Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.вσ̈ℓϋм

@rukiyeakbal07

Hadi bir mumda sen söndür.🕯️

⚕️


Bölüm şarkımız<3

Smoke ’em if you got ’em, ‘Cause it’s going down
Ele geçirdiğinde çek/tüttür onları, Çünkü güneş batıyor

All I ever wanted was you
Hep istediğim sendin

I’ll never get to heaven, ‘Cause I don’t know how
Cennete hiç gitmeyeceğim, Çünkü nasıl gidildiğini bilmiyorum

Let’s raise a glass or two
Bir ya da iki kadeh kaldıralım
LP - Lost On You

•••


2.BÖLÜM: 100.Sokak

O gün, o karanlık sokakta tam iki saat öyle kalmıştım, şoka girmiştim. Canım ablamı o günden sonra görememiştim. Annem o burkulmuş ayağıyla bir saat aramıştı bizi.

Beni, o karanlık sokakta yere oturmuş halde bulmuştu. Ben ise ablamın bayıldığı yere baka kalmıştım. Ablam orada yoktu, ablam bir süredir orada yoktu.

Ablam benden koparılmıştı. Annem ağlayarak yanıma gelmişti. Bana neler olduğunu sormuştu. Ablamın nerede olduğunu sormuştu. Ben ise şoktan konuşamamıştım.

Annem gözlerimin içine bakmıştı. Bir süre oraya baktı. Bir şeyler arıyormuş gibi gözlerimin derinliklerine bakmıştı.

Ben ise ona boş, boş bakmıştım. Gözlerim annemin gözlerine çıkmıştı ve anneme konuşmuştum.

“Anne, ablam artık bizimle olmayacak mı? Onu götürdüler. Ama bak, ben direndim o adama. Tekmeler attım ama o adam beni yendi ve yere düştüm.” Annemin gözleri dizlerime geldi.

Pantolonumun yırtılmış olduğunu ve dizlerimin kanamış olduğunu gördü, ama bana sarıldı ve bir çığlık sesi yükseldi.

“Yavrum, seni benden aldılar mı? Yavrum, seni benden kopardılar mı? Gül kokulum.” Annemin göz yaşları artık saçlarıma geliyordu.

Ablam Asrın Güngöz, on beş yaşında kardeşiyle karanlık ve izbe bir sokaktan geçerken, siyah maskeli bir adam tarafından kaçırılmıştı.

O gün küçük kardeşi şoka girerek iki saat ablasının yere değen kanına baktı. Annesi onu bulduğunda, küçük Mina annesinin gözlerine öyle boş baktı ki annesi sanki gözlerinden okumuş gibi ona sarıldı.

Annem, elimden tutmuş beni kaldırmıştı. Hiç burkulmuş ayağını düşünmeden... Ben o gün annemin eteklerine sarılmış bir şekilde, sokaktan çıkıyorduk.

Sonra annemin eteklerini bırakarak karanlık sokağa dönmüştüm. 100. SOKAK yazılı tabelaya baktım.

Bu sokağı hayatımın sonuna kadar unutmayacağımı biliyordum. Ve unutmamıştım da.

Annemle polise gitmiştik, ama hep bizi oyalamışlardı. Ablamın bulunmayacağını biliyordum. Babam geldiğinde ne diyeceğimizi bilmiyorduk. Babamın, gül kızını almışlardı. Babamın Asrın’ını almışlardı.

O günden sonra her uyuduğumda rüyalarımda ablamı görmeye başlamıştım. Bazen kabuslarımda da görür olmuştum. Ama hep ablamı görürdüm. Annem ruhsuz olmuştu ablam kaçırıldıktan sonra.

Babam başka şehirden geldiğinde ise annem ve benim berbat bir halde olduğumuzu görmüştü. İlk anneme sarıldı, sonra ise bana.

Babamın o sesi hâlâ kulaklarımdaydı. “Ezgi, Asrınım nerede? Sabahtan beri gözlerim onu arıyor ama yoktur. Bir şeyler almaya mı saldın?”

