Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16.вσ̈ℓϋм

@rukiyeakbal07


Ve gece boyunca korktuğumuz her şey, günün doğmasıyla karşımıza çıkıyor.

 

 


Give me a sign
(Bana bir işaret ver)

Hold down your lies
(Yalanlarını basılı tut)

Lay down next to me
(Yanımda uzan)

Don't listen when I scream
(Çığlık attığımda dinleme)

Bury your doubts and fall asleep
(Şüphelerinizi gömün ve uykuya dalın)

I was just a bad dream
(Sadece kötü bir rüyaydım)
Apparat - Goodbye

 

***

 

 

▪️16.BÖLÜM: Kan Yağmuru▪️

 

🕯️


 

Umut etmek, insanı düştüğü derin kuyudan kurtulma umudunu verirdi. Duvarların üzerine geldiğini hissetsen bile, ‘Birisi beni kurtaracak buradan.’ Derdin.

Hep birilerinden umut beklersin ve o birileri hiçbir zaman gelmez. Sen ise o duvarların arasında çürümeye mahkum kalırsın. Belki de önceden çürümeye başlamıştın.

Ve sen bunu görememiştin. Sana verilen kalbi o kadar sahiplendin ki, kimseyi görmemesini umut ettin. Sana emanet edilen kalbi, kalbine o kadar bastın ki, kanamaya başladı.

Her düşen kan damlasıyla, senden uzaklaşmaya başladı ve sen bunu fark edemedin bile. Bir gün geldi ve o kalp senden gitti.

Sen onu o kadar kalbine bastın ki, o senin elinden alındı. Aslında o kalp sana hiç verilmemişti. Sen öyle olmasını umut etmiştin.

O kalpten her düşen kan damlasıyla ise seni umut etmekten hiç alı koymamıştı. Belki de o kalp bu yüzden sana verilmemişti.

Önündekini göremeyen her insan tökezlemeye ve düşmeye mahkumdu...

Ölmeye ve öldürmeye her zaman mahkumduk. Belki de içimizde yaşayan o canavar artık ortaya çıkmak istiyordu.

O canavarı ne kadar öldürmek istesek de, içimizi kemire kemire özgür olmayı diliyordu.

Onu hiçbir zaman ehlileştiremeyecektik. Her gün biraz bile olsa içimizi kemirecekti.

Bir gün geldiğinde ise özgürlüğüne kavuşacaktı. Ve kan damlaları bir gölü oluşturacaktı, o göller ise denizleri oluşturacaktı.

O günün gelmesini dört gözle bekliyordum. İçimdeki canavar içimi kemirmeye başlamıştı. Artık özgür olmak istiyordu. Belki de daha fazlasını...

 

**

 

Asansörün kapıları aralandı. Işık huzmeleri gözlerimizi yummamıza neden oldu.

Tüm kızların, kapının açılmasıyla kalplerinin gümbürtüsü çoğalmıştı. Bir şeyleri kabullenmişlerdi ve isyan ateşinde yanmak için hazırdılar.

Dışarıdan bir ses duyuldu: ‘Mina Güngöz!’ Bu isim benim ismimdi. Kim neden bu kadar bağırarak ismimi söylüyordu?

Ne gibi bir önemim vardı? Ya da bir piyondum belki de neden bu kadar önemliydim? Gözlerimi açtım ve bana seslenen karanlık gölgeye baktım.

Karanlık gölge giderek yaklaşmaya başladı. Diğer kızlar asansörden çıkartılırken tek ben kalmıştım içeride. Ne kadar da komikti ama bu rolü üslenmem.

Genç bir adam önümde durdu ve beni incelemeye başladı. Gözlerimin kamaşması geçtikten sonra daha net görmeye başlamıştım.

Siyah takım elbiseli bir adamdı. Sol gözünde bir bıçak yarası vardı. Yüzünde bakışlarımı biraz daha gezdirdiğimde yeşil gözlerinin parladığını gördüm.

