesinde. Bilgisayara bağlamıştık. Haktan taksiyleydi. İstihbarattan başka bir araba almamıştı. Şirketin orada dikkat çekmemek için.

Deren kendi masasında oturuyordu. Eray, dosya işinden sonra bir daha onu çağırmamıştı. Gerçi sonuçta mafya oğlu. Ne işi olacaktı ki?

Can şirkete giriyordu. Direk içeri almışlardı. Sonuçta rolü İlyas Çanak’tı.

Bu sefer Deren’e ses gönderdim.

“Deren. Adamın yüzünü bile bilmiyoruz! Nereden bulacaksınız?” dedim delirircesine. Deren’in kamerasından gördüğüm üzere ayağa kalktı ve bir süre yürüdü.

“Kadın WC” yazan yere girdi. Lavaboya girmişti. Biraz sonra kulağıma Deren’in sesi geldi.

“Bilmediğimizi kim söyledi?”

“Ne? Nasıl yani?” demiştim ki Deren benden önce konuşmaya başladı.

“Saye denen kız beni arkadaşlarıyla tanışmaya götürdüğünde yakalanmak üzere olduğum yerden çok uzaklaşmamıştık. Adamların çıkacakları yer görünüyordu. İkisi de çıktığında kolyemi onlara doğru tuttum. Kameradaki kaydı biraz geriye alırsan göreceksin. Benim acelem var. Adamları ekip gurubuna gönder.” Dedi ve gördüğüm üzere tuvaletteki aynada kendine bakıp çıktı. Dediğini yaptım ve kaydı geri sardım. Biraz bulmak için uğraşsam da bulabilmiştim. Aşırı net olmasa da onları bu kayıttan tanıyabilirdik. Adamların en net şekilde çıktığı yerde kaydı durdurup fotoğrafını çektim. Telefonumdan ekibimizin guruba girip fotoğrafı gönderdim. İlk gören Can ve Haktan’dı. Deren’in kamerasını yine canlı yerine ilerlettim. Eray’ın odasına girmek için kapıyı tıklatıyordu. Sanırım Eray yine ona bir iş verecekti. Bende bu sırada Can’ın kulaklığına bağlandım.

“Can oralarda otur. Deren, Eray’ın odasına gidiyor. Dikkat çekme.” Dedim. Can beni duymuştu ancak tabii ki tepki veremezdi.

(DEREN AKTUNÇ’UN ANLATIMIYLA)

Eray’ın beni odasına çağırmasıyla bedenimdeki gerginlik giderek arttı. Kapısını birkaç defa tıklattığımda çeriden bir ses gelmedi. Tam tekrar tıklatacaktım ki:

“Sessiz kalmamın ‘gir’ demek olduğunu anlayacak kadar akıllı bir kadın sanmıştım seni Deren.” Bu cümlesinden sonra içeri girdim.

“Ne yani? Beni aptal mı ilan ettiniz?” dedim sorgularcasına. Tabii belli etmiyordum. Eray masasında oturmuş -ya da benim tabirimle ayı gibi yayılmış- ve çayını yudumluyordu.

“Öyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum.” Cevabı sadece buydu.

“Anladık tamam en mafya sensin!” diye bağırmak istiyordum. Lakin bu düşüncemi beynimin en derin ve arka noktalarına ittikten sonra hafifçe gülümsedim.

“Beni neden çağırmıştınız?” dediğimde oturduğu koltuktaki bedenini toparlayıp “İnsan gibi” bir oturuşa geçti.

“’Buyurun Eray Bey, beni ne için çağırmıştınız?’ demen gerekmiyor mu?”

Sakin ol Deren. Sakin ol. Sakin ol. Derin derin nefes al. Yüzüne tükürme. Kafasına sıkma. Rahat ol. Görev sadece.

Tebessümümü bozmadım.

“Buyurun Eray Bey, beni ne için çağırmıştınız acaba?” zorlukla söylediğim cümleden sonra Eray gözleriyle masanın üzerinde duran kalemi işaret etti.

