Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22.вσ̈ℓϋм

@rukiyeakbal07

 

Herkesin yanına gitmek istediği birileri vardır. Gecenin üçü, sabahın körü, hatta cehennemin dibi bile olsa...

-Nazım Hikmet

 

*****

 

Küçük bir çocukken içim çok sıcaktı
Yani derinden, derinden

Allah yukar'da ve toprak sıcaktı
Yani derinden, derinden

Dünya dönerdi, ya, ben de dönerdim
Yani derinden, derinden

Annem gülerdi, ya, ben de gülerdim
Yani derinden, derinden

Bugünlerde ruhumda korkunç bir ur var

Derinlerde sinmiş, semirmiş bi' sansar
Sönmüş tükenmişti, bitmişti sancak
Yani derinden, derinden

Yüzümde şu nursuz geceyi utandır
Ruhum cevap ver, sığınak saldırı
Manyak bir asi gibi sapla mızrak
Yani derinden, derinden
Barış Diri - Derinden

 

****

 

▪️22.BÖLÜM: Geçmişin Acıları ▪️


Beyaz bir sayfa açtı kendi kendine; masumluğun rengi olan beyazı, kendine yeni bir sayfa açabilmek için harcamıştı. Masanın üzerindeki kalemini mürekkebe batırdı ve açtığı sayfaya yazı yazmak için kalemi sayfaya yönlendirdi.

Kalemden küçük bir damla mürekkep, masumluğun kendisi olan beyaz sayfaya damladı. Mürekkep yerinde durmayarak her yere yayıldı. Nereye gittiğini bilmiyordu ya da nelere yol açacağını...

Mürekkep yayıldıkça yayıldı; mürekkebi silebilmek için elini beyaz sayfaya sürdü. Bilmediği şey ise mürekkebin izinin asla geçmeyeceği ve sayfayı daha çok siyah mürekkeple boyayacağıydı.

Bazen bilmemek insanı her yere sürüklerdi, yapmayacağın şeye bile seni sürükleyebilirdi. Şimdi zamanı geri alabilir miydi? Şimdi zamanı geri alıp, elini masumluğun rengi olan beyaz sayfaya sürmeyebilir miydi?

Mürekkep giderek yayılıyordu, sayfanın beyazlığını esir almıştı. Aslında her zaman yapması gerekeni yapmalıydı; sayfayı buruşturup çöpe atmalıydı.

O her zaman kırdığı şeyleri bir araya getirip, bantlamayı bilirdi. Hiçbir zaman aynısı olmayacağını bilmiyordu. Yeniden eskisi gibi kalacağını düşünüyordu. Önündeki beyaz sayfayı da yine eski haline getireceğini düşünerek, elinden geleni yapıyordu.

Aslında daha çok yıprandığını görmüyordu. Masumluğun rengi olan, beyaz sayfanın ondan ne kadar nefret ettiğini fark etmiyordu.

Ve bir gün ona çektirdikleri için ondan intikam alacağını hiç ama hiç bilmiyordu...

Bazen kırdığımız eşyaları yeniden bir araya getirmeye çalışırız, ama hiçbir zaman bir araya gelmeyeceğini biliriz ya da bilmezden geliriz.

Aslında insan kalbine de böyle yaparız; kırıp paramparça ederiz, ama sonradan pişman olup yeniden bir araya getirmeye çalışırız. İşte her zaman bu yüzden kaybederiz.

Bir kalbi bir kere kırdıysan, onu tamir etsen de o, onu kırdığını her zaman yüzüne vururdu. Belki de hakkıdır bunu yüzüne vurması. Ve belki her yüzüne vurduğunda, yaptığın hatadan ders çıkarırdın...

 

•••

 

06.01.2018, ON YIL ÖNCE...

 

Araba orman yolu boyunca daha çok sarsıldı. Genç oğlanın babası telefonundaki adamla daha çok bağırarak tartışıyordu. Genç oğlan, yüzünü saklayan siyah maskesiyle arabanın camından dışarıya baktı. Babası her zamanki işleriyle uğraşıyordu, yanında oğlu olduğunu her zaman unutuyordu. Buraya neden geldiklerini biliyordu; her zaman her şeyi bilirdi. Babası ona öyle öğretmişti...

Ülkede ilk defa güneş bu kadar parlaktı, bu da onun gözlerinin ağrımasına sebep veriyordu. Yazı sevmezdi; baharı doğduğu günden beri hiç sevmezdi. Kış onun mevsimiydi, kışı severdi.

