Yeni Üyelik
24.
Bölüm

23.вσ̈ℓϋм

@rukiyeakbal07

 

Melekler barış ister, şeytanlar savaş ister! Akıllı adam huzuru ve yaratmak isterim; aptal adam gürültü ve yıkım ister!

 

 

•••

 

Geceler kara tren, geceler
Yüklüyor bana seni, geceler
Bende bir resmin var, yüzüme bakmıyor
Bende bir resmin var, yüzüme bakmıyor

Kollarım seni ister
Geceler yine seni
Ne baharın tadı var, ne de yazın sevgili
Bir demlik günüm var, ömrüm de geçiyor

Nazan Öncel- Geceler Kara Tren

 

**

 

 

▪️23.BÖLÜM: Kalan İzler ve Özlem▪️


23.12.2028

Yaşanmışlıklar vardı aslında; hayır, en çok yaşanmamışlıklar vardı. Geçmiş bize ne kadar "Her şeyi yaşadın, yaşamadığın bir şey kalmadı" dese de, aslında o kadar şey yaşamadık ki...

Aşklar, mutluluklar, üzüntüler ve heyecanlar bunları her zaman ertelemiştik. Belki de ben çok fazla ertelemiştim. Sonsuza kadar yaşayacağımı düşünmüştüm, belki de daha fazlasıydı.

Kendimi her zaman ablama adamıştım, onu tekrar ailemize kazandırmak için her şeyi yapmıştım. Ablamın Rusya'ya satıldığına o kadar emindim ki, kafamdaki bütün soruları sanki cevaplamış gibi olmuştum.

Asrın Güngöz, ablam şu an yirmi üç yaşında olan canım ablam. Kiminle ya da kimlerle? İçinde kurtulma umudu kalmış mıydı? Ya da bizi özlüyor muydu? Bizleri unutmuş muydu? Sorular ve daha çok sorular, hangisinin cevabını nasıl bulacağımı bilmiyordum.

Yaşamımı buna adadım, sadece ve sadece onu bulmaya. Ablam gerçekten Rusya'da mıydı? Gerçekleri öğrenmem gerekiyordu. Kafamdan geçirmemek istediğim o soru kafama dank diye vurmuştu.

Benim ablam, canım ablam öldürülmüş müydü? Gözümden bir damla yaş aktı ve beyaz yastığımla buluştu. Bıraktığı ıslaklığı elimle yavaşça sildim, sonra ayaklarımı yataktan sarkıttım ve sallamaya başladım. Düşüncelerim kafamın içinde beni bitirmek için hazır ol da bekliyordu.

Zaman hızlı geçiyordu, hiç istemediğim kadar hızlıydı, hem de su gibi akan zaman beni içine çekmişti ve şimdi satılacağımız haftadaydık; hayır, sadece iki gün kalmıştı. Beni nelerin beklediğini bilmiyordum, ama bildiğim tek bir şey vardı: Burayı yakıp yıkmaktı. Yapacaktım bunu, yapmak zorundaydım. Benden ablamı çalan bu yer hâlâ ayakta duramazdı.

Karanlık odada gözlerim gezindi, kızlar uyuyordu. Tek ayakta olan sadece bendim. Birazdan ışıklar yanardı. Odada bir tane bile pencere olmadığı için saatin kaç sularında olduğunu bilmiyordum. Gözlerim yeniden kızları buldu. Başlarına nelerin geleceğini hiç ama hiç tahmin bile edemiyordum. Kendi başıma ne geleceğini bilmiyordum, onlarınkini nasıl bilebilirdim ki?

Gelecek değişkendi, her şey her an değişebilirdi ve bu beni korkutuyordu. Hırsım her şeyin üstesinden gelebilirdi ama ya bu hırsla kendimi bitirirsem ya da hepimizin ölümüne yol açarsam? Bu beni bitiriyordu. Bir şeyi biliyordum, baş koyduğum yoldan vazgeçmeyecektim.

Silahlarımı alacağım kadınla yeniden konuşmuştum. Bana büyük gün, yani Cuma günü, beni giydirirken silahları mı verecekti. Bu yüzümde bir gülümsemeye yol açtı çünkü o güne çok az bir süre kalmıştı ve sabırsızlıkla bekliyordum.