“Bunu verebilir misin?” nasıl yani? Şaka olmalıydı. Şakaydı değil mi? Manyak olamaz ya bu… sanırım gerçekten ciddi. Ya da sırf bana gıcık oluşundan dolayı mı?

“Anlayamadım?”

“Kalemi ver Deren. Dosyadan anlamadığını fark ediyorum ama kalemi de uzatabilirsin diye umuyorum.” Dedi. Delirmek üzereydim! Ciddi anlamda kafadan biraz çivi eksin sanırım. Veya “sanırım” değil. Gerçekten!

“Veriyim tabii.” Deyip Eray’ın sol tarafına geçtim. Kalem sağ taraftaydı. Ben neden bu taraftaydım? Ama şimdi yerimi değiştirirsem bana gerçekten “Aptal” muamelesi yapardı. Şuradan uzanabilirdim. Eray’ın önünden kaleme uzandım, uzandım…

Allah da kahretmesin! Ben neden buradan uzanmaya çalıştım ki? Vallahi böyle kaldım! Eyvah! Tam da çocuğun üstünde. Ya rabbim, sen beni kurtar ne olur!

Hayatımı ve itibarımı mahveden o mavi tükenmez kalemi yakaladığımda birkaç saniyeliğine Eray’a baktım. O ise asla şu anda üstünde değilmişim gibi normal bir ifadeyle bana bakıyordu. Çırpına çırpına kalktığımda nefes nefeseydim. Önce tek elimle saçlarımı düzelttim, daha sonra elimdeki lanet kalemi Eray’a uzattım. Halime gülüyordu. Ters bakışlarla gözlerine baktığımda elimden mavi tükenmez kalemi aldı ve masaya geri koydu.

“Sadece vermeni istemiştim. Kullanmayacaktım.” Nefes nefese olan soluklarım bir an için durdu.

“Ney? Nasıl?”

CİDDİ ANLAMDA KAFADAN KONTAK!

“Çıkabilirsin sen.” Dediğinde cevap bile vermeden koşar adımlarla odadan çıktım. Bu nasıl bir ceza! Adam benimle ciddi anlamda sadece oyun oynuyordu. Ben sinirli adımlarımı yere vura vura yürürken kulağıma gelen ses dolayısıyla sakinledim.

“Sakin dur Deren! Can şirkette. Adamların peşinde! Şu an Sinan’ın odasının oradaki, odaya en yakın koridorda sağ aradalar. Şu an aşağı iniyorlar. Acele et! Araba anahtarlarını almalısın! Can adamların odaları olduğunu söylüyor. Sanırım basit bir çalışan değillermiş. Odaları üçüncü katta. Ben seni yönlendireceğim. Haydi Deren!” duyduklarımdan sonra telaşa kapılmıştım. Elim ayağım birbirine dolaşırken yüz ifademi stabil tutup sakin görünmeye çalıştım. Adımlarımı hızlandırdım. Daha da hızlandırdım. Asansörün düğmesine art arda bastım. Tam açılmayacağına kendimi hazırlamıştım ki, asansörün kapıları açıldı. İçeriden iki kadın iniyordu. Onlara sahte ama gerçek olduğuna inandırmaya çalıştığım gülüşlerimi gönderdikten sonra kendimi asansöre atıp üçüncü katın düğmesine bastım. Belki sadece birkaç saniye geçmişti ama ben kan ter içerisinde kalmıştım.

Çünkü her şeyin bana bağlı olduğunun farkındaydım.

Üçüncü kata vardığımın, ancak asansörün kapısı açılınca fark edebilmiştim. Etrafta dertsiz tasasız dolanan birkaç insan görüyordum. Sanki şu anda hiçbir şey yokmuş gibi etrafıma bakınıp -içimde kıyametler koparken- yürüyordum ama nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Eylül beni yönlendireceğini söylemişti! Neredesin be kızım?

Kulaklığıma cızırtılı sesler gelmeye başlayınca kulağımın zarının patlayacağını hissettim. Acilen kulaklıklarımı çıkarma isteğiyle yanıp tutuşurken karşımda duran genç kadın her şeyi bozuyordu.