"Черт, ты ведешь этого парня прямо в лес!" (Siktir, o adamı hemen ormana getiriyorsun!)

Babasının bağırmasıyla döndü ve yüzündeki sinirle belirgin damarları gördü. Yüzü kıpkırmızı olmuştu; babası sinirlendiğinde yanında durmamayı tercih ederdi. Biliyordu ki böyle zamanlarda birilerinin kafasına sıkmayı severdi.

Lüks arabanın içindeydiler ve arka kısım genişti, babasının arada sırada kullandığı bir arabaydı. Ama bugün bu arabaya binmişlerdi. Limuzini süren şoföre baktı camdan, yola çok fazla odaklandığını gördü.

Ve gözlerini ondan çekerek yeniden yola odakladı. Orman güneş ışınlarıyla daha çok parlıyordu. Ağaçlarda gözleri dolandı; hepsi çok uzundu. Nedensiz bir şekilde çam ağaçlarını severdi. Çam kokusu onu rahatlatırdı.

Cama yansıyan yüzüne baktı; siyah gözleri ruhsuz gibi bakıyordu. Gözlerine uyan siyah saçları dağınıktı. Gözlerini örtmeyen siyah maske, diğer yüz hatlarını kapatmıştı. Bu onu güldürdü; bir süredir bu maskeyi takıyordu ve maskesiyle mutluydu.

Onu gören herkes rahatsız olduğu için taktığını düşünürdü, ama asıl gerçek sadece yüzünü saklamasıydı. Her zaman yüzünü saklardı; kimsenin görmesini istemezdi.

O, Kan'dı.

Annesinin ölümüne neden olan, Kan'dı.

Gözlerini kapattı, bu düşünceleri kafasından atmaya çalıştı. Ve bir dilek diledi, Rusça kelimelerle dudakları hareketlendi.

И Бог дал своему слуге право загадать желание, и слуга загадал свое желание. (Ve tanrı kuluna bir dilek hakkı verdi, Kul ise dileğini diledi.)

"Пожалуйста, позволь чему-нибудь случиться и моя жизнь изменится." (Lütfen bir şeyler olsun ve hayatım değişsin.)

Gözlerini yavaşça açtı ve ormandaki küçük kızı gördü; dikkatini çeken şey, beyaz saçlarıyla devrilmiş bir ağacın üzerine çıkmasıydı. İlk başta halüsinasyon gördüğünü düşünmüştü. İlk ne yapacağını düşündü ve sonra bağırdı,

"Остановите машину прямо сейчас!" (Hemen, şimdi arabayı durdur.)

Araba, acılı bir fren sesiyle ve büyük bir sarsılmayla toprak yolda durdu. Her yer toprağın kuru olmasıyla hafif duman olmuştu. Aceleyle arabanın kapısını açarak dışarıya çıktı ve kapıyı sesli bir şekilde sertçe örttü.

Ne yaptığını bilmiyordu, araba ilerlediği için arabanın geçtiği yollara koştu. Böyle olmayacağını düşündü ve ormana daldı. O küçük kızı bulmalıydı, dileğini bulmalıydı.

Koştu geriye doğru, koştu geçtiği yollara.

Gelecek değişmişti, kanlı ve acılı günlere yol açmışlardı. Hiç bilmedikleri bir günde hayatları değişmişti. Onları bekleyen geleceğe, siyah bir mürekkep damlası damlamıştı.

Orman sessizdi ve onun ayak sesleriyle o sessizlik yok olmuştu. O koşarken nereye gittiğine bile bakmıyordu, kafasında sadece onu bulmak vardı.

Kafasını havaya kaldırdı ve havanın grileştiğini fark etti. Durdu, ormanı sadece nefes alışverişleri doldurmaya başlamıştı şimdi.

Bir süre etrafına baktı, her yer ağaçlarla kaplıydı. Pantolonunun cebinde titreşim olduğunu hissettiğinde, elini cebine attı. Akıllı telefonunu çıkardı ve ekrandaki isim yerin baktı '.' İşaretini görmüştü.

Arayan kişi babasıydı, neden babasını nokta işaretiyle kaydettiğini bilmiyordu. Düşündü, sadece parmaklarına en yakın yerin nokta işareti olduğu aklına gelmişti.