Ayağa kalktım. Bir ışık süzmesinin olmadığı oda da neden ayağa kalktığımı bilmiyordum. Zifiri karanlığa gözlerim alıştığı için odanın az da olsa görünür olduğunu fark ettim. Ayaklarım çıplaktı; beyaz terlikleri yatmadan önce çıkarmıştım ve şimdi bu karanlıkta onları bulmak zordu. Adımlarım fayans zeminde ilerledi, soğukluğu derinime işleyen beyaz fayansların üzerinde dolaştım.

Bu soğuklukla bir ürperme geldi, nedenini bilmiyordum ama içimde bir ürperti hissettim. Lavaboya açılan duvarı bulmak için duvara yöneldim. Ellerim duvarın soğuk ve şekilsiz yüzeyini hissetmeye çalıştı. Duvarın soğukluğunu hissettikçe ilerlemeye devam ettim, kendimi tuhaf hissetmeme neden olan bir atmosfer oluştu.

Adımlarım duvarın çıkıntısında durduğunda, kafam döndü ve gözlerim karardı. Bir an yaşadığım olayı tekrar yaşıyormuş gibi hissettim, zaman dilimim adeta kaybolmuştu. Gözlerim kapalı bir şekilde yerde beklerken, beyaz fayansın soğukluğu daha da hissedilir hale geldi.

Gözlerim kapalıyken bir ses duydum; odadaki kimse değildi bu ses. Yavaşça gözlerimi açtım ve bana seslenen kişiye baktım. Sarı saçları ve buğday teniyle ablamı hatırlattı, ancak bu kişi ablam olamazdı, çünkü onu tanırdım. 'Yardım etmemi ister misin?' dedi, sesi güzeldi ve ben cevap veremeden gözlerimden yaşlar süzüldü.

Kafamı sallayarak onayladım, ancak kadın farklı bir tepki verdi. 'Peki, sen neden ayağa kalkmıyorsun? Gücün mü kalmadı yoksa çok mu zayıfladın?' diye sordu. Ardından üst üste sorular sıralayarak beni şaşkına çevirdi.

'SEN BENİ BU GÜÇSÜZLÜKLE Mİ KURTARACAKSIN? AMA SEN HÂLÂ BENİ KURTARAMADIN. BEN SANA BÖYLE Mİ ÖĞRETTİM, MERA?'

Gözlerimdeki yaşlar arttı, o benim ablamdı... Kafamı sağa sola sallayarak bu sözleri reddettim. 'Be.. Ben seni kurtaracağım, valla bak deniyorum. Sen benim neler çektiğimi görmüyor musun?' Gözlerimdeki yaşlar daha çok yüzüme hücum etmeye başlamıştı. Gökyüzü gözlerine baktım ve 'Seni çok özledim abla, elimi tutsana...' kelimeleri dudaklarımdan narin bir çiçeğin, rüzgârın etkisiyle uçuşmamak için direnen bir çiçek gibi dalgalanmıştı.

Elimi ona uzattığımda gözlerinde gördüğüm tek bir şey vardı: umutsuzluk. Ablam gözlerimin önünde kaybolmuştu. Artık bu odada değildi ve fark ettiğim bir şey vardı; o benim ablam değildi. Rahatsızlığım yeniden gün yüzüne çıkmıştı.

Geçmişten bana kalan bir izdi bu hastalık, bu daha göründüğü yüzüydü. Silkelendim ve kendime gelmeye çalıştım. Elimle yüzümdeki gözyaşlarını sildim. Duvardan tutundum ve son kalan gücümle ayağa kalkmak için bütün vücuduma uyarıları saldım. Tek yapabildiğim bir şey vardı, o da her yıkıldığımda yeniden ve yeniden ayağa kalkmaktı.

Ayağa kalktığımda, ışıklar tüm odayı aydınlatmıştı, ama zifiri karanlığa gömülen ruhum hâlâ aydınlanmamıştı. Ruhum feryat viyan ederek beni tekrardan intikam hırsıyla doldurmuştu. Artık onu bulmalıydım ve görmeliydim. Yanan ışıkla gözlerim kamaşmıştı, ilk önce gözlerimi biraz kapattım ve ışığa alışmasına izin verdim. Bir süre sonra gözlerimi açarak etrafımı daha detaylı incelemeye başladım. Her yer yeniden beyaza bulanmıştı, bu içimdeki öfkeyi daha çok alevlendiriyordu.