Bu parlamanın nedeni sanki rol içinde olduğumu anlamış gibiydi ve belli etmiyordu. İçimden sinsice güldüm ve gözlerimden yaşlar akmasını bekledim.

Ve birkaç saniye sonra, damla damla göz yaşlarım süzüldü. İçimdeki intikam ateşiyle yanan Mina sinsice güldü.

İçeriye hızlı adımlarla bir kadın girdi, adamı itekleyerek yana geçmesini sağladı ve önümde eğildi. Yüzümü parmakları arasına aldı ve inceledi.

Sanki yüzüm yaralanmış gibi davranıyordu. Endişeyle ayağa kalktı ve beni de kendisiyle ayağa kaldırdı. Bedenimi inceledi; bana bir zarar gelseydi, onlara daha çok zarar gelecekti. Bunun çok iyi farkındaydım.

Ben onlar için önemliydim. Buradaki tek albino bendim ve onlar için çok değerliydim. Yüzüm ve bedenim için milyarları ya da dolarları verebilecek çok insan vardı.

Kadın göz yaşlarımı sildi ve biraz geriye çekildi. “Mina hanım, iyi misiniz? Bir yerinize zarar geldi mi?” Kadına boş boş baktım. Aslında onlara teşekkür etmem gerekiyordu.

Bir planımı daha kolay hale getirmişlerdi. Hiç konuşmadım ve adama baktım. Kim olduğunu bilmiyordum ya da beni tanıdığını düşünmüyordum. Ama bir ihtimal beni tanıyor olabilirdi.

Örgütten olsaydı tanırdım, ama bu adam örgütten falan değildi. Peki ya kimdi bu adam? Ve benim ismimi neden yüksek sesle bağırdı?

Soruları cevaplayacak kişiye döndüm. Yeşil gözleri benim üzerimdeydi. O gözler bir şeyleri saklıyor gibi bakıyordu. Kravatını düzeltti ve bana elini uzattı. “Barut Keskin.” Barut Keskin, Barut Keskin. Beynimde sesi dolandı.

Görsel hafızam kendini zorladı ve bu ismi bir yerlerden duyduğunu anımsadı. Ama nerden olduğunu çözememiştim. Uzattığı eline boş boş baktım ve elimi ona uzatmadım.

Bu adam bir şeyler döndürüyordu ve benim beynim bunu çözmezse birçok senaryo kuracaktı. Adam elimi uzatmayacağımı anlayınca yaklaştı ve kulağıma fısıldadı. “Добро пожаловать в Темную Меру.” (Hoş geldin Karanlığa Mera.)

Mera, bana Mera demişti; bunun olması imkansızdı. Bunu sadece ailem ve ben biliyorduk. O kadar derin bir araştırma yapmış olamazlardı.

Adam yanımdan uzaklaştı ve asansörün kapısına ilerleyerek arkasına bile bakmadan yürümeye başladı.

Mera, bendim; asıl kişiliğim Mera’nın arkasındaydı.

Mera ağlardı, ama Mina onun göz yaşını silerdi.

Mina öldürme hırsıyla dolduğunda, Mera onu sakinleştirirdi.

Mera’yı öldürmüşlerdi, Mera’yı benden çalmışlardı. Mera artık yoktu, artık Mina Güngöz vardı. Mina intikam ateşine adım atmıştı ve artık o ateşin içinde yanıyordu ve yakıyordu.

Barut Keskin beni tanıyordu. Bu adam beni tanıyordu ama ben onu tanımıyordum. İçimde bir hırs yükseldi. Her zaman böyleydim; birisi bir şeyleri bilirken, ben bilmezsem içimde bir ateş yayılırdı ve o ateş sönene kadar her şeyi öğrenirdim.

Ben o intikam hırsıyla büyümüştüm. Ben her gece annesinin ağlayışlarıyla uyuyan o küçük kız çocuğuydum. Annemin her bir göz yaşı için kan akmalıydı.