Daha fazla bekletemeyerek telefonu açtı ve kulağına doğru götürdü. Ve kulaklarını sağır edecek şekilde bağıran babasının sesini duydu.

"Чертов ребенок, ты скоро вернешься. Мне надоело твое глупое, идиотское поведение!" (Siktiğimin çocuğu, hemen geri dönüyorsun. Senin bu salak, salak hareketlerinden bıktım artık!)

Sadece konuşmasını bekledi, babasının konuşması bittikten sonra hemen konuştu.

"Отправьте лимузин к входу в лес, будьте быстры. Я скоро приду к тебе, отец." (Ormanın girişine limuzin gönder, çabuk ol. Kısa zamanda yanına geleceğim baba.)

Konuşmamdan dolayı sinirle yeniden bağırarak konuşmaya başladı.

"Поговори со мной о свершившемся факте-" (Benimle emrivaki konu-)

Demeden telefonu yüzüne kapattım. Dediklerimi duymuştu, vakit kaybetmeden dileğime doğru yürümeye başladım.

Kafamda trilyonlarca soru varken, onu bulma umuduyla olduğunu düşündüğüm yere adımlarımı götürdüm.

Yürüdüm, yürüdüm ve daha çok yürüdüm.

Bir düşme sesi çalındı kulaklarıma ve üzerine bir ağlama sesi gelmişti. Koştum ona, bir şey olduğunu düşünerek daha çok koştum. Orman derindi, küçük bir kızın neden bu saatlerde ormanda olduğunu aklımdan geçiriyordum.

Koşmayı durdurmuştum, çünkü ona ulaşmıştım. Yere düşmüştü, kanlanmış ve topraklanmış küçük ellerine bakıyordu. Bir adım attığımda ona, gökler sanki ona gitmemi istemiyormuş gibi gürlemişti. Öyle bir gürlemeydi ki küçük bir kız çocuğunu korkutacak bir türdeydi.

Her bir adımımla gökler bana daha çok kızmaya çalışıyordu. Kalbim ve beynim hiçbir şeyi duymuyordu ve ona doğru olan adımlarımı kimse durduramazdı. Adımlarım yerde öylece kanayan ellerine bakan küçük kızın önünde durmuştu.

Siyah ayakkabılarımı görmüştü ilk, bakışları yavaşça yukarı çıkarak beni bulmuştu. Yukarıdan ona bakıyordum ve bir kez daha gök gürüldedi ve bir şimşek yeryüzüne gönderildi.

Tanrılar bu tanışmamızın nelere yola açacağını biliyordu...

Yer yüzüne küçük su damlacıkları düşmeye başlamıştı. O damlalar giderek şiddetlenecekti.

Beyaz elbisesine çamur değmişti, beyazlığına zıt sarı botlar giymişti. Bu maskenin altında olan dudaklarımda bir gülümsemeye yol açmıştı.

Yavaşça siyah eldiven olan elini küçük kıza uzattı. Kız ona baka kalmıştı sadece, birazdan şiddetli bir yağmurun yağacağını biliyordu.

"Тебе нужно немедленно взять меня за руку, скоро дождь усилится."

Konuşmasıyla küçük kız ona anlamayarak bakmıştı. Kızın anlamadığını anlayarak yeniden konuşmuştu.

"Hemen elimi tutmalısın, yağmur birazdan şiddetlenecek."

Konuşmasından sonra küçük kız birkaç saniye düşünmüştü ve küçük elini siyah eldiven olan elinin üzerine bırakmıştı. Küçük eli, elinde kaybolmuştu...

Elime koyduğu eliyle hemen ayağa kaldırmıştım. Ayağa kalktıktan sonra hemen ben yere çömüştüm ve beyaz elbisesini düzeltmiştim. Elbisesindeki toprağı silkelemeye çalışmıştım.

Kafamı kaldırarak ağlayan gözlerle, göz göze gelmiştim. Gözleri, çok güzeldi... Küçük bir kızın gözleri bu kadar güzel olamazdı. Küçük kızın ağlamasına dayanamamıştım.

Ceketimin cebindeki siyah mendili hemen çıkarmıştım. Siyah mendili, küçük kızın gözlerinden akan yaşları silmiştim.

Gözlerim, küçük ellerine kayınca hemen avuç içlerini açmıştım. Sol eli, diğer eline göre daha çok kanıyordu. Hemen elimdeki siyah mendili, sol eline sarmıştım. Bu yaptığımla beni gözlemliyordu. Bunu hissedebiliyordum.