Bu alevler içimi yakıp kavuruyordu ama ben yine de bu acılara katlanmaya çalışıyordum. Gözlerim kızları aradı, hepsi yataklarında masum bir şekilde yatıyordu. Daha fazla onlara bakamadım ve çıkıntı olan duvarı elimle yitirdiğimde, duvar açılarak kapı görevini görmüştü. Işıkları yanan odaya adımlarımı attığımda yeniden beni soğuk zemin karşılamıştı.

Hızlı adımlarımla lavabonun önünde durdum, ayna aradı gözlerim alışkanlıktan dolayı olmalıydı. Bir süredir yüzümü göremiyordum, ne halde olduğumu bile bilmiyordum. Değişik olan musluğa elimi uzattığımda otomatik bir sistemle su akmaya başladı. Ellerimi yıkadım, elimin ıslaklığını yüzüme sürdüm serinlemek için ama bu yetmemişti.

Avucuma suyu doldurarak yüzüme suyu serptim, bu biraz bile olsa kendimi iyi hissetmeme neden olmuştu. Lavabodan biraz geri çekilerek peçete aradı gözlerim, biraz gezindikten sonra arkamda olan bir peçete kutusunu vardı, ama duvara montajlanmıştı. Peçeteyi almak için elimi altına koydum ve kalın peçeteden iki tane vermişti. Kalın peçetelerle hem yüzümü hem de ellerimi silebilmiştim. Hareket ederek biraz ileride olan çöpe peçeteleri atmıştım.

Kendimi biraz bile olsa rahatlamış gibi hissediyordum, bu yüzümü az olsa da güldürmüştü. Tuvaletten çıkarak odaya girdim, son günlerimizi yaşadığımız odaya. Hiçbir zaman özlemeyecektim bu yeri. Yatağıma doğru ilerledim ve oturdum. Diğer günler gibi, bu günün de tekrarlanmasını bekledim ve her zaman olduğu gibi gün yeniden ve yeniden tekrarlamaya başladı. İlk önce kızlar teker teker uyanmaya başladı. Hepsi titizlikle yataklarını düzgün bir şekilde toplamaya başladı. Topladıktan sonra sessizce kapının açılmasını beklediler. Kimse konuşmadı, nefes alışverişlerimiz odayı doldurdu.

Beş on dakika sonra kapı açılarak içeriye bir kadın girdi. Her zaman olduğu gibi, hep gelen kadınlar değişiyordu. Artık her şeyi o kadar gözlemlemiştim ki, söyledikleri diyaloglar kafamın içinde konuştu. "Hepiniz ayağa kalkın." Kafamın içinden geçen konuşma ile içeri giren kadının söyledikleri aynıydı. "Hepiniz ayağa kalkın!" Ve gün diğerleri gibi yeniden tekrarlanıyordu.

Buradaki sistem iyi kurulmuştu; her gün aynı şeyi söyleyerek içeriye giriyorlardı. Bu da insanın alışmasını sağlıyordu. Bizleri asansöre bindirip, yer altına indiriyorlardı. Duvarlar indikten sonra her grubu sırayla yerlerine oturtup, yemekleri dağıtıyorlardı. Yemekler dağıtıldıktan sonra da derslere gidiyorduk. Bu benim açımdan iyi değildi, çünkü dersteki her kadın bana kafayı takıyordu. Bu durum yüzümü güldürdü çünkü doğruyu söyleyince bana düşman kesiliyorlardı.

Bu benim için hiçbir şeydi, çünkü artık onları iyi bir şekilde gözlemlemiştim ve ne yapacaklarını anlayabiliyordum. Her gün ayrı bir kadın geliyordu, çünkü onlarla yakınlık ya da ayrı bir konuşma yapmamızı istemiyorlardı. Sadece günlerin hızlıca geçmesini bekliyordum, beklerken de içimdeki ateşi alevlendiriyordum...

 

25.12.2028
(2 Gün Sonra...)

 

Geceler, içimdeki intikam ateşini daha da alevlendiren karanlık sahnelerle dolup taşıyordu. Her geçen an, acının damarlarımda dolaşmasına ve hırçın bir rüzgar gibi içimi sarhoş etmesine izin veriyorum. İntikam, sanki karanlık bir gölge gibi, kalbimdeki yarayı sürekli olarak kazıyor; her anı, acı ve öfkeyle bulanmış bir hikayeye dönüştürüyordu.

Zaman, içimdeki bu yangını besleyerek, intikamın soğuk ve acımasız elleri aracılığıyla ruhumu yakıp kavuruyor. Belki de en derin acı, intikamın verdiği tatminsizliktir; çünkü o tatmin olana kadar, içimdeki bu acılı dans hiçbir zaman durmayacak gibi görünüyordu.