Ben artık buydum, ben Mera değildim. İsyan ateşiyle yanan Mina Güngöz’düm. Ben Mera’nın duvarlarına çarpa çarpa nasır tutmuştum.

O duvarı ben inşa etmiştim, sonra ise kendi kendime o duvarı geçebilmiştim. Düşüncelerim beni boşlukta sürüklemişti; o boşluk beni içine çekmeye çalışmıştı. Planlarımın bozulmasına izin veremezdim, bu benim yıkımım olurdu.

Benimle ayakta duran kadın koluma girdi, ve adamın çıktığı asansörün kapısından biz de çıkmıştık. Diğer kızlar dizlerinin üzerine çökmüş ve nefes almaya başlamışlardı.

Aslında içerisinin oksijeni gerçekten azdı; bunu dışarı çıktığımda anlamıştım. Adam herkesin iyi olduğunu anladıktan sonra gitmişti.

Bunu anlardım, ama kapı açılırken benim ismimi bağırarak çağırmıştı. Bunları daha fazla düşünmek istemedim ve bizim kızların olduğu tarafa ilerledim. Dizlerimin üzerine çöktüm ve hızlı hızlı nefes almaya başladım.

Sanki boğazıma bir öküz oturmuş gibi hissediyordum. Bu sefer gerçekten gözlerim dolmuştu. İçimden ağlamak geliyordu, ama evde değildim. Ben çoktandır evde değildim...

Evimi çalmışlardı benden, kimse benden normal bir kız olmamı bekleyemezdi. Ben her zaman tuhaf bir çocuktum.

Belki de bu tuhaflık beni ölüme götürürdü, belki de sonum olurdu.

Yanıma beyaz giyimli bir kadın eğildi ve kutudan küçük bir su şişesi çıkardı, bana uzattı.

Kafamı kaldırdım ve kadına baktım. Önümde eğildiği için elbiseden taşan göğüsleri de ortaya çıkmıştı, ve kalbinin üzerinde olan ejderha damgası ise gözler önündeydi.

O acıya nasıl dayanmıştı bilmiyordum, ama gerçekten canının acıdığını biliyordum. Kadın elime küçük su şişesini sıkıştırdı ve diğer kızlara da suları vermeye başladı.

Sırayla tüm kızlara suları dağıttı ve geriye çekilerek elindeki kutuyla beklemeye başladı. Kızlar şişelerini açıp sularını içmeye başlamışlardı.

Bu suyu içmeyi düşünmüyordum. İki kadın başımızda bekliyorlardı. Bir süre sonra ise birkaç kadın daha belirdi ve başımızda beklemeye başladılar.

Bu bekleme hayra alamet değildi. Suyu önümde duran kızın arkasına aldım ve şişenin kapağını çevirerek suyun bir miktarını yere yavaşça döktüm, içilmiş gibi gözükmesini istedim.

Şişeyi doğrulttum, kapağını ses çıkarmayacak bir şekilde kapattım. Yere dökülen su, beyaz ince şortun bir kısmını ıslatmıştı.

Şişeyi önüme aldım, kapağını açtım, ağzıma dayadım. Bir süre bekletip, ağzımdan geri çekerek kapağını kapattım ve aynı kızlar gibi yere koydum.

Diğer kızlar yavaş yavaş mayışmaya başlamışlardı. Böyle bir şey olacağını tahmin etmiştim. Bizlere boştan yere su vermemişlerdi.

O suların içerisinde bir şeyler olduğunu tahmin etmiştim. Kızlar hâlâ bir şeylerin farkına varamamışlardı. Hiçbir şeyi çaktırmadım, ben de onlar gibi mayışmış gibi davranmaya başladım.

Kadınların gözleri birbirlerine değdi. Beş dakika sonra tüm kızların gözleri kapanmıştı. Ben de onlarla gözlerimi kapattım ve neler olacağını beklemeye başladım.

