Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10.вσ̈ℓϋм

@rukiyeakbal07

Bölüm tam tamına 2000 kelimeden fazla ve yazması bir haftamı aldı. Yıldızlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.

Haftaya bir bölüm daha atacağım.

İyi okumlar dilerim.🍀

Yazım hatası varsa affola. Çünkü okumadan atıyorum.

 


Hadi bir mum da sen söndür.🕯️

 

⚕️


It's what I thought, call me babe
"Düşündüğüm gibi, bana canım de."

Hush it now cross my name and die
"Şimdi sus, adımın üstünü çiz ve öl."

Honors in the flame burn me now
"Ateşe saygılar, yak beni şimdi."

So decide whether you want more
"Daha fazlsını isteyip istemediğine karar ver."
Oscar and the Wolf- You're Mine

}•{


10.BÖLÜM: Gözlerdeki İsyan

 

Bir yaprak ağaçtan süzülerek yere düştü. Onu gören diğer yapraklar da yavaşça onun gibi havada süzülmeye başladı, yeşilden turuncuya, turuncudan sarıya döndüler, hepsi sonbaharın havasıyla birbirini takip ederek havada süzülmeye başladı. Bütün yapraklar dökülene kadar kış gelmeyecekti.

 

Her yağmur damlası yere düştüğünde yapraklar daha fazla dayanamayarak yere çakılacaklardı. Bu çakılma ile toprak onları içine çekecekti; her bir yaprak ne kadar isyan etse de, toprak onları içine çekecekti. Her isyan, toprak daha çok acı çektirerek en dibe batmalarını sağlayacaktı.

 

Toprak lekesi çabuk çıkardı ama kan lekesi o kadar çabuk çıkmazdı. Kan lekesi öyle çok yapışır kalırdı ki, insanı isyan etmeye yöneltirdi. Toprak ise süzülerek suya batardı, kan ise her yeri kırmızıya boyardı.

 

*

 

Bir damla daha kan düştü Kara Melek’in kanadından. Her bir damla diğer kanadı da kanıyordu ve üstünden çıkmayan kan lekeleriyle isyan etmeye başladı.

 

Tek olduğunu sanan Kara Melek, Karanlıkta ki Adam’ın onu izlediğini bilmiyordu. Adam, Kara Melek’in kanadından damlayan her kan damlasıyla daha çok kana bulanıyordu.

 

Karanlıkta ki Adam daha çok kana bulandıkça, karanlığa batıyordu. Bir adım atarak Kara Melek’in arkasında yerini aldı. Kara Melek duyduğu sesle arkasını döndüğünde, karanlıkta bir gölgenin belirdiğini gördü.

 

Kara Melek, asi gözleriyle karanlıkta ki gölgeye gözlerini dikti. Karanlıkta ki Adam sesini kalınlaştırarak konuştu. “Söylesene bana Kara Melek, ne kadar masumsun?” Kara Melek duyduğu kalın sesle şaşkına uğradı.

 

Birkaç saniye sonra ise kendine gelerek, “Ben kaybolan kanadımı bulmak için elimi kana bulamış birisiyim. Ne kadar masum olabilirim ki?” Karanlıkta ki Adam, artık Kara Melek’in hazır olduğunu biliyordu.

 

Elini kana bulayan bir Melek, karanlığında yer alabilirdi. Karanlıkta ki Adam bir şeyleri bilmiyordu, Kara Melek dıştan ne kadar katran karasına bulansa da içi o kadar beyazdı.

 

Karanlıkta ki Adam, Kara Melek’in asi gözlerine bir süre baka kaldı. “Söylesene Kara Melek, elini daha ne kadar kana bulayabilirsin kaybolan kanadın için?” Kara Melek sessizleşti, biliyordu ki kaybolan kanadını bulmak için daha çok kana bulanacaktı.

 

Sadece sustu ve elini beline götürerek kendisinden koparılan kanadının izine dokundu. Elini vurur vurmaz, eline daha çok kan gelmeye başladı. Artık biliyordu, elinin daha çok kana bulanacağını...