Bugün o gündü, buradaki kızların korkulu rüyasının günüydü çünkü hepsi biliyordu ki, bu plan işe yaramazsa ya ölecektik ya da hepimiz bir fahişe gibi satılacaktık. Fahişe bile bu duruma yakışmıyordu çünkü hepimizi birer mal gibi satacaklardı. Cuma, bugün bu binanın duvarları arasında olan kızların kara günüydü. Hepimizin yüzünde mutsuzluk vardı ve o mutsuzluğun yanına neler olacak düşünceleri ekleniyordu.

Sabahın çok erken saatlerinde uyanmıştım, bu sefer kızları da uyandırmıştım. Kızlar yataklarını düzelttiler, hepimiz kendimizi bir hapiste gibi hissediyorduk ve bizler o hapishanenin kurallarına alışmıştık. Işıklar hala açılmamıştı, açılmasına biraz daha vardı. Yataklarımızın üzerine oturduk ve beklemeye başladık.

"Ya bu gün planı gerçekleştiremezsek. Tek korkum bu, hepimiz sessizliğe gömülmüş gibiyiz ama ne olacağını bilmiyoruz." Bunları söyleyen Özlem'di, sesinde korku vardı sanki, sanki umutsuzluk vardı. Doğru, hepimizin içinde korku vardı ama umutsuzluğa kapılmamamız gerekiyordu. Tek yapabileceğimiz şey savaşmaktı ve bunu da yapacaktık.

Biz bugün büyük bir savaşın içine girecektik ve bizi nelerin beklediğini bilmiyorduk. "Bizler bugün büyük bir savaşın içine gireceğiz, bizi neyin beklediğini hiç ama hiç bilmiyorum ama tek yapabileceğimiz şey savaşmak. Ne olursa olsun savaşmak!" hepsi kabullenerek kafalarını salladı.

Melodi yeniden sessizliği bölerek "Bu isyanda ya da savaşta ölsek de, satılsak da sizi iyi ki tanımışım ve aynı odada olmuşum kızlar. Sizler benim birer ailem oldunuz." Bu konuşmasından sonra ışıklar yanmıştı ve gözlerim ışıkla kamaşmıştı. Bir süre kapattım ve hızlıca geri açtım, gözlerim ilk Melodi'yi buldu. Gözlerimi gözlerine diktim ve orada bu konuşmasının gerçekliğini sorguladım. Konuşması gerçekti bunu büyük bir içtenlikle söylüyordu ve gözlerinden akan yaşlarla bu içtenlik daha da çoğalmıştı.

Cansu yerinden kalkarak, Melodi'ye sarıldı. Melodi'de ona karşılık vermişti, Melodi'nin mavi saçları hâlâ onu asi gibi gösteriyordu ama bu yer o asiliği kırmıştı. Bu yer her kızın ruhunu sömürüyordu. Kapı büyük bir gürültüyle açıldı, içeriye dört tane kadın girdi. Her zaman beyaz giyinen kadınlar bu gün siyah dizin altında, kolları uzun ve boğazlı elbise giymişlerdi. Artık savaş zamanıydı, artık isyan zamanıydı. Bizler bunun için doğmuştuk, savaşmak için. Bu gün dört ateş parçası her yeri ateşlere vermek için ayaklanmıştık.

Kadınlar söylemeden bizler yan yana sıraya girdik, hiçbirimiz yerimizi unutmuyorduk; Özlem ilk sıradaydı, ondan sonra Cansu yerini alıyordu, Cansu'dan sonra ise Melodi geliyordu ve en son sırada olan ben Mina Güngöz yerini almıştı. Kadınlar birbirlerinin gözlerine baktılar ve hepimizin önünde bir kadın durdu. Ne yapmaya çalışıyorlardı hiç ama hiç anlamamıştım.

Benim önümde kızıl saçlı bir kadın durmuştu, bu tuhafıma gitmişti. Özlem'in önünde ufak boylu esmer bir kadın durmuştu, Cansu'nun önünde duran kadın sarışındı, Melodi'nin önünde duran kadın ise elbisesine uyan saçlarıyla Melodi'nin önünde bekliyordu.