"Ben hep yere düştüğümde ablam yaralandığım yeri öper. Sende avuç içimi öpebilir misin?"

Küçük kızın konuşmasıyla şaşırmıştım. Söylediği sözlerle daha da çok şaşırmıştım ve gözlerim bu şaşırmayla daha çok açılmışlardı. Duyduğum naif ses hem inceydi hem de ağlamaklıydı. Kafamı sağa sola sallayarak onu reddetmiştim. Bunu yapmamla, açık mavi gözlerini göz yaşlarıyla doldurarak, kuzguni gözlerime bakmıştı ve tekrardan ağlamaklı sesiyle,

"Lütfen."

Demesiyle ne yapacağımı kestirememiştim. Açık mavi olan gözleri beni etkisi altına almıştı. Ona kıyamamıştım, siyah bezi koyduğum sol elini havaya kaldırarak, siyah maske taktığım yüzüme getirmiştim. Dudaklarımla siyah bezi öpmüştüm. Tabii ki siyah maskem değmişti sadece beze. Öptükten sonra kıza baktığımda, Küçük kız bana gülümsemesini bahşetmişti...

Gök bir defa daha yüksek sesle gürlemesinden sonra yağmur daha da fazla yağmaya başlamıştı. Hemen ayaklanmıştım, yağmur hızlanacaktı. Küçük kızın, sağ elinden tutup koşmaya başlamıştı. Küçük kız ilk sıralar ona ayak uyduramasa da o da yağmurun şiddetleneceğini anladığında hızlı koşmaya başlamıştı.

Koşarken ormanın girişinin olduğu yolu arıyordum. Bu sırada küçük kız gülmeye başlamıştı. İkimiz de epeyce ıslanmıştık, kızın gülmesinden dolayı onun tuhaf olduğunu düşünmüştüm.

Hızlı koşmamızla, girişe yaklaşmıştık. Küçük kızın hâlâ kıkırtıları duyuluyordu. Ormandan dışarıya çıkabilmişlerdi sonunda.

Girişte bizi bekleyen siyah limuzini görebilmiştim. Adımlarımızı daha da hızlandırmıştım. Çok fazla ıslanmıştık. Limuzine vardığımızda, şoför beni görür görmez hemen arabanın kapısını açarak arabadan inmişti. Hiç beklemeyerek koşarak kapıyı açmıştı. Kapının açılmasıyla, hemen küçük kızı arabaya bindirmiştim sonra ise bende hızlıca arabaya binmiştim.

Küçük kıza yerime oturduktan sonra hemen baktım. Hayran, hayran arabaya bakıyordu. Belki de beni önemli birisi belliyordu. Belki de daha farklı birisi...

Limuzinin koltuklarında gözlerimi gezdirdim ve aradığımı buldum. Koltuğun içecek yerine uzandım ve küçük su şişesini elime aldım. Hiç düşünmeden karşımda oturan küçük kıza suyu uzattım, susamışa benziyordu hiç düşünmeden elimdeki suyu almıştı. Elimden alır almaz ince ve narin sesiyle,

"Teşekkür ederim." demişti.

Gülümsemiştim, kibarlığından ödün vermiyordu. Kafamı, aşağı yukarı sallamıştım. Bu hareketimden sonra küçük ellerinde olan, küçük şişenin kapağını açarak suyu doya, doya içmişti. Bunu yapmasıyla sol elinde olan siyah mendil yere düşmüştü. Bunu kafama takmamıştım.

Küçük kız, şişedeki suyu bitirir bitirmez kapağını kapatarak, yanında olan koltuğu koymuştu. Ona bir süre baktım ve gözlerimi, gözleriyle buluşturdum ve ismini sordum.

"Adın nedir маленький?" (Küçük)

Sorduğum soruyla bir süre düşünmüştü ve gözlerini yere dikerek, kısık bir sesle adını söylemişti.

"Adım Mera."

Yalan söylemişti.

Bunu fark etmiştim, ilgiyle ona baktım. Küçük kızda bana bakıyordu sanki soru sormak istercesine ve hiç düşünmeden konuşmuştu küçük Mera...

"Peki sizin adınız nedir bayım?"