 

}•{

 

Kafam hala yana yatıktı. Beyaz tiyatro maskeli kadın biraz daha boynunu kırarak gözlerimin içine baktı. Gözlerinden okunan tek şey, ‘İtaat et küçük kız.’ Kelimeleriydi. Kafamı dikleştirerek daha çok gözlerine baktım.

Kimseye itaat etmeyeceğimi anlaması gerekiyordu. Siyahlar içindeki adam kafasını çevirerek, beyaz maskeli kadına baktı. Kadın elini sallayarak durmasını emir etti.

Melodi’nin kısık sesle bana fısıldadığını duydum. “Ölmek mi istiyorsun Mina?” Ölmek mi? Benim ruhum çoktan ölmüştü. Benim ruhumun boynunu keserek kara toprağa atmışlardı.

Bu dayağın on katını yemiştim ben. İki yıl boyunca her türlü işkenceye maruz kalmıştım. Bu yapılan sadece bir iğnenin tene batırılışı gibiydi. Beni öldürmüşlerdi Melodi. Ben ruhumun kesilen kafasıyla kalmıştım.

Kadın, yere çökmeyeceğimi anlamış olmalı ki adamın yerine geçmesi için işaret etti. Herkes kafasını çevirmiş bana bakıyordu. Ayakta öylece duruyordum. Kimseden çıt çıkmıyordu. Bir kadın sesi yükseldi. “Eğer şimdi diz çöküp, itaat etmezsen cezalandırılacaksın.” Bu ses kızıl saçlı kadına aitti.

Arkamdan gelen ses gözlerim beyaz maskeli kadında olduğu için kafamı arkaya çeviremiyordum. Kızıl saçlı kadının topuklusundan gelen sesler bana yaklaştığının haberi idi.

Topuklu sesleri arkamda durduğunda, omuzlarımda eller hissettim. O eller beni yere doğru çakılmamı sağlayacak bir şekilde ittiğinde, diz çökmüş bir şekilde yere çakılmıştım.

Kızıl kadının sesi binada yeniden yankılandı. “Efendim, özür dileriz. Daha yeni ve neyin ne olduğunu bilmiy...” Maskeli kadın, işaret parmağını maskenin altındaki dudaklarına koyarak susmasını emretmişti.

Çok fazla göze çapmıştım ve bunun zararları beni bulacaktı.

Bu sessizlik iyiye alamet değildi. Sessizlik çoğaldıkça çoğaldı. Kimseden bir çıt bile çıkmıyordu. Sanki kimse nefes almıyordu, sanki oksijen almayı bırakmışlardı.

Sesimi yükselterek bağırdım.
“Üç gece kıyamet kopacak. İkinci gecede bir kan yağmuru başlayacak. Toprak kanı çekecek ama beyaz kana bulanacak.” Sessizliği sözlerimle bozmuştum.

Sözlerim, herkesi şaşkına uğratacak kadar cesaretli ve özgüvenliydi. Buraya gelen kimsenin böyle davranmadığına emindim.

Buranın başının odasına gitmem gerekiyordu. Bunu ise kurallara uymayarak başarabilirdim. Kızıl saçlı kadın bana şaşkına dönmüş bir şekilde bakıyordu. Önümde duruyordu ve birkaç adım daha yaklaşarak, yüzüme sert bir şekilde silleden vurdu.

Benden karşılık olarak ise yüzümdeki gülümsemeyi aldı.

Bu gülümsemenin altında, her türlü acı yer alıyordu. Bu gülümsemenin altında, ölümler yer alıyordu...

Gülümsemem ile daha çok şaşkına uğramıştı. Acı hisseden biri değildim. Hiç de olmamıştım. Sadece ablamı bulmak istiyordum. Benden koparılan kanadımı geri istiyordum.

Ben, anne ve babamın gül Asrınlarını geri istiyordum. Ben benden çalınan her şeyi geri alacak birisiydim. Ben, ablamı istiyordum ve alacaktım da.

İki bin kişinin bakışları benim üzerimdeydi ve de kameraların odak noktası ben idim. Sözlerimin bir etki bırakması gerekiyordu.

Kafamı kaldırarak önümdeki kızıl saçlı kadına bakmayarak, beyaz tiyatro maskeli kadına baktım. Siyah gözlerinin içi parlıyordu. Sözlerimin bir anlamı olduğunu biliyordu ve nelerin yaşanacağını.

