Yeni Üyelik
21.
Bölüm

20.вσ̈ℓϋм

@rukiyeakbal07

 

Toprak bir gün yağmurun kıymetini anlayacak. Ama o gün yağmur yağmayacak.

​​

*****

 

And I said hello Satan, ah
(Ve selam Şeytan dedim.)

Ibelieve it is time to go
(İnanıyorum gitme zamanı.)

Me and the devil walkin' side by side
(Ben ve şeytan yan yana yürüyoruz.)

Me and the devil walking side by side
(Ben ve şeytan yan yana yürüyoruz.)

Soap&Skin-Me and the Devil, Billie Eilish-Lovely

 

*****

 

▪️20.BÖLÜM: İlk Yalan▪️

 

Kara Meleğin kanadının koparılışının üzerinden yıllar geçmişti. Hâlâ bir yerlerde bulacağını düşünüyordu. Belki ona o kadar yakındır ki bilmiyordu.

Sırtında bir sızı hissetti, elini sırtına koyduğunda koparılan kanadının yerinden kan aktığını hissetmişti. Gözünden yaş damlaları akacağına kan damlaları akmıştı. Yeniden elini sırtına koyduğunda daha çok kan gelmeye başladığını hissetmişti.

Kan damlaları, damla damla akmaya başlamıştı. Hiçbir güç kan damlalarını durduramazdı. Akacak kan damarda durmazdı.

Ne kadar durdurmak istese de, durduramamıştı. Gözünden akan kanlar ise beyaz elbisesini berbat etmişti. Kanadını ararken daha çok kanadığını biliyordu.

En çok da içi kanıyordu. İçini kanatan kanadı değildi. Ondan hayatını çalmışlardı, ondan yıllarını almışlardı.

Artık bir savaşa girme zamanı gelmişti; onun da katliam çıkarma zamanı gelmişti de geçmişti.

Bir savaşın içine girecekti, onun hayatını değiştirecek bir savaşa girecekti. Hayatına şekil verecek bir savaşa girecekti.

Belki de kendisini yok edecekti ama yine de değerdi.

Şimdi onun gibi melek olan kişileri toplayacaktı. Bu düzenden bıkan, bu hayattan bıkan birçok melek bulması gerekiyordu. Bu hayatta bu düzenden bu hayattan bıkan çok melek vardı.

Artık bir isyan çıkarmalıydı. Kanadı koparılan melekleri bulacaktı. Kanadından ayrı kalan melekleri bulacaktı.

İçi isyan ateşiyle yanan herkesi bulmalıydı...

 

****

 

Kış gelmişti dünyaya artık, sonbaharın o güzel rüzgarları dünyanın üzerinden çekilmişti. Ağaçlara asılmış yapraklar, tek tek havada uçuşup yere serilmişti.

Toprak hepsini içine çekmişti. Ağaçlar artık daldan ibaret kalmışlardı. Bulutlar ise artık yağmur yerine karı dünyanın üzerine salıyordu. Yere düşen kar tanecikleri, yerde birleşip kar birikintilerini oluşturuyordu.

Tabii ki, karla ilk tanışanlar ağaçlardı. Kuru dallarına soğuk kar tanecikleri düşüyordu. Kar tanecikleri her yeri beyaza bulamıştı. Her yer beyazdan dolayı parıldıyordu, en çok da ormanlar.

Ormanda yiyecek arayışında bir hayvan geziyordu. Aynı kar renginde tüyleri olan, ona zıt açık mavi gözleri olan bir Beyaz Tilki, yiyecek arayışındaydı.

Belki de kaybettiği bir şeyi arıyordu. Karla kendisini örtbas eden Beyaz Tilki, orman içinde geziyordu. Hiçbir ormanda aradığı şeyi bulamamıştı.

Sanki lanetlenmiş gibiydi, hiçbir ormanda yoktu. Son geldiği ormanda ise hiçbir ses duymuyordu, ama birilerinin onu takip ettiğini hissediyordu.

Yaralı burnu yüzünden hiçbir koku alamıyordu. Kulaklarını havaya diktiğinde sesleri işitir gibi olmuştu.