Kuzguni gözlerimi, küçük Mera'ya dikmiştim. O bana ismi konusunda yalan söylemişti, benimde ona ismimi söylememe gerek yoktu o zaman.

"Adım, Человек Тьмы." (Karanlığın Adamı.)

Küçük kızın anlamadığını anlamıştım, gülümsedim ve konuştum.

"Büyüdüğün zaman, Rusça öğrenerek adımı öğrenebilirsin."

Dememle küçük Mera'nın gözleri hüzünlenmişti. Hüzünlü, hüzünlü konuştu.

"Ama benim büyümeme daha çok var ki." dedi masum, masum. Küçük Mera'nın masumluğuyla yüzüm gülmüştü ama artık eve gitme vakti gelmişti.

Elimi kaldırdım, limuzinin içinde olan cam gözden adama işaret ettim ve araba çalışmıştı. Şimdi küçük Mera'ya, evinin nerde olduğunu sormak kalmıştı.

Küçük Mera'ya evinin nerede olduğunu sormamla, biraz tedirgin olmuştu. Küçük kız sorumu cevapladıktan sonra kafamı sallayarak onu onaylamıştım ve kızın evine doğru yol almıştık. Yol boyunca ikimiz de konuşmamıştık, sadece dışarıyı seyretmiştik.

Bir süre sonra ise küçük kızın dediği adrese ulaşmıştık ve araba durmuştu. Araba durur durmaz, önde oturan şoför hemen inerek Mera'nın oturduğu koltuğun, kapısını açmıştı. Küçük Mera, kapı açılır açılmaz oturduğu koltuktan ayaklanmıştı ve tam arabadan inecekken, küçük kolundan tutmuştum.

"Bana yalan söyledin маленький."(Küçük)

Küçük kız korkuyla kolunu çekmek istemişti ama buna izin vermemiştim, son konuşmamı yapı vermiştim.

"Однажды мы снова найдем друг друга, и ты меня не узнаешь." (Bir gün tekrar birbirimizi bulacağız ve sen beni tanımıyor olacaksın.)

Küçük Mera, konuşmamın tek bir kelimesini bile anlamamıştı. Küçük kızın kolunu bırakmıştım. Küçük kız, aceleyle arabadan inmişti ve koşarak arabadan uzaklaşmaya başlamıştı.

Hızlı bir şekilde arabadan inerek, küçük Mera'nın benden uzaklaşmasını izliyordum. Sarı botları her zemine bastığında, her yere su damlaları sıçratıyordu.

Gülümsedim ve tekrar birbirimizi bulacağımız güne kadar, gülümsememin gün yüzüne çıkmayacağını biliyordum.

Kader artık değişmişti; onları karanlık ve kanlı bir gelecek bekliyor olacaktı. Günler, aylar, yıllar geçtikten sonra hayatlarını değiştirdiklerini anlayacaklardı.

Gelecek artık değişmişti. Kan ilk dileğini dilemişti ve Tanrı pişman olsa bile, Kan'ın dileğini gerçekleştirmişti. Yer gök Beyaz Meleğin ağlamasıyla daha çok ağlamaya başlamıştı.

Karanlık yavaş, yavaş büyümeye başlıyordu. Geçtiği yerleri yerle bir ediyordu. Artık kaderleri değişmişti ve onlara bir takmıştı. Bir gün tekrardan karşılaşacaklardı, onları birleştirecek olan kaderin, onlardan her şeylerini alacaklarını bilmeden...

Kader onlara gülümsemeyecekti. Ne zaman gülümsemişti ki?

Kan, arkasında melek gibi görünen bir şeytan bıraktığını zamanla anlayacaktı. Küçük şeytanı kendi elleriyle yakaladığını her zaman hatırlayacaktı. İblis küçük bir melekle ormanda koştuğunu hiç ama hiç unutmayacaktı.

İblis, ona masum gözlerle bakan küçük Mera'yı unutmayacaktı. O, Mara'yla olan bütün anıları unutmayacaktı.

Kader ağlarını örmüştü, şimdi oynama sırasıydı...

 

***

 

İçinde olduğum limuzin, Küçük Mera'yı evine bıraktıktan sonra yeniden orman yoluna girmişti. Babam beni bekliyordu, neden beni bu kadar çok yanında istediğini anlamaz olmuştum.