Annem babamın konuşmasından sonra yere çökerek ağlamaya başladı. Ben ise boş gözlerle onlara bakıyordum. Babam ise “Ne oldu Ezgi, Asrına bir şey mi oldu yoksa? Ezgi, konuşsana niye susuyorsun? Söylesene be kadın.”

Annemin ağzından zorla birkaç kelime çıkmıştı. “Aldılar onu bizden. Kopardılar gül kokulumu bizden.” Babam da yere çökerek ona sarılmıştı.

Ben ise sadece onları izliyordum. Babamın gözlerinde ilk defa göz yaşı görmüştüm o zaman.

Babam da her yere haber salmıştı. Ama elline hiçbir şey geçmemişti. Ablam sanki yok olmuştu. Adı vardı ama kendisi yoktu. Biz ablamı o gün kaybetmiştik. Ablamı bir daha bulamayacak gibiydik.

Ben hep eksik bir yanım varmış gibi yaşıyordum hayatımı. Karanlık günlerin geçmesini bekleyerek sanki daha çok karanlığı kendi üstüme çekmiştim.

Annem ablamın kaçırılmasından iki yıl sonra hamile kalmıştı, ama çok fazla sıkıntıdan ve bebeğin kız olacağını düşünmekten bebek, dört haftalıkken düşmüştü.

Annem, o gün bir çocuğunu daha kaybetmişti.

Annem ablamın resimlerine sarılarak uyuyordu her gece. Ben ise ablamı kabuslarımda görüyordum. Kabuslar çok kötüydü. O kadar kötüydü ki çığlıklar içerisinde uyanıyordum.

Ailem fakirken daha da fakirleşmişti. Babam başka şehirlere çalışmaya gitmemeye yemin etmişti. Şehrimizde iş bulmakta çok zordu. Babam önüne gelen her işte çalışıyordu.

Ben ise on sekizinci yaş günüme gireceğim gündeydim. Ablamın, bizden koparıldığı günündeydim. Sabahın erken saatlerinde uykundan kalkıp anneme yardım etmiştim. Ve birazdan da işe gidecektim.

İşten sonra da dövüş kursuna gidiyordum. Babam iş bulamadıktan sonra ona benim de çalışabileceğimi söylemiştim, o ise okulum olduğunu ve bunu kabul edemeyeceğini söylemişti.

Derslerim çok iyiydi ama ben derslere odaklanamıyordum ve okulu lise sonda bırakmıştım. Ailem ise ses çıkarmamıştı. Eve bir kişi daha kazanç getirecekti.

Çalıştığım yer bir kafeydi ve çok işlekti. Artık siyah maskeleri takmıyorduk. O kuralı kaldırmışlardı, ama kadın kaçırılmalarını veya cinayetlerini önlemek için akşam 19.00’da sokağa çıkma yasağı getirmişlerdi bütün kadın ve kızlara.

Kız çocukları sokağa bile düzgünce çıkıp oyun oynayamıyordu.

Kız çocuklarını dışarı çıkarmaya bile korkuyorlardı aileler. Ben ise özel dövüş dersleri alarak kendimi korumayı öğreniyordum.

Annemi öperek, kapıyı örtüp dışarıya çıkmıştım. Herkes koşturmaca içinde iş yerlerine veya başka bir yerlere yetişmeye çalışıyorlardı.

Daha sekiz bile olmamıştı saat. Çalıştığım kafeyi sabahleyin gidip kendim açmam gerekiyordu. Çalıştığım yerin patronu Salih Bey böyle tembihlemişti.

Adamdan gıcık alıyordum, bana çok tuhaf bakıyordu. Kendi sokağımdan çıktıktan sonra işyerimin daha yakın olacağı sokaklardan geçiyordum. Saatimden müzik açarak kulaklığıma ses gelmesini sağladım.

Müzik beni sakinleştiriyordu ve kendime gelmemi sağlıyordu. Sanki bağımlı kaldığım bir madde gibiydi. Bana ilaç gibi geliyordu. Her yaramı sarmamı sağlıyordu. Sanki iyileşmeyecek olan ruhumu iyileştiriyordu.

Her adımla çalıştığım yere yaklaşıyordum.