“Merhaba Deren. Beni tanıdın değil mi?” dedi karşımdaki simsiyah kısa saçları olan kız.

Ne olur şu an sus Canan! Kulaklığım bozuldu ve kulak zarım patlayacakken sana cevap vermem pek de mümkün görünmüyor!

İçimden geçenlerden anında kurtuldum ve beynime kadar işleyen cızırtılı sesi beynimin farklı bir noktasına atmaya çalıştım.

Kulağımın içine kadar sokulmuş olan kulaklığım bozulmuştu ve şu an Eylül bana sesini duyuramıyordu! Tam anlamıyla naneyi yemiştim!

“Ah, tabii ki tanıdım. Nasılsın Canan?” dedim gülümseyerek. Hiçbir şeyden haberi olmayan Canan ise benim gibi gülümseyerek cevap verdi:

“İyiyim. Buralarda ne işin var. Bu kat Sinan Bey’in çok yakın ve önemli çalışanlarına ait.” Bunları söylerken kaşlarını kaldırmıştı.

Nasıl yani? Şimdi bu adamlar Sinan’ın çok yakın ve önemli çalışanları mıymış?

Canan’a söyleyecek yalan ararken vakit kazanmak için birkaç kez öksürdüm.

“Evet, biliyorum. Eray Bey araba istiyor da. Bir adam varmış. Uzun boylu, esmer bir şey. Onun arabasıyla gidecekmiş de anahtarı almaya beni yolladı. Bende odayı bilmediğim için kalakaldım böyle.” Dedim profesyonel yalancılığımı takınarak. Canan da yalanımı yutmuş olacak ki:

“Ay sen Sinan Bey ve Eray Bey’in korumasını diyorsun!” sesi dediğim şeyleri yutmuş ve hatta bayağı da inanmış geliyordu. “O adamlar en son odalarda kalıyorlar. Bak en dipteki karılıklı iki oda.” Dedi önümüzdeki koridor göstererek.

Allah senden razı olsun Canan. Canan’ım!

“Teşekkür ederim. Sen olmasan daha yirmi tur atardım buralarda.” Dişlerimi göstererek sahte olduğunu belli etmeyerek bir gülümseme yerleştirdim dudaklarıma.

“Rica ederim. Görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Canan asansöre bindiği gibi son hız koridorun en dibine doğru koştum. Şansıma kimseler yoktu. Hızlıca iki adamdan hangisinin olduğunu bilmediğim bir odaya daldım ve çekmeceleri karıştırmaya başladım. Odayı olabildiğince dağıtmamaya çalışıyordum. Adamın odası çok büyük değildi ama çok küçük de değildi. Neredeyse Sinan’ın odasının yarısı kadardı. Koyu renk olan duvarlar ve onun tam zıttı olan mobilyalar oldukça uyumlu görünüyordu. O kadar çok çekmece ve dolap vardı ki hangisine bakacağımı şaşırmıştım. Ama mantık olarak masasına yakın bir yere koymuş olmalı. Neden gidip de odanın en dibindeki dolaba koysun ki?

Ben alelacele her yeri karıştırırken iki kişinin konuşmalarını duydum.

“Bu insanlar şirketimizin içindeler ve bizim bunları bulmamız gerekiyor Atakan.” Dedi kalın tok bir ses. Diğer adam ise şöyle yanıt verdi:

“Eray Bey’e ya da Sinan Bey’e söylememiz gerekiyor Sertaç. Bu şekilde olmaz.” Bu konuşmayı duyduğum gibi bahsi geçen kişilerin Can ve ben olduğumuzu anladım. O zaman bu adamlar…

Tabii ya! Bu adamlar onlar. Ben Eylül’ü duyamasam da onun duyabildiğini biliyordum. Hemen isimleri araştırmaya başlamıştır bile.

Adamlar geliyor Deren sen neler düşünüyorsun?