Karanlık, ormana çökmeye başlamıştı. Gündüz cennet gibi olan bu yer şimdi korku filmlerinden çıkmış gibiydi. Dışarıyı seyreden gözlerim, karanlığı sevmişti. Gündüz, manzara gibi duran çam ağaçları şimdi ise koca bir hayalet gibi benziyordu. İşte doğa ananın gerçeği buydu, gündüz cennet gibi olan yerler gece korku kapanına dönebilirdi.

Elimde tuttuğum siyah mendile baktım, üzerinde benim ismimin ve soy ismimin baş harfleri vardı,

K.A; Kan Alekseev.

Adımın yanına yakışan bir soy isimdi, babamdan bana kalacaklardan biriydi.

Elim siyah mendilin, kan ve toprak değen yerlerinde gezindi. Mendili burnuma doğrultum ve kokladım, onun güzel kokusu sinmişti mendile. Katladım o güzel kokusu sinmiş mendili ve yeniden ceketimin cebine koydum. Her zaman mendili saklayacağımı biliyordum...

Araba acılı bir frenle durdu, babamın karanlık kollarına gelmiştim. Önde oturan şoför oturduğu yerden hemen kalktı, ama ben onu görmezden gelip hemen arabadan indim bile.

Kuru toprak yağmurun yağmasıyla çamura dönmüştü, siyah ayakkabılarım çamurla yeniden tanışmıştı. Siyah ayakkabılarımda çamur izleri oluşmaya başlamıştı. Tabii koşarken, ayakkabılarımı mahvetmiştim.

Orman yolundan çıkarak ormanın derinliklerine daldım. Arkamdan ise şoför geliyordu, araba ışıklarıyla aydınlanan boşluğa yürüdüm. Her adımımla ayaklarımın altında olan çimenler hışırtı sesiyle ormanın ölümcül sessizliğini bozuyordu. Araba ışıklarıyla aydınlanan yere yaklaştığımda inleme sesleri daha çok gelmeye başlamıştı.

Ve bu acılı inlemelerin üzerine ise dayak sesleri geliyordu. Araba ışıklarına vardığımda babamı seyrettim, yere çökmüş bir adamı dövüyordu. Babam, adamın yakarışlarını bile duymuyordu. Ona yaklaşmak için adım attığımda, dal parçası ayağımın altında çatırdayarak kırıldığında babam, adamı bırakarak bana dönmüştü.

Ceketini çıkartıp yere atmıştı, beyaz gömleğinin kollarını yukarıya kaldırmıştı. Yumruk olan elleri kızarmıştı ve kanlanmıştı, beyaz gömleğinde ise ter ve kan izleri vardı. Sinirli adımlarıyla yanıma yaklaştı, ondan korkmuyordum. Ben hiçbir zaman babamdan korkmazdım.

Karşısında dimdik ayakta durdum. Hızlı adımlarla önümde durduğunda, bekledim elinin havaya kalkmasını ve hiç durmayarak elini havaya kaldırarak yüzüme sert darbesini indirmişti.

Hiçbir tepki vermemiştim, eğer tepki vermiş olsaydım daha beterini yapacağını biliyordum. Öylece ruhsuz gözlerimle gözlerine baktım.

Gözlerim babamınkilere benziyordu, annemden sadece gece siyahı saçlarımı almıştım. Gözlerimi ise şimdi bana canice bakan babamdan aldığım için utanıyordum.

"Сукин сын, так нельзя вешать трубку. Я заставлю тебя заплатить за это. Кто эта маленькая девочка? Ты оставил отца и пошел к той маленькой девочке. Скажи мне, кто эта маленькая девочка?" (Orusbu çocuğu, telefonu öyle kapatmak değil. Sana bunun bedelini ödeteceğim. O küçük kız kim? Babanı bırakıp o küçük kızın yanına gittin. Söyle bana o küçük kız kim?)

Bağırarak konuşması bittiğinde, boş gözlerimle ona baktım. Ne diyeceğimi düşündüm, eğer söylersem bunu bana karşı kullanabilirdi. Söylemezsem de hayatı bana zindan ederdi. Sadece sustum, bir şey söylemedim. O da bunu anlamış olmalı ki arkasını dönmüştü.

Arkasında olan bana, el işareti yaparak yanına gelmemi söylemişti. Bekletmeyerek yanına yürüdüm. Önünde dizlerinin üzerine çökmüş adama ayakta durarak üstünlüğün onda olduğunu kanıtlamak ister gibi adama yukarıdan bakıyordu.