Sessizleştim ve beyaz maskeli kadına bakmaya başladım. Sadece susma zamanının geldiğini biliyordum ve o vaktin bu vakit olduğunu da biliyordum.

Beyaz tiyatro maskeli kadın, bakışlarını benden çekerek önüne döndü ve ona itaat eden kadınlara ve kızlara baktı. Sol elini kaldırarak kalbinin üzerine koydu. Diğer kızlar da onun gibi sol ellerini kalplerinin üzerine koydular. Ben ise bir şeyleri anlamaya çalışıyordum.

Sonra ise bir ayinin sözlerini söylemeye başladı. “Bizler, tanrının yaratıklarıyız. Her birimiz ona itaat etmekle görevliyiz. Her kalp bir gün yerinden sökülüp, tanrıya armağan edilecek güne kadar ona sahip çıkmalıyız.”

Bu sözler neyin sözleri idi? İlk defa duyduğum bu sözler nereye aitti? Sadece sustum ve neler olacağını beklemeye başladım. Kadın elini kalbinden çekerek arkaya dönerek geldiği gibi yeniden gitmeye başladı.

Topuklu sesleri bu sefer daha baskın geliyordu. Sanki heyecanlı gibiydi ya da korku içinde.

Korkmalıydı, hem de çok fazla.

Balkondaki korumalar, son bir kez daha bize bakıp dikkatlice beyaz maskeli kadının girdiği yere girdiler. Şimdi orası boşalmıştı. Korumaların gitmesiyle de siyah giyimli kadınlar yavaşça ayağa kalkıp yerlerinden doğruldular. Arkalarını dönerek önlerindeki kız gruplarına bakmaya başladılar. Hepsi tek tek bağırmaya başladı:

“Kural 1: İtaatsizliğin sonu ölümdür.”

“Kural 2: Kaçma girişimlerinin sonucu ağır cezalardır.”

“Kural 3: Efendileri öldürme kalkışmalarının sonucu ölümden beterdir.”

“Kural 4: Biz Mongaların sözlerinden çıkılmayacak. Eğer sözlerine karşı çıkılırsa Monga’nın ceza verme izni vardır.”

“Ve Kural 5: Lider kimi yanına isterse, ister zorla ister isteyerek gitmek zorundadır.”

Kurallar ve daha fazla kurallar. Kurallar neden konulurdu? Düzen için mi, yoksa insanlara istediğini yaptırmak için mi? Kurallar içinde yaşamaktan bıkmıştım, bıkmıştık. Ya peki gelecekte de mi böyle olacaktı? Geleceği kurtaracak tek bir kişi olacaktı o da isyan çıkaran.

Bir isyan ile her şey değişebilirdi. Gelecekte herkes özgür olabilirdi. Ya da kız çocukları dilediği gibi sokaklarda oynayabilirdi. Benim içimde öldürdüğüm küçük kızın tek dileği; ablasıyla sokaklarda ip atlamaktı.

Bunu ben gerçekleştirememiştim ama gelecekte tüm kız çocuklarının ablalarıyla ya da arkadaşlarıyla sokakta oyun oynaması için yapmayacağım bir şey yoktu.

Kuralları saymayı bitirdiklerinde, “Şimdi herkes yeniden aynı sırasına girsin ve yemek için ikişerli sıralarla yemek kuyruğuna girsin.”

İki bin kişiydik ve bu sıranın nasıl geçeceğini bilmiyordum. Bizim önümüzde duran kadın sağdaki duvara ilerleyerek elini bastığında, kare şeklinde bir yer açıldığında içinden bir ekran çıkmıştı. Ekrandan bir yerlere bastığında her grup arasına duvarlar inmişti. Yani her grup ayrı ayrı yemek yiyecekti. Bu bir taktikti. İsyan çıkarmamızı önlüyordu. Ama bir şeyleri bilmiyorlardı; ben isyanın ta kendisiydim.

İsyan çıkarmayı başaracaktım. Gurubumdaki tüm kızlar şaşkındı, aramıza duvar indiğinden dolayı. Bu duvarlarla iletişimi kesebilirlerdi ama düşünceleri, kesemezlerdi. Duvara elimi iki kere vurduğumda ses geçirmez olduğunu anladım. Sandalyelerin neden aralarında boşluk olduğunu anlamam gerekiyordu. Bizden tarafta sadece iki kadın kalmıştı.