Gözlerim kapalı olduğu için duyma organımı daha çok kullanmam gerekiyordu. Kadınlar kendi aralarında fısıldaşmaya başlamışlardı. Birkaç dakika sonra bir sürtme sesi geldi ve sonra tekerleklerin sesi gelmeye başladı.

Tekerlek sesi benim önümde durduğunda bir şeylerin olacağını beynim bana kırmızı ışıkla belirtmişti. Vücudumda bir el hissettim. O eller beni olduğum yerden kaldırdı ve bir şeyin üzerine yatırttı.

Üzerinde yattığım şey bir sedyeydi. Yatırıldığım yerden ayaklarımı ve kollarımı düzelttikten sonra sedye hareket etmeye başlamıştı.

Nereye götürüldüğümü bilmiyordum? Veya ne için götürüldüğümü hiç bilmiyordum? Oyunculuğumu kullanmak zorundaydım. İçimden gülümsedim, bundan başka bir yeteneğim yoktu.

Sedyenin hareketiyle vücudum düşecek gibi hissetmiştim. Hareket etmemek için baya uğraşmıştım. Nereye götürüldüğümü bilmiyordum.

Başımıza gelenlerle kendimi, komada gibi hissetmemi sağlıyordu. Öyle bir şey olmasını ne kadar çok istesem de olmayacağını biliyordum.

Şu an her şeyimle canlı kanlıydım ve her şeyin farkındaydım. Gözlerim kapalı olduğu için kalp atışımı bile duyabiliyordum. Damarımdan akan kanın bile sesini duyabiliyordum.

Gözlerimin önünde bir yüz belirdi. Karanlıkta sarı saçlı mavi gözlü bir kız önümde belirdi. Bu ablamdı, artık bir kadın olmuştu. Saçları belinin altındaydı ve gözlerinde siyah bir sürme vardı.

Gözlerini daha çok öne çıkarmıştı. Gözünden birer birer göz yaşı akmaya başladı ve bana elini uzattı, uzaktan gelen sesiyle konuştu.

Не оставляй меня, Мера. Он ждет тебя, возьми меня за руку и побежим. У нас еще есть шанс.” (Beni bırakma Mera. O seni bekliyor, elimden tut ve kaçalım. Hâlâ bir şansımız var.)

Uzaktan gelen ses giderek uzaklaştı ve ablam o karanlıkta yok oldu. Hayal gücüm, gözlerimin içinde bana bir şeyler göstermişti.

Sedye durduğunda vücudum sendelemişti. Kendimi o kadar çok kaptırmıştım ki hiçbir şeyi duyamamıştım. Bu olayı birkaç kez daha yaşamıştım.

Bir psikolog sayesinde ve bana kullandırdığı ilaçların etkisiyle uzun süre böyle hayaller kurmamıştım. Şimdi yeniden başlamıştı.

Bir kadın topuklu sesi duymaya başladım. Ses bana yaklaştığının habercisi olmuştu. Topuklu sesi yanımda durmuştu. Bir el saçlarıma dokundu, saçlarımdan kirpilerime indi o el, kirpiklerimden ise yanağıma indi.

Bir süre yanağımı okşadı. Sonra ise bilmediğim bir dilde birisine bir şeyler anlattı.

Il leader è ferito e ha bisogno di sangue. Ha bisogno di sangue 0 Rh negativo e deve essere compatibile con una delle ragazze. Lascia che la ragazza albina sia la tua priorità.” (Lider yaralandı ve kana ihtiyacı var. Sıfır eraş negatif kana ihtiyacı var ve kızlardan birisiyle uyumlu olmalı. Önceliğiniz albino kız olsun.)

Kadının konuşması bittikten sonra bir adamın sesini duydum.

Ebbene signore, la nostra priorità sarà la ragazza albina.” (Peki efendim, önceliğimiz albino kız olacak.)