Kızıl saçlı kadın konuştu. "Sizlerle bizler ilgileneceğiz kızlar. Dört kız, dört yardımcı. Birazdan odadan tek, tek çıkacağız hiçbiriniz ses çıkarmayacaksınız." Kızlar sessizce kafalarını salladılar. Ben ise dik dik kadına bakıyordum, bir yerden tanıdık gibi geliyordu. Kadın tekrar konuştu,

"Numara 501, el kaldırmamla çıkacaksın. Diğer numaralar aynısı sizin içinde geçerli!"

Bunu kadınlara yönelik söylemişti. Birkaç dakika sonra önümde duran kadın sol elini kaldırdığında, Özlem'in önündeki kadın sertçe olmasa da, Özlem'in kolundan tutup onu kapıya doğru ilerletti. Onlar kapıdan çıkarak gözden kaybolmuşlardı. Saymıştım; bir dakika sonra önümdeki kadın tekrardan sol elini kaldırmıştı. Böyle bir şeyi neden yaptıklarını anlamamıştım. Şu an hiçbir şeyi anlamıyordum, fazla düşünmedim, saçma bir şeye benziyordu.

Şimdi ise Cansu'nun önünde duran sarışın kadın, Cansu'nun kolundan tutarak onu kapıya yöneltmişti. Cansu'nun gözlerinden akan yaşlar, onun korktuğunu çok fazla belli ediyordu. Şimdilik bunu da kafama takmayacaktım. Cansu da gözden kaybolduktan sonra sıra Melodi'ye gelmişti. Melodi hissiz gibi duruyordu, sanki kadını itekleyip kaçacak gibiydi. Bu beni biraz endişelendirmişti ama bu düşüncemi yapmayacaktı, umarım yapmazdı.

Yeniden bir dakika geçtikten sonra önümdeki turuncuya benzeyen kızıl saçlı kadın sol elini kaldırdı. "503 numara ne yapacağını biliyorsun." Melodi'nin önünde duran kömür karası saçlı kadın kafasını sallayarak, Melodi'nin koluna girerek onu kapıya doğru hızlı adımlarla yürüttü. Onlar da gözden kaybolduğunda sıra bana gelmişti. Gözlerim, turuncu saçlı kadının kahve gözlerinde durduğunda, orada parıltılar görüyordum. İçimden saymaya başladım.

'1.., 2.., 3.., 4.., 5.., ....... 56.., 57.., 58.., 59.. ve 60' Kadın yanıma daha çok yaklaştı ve sertçe kolumdan tuttu, hızlı adımlarla kapıya doğru yürüdük. Kapıdan çıktığımızda, bütün odalardan birer dakika aralığında kızların çıktığını fark etmiştim. Bizim odada kız kalmadığı için arkamızdan kapı kapanmıştı, orada kızlarla çok fazla olay yaşamıştık.

Bu beni biraz etkilemişti, oraya yeniden kız gelmeyecekti; bunun olmaması için her şeyi yapmaya hazırdım. Yanımdaki kadının tutuşu yumuşamamıştı, bu sinirimi bozmuştu. "Canım yakıyorsun. Elini biraz gevşetsen olmuyor mu?" Kadın kahve gözlerini bana dikti ve baktı. Sonra ise sessizce Rusça sözlerini fısıldadı. "Itak, ty doch'. Isyana, ya byl nemnogo udivlen, kogda uslyshal eto. Kogda Sibel' ob"yasnila mne vse, ya podumal, chto eto budesh' ty, i moya dogadka okazalas' vernoy." (Demek İsyanın kızı sensin, bunu duyduğumda biraz şaşırmıştım. Sibel bana bir şeyleri açıkladığında senin olacağını düşündüm ve tahminim doğru çıktı.)

Bir yerden tanıdık geliyordu, biliyordum; demek ki Sibel abla planı anlatmıştı. Bu beni biraz endişelendirse de, kadın Sibel ablayı biliyordu; Sibel abla kadına güvenmese anlatmazdı. Tanıyordum, ben onu plana sadık kalırdı ya da bana ihanet etmezdi.

"Teper' ty nemnogo oslabish' khvatku na moyey ruke i skazhesh' mne, kuda my idem." (Şimdi kolumdaki elini biraz gevşet ve bana nereye gittiğimizi açıkla.) Fısıldayarak söylediğim Rusça kelimeler, kadının pürüzsüz beyaz yüzünde gülümsemeyi ortaya koydu. Neden güldüğünü bilmiyordum, ama kolumdaki elini hâlâ gevşetmemişti. Beyaz koridorda ilerliyorduk; yukarıdaki ışıklar bir yanıp bir sönüyordu. Bu kadar gelişmiş yerin neden böyle bir sorunu olurdu ki? Yanımızdan geçen bir kadın, kolundan tuttuğu kızı hızlı adımlarla yürütüyordu.