“Bu guruptakiler sırayla masalara otursunlar.” Öndekiler ayağa kalkarak sırayla ilerlemeye başlamıştı. Ayağa kalkmakta biraz zorlanmıştım. Beynim hissetmiyordu ama bedenim hissediyordu. Acıyı beynimden silebiliyordum ama bedenimden izleri silemiyordum. Zordan bile olsa ayağa kalkıp kızlarla sırayı bozmayacak bir şekilde masalara doğru ilerledik.

Cansu arkasını dönüp, dönüp bana bakmaya çalışıyordu. Ama arkasındaki kızlar buna izin vermiyordu. Cansu, daha fazla uğraşmayarak önüne döndü ve masaya doğru adımlarını attı. Masa uzundu ve hepimizin oturabileceği sandalyeler bulunuyordu. Herkes tek tek oturmaya başlamıştı. En sonlarda ben olduğum için biraz beklemem gerekiyordu.

Bir süre sonra sonlarda bir sandalyeye oturabilmiştim. Karşımda ise bizim guruptaki kızlar vardı. Melodi, masanın altından ayağımı dürtmeye başladığında ona doğru baktım. “Neden böyle bir şey yaptın. Boş yere dayak yedin.” Düşününce onların gözünde salakmışım gibi göründüğümü biliyordum ama bunu yapmak zorundaydım.

İki bin kişinin önünde direniş çıkarmış olmuştum. Bu ise diğer kızların düşünce tarzını değiştirmiş olmalıydı. Bunun için uğraşıyordum zaten. Üç hafta içinde kızların düşünce tarzını değiştirmem gerekiyordu bir isyan çıkarabilmem için. İsyan; bir ayaklanma, başkaldırı, başkaldırma. Bunlar benim istediğim şeylerdi ve bunun için dayakta yerdim, cezada. Melodi cevap bekliyordu ve en iyi cevabı verdim.

“Bir düşünce tarzını, bir başka düşünce tarzı değiştirebilir Melodi. Ben ise bunun için uğraşıyorum.” Sözlerimi fısıldayarak söylemiştim ve sadece bizim guruptakiler duyabilmişti.

Kızların gözleri korkuyla açıldı. Neyden korkuyorlardı? Ölümden mi? Yoksa ailelerini bir daha göremeyecekleri için mi? Bu korku içlerinde neden vardı? Bu işin sonunda en çok ölürdüm ve ülke bu durumdan daha fazla etkilenirdi. Kız çocukları sokağa bile çıkamaz hale gelebilirlerdi.

Ya peki olumlu bir bakış açısıyla bakarsak; iki bin kişinin bile olsa az bir kişinin düşünce tarzını değiştirebilsem bile bana yeterdi. Kimse emir altında yaşamak istemezdi. Ve bir başkaldırı yapabilirdim.

Ben bunun için seçilmiştim. Ben, buraya gelebilmek için adam öldürmüştüm ve kendimi bu yol için adıyordum.

Sadece bir başkaldırı istiyordum ve bunu yapacaktım.

Ben bir yemin etmiştim ve o yeminimi yerine getirecektim. Bu sefer fısıldama sesleri Özlemden gelmişti. “Sen delirmişsin. Kendini öldürtmek istiyorsun. Sende bir tuhaflık olduğunu sezmiştim zaten.” Delirmiş olsaydım eğer kimseyi umursamazdım ve ölüme terk ederdim.

Cansu da fısıldamaya başladı. “Bu işin sonu ölümde olabilir Mina.” Ölümün olmadığı bir yer mi vardı? Bir orman bile senin ölüm yerin olabilirdi. Ne kadar huzurlu bir yer olsa bile geceleri karanlığa bürünüyordu.

Ölümden korkan birisi değildim. Hiç de olmamıştım.

“Size her şeyi anlatacağım ama şimdi değil. Mongalar, buraya geliyorlar önünüzü dönün ve konuşmayın.” Hepsi kafalarını benim baktığım tarafa çevirerek Mongaların topuklularıyla etrafı kolaçan ettiklerini görmüşlerdi.