Karanlık sokaklardan aydınlık sokaklara geçiyordum. Bir beş dakika daha yürüdükten sonra çalıştığım kafenin sokağına girmiştim ve daha hızlı yürüyerek kafeye varmaya çalıştım.

Kafenin önüne geldiğimde ise hızlıca çantamdan kartımı çıkardım ve okutma yerine okuttum. Dijital çalışanın sesi hemen yankılandı. “Günaydın Mina hanım.” Bu dijital çalışanlar bana çok tuhaf geliyordu.

Ben de ona “Günaydın Dij.” Diyerek demirliklerin açılmasını bekledim. Demirlikler yavaşça açıldı ve kapıyı açarak içeriye girdim.

İçeriye adımımı atar atmaz Dij’in sesi içeride yankılandı. “Mina hanım içerinin sıcaklığı 20° derecedir. İçeriyi havalandırmaya başladım. Malzeme getiren araba bir saate burada olacaktır. Salih beyin size bir notu vardır. Okumamı ister misiniz? Yoksa siz okur musunuz?” Bu adam yine benden ne istiyordu acaba?

Dij’e cevap vererek. “Oku Dij.” Dedikten sonra Dij okumaya başladı.

“Mina bu gün acil bir işim çıktı ve biraz mesaiyi yapabilir misin diye soracaktım. Kabul edersen aramana gerek yoktur ben anlarım. Kabul etmezsen ararsan iyi olur. Bu arada mesaiye kalırsan haftalığın yüz Mat daha fazla olacak. İyi çalışmalar.”

Yüz Mat iyi paraydı ve bu mesaiye kalıyorum demekti. Salih bey biraz fazla cömertti.

Bu mesaiyi ye kalmak demek yakın dövüş kursuna gidemeyeceğim anlamına geliyordu. Sibel ablayı aramam gerekiyordu ama masaları düzeltmem ve kasaya bakmam da gerekiyordu.

Daha diğer çalışanlar da gelmemişti. Kolumdaki akıllı saate baktım ve saat daha 8.15 geçiyordu. On beş dakikaları vardı daha gelmelerine. Benim ise onlar gelene kadar kasaya bakmam gerekiyordu.

Of sabahleyin de para hesaplamak beynimi yakıyordu. Oflaya puflaya kasaya ilerlemeye başladım. Ve on beş dakika da bitireceğime inanmayı düşündüm.

İçeriye ilk olarak şefimiz Cenk girdi. Onun arkasından iki sevgili garsonumuz Göktuğ ve Bulut çifti girdi. İkisi de bu kafede tanışmışlardı. Göktuğ kumral ve yeşil gözlüydü ama Bulut ona çok zıt siyah saçlı ve mavi gözlüydü.

İkisi de birbirlerine çok yakışıyorlardı. Şefimiz Cenk ise siyah gür saçlıydı. Gözleri de ona uyum sağlayarak siyahtı. Cenk sessiz bir kişiliğe sahipti ama Göktuğ ve Bulut hayat doluydular, eğlenceliydiler.

Onlar arka tarafa geçerek iş kıyafetlerini giyerken, ben kasada hâlâ geçen haftaki kazancı hesaplıyordum. Kafe işlek bir caddede olduğundan dolayı kazancımız iyi gözüküyordu.

Bilgisayarda biraz daha uğraştıktan sonra buradaki işim bitmişti ve gelen müşterilerle ilgilenmeye başlamıştım. Gün boyu oradan oraya koş ayaklarımı hissetmez olmuştum.

Saat altı buçuktu ve yasağın başlamasına yarım saat vardı. Gün boyu Salih bey gelmemişti. Benim işi üç buçukta bırakmam gerekiyordu, ama Salih bey gelmediği için geç çıkmıştım iş yerinden.

Herkesin kafeden çıktığına emin olduktan sonra Dij’e seslendim. “Dij, havalandırmayı kapat ve mutfak eşyalarının kapalı olduğuna emin olabilir misin?” Dij’in sesi hemen yankılanmıştı. “Tabii ki de Mina hanım.” Kafede tek başımaydım ve hemen kapatmam gerekiyordu. Yoksa ceza alacaktık.