Sesin olduğu yere patileriyle adımladığında onu neyin beklediğini bilmiyordu. Adımları bir ağacın yanında durduğunda ağaca hayran kalmıştı; ağaç beyaz renkteydi, hiçbir kusuru yoktu. Yapraklarının dökülmediğine hayran kalmıştı.

Ağaca yaklaştığında önünde bir et parçasının olduğunu görmüştü. Et parçasını yemek için yaklaştığında ise ormanı ayağa kaldıracak bir ses yükselmişti.

O sesten sonra sırtında bir sızı hissetmişti. Beyaz ağaca baktığında ise kan lekelerinin ağaca bulaştığını görmüştü.

Kusursuz olan beyazların ağacı artık kusurlu olmuştu. Beyaz Tilki, ağacın yanında yere düşmüştü. Artık ölümün ona yaklaştığını biliyordu.

Gözleri kapanmadan önce gördükleri ise onu şaşırtıyordu. Ormanın beyazlığına zıt bir insan görmüştü. Siyahlara bulanan adamın elindeki silahı görünce yeme koştuğunu anlamıştı.

Artık aradığı şeyi bulmuştu. Önündeki siyahlara bulanan adamı arıyordu. Beyaz Tilki'den kardeşini koparmıştı, şimdi ise onu hayattan koparmıştı.

Beyaz Tilkinin gözünden bir damla yaş süzülerek toprağa gömülmüştü. Toprak göz yaşını içine çekmişti, oradan ise ağacın köklerine ulaşmıştı.

Beyaz Tilkinin aradığı şey ise,

Ölümdü...

 


Yıkım, kaos; bunlarla büyümüştüm. Hiç kaybolmayacağını bildiğim bir korkuyla büyümüştüm. O korku beni ayakta tutmuştu; o korku beni benden almıştı.

Ben küçük bir kızken bile korkular içinde büyümüştüm. Elimden her şeyim alınmıştı. En çok değer verdiğim varlığı benden almışlardı.

Benden kanadımı koparmışlardı. Şimdi ise benden merhamet dileyeceklerdi. Onlar bana merhamet etmemişlerdi, ben neden edecektim ki?

 

***

 

06.01.2018, ON YIL ÖNCE...

 

Bahar havası her yeri esiri altına almıştı. Güneş tepede her yere ışıltılarını sunuyordu. Güzel bulutlar ise güneşe ayak uydurmuşlardı. Güneşli ve yeşillikli bir gündü.

Karanlık olan ülkede ilk defa güneş kendini böyle göstermişti. Herkes dışarı çıkıp güneşi teninde hissetmek isterdi, ama çıkamayacaklarını biliyorlardı.

Onları bekleyen kıyameti en derinlerinde hissediyorlardı. Bu karanlık ülkede kimse güneşi hissetmek istemezdi; mavi gök yüzünü süsleyen beyaz bulutlara kimse bakmak istemezdi.

İçlerine salınan korkuyla büyümüştü hepsi. Onlar, o korkuyu kendi dilleriyle içlerinde büyütmüşlerdi. Yok olmaya başlayan mutluluk ve sevgi duyguları yok olmuştu.

Bunlara inat, hayır, herkese inat! Beyaz saçlı, açık mavi gözlü küçük kız, sabahın en erken saatlerinde evden kaçmıştı. Ona huzur veren ormana doğru yürümeye başlamıştı.

Huzurun kaynağı olduğu ormana adımlarını götürüyordu. Onu neyin beklediğini bilmeden... O güneşin kızıydı, güneşe aşık küçük bir kız...

Uzun beyazımsı saçları salına salına yürüyordu. Ablasının da onunla gelmesini istese de ablasının gelmeyeceğini biliyordu ve ona da engel olacağını.

Orman yoluna girdiğinde yüzündeki gülümseme büyümüştü. Küçük kız, kimsenin olmadığı ıssız ormanda şarkı söylemeye başlamıştı. Bu şarkı, o ve ablasının en sevdiği şarkıydı.

"Oh, I hope some day I'll make it out of here" (Umarım bir gün buradan çıkarım)

O şarkının sözlerini mırıldanırken, onu duyan birilerinin olmadığını düşünüyordu. Ormanın yeşilliğinde kaybolurken sadece hissetmek istemişti.