Dehşetle sağıma soluma bakındım ve giriş kapısının yanında olan dolabı gördüğümde burasının benim tek şansım olduğunu biliyordum. Ses çıkarmamaya çalışarak dolaba giderken elimin alakasız bir şeye çarpmasıyla gözlerim yerinden çıkacakmışçasına açıldı. Kulaklarımın içine dolan kırılma sesinden sonra, bakışlarım yere döndü. Adamın camdan yapılmış olan isimliğini kırmıştım.

Bu kırılma sesinden sonra adamların konuşması yarıda kaldı. Bense aval aval etrafa bakınma şokumu atlattığım gibi hızlıca dolabın kapaklarını açıp içerisindeki destelerce kâğıdı bir köşeye sıkıştırıp yanlarına girdim.

Üzgünüm Eray, çalışanlarının dolaplarındaki bazı belgeleri buruşturdum ama sen zaten aynılarını birkaç adam öldürerek satın alırsın. Sorun olmaz herhalde değil mi?

Benim dolaba girmemden sadece birkaç saniye sonra odanın kapı ve ışıkları açıldı. Saniyelerle kurtulmuştum. Bir süre hiç ses gelmedi. Daha sonra kalın sesli bir adamın konuşma sesini duydum.

“Bu isimlik nasıl kırıldı?” demişti adam. Benim ise kalbim güm güm çarpıyordu. “Yok abi vallahi ben kırmadım!” diyen küçük çocuklar misali büzülüyordum olduğum yerde.

“Ne bileyim oğlum? Ben odada bile değildim.” Dedi diğer adam.

Bulunduğum dolabın ufak bir cam kısmı vardı. Lakin oradan bakabilecek cesareti kendimde bulamıyordum.

“Bu şirkette çok garip şeyler olmaya başladı. Benden söylemesi Sertaç. Bu olanların hepsiyle o kadının ve o adamın çok alakası var.”

“Atakan, abi saçmalama. Kedi vardır o dolaşmıştır da öyle düşmüştür. Kimse bu kata çıkma cesaretini bile bulamıyor. Senin odana nasıl girsinler.”

“Adam kendini ‘İlyas Çanak’ diye tanıtmış diyorum Sertaç! Bunlar şeytana pabucunu ters giydirir. Her şeyi beklerim onlardan.” Adının Atakan olduğunu öğrendiğim bu adamın sözlerinden sonra Sertaç isimli olan diğer adam ona cevap verdi:

“Tamam. Haydi al arabanın anahtarını da gidelim artık. Buraya da bir temizlikçi çağıralım. Sen temizlikçi işini hallet bende belgeleri ve anahtarı alıp hemen geliyorum.” Dedi Sertaç. Atakan onaylayan bir ses çıkardıktan sonra diğer adam odadan çıktı. Bir dakika…

BELGELER Mİ?

Benim bulunduğum dolaptaki belgeler değildir umarım bu bahsettikleri belgeler! Ayak sesleri geliyordu. Olduğum yere doğru. Yaklaştı. Yaklaştı…

Sonum gelmişti. Artık kurtuluşum yoktu. Ne bahane söyleyecektim?

Telaşa kapılmış şekilde dolabın içinde beklerken tekrar kapının açılma sesi duyuldu.

“Atakan Bey. Neresi temizlenecekti acaba?” diyen kadının sesi tanıdık geliyordu. Büyük ihtimalle daha önce şirkette karşılaştığım bir kişiydi.

Dolaptaki küçük camdan baktığımda Atakan’ın kadına döndüğünü gördüm. Kadın suratına maske takmıştı.

“Burası.” Dedi Atakan yeri göstererek. Kadın kafasını onaylarca salladı ve temizliğe başladı. Atakan tekrar bana doğru döndüğünde, temizlikçi kadın masadan cam bir vazo aldı ve adamın kafasına tek bir hamlede geçirdi. Bir anda korkuyla dolabın içinde oldum yerde hopladığımda, burası da sallanmıştı. Kadın ise elini maskesine götürüp yırtarcasına çıkardı.

“Bir işi de bensiz becerin be!” dedi. Bu… bu kadın Eylül’dü!

 

Loading...
0%