Bir beş dakika sonra Dij’in sesi yeniden geldi. “Mina hanım, havalandırmalar kapandı ve mutfaktaki bütün elektronik eşyaların hepsi kapalıdır. İyi akşamlar. Yasağın başlamasına yirmi dakika vardır.” Dedi.

Acele etmeliydim. Dij’e teşekkür ederek kafeden çıktım ve yeniden kartımı okutarak bütün kapıların kapanmasını ve demir parmaklıkların kapanmasını sağladım. Kulaklıklarımı taktım ve saatimden müzik listeme tıklayarak sesin kulaklarıma gelmesini sağladım.

Karanlık sokakları hızlı hızlı yürüyerek geçiyordum. Girdiğim sokakta bir erkek topluluğu vardı ve birkaç kişi birbirini dövüyordu. Onların yanından hızlıca geçtim ama birisi beni fark etti ve şu an arkamdan diğer iki arkadaşıyla beni takip ediyordu.

Arkadan birisinin sesi yükseldi. “Güzelim, biraz yavaşlasana, ne bu hız, seni yemeyeceğiz.” Arkadan bir erkek sesi daha geldi. “Yok lan, belki yiyeceğiz.” Birbirlerine gülmeye başladılar. Ben ise sinirlenmeye başlamıştım.

Yavaşça arkamı döndüm. Kulaklıklarımı çıkartarak çantama attım ve onların da yanıma yaklaşmalarına biraz daha vardı. Çantamı sokağın kenarına koydum.

Yanıma yaklaşan üç kişiye baktım. Birisi iriydi, ama halledemeyeceğim gibi değildi. Diğer ikisi sıska bir şeydi zaten. Ben de onlara gülerek konuştum.

“Beyler, ya beni rahat bırakırsınız ya da bir kızdan dayak yiyeceksiniz.” Dediklerimden sonra üçü de beni süzmüşlerdi. İri olan gülerek konuşmuştu: “Üçe karşı birsin ve bir kızsın. Sen mi bizi döveceksin?” Üçü de birden gülmüştü.

Yüzüm iyice düşmüştü ve ellerim kaşınıyordu. İlla dayak yemek istiyorlarsa bende yedirirdim onlara.

Yavaşça üçüne yaklaştım ve bir şans vermeyi düşündüm. “Beyler, bence vazgeçin. Çünkü dışarı çıkma yasağına çok az bir zaman kaldı. Hepimiz yolumuza gidelim.” Hiçbiri beni dinliyormuş gibi değildi.

İri olan saçımdan tutmaya çalıştı, ama başaramadı. O saçımı tutamadan ben onun kolunu kıvırmıştım ve galiba kolundan ‘kıt’ diye bir ses çıkmıştı. Adamın kolu kırılmıştı

Adamın yüksek sesi sokağı inletmişti. “Sürtük, koluma ne yaptın böyle?” O daha çok üstüme gelmeye başlamışken bir tekme attım ve yere düştü.

Diğer iki sıskada sinirlenerek yanıma gelmişti. Onlara da ayağımla vurarak yere düşmelerini sağladım. Üçü de yerdeydi.

Bir kadını kendilerinden küçük göremeyeceklerini anlamış olmalıydılar.

Bana “Orusbu” diyenin yanına giderek karnına tekmeler atmaya başladım. Kimdi ki kendisi bana o kelimeyi kullanıyordu. Ona bağırarak konuştum: “Sen kimsin de bana sürtük diyorsun lan? Kimsin hı, söylesene?”

Bir tekme daha vurduktan sonra çantamın olduğu yere gittim ve çantamı yerden alarak, içindeki kulaklığımı gözünden alarak akıllı kol saatimden müziğimi açarak, yoluma devam etmeye başladım.

Karanlık sokaktan çıkmama çok az bir şey kala, arkamdan kafama sert bir cisimle vurulmuştu. Ne yaşadığımı bilmeden yere yığılmıştım. Gözlerim kapanmadan yukarıdaki yazıyı okuyabilmiştim.

 

100.SOKAK...

 

}•{

 


Devam edecektir.


Evet bölüm nasıldı sizce?

<3

Loading...
0%