"Even if it takes all night or a hundred years" (Bütün gece veya yüz yıl sürse bile)

Ormanın içine girdiğinde ise sadece çimenler ve uzun olan ağaçları görebiliyordu. Etrafında gözleri gezinirken yıkılan bir ağaçta gözleri takılı kalmıştı.

Yavaşça ağacın yerde olan gövdesine ilerledi, güzel ve ormanın kendi kokusu olan çimenlere basıyordu. Her bastığında sarı botlarının altında hışırtı duyuluyordu.

Ağacın yerde olan gövdesine vardığında ise kurumuş olan gövdeye eliyle dokundu küçük kız, ağacın bütün dokularını ve kurumuş olduğunu hissedebiliyordu.

Gövdeden destek alarak kurumuş gövdenin üzerine çıkmıştı. Sarı botları gövdeden kaymasını engelliyordu. Uzun gövdenin üzerinde yürümeye başlamıştı ve şarkının sözlerini yeniden mırıldanmaya başladı.

"Need a place to hide, but I can't find one near" (Saklanacak bir yere ihtiyacım var, ama yakınımda bir tane bulamıyorum.)

Gövdenin uzunluğundan dolayı daha ortasına kadar yürüyememişti bile. Elleriyle hâlâ dengesini sağlıyordu. Yerden biraz bile yüksekte olmak onu uçan melekler gibi hissettirmişti, yükseklik korkusu olmasına rağmen...

"Wanna feel alive, outside I can fight my fear" (Hayatta hissetmek istiyorum, dışarıda korkumla savaşabilirim.)

Sevdiği mısralar bitince, kurumuş ağaç gövdesinden inmek istemişti ama içindeki bir his buna engel olmuştu. Sonuna kadar ilerlemek istemişti.

Elleriyle hâlâ dengesini sağlıyordu. Son adımlarını attığından emin olduktan sonra ise gövdenin ne kadar uzun olduğunu bir kere daha anlamıştı.

Sona ulaştığında ise içinde kendinden emin ve korkusuz bir kız olduğunu anlamıştı. Sonda biraz beklediğinde nasıl yere ineceğini düşünüyordu. Yere baktığında o kadar mesafe olmadığını biliyordu ama yükseklik korkusu içinde bir kere yer edinmişi.

Küçük kız biraz düşündü, buraya geldiyse yere de atlayacağını biliyordu. Gözlerini yavaşça kapattı ve kendi kendisini yere atmıştı. Yere şiddetle düştüğünde canı çok fazla yanmıştı ve gözünden, göz yaşları akmaya başlamıştı.

Gözünü açıp etrafa baktığında artık yerde olduğunu biliyordu. Ellerini kaldırıp baktığında ise toprak ve kan olduğunu anlamıştı.

Gözlerinden ise hâlâ yaşlar akıyordu. Beyaz elbisesi toprak ve çamur olmuştu. Nefesini düzene soktuğunda ise hışırtı ve adım sesleri duymuştu.

Ardından ise güneşli olan hava yok olmuştu. Hava kararmış ve bir gök gürüldemesi ormanı ayağa kaldırmıştı. Küçük kız korkudan daha çok ağlamaya başlamıştı.

Gök gürültüsünden sonra yüzüne düşen yağmur tanecikleriyle yağmurun başladığını anladı.

Yerde olan bakışlarına bir çift siyah ayakkabılar girince kafasını kaldırarak önünde beliren kişiye baktı. Siyahlar içerisinde olan genç oğlanı görmüştü. Yüzünde siyah bir maske vardı. Sadece ağzını kapatıyordu.

On beşlerinde olan oğlanın ona elini uzatmasıyla bir süre ellerine baktı, ellerinde siyah eldivenler olduğunu görmüştü.

"Тебе нужно немедленно взять меня за руку, скоро дождь усилится."

Küçük kız onun ne dediğini anlamamıştı. Genç oğlan bunu anlayarak tekrar konuşmuştu.

"Hemen elimi tutmalısın, yağmur birazdan şiddetlenecek."

Kız kendi kendine ayağa kalkmak istese de kalkamayacağını biliyordu. Küçük elini genç oğlanın uzattığı elinin üzerine bırakmıştı. Eli genç oğlanın elinde kaybolmuştu...

Genç oğlan küçük kızı yerden kaldırarak ayağa kalkmasını sağlamıştı. Sonra ise kendisi yere eğilerek, küçük kızın elbisesini düzeltmişti ve üzerindeki toprağı silkelemeye çalışmıştı.