Adamın konuşmasından sonra konuştukları dili anlamıştım. Bu dil İtalyancaydı ve bu dili hiçbir zaman sevmemiştim ve kullanmak istememiştim de.

Kadının topuklu sesi uzaklaşmaya başlamıştı. Diğer sedyelerinde sesleri gelmişti. Kızları da buraya getiriyorlardı. Birçok sedye sesi gelmeye başlamıştı.

Yanıma adım sesleri yaklaşmaya başlamıştı. Bu adım seslerinin adama ait olduğunu düşündüm. Adam yanımda durduğunda fısıldayarak konuştu.

Perché sei così importante, ragazza albina?” (Neden bu kadar önemlisin albino kız?)

Dediği hiçbir şeyi anlamamıştım sonra ise koluma bir şey bağladıktan sonra damarıma iğne sokmuştu. Kanımın benden alındığını çok iyi bir şekilde hissedebiliyordum.

Kanımın inat ederek gitmeyişini de hissediyordum. Bir süre sonra ise kendini bırakarak iğneye doluşu ile adam kolumdaki ipi çıkarmıştı ve kolumun üzerine bir pamuk basmıştı.

Kanımla ne yapacaklarını bilmesem de bir şeylerin olduğu apaçık ortadaydı. Bizleri neden uyuttuklarını anlayamamıştım. Etrafımda kimse kalmamıştı.

Gözlerimi hafiften araladım ve nerede olduğumu çözmeye çalışmak istedim ama kafamın üzerinde olan ışıkla gözümü geri kapatmıştım.

Işık, gözlerimin acımasına sebep olmuştu. Bir süre bekledim ve yeniden hafiften açmayı denedim. Bu sefer becerebilmiştim. Kafamı yana çevirdim ve olduğum yere şaşkın şaşkın bakmaya başladım. Kollarım sedyeye bağlanmıştı.

Bunu ne zaman yaptıklarını düşündüğümde ise hayal kurduğum zaman geldi aklıma. O zaman içerisinde yapmış olmalıydılar. Klinik gibi bir yerdeydik ama içerisi o kadar aydınlık değildi ve içeriye nerdeyse yetmiş sedye sığdırmışlardı.

Bazı kızlar uyanıktılar, ama hiç kımıldamıyorlardı. Aklıma dank eden şeyle bir şeyler anlamıştım; bizi yemek yememiz için aşağıya indirmiyorlardı. Bizi buraya getirmek için indiriyorlardı, ama uyanık kızlara sakinleştirici verilmişti.

Kulağıma bir ağlama sesi geldi. Kafamı çevirdiğimde on beş yaşlarındaki bir kızın uyanık olduğunu gördüm, ve ağlayışları beni gördüğünde daha çok artmıştı.

Fısıldayarak konuştum. “Sessiz olmalısın, bizlere hiçbir şey yapmayacaklar.” Kız, gözlerimin içine baktı ve ağlamalarına devam etti.

Bir süre sonra beyaz önlüklü bir kadın gelerek kızı uyarmıştı, ama kız hala ağlamaya devam etmişti. Kadın dayanamayarak kıza iğne vurmuştu.

Sakinleştirici olduğunu tahmin ediyordum. Kadının gelmesiyle gözlerimi yummuştum, ama kadın benim önümde durmuştu ve bana bakıyordu. Neden bana bu kadar baktığını bilmiyordum.

Kadının ayak sesleri yanımdan uzaklaşmaya başlamıştı. O gittikten sonra gözlerimi bir daha açmamıştım.

Gitmesinin üzerinden yirmi dakika sonra topuklu sesi ve birkaç daha ses duymuştum. Bana yaklaşıyorlardı, bunu hissediyordum.

Topuklu sesi ve adım sesleri önümde durmuştu. Kadın İtalyanca konuşmaya başlamıştı.

Sapevo che il suo sangue era lo stesso del Leader.” (Onun kanının Lider’inkiyle aynı olduğunu biliyordum.)