Duvardan adlandıramadığım birkaç ses geldikten sonra bir kapı açılmıştı. İçeriye gri giyimli birçok kadın girmişti. Saçlarında gri boneler bulunuyordu. Ellerinde ise beyaz eldivenler vardı.

Galiba yemekleri dağıtan kişilerdi. En son gelen iki kadından biri elinde yemek arabasıyla gelmişti. Diğeri ise aynı arabayla gelmişti ama onda yemek yoktu. Sadece tabak, kaşık ve peçete bulunuyordu.

Tabak dağıtan kadın masalara, tabakları ve kaşıkları bırakıyordu. Onun arkasındaki ise peçeteleri düzgünce yerlerine koyuyordu. Yemek dağıtan ise arkalarında duruyordu.

Yemek dağıtan, yemek arabasının bir düğmesine bastığında ince hortum gibi bir şey çıkmıştı. Kadın hortuma benzer şeyi eline aldığında yeniden birkaç düğmeye basmıştı.

Sonra ise tabağın bir tanesinin içine koyduğunda içine beyaz bir şeyler akmaya başlamıştı. Bu bir çorba çeşidi olabilirdi. Hortuma daha dikkatli baktığımda, tabak taşmadan duruyordu ve kadın diğer tabağa geçtiğinde yeniden aynı işlemleri yapıyordu.

Şaşırmamıştım, ancak beyaz sıvının ne olduğunu merak ediyordum. Mongalar ise sandalye boşluklarında dolaşmaya devam ediyorlardı.

Tabak kaşık dağıtan kadın benim yanıma kadar gelmişti.

Kadın eğilerek tabağımı yavaşça yerine koydu ve bir şeyler fısıldadı. “Kan toprağa karışacak.” Bu benim duymak istediğim şeydi ve duymuştum da. Dudaklarımda sinsi bir gülümseme oluştu.

Bir kaç saniye sonra ise eski halini geri almıştı. Kadın çekilerek yeniden tabakları dağıtmaya başlamıştı. Peçete dağıtan kadın arkamda duruyordu ve eğilerek peçeteyi düzgünce yerine bıraktı.

Doğrulurken diğer kadın gibi kulağıma doğru yeniden fısıldadı. “Beyaz kana bulanınca, bir şeyler yok olacak.” Biliyordum.

Bir başkaldırı çıkaracağımı. Ama temkinli davranmam gerekiyordu. Buranın liderinin zeki birisi olduğunu biliyordum. Bunun bir oyun olmadığına inandığım an ise planlarımı devreye sokabilecektim.

Tabak ve peçete dağıtan kadınları incelemeye başladım. Yüzlerinde hiçbir duygu yoktu. Sanki robot olduklarına inanmış gibilerdi, ama gözleri bir isyanın baş yapıtlarıydı.

Tek istediğim buydu, o gözlerde isyanın parıltılarını görmek. Yemek dağıtan kadına baktığımda ise gözlerinde ölüm topraklarını görüyordum. O çoktan öldürülmüştü.

Yemek mi başka bir şey mi olduğunu bilmediğim şeyi tabağıma doldurduktan sonra diğer kişi kine geçmişti.

Yemeğe kaşığımı daldırdığımda içinde beyaz taneciklerin olduğunu gördüm. Kaşığımın ucuyla ağzıma aldığımda, tadının az bile olsa güzel olduğunu anladım.

Çirkin olsa bile yemek zorundaydım. Bitkin düşemezdim. Diğer kızlarda yemeklerine başlamışlardı.

Yemeğimi sakince yemeye başladım. Kafamda dönen bin ton planla. Planlar ve planlar.

İki düşünce tarzını değiştirmiştim. Belki de daha fazla kişinin kini değiştirmiştim. Ben bu gün iki gözde isyan parıltılarını görmüştüm.

‘Üç gece kıyamet kopacak. İkinci gecede bir kan yağmuru başlayacak. Toprak kanı çekecek ama beyaz kana bulanacak.’

Beyazın kana bulanma ümitleriyle...

 

🩸


Alıntılar paylaştığım Instagram hesabım:

rukiyeakbal07

Loading...
0%