Kızın hâlâ ağladığını görünce, siyah ceketinin cebinden çıkardığı siyah bezle, göz yaşlarını silmişti. Kızın ellerinin çamur olduğunu görünce avuç içlerini açmıştı.

Sol elinin kanadığını görünce siyah bezi eline sardı. Kafasını kaldırarak küçük kıza baktığında ise ona dikkatle bakan iki açık mavi gözleri görmüştü.

Küçük kız kendisine yardım eden genç oğlana bakıp kalmıştı. İlk defa birisi onu dışlamak yerine yardım ediyordu. Bu onu mutlu etmişti ve genç oğlana hayran kalmasını sağlamıştı. Genç oğlana bakarak konuşmuştu.

"Ben hep yere düştüğümde, ablam yaralandığım yeri öper. Sende avuç içimi öpebilir misin?"

Genç oğlan duyduğu sözlerden sonra gözleri şaşkınlıkla açılı vermişti. Böyle bir konuşma beklemiyordu. Ve kızın naif sesinden korktuğunu anlamıştı.

Kafasını sallayarak onu reddetmişti ama kız gözleri dolarak ona,

"Lütfen."

Demesiyle ne yapacağını kestiremiyordu. O gözler onu etkisi altına alıyordu. Küçük kızın sol elini kaldırarak bezin üzerinden avucunu öpmüştü. Yüzünde hâlâ maskesi yerini koruyordu.

Küçük kız ona gülümsemesini bahşetmişti...

Gök bir defa daha yüksek sesle gürledikten sonra yağmur daha da fazla yağmaya başlamıştı. Genç oğlan hemen ayağa kalkarak, küçük kızın sağ elinden tutup koşmaya başlamıştı.

Küçük kız ilk başta ona ayak uyduramasa da, yağmurun şiddetleneceğini anladığında hızlı koşmaya başlamıştı.

Küçük kız, gülerek kahkaha atmaya devam ederken, genç oğlan onun bu davranışını tuhaf bulmuştu.

Ormandan çıkarken, karşılarına siyah bir limuzin çıktı. Yağmur onları ıslatmıştı bile. Limuzine vardıklarında ön koltuktan inen siyah giyimli ve siyah gözlü bir adam kapılarını açtı.

Genç oğlan, kızı arabaya bindirdikten sonra kendisi de araca bindi. Küçük kız, arabayı hayran hayran incelemeye başlamıştı.

Genç oğlan, yerine geçerek, aracın içindeki küçük şişedeki suyu kıza uzattı. Küçük kız, suyu alırken teşekkür etti, ablasının öğrettiği kibarlığı unutmadı.

Genç oğlan, küçük kıza bakarak, "Adın nedir маленький?" (Küçük) diye sordu.

Küçük kız, genç oğlana gözlerini dikti, adını söylemeye çekindi. İlk defa karşılaştığı bu genç oğlana adını söylemek istemiyordu.

"Adım Mera," dedi küçük kız, ilk yalanını söylemiş oldu.

Genç oğlan duyduğu isimle ilgilenerek baktı. Küçük kız da ona adını sormak istiyordu ama çekiniyordu. Kendine güvenerek, genç oğlandan gözlerini ayırmadan adını sordu.

"Peki, sizin adınız nedir bayım?"

Genç oğlan, kuzguni gözlerini kıza dikerek sorusuna ne cevap vereceğini düşündü. Ona adını söyleyemezdi.

"Adım, Человек Тьмы." (Karanlığın Adamı)

Küçük kız, duyduğu yabancı kelimelerle genç oğlana anlamayarak baktı. Oğlan, kızın anlamadığını anladığında gülümsedi ve konuştu.

"Büyüdüğün zaman, Rusça öğrenerek adımı öğrenebilirsin."

Küçük kız, büyümesinin daha çok olduğunu biliyordu. "Ama benim büyümeme daha çok var ki," dedi masum bir şekilde. Genç oğlan, kızın masumluğuyla güldü, ancak artık eve gitme vakti gelmişti.

Elini kaldırarak, limuzinin içindeki camdan adama işaret etti ve araba çalıştı. Şimdi küçük Mera'nın evinin nerede olduğunu sormak kalmıştı.