Yanına vardığımda yana çekilerek adamı görmemi sağlamıştı. Yüzüm şaşkınlıkla kala kalmıştı, amcam yüzü kanlar içinde yere çökmüş aşağıdan bize bakıyordu. Beni görür görmez,

"Блад, сын мой, ради своих кузенов, прости меня на этот раз. Пожалуйста, не убивайте меня, мои дети останутся без отца." (Kan, oğlum kuzenlerinin hatırına beni bu sefer affet. Lütfen beni öldürme, çocuklarım babasız kalacaklar.)

Bir şeyler diyememiştim, o da biliyordu babamın elinden kurtulamayacağını. Bir kere aklına koyduysa babam, her şeyi yapardı...

Babam gülerek amcama tekmesini savurmuştu, ben ise sadece onu seyrediyordum. Her zaman yaptığım şeyi yaparak, ama babamın benim hakkımda daha değişik düşünceleri vardı ve o düşüncelerini gerçekleştirmek için her şeyi yapardı.

"Да, теперь, когда родился мой любимый сын, мы можем подготовиться к твоему концу, брат." (Evet sevgili oğlum geldiğine göre artık senin sonuna da hazırlık yapabiliriz, kardeşim.)

Bana bakarak söylediği sözlerden neler yapacağını bilmiyordum. Aniden yüzümdeki maskeyi çıkarıp yere attığında elim hemen yüzümü bulmuştu ama artık geç kalmıştım. Yüzümdeki maske çamur olan yeri boylamıştı. Babam yüzümdeki siyah maskeyi attıktan sonra amcama gülerek baktı ve konuştu.

"Да, мой дорогой, уважаемый брат, ты должен был знать, что твое предательство положит тебе конец. Ты должен понять, что я тебя не прощу." (Evet sevgili, muhterem kardeşim, yaptığın ihanetin sonunu getireceğini bilmeliydin. Seni affetmeyeceğimi anlamalısın.)

Babam konuştuktan sonra arabadan inen koruma elindeki kutuyla yanımıza geliyordu. Bu kutuyu biliyordum, şimdi burada olmaması gereken şeyler olacaktı. İçimi bir korku sarmıştı. Siyah giyimli koruma babamın önünde durarak, yere çökmüştü ve babama kutuyu takdim etmişti.

Babam kutuyu açarak içindeki altından olan silahı çıkarmıştı. Amcama gözlerim kaydığında, korkuyla gözlerinin daha çok açıldığını görmüştüm. O da biliyordu bunun ne anlama geldiğini, artık sonda olduğunu biliyordu...

Babam silahı eline alarak bana uzattı, ne yaptığını anlamamıştım. Bağırarak silahı elinden almamı istedi.

"Вы можете получить пистолет прямо сейчас!" (Şu siktiğimin silahını, hemen elimden alıyorsun!)

Bağırmasıyla ormanda olan kuşların kanat sesleri her yerde yankılanmıştı. Korkuyla uçuşan kuşlar olduğumuz yerden uzaklaşmışlardı. İlk defa bir kuş olmak istedim ve buradan uzaklaşmak için kanatlarımı çırpmak istedim.

Babamın elindeki altın silahı aldım, ağır olan silahın soğukluğunu bütün vücudum hissetmişti. Babam gülerek bana bakıyordu, şu anda akıl sağlığının yerinde olmadığını biliyordum. Babam, elini kafasına koyarak, bir sağa bir sola doğru yürümeye başlamıştı. Ve söylediği sözlerle sanki hayatı yok etmek ister gibiydi.

"Разве в твоей гребаной жизни нет человека, который не предает? Если бы мой самый близкий человек поступил со мной так, чего бы не сделал мой враг" (Siktiğimin hayatında, ihanet etmeyen birisi olmaz mı? En yakınım bana bunu yapıyorsa, düşmanım ne yapmaz ki?)

Durdu ve gözleri bana değdi, ne yapmamı istiyordu bu adam. Gözleri bir bana bir de amcamda gidip geliyordu. Kafamdan geçen düşünceyle kafamı sağa sola salladım, benden bunu isteyemezdi. Bana gülerek baktı ve

"Да, ты сделаешь именно то, что думаешь, сынок, сейчас ты должен шагнуть во тьму." (Evet tam o düşündüğün şeyi yapacaksın oğlum, artık karanlığa adımını atmalısın.)