Biz ise her şeye inat yavaş adımlarla yürüyorduk. Yanımdaki turuncu saçlı kadın, yanımızdan geçen kadınla yüzündeki gülümsemeyi silmişti ve robotsu yüzünü yeniden getirmişti. "Oni podgotovyat vas k tomu, kuda my seychas idem, ne prichinyayte nikomu nikakikh khlopot. Kogda vse budet gotovo, ya voydu i vyvedu vsekh." (Şimdi gideceğimiz yerde seni hazırlayacaklar, kimseye zorluk çıkarma. Hazırlandığında içeriye ben gireceğim ve içerideki herkesi dışarıya çıkartacağım.)

Biraz sustu ve yeniden konuşmaya başladı. "YA prones pistolet kontrabandoy, zhenshchina, kotoraya sobiralas' peredat' vam pistolet, byla ubita, poetomu ya vzyal na sebya eto zadaniye. Tebe sleduyet molit'sya za Sibel'. My pogovorim, kogda ya prinesu oruzhiye, stoy i zhdi, Doch' Vosstaniya." (İçeriye silah soktum, sana silah verecek olan kadın öldürüldü, bu yüzden ben bu görevi üstlendim. Sibel'e dua etmelisin. Silahları getirdiğimde konuşacağız, hazır ol da bekle İsyanın Kızı.)

Işığı yanıp sönen koridorda kafamı kadına çevirerek. "Togda udachi." (O zaman iyi şanslar.) O da kafasını bana çevirerek, "Udachi tebe, Doch' Bunta, udachi tebe..." (Asıl sana iyi şanslar İsyanın Kızı, asıl sana iyi şanslar...) İki kere söylemişti, belki de şans lazımdı bize, ne kadar o şans bende olmasa da.

Her yerin beyaz olduğu koridorun sonuna gelmiştik. Bizi bir asansör bekliyordu ve adımlarımız bu sefer hızlandı. Asansörün önünde durduk ve yanımdaki kadın, asansörün üstündeki duvarda bulunan kameraya sol eliyle dört rakamını yapmıştı. Yarım dakika bekledikten sonra beyaz asansörün içine bindik. Asansörde herhangi bir düğme olmadığı için yukarıya mı aşağıya indiğimizi ilk başta anlamamıştım.

Bir dakikanın sonunda, asansör yukarıya çıkmaya başlamıştı. Bu sefer asansör yolculuğumuz uzun sürmemişti ve yaklaşık iki dakika sonra önümdeki asansör kapıları açılmıştı.

Açılır açılmaz dikkatimi çeken renk beni dehşete düşürmüştü. Çünkü aşağı katlar beyazken, yukarı çıktıkça renk koyulaşıyordu ve bulunduğumuz yer koyu griye yakın bir renkteydi. Hızlı adımlarla asansörden çıktık ve tekrar yürümeye başladık. Her yeri incelemeye çalışıyordum. Bu yer o kadar değişikti ki, insanı içine çekip gömüyordu.

İsmini söylemeyen kadın hâlâ kolumu sert tutmaya devam ediyordu. "Tak kak tebya zovut, zhenshchina s oranzhevymi volosami?" (Peki adın ne, turuncu saçlı kadın?) Ona turuncu saçlı kadın demem hoşuna gitmiş gibi yüzüme baktı ve güldü. Yüzündeki gülümsemeyle cevap verdi. "Mozhet byt', pozzhe ili yesli ty vyzhivesh', ty nauchish'sya, doch' bunta." (Belki daha sonra ya da hayatta kalırsan öğrenirsin İsyanın kızı.)

Bu yüzümü güldürmüştü, kafamı salladım ve yeniden önüme döndüm. Kendimi bir mahkûm gibi hissediyordum ve yanımdaki kadın ise benim gardiyanımdı. Bir odanın önünde durduğumuzda artık bir sona yaklaştığımı biliyordum. Ben bununla büyümüştüm. Yanımdaki kadın, kapıyı açarak benimle birlikte odaya girdi. Gördüğüm kişiyle şaşırmıştım...

 

 

​​​​

Diğer bölüm, bir savaş başlayacak ya da sırlar ortaya çıkacak bende çok fazla heyecanlıyım.

Herkese iyi günler dilerim...🫀

 

Loading...
0%