Küçük kızın içini heyecan kaplamıştı, arabalarının hareket etmesiyle. Bir yabancının arabasına binmişti, ablasının kötü olduğunu söylemesine rağmen, onun sözünü çiğnemişti.

Genç oğlanın evinin yerini sormasıyla biraz tedirgin olmuştu. Evinin tam yerini söylememiş, sadece iki üst sokağın adını vermişti. Genç oğlan başını sallayarak onaylamış, ve kızın evine doğru yola koyulmuşlardı.

Yol boyunca ne küçük kız konuşmuştu, ne de genç oğlan. Bir süre sonra küçük kızın dediği adrese ulaşmışlar ve araba durmuştu.

Şoför kapıyı açmış, küçük kız tam inerken genç oğlan kızın kolundan tutarak onu durdurmuştu.

"Bana yalan söyledin маленький." (Küçük)

Küçük kız, korkuyla elini genç oğlandan çekmeye çalışmıştı, ancak genç oğlan buna izin vermemiş, son konuşmasını yapmıştı.

"Однажды мы снова найдем друг друга, и ты меня не узнаешь." (Bir gün tekrar birbirimizi bulacağız ve sen beni tanımıyor olacaksın.)

Küçük kız, genç oğlanın konuşmasını anlamamıştı. Genç oğlan ise küçük kızın kolunu bırakmıştı. Küçük kız aceleyle arabadan inmiş ve koşarak uzaklaşmıştı.

Sarı botları her zemine bastığında, su damlalarını her tarafa saçıyordu. Genç oğlan ise arabadan inip, küçük kızın ondan uzaklaşmasını izliyordu.

Gülümsedi ve birbirlerini tekrar bulacakları güne kadar gülümsemesinin gün yüzüne çıkmayacağını biliyordu.

Küçük kızı evde bekleyen üç meraklı kişi vardı.

Ve küçük kız da biliyordu, bir gün yeniden karşılaşacaklarını. Tabii ki onu bekleyen kaderini bilmiyordu.

Onları birleştirecek olan kaderin, onlardan her şeylerini alacaklarını bilmeden...

Kader onlara gülümsemeyecekti.

Kader ağlarını sermişti, günün birinde düşman olacaklarını ikisi de bilmiyorlardı. Onları bekleyen gelecek hem karanlık hem de kanlıydı.

Küçük kız büyüdüğünde yaşadığı hiçbir olayı hatırlayamasa da, genç oğlan kızın eline sardığı bezi hep saklayacaktı. İsminin Mera olmadığını ilk başta anlamıştı.

Ama yine de çaktırmak istememişti.

Kan, küçük kızın hayatını kökten değiştireceğini bilmiyordu, ona yaşatacaklarını hiç ama hiç bilmiyordu.

Küçük kız ise arkasında bir iblis bıraktığını zamanla anlayacaktı. O iblise, kendi elleriyle yakalandığını bir gün hatırlayacaktı.

Kader ağlarını örmüştü, şimdi oynama sırasıydı...

Me and the Devil
(Ben ve Şeytan)

Walking side by side
(Yan yana yürüyoruz)

 

**

 

İblis bana kollarını açmıştı, ona sarılma zamanım gelmişti. Kadın arkasında ki bıçakla iblise yaklaştı ve yavaşça ona sarılmasını bekledi.

Ona sarılan iblis, arkasından bıçağı hissetti. İblisin kanı eline bulaşmıştı.

Yine elini kana bulamıştı, Mera...

 


(Bölüm temsili...)

 

|•|

 

Bu bölümü kitabı ilk yazmaya başladığım zamanlar hayal etmiştim. Benimde küçükken yaşadığım bir durumu da yazmış olabilirim.

Şimdi şöyle bir durumu açıklamak isterim, Kan bu bölümde 15 yaşında, Mina ise 8 yaşında. Kan, Mina'ya yardıma muhtaç bir kız olduğu için yardım ediyor. Başka yönlere lütfen çekmeyelim.

Zaten Mina evden kaçarak ormana gidiyor. Kan'ın ormanda ne işi var diye düşüneceksiniz onu ise bir kaç bölüm sonra yazacağım.

Herkese iyi günler dilerim...🕯️

 

 

 

Loading...
0%