Bunu kabullenmek istemiyordum, babam benden bunu yapmamı istemezdi. Hayır, babam benden her şeyi isterdi, yapamayacağım bir şey bile olsa isterdi ve yapmamı isterdi. Benden amcamı öldürmemi istiyordu... Önümde dizlerinin üzerine çökmüş amcam da bunu anlamış olmalı ki, yukarıdan ona olan bakışlarımı görmüştü.

Elimdeki altın silahı amcamın kafasına doğrulttuğum da bana yalvarmaya başlamıştı. Onun yalvarışlarına dayanamayarak silahı kafasından geri çektim. Babam bunu görmesiyle hayal kırıklığına uğramıştı ama yapmamı istediği şeyi, o kadar çok istiyordu ki konuştuğu sözler hâlâ kafamda dolanıyordu.

"Либо ты убьешь этого предателя сейчас, либо я прикажу убить эту маленькую девочку вместе с ее семьей. Я сделаю это, ты знаешь это, сынок." (Ya şimdi bu ihanet eden herifi öldürürsün ya da o, küçük kızı ben ailesiyle beraber öldürtürüm. Yaparım bunu biliyorsun, oğlum.)

Yapardı biliyordum, hem de en âlâsını yapardı... On beş yıllık hayatımda yaparım dediği her şeyi yapmıştı, hiç acımaz bunu da yapardı. Amcama döndü ve konuştu.

"Конец предательства всегда смерть, брат." (İhanetin her zaman sonu, ölümdür kardeşim.)

Elimdeki silahı yeniden amcamın anlına dayadım, gözlerim amcamın, göz yaşları dolu gözlerini bulmuştu. Sessizce mırıldandım,

"Мне жаль..." (Özür dilerim...)

Tetikte olan parmağım, yavaşça tetiğe bastığında ölüm ormanını büyük bir patlama sesi doldurdu.

Yüzüme bulaşan kan damlaları, beni bir caniye dönüştürmüştü. Amcam ayaklarımın önüne düşmüştü. Artık ağlamıyordu, artık yalvarmıyordu.

Gözümden ilk ve son bir göz yaşı aktı, akan o bir damla yaş, amcamın yüzüme bulaşan kanına bulaştı.

Kafamı yukarı kaldırarak bağırdım. Geceye asılmış yıldızlar sanki bağırışımla sönmüşlerdi. Gökyüzünde acılı bir gök gürültüsü duyuldu.

Üst üste gürleyen gök, ağlıyormuş gibi yer yüzüne su damlalarını göndermişti.

İşte şimdi gelecek tam değişmişti, amcasını öldüren on beş yaşındaki genç oğlan geleceği değiştireceğini bilmeyerek yere çökmüştü.

Kalbine bulaşan siyah mürekkebin, kalbini boyayacağını bilmiyordu.

İlk cinayeti amcası olmuştu ve devamı da gelecekti...

Küçük Mera, evde ailesiyle sinema gecesi yaparken, Kan elini kana bulamıştı.

Mera yaşasın diye elini kana bulamıştı. Her şey Beyaz Meleğin yaşaması için...

İşte şimdi kader ağlarını örmüştü ve oynama sırası onlardaydı.

"Dört yanım ihanet, dört yanım yalan

Geçmemiş bu kış, gelmemiş bahar

Şu koca binaları üstüme yıkan

Gülümser önümde yüzlerce zaaf Umut her şeyden muaf"
Cem Adrian & Gazapizm - Kalbim Çukurda

 

 

Beklenmedik yerde bittirdim. Bu bölümü yazmak için o kadar didindim ki, ağlamayan ben ağladım. Kan'ın yaşadığı şeyler kolay değil ama Mina'da kolay şeyler yaşamadı.

İlk defa bu kadar uzun bir bölüm yazdım. Ben bile kendime şaşırdım yani o kadar.

Lütfen yorumlarınızı ve yıldızlarınızı eksik etmeyin. Hâlâ yazmakta acemi olabilirim ama ne olursa olsun kendimi geliştiriyorum.

Kan amcasını öldürmeseydi ne olurdu sizce? Gelecekte neler değişirdi? Ya da belki de Kan ve Mina normal bir hayatta tanışsalardı? Bu satıra bu sorduğum soruların cevaplarını uzun uzun yazabilirsiniz.

İyi günler dilerim...🕯️

Instagram:rukiyeakbal07

 

Loading...
0%