Başka bir kadın Rusça konuşmuştu. Neden ayrı bir dil kullanıyorlardı anlamıyordum.

Сэр, нам нужно быть осторожными при взятии крови, у него очень тонкая кожа, и мы не сможем остановить кровотечение. Мы также можем получить это от кого-то другого.” (Efendim, kan alırken dikkatli olmamız lazım, derisi çok ince ve kanamayı durdurmaya biliriz. Başkasından da alabiliriz.)

Kadın sinirlenmiş gibi bazı sesler çıkarmıştı. Yanında olan bir adam ona kadının konuştuklarını çeviriyordu. Kanımla ne yapacaklarını düşünüyordum. Kanım fazla bulunmayan bir kandı.

Ama o kadar da değerli değildi. Kadın sinirle yeniden konuştu.

Allora starai attento. Non succederà nulla a questa ragazza, lei è importante per il Leader e il Leader ci ha chiesto di prelevarle il sangue. Ora sbrigati e fai il tuo lavoro.” (O zaman dikkatli olacaksın. Bu kıza hiçbir şey olmayacak, o Lider için önemli ve Lider bizden onun kanını almamızı istedi. Şimdi acele edin ve işinizi yapın.)

Rusça konuşan kadının, İtalyanca anladığını anladım ama neden konuşmadığını anlamamıştım.

Rusça konuşan kadın emre itaat eder gibi bir sesle Хорошо, сэр, мы разберемся с этим немедленно.” (Tamamdır efendim, hemen hal ediyoruz.)

Ayak sesleri uzaklaşırken topuklu giyen kadın hâlâ yanımda duruyordu, yaklaştığını hissettim ve saçlarının yüzüme değmesi ile yüzüme eğildiğini biliyordum.

Bir an ne yaptığımı anlamadım, elimi sedyeden kurtardım ve kadının boğazına koydum, gözlerimi açtım ve gözlerine baktım.

Açık mavi gözlerimiz buluştu. Elim ile boğazını sıkmaya başladım. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Fısıldayarak Rusça sözleri söyledim.

“Я украшу эти места кровавым дождём. Моя кровь подобна яду. Он полетит и найдет вас.” (Kan yağmuru ile süsleyeceğim buraları. Kanım bir zehir gibidir. Süzülerek sizleri bulacak.)

Kadının bağırmasıyla bir kadın gelerek koluma iğne batırdı. Kolum yavaşça kadının boğazından yere düştü. Gözlerim açabildiğim kadar açtım ve kadını süzdüm. Orta boy sarı saçları vardı ve kırmızıya boyadığı dudaklarıyla deli gibi gülüyordu.

“È un concorrente davvero formidabile. Il leader ha trovato qualcuno per . Sembra che questa donna stia per picchiarlo.” (O gerçekten dişli bir rakip. Lider kendine göre birisini bulmuş. Bu kadın onu hırpalayacak gibi.)

Kadının gülüşlerinin ardından sonra konuştuğu sözlerle gözlerim kendini karanlığa bırakmıştı.

Bilmedikleri şey ise bir zaman geldiğinde bende deliler gibi gülecek olmamdı. Ama benim gülmem, onların yüzüme fışkıran kanlarıyla olacaktı...

 

 

 

~•~

 

Sizleri uzun bir süre beklettiğimi biliyorum. Gerçekten özürlerimi sunuyorum derslerim çok ağır olduğu için günde ancak 100 kelime yazabiliyordum.

Bu gün gayret ettim ve sizin için uzun bir bölüm yazmak istedim ve istediğim gibi uzun bir bölüm oldu.

Haftaya cumartesi bir bölüm gelirmi bilmiyorum. İtalya'ya gideceğim için bir bölüm gelmeyebilir.

Bölüme yıldızlarınızı eksik etmeyin. Onlarr benim yazamam için bir motivasyon.

Herkese iyi günler dilerim.

 

Loading...
0%