Yeni Üyelik
26.
Bölüm

25.вσ̈ℓϋм

@rukiyeakbal07

Vote ve yorum atmayı unutmayın:)

 

Çöktü akşam üstümüze, yıkıldı;
Vakti geldi, artık perdeyi indir!
Atılacak eşyayım, öyle yığıldım,
Ve bildim ki, insan hüzün içindir...

-Hilmi Yavuz

 

 

•••

 

 

▪️25.BÖLÜM: Benim Güzel Beyaz Kelebeğim▪️


Dünyadan güneş uzaklaşmıştı. Uzun bir süre dünyaya uğramayacaktı. Işıkların olmadığı dünya karanlığa teslim olmuştu. İnsanlar tanrılarına güneşin yeniden doğması için yalvarsalar da, Tanrı hiçbirinin yalvarışını duymuyordu.

Biliyordu ki Kara Melek artık masumluğunu kaybetmişti.
Karanlığın hüküm sürdüğü dünyada artık kendisini kimsesiz gibi hissediyordu. Onu takip eden ve izleyen karanlık gölgeyi görmüyordu. Kayıp kanadını aramayı öyle kafasına koymuştu ki sadece onu bulmakla ilgileniyordu. Bu ise gözündeki prangaların kaldırılma zamanının geldiğinin işaretiydi. Geçmişi gölgeleyen sislerin artık yavaş yavaş dağılması gerekiyordu.

Karanlığın dünyadan çekilmesi ve yeniden güneşin doğması lazımdı. Karanlık bir dünyada gözleri de karanlığa batmıştı ve gözlerinin önündeki olayları göremiyordu. Kara Melek'in kendisinden koparılan kanadını bulma zamanıydı.

Belki de kanadı hiç kaybolmamıştı, onu takip eden ve izleyen gölgedeydi ve o gölge ise arkasındaydı. Hiçbir zaman arkasını dönüp bakmamıştı, her zaman intikam hırsıyla hep ileriye bakmıştı. Ya peki arkasında bıraktıkları? Bir gün arkasında bıraktıklarına bakabilecek miydi? Belki de arkasını dönüp bir baksa, kanadını görebilecekti...

Kara Melek uzun bir süredir karanlıkla boğuşuyordu. İntikam ateşiyle yanıp tutuşuyor, kaybettiği kanadını geri almanın peşindeydi. Ancak artık içinde bir değişiklik hissediyordu. Geçmişin gölgesinden kurtulmanın, yeni bir başlangıca adım atmanın zamanı gelmişti. Karanlığın derinliklerinden çıkıp ışığa doğru ilerlemeliydi.

Artık sadece kayıp kanadını bulmak için değil, dünyaya tekrar ışık getirmek için mücadele etmeliydi. Kendisiyle yüzleştiğinde, geride bıraktığı acıları ve hatalarıyla yüzleşmek zorunda kalacaktı. Ancak bu yüzleşme, onun için bir dönüm noktası olacaktı.

Sonunda, Kara Melek güneşi getirmek için harekete geçecekti. Kendi karanlığına meydan okuyarak, dünyaya umut ve aydınlık getirmek için mücadele edecekti...

 

*


Annem her zaman bana 'Zamana bırak' derdi. Zaman annem için o kadar kutsal bir şeydi ki, annem onu tanrısı gibi görürdü. Zamanla iyileşeceğini veya zamanla acılarının yok olacağını düşünürdü. Yaşadığı bu yoğun duyguları hiçbir zaman dışına vurmazdı.

İçinde yaşadığı bu karışık duygularla bizden uzaklaşırdı. Ya da sadece düşünceleriyle bizden uzaklaşırdı, o düşünceleriyle uzaklara dalarcasına kaybolurken bizler ise ne olduğunu anlayamaz, ablamla oyunlarımızı oynardık. Ablam annemin zamana olan takıntısını bilirdi ve buna göre hareket ederdi.

O iyi bir gözlemleyiciydi, nasıl hareket etmesini bilirdi ve zekiydi, kafası çalışırdı. Eğer kaçırılmamış olsaydı şu anda en iyi üniversiteleri okumuş ve iyi bir mesleğe sahip olacağını biliyordum. Bu geleceği tahmin etmemle alakalı değildi, Asrın Güngöz bunu başaracak birisiydi.

Ablam annemin zamana takıntısı olmasının her zaman geçmişte yaşadığı olaylardan dolayı olduğunu düşünürdü. Geçmiş bizim ailemizde yoktu, sadece ve sadece şimdi vardı. Gelecek ailem için her şeyden önemliydi, ailemizin geçmişini hiçbir zaman anne ve babamıza soramazdık. Her soru sorduğumuzda bizi oyalarlardı ya da bu soruları sormamamızı isterlerdi.

Yaşadığım bu olayları hiçbir zaman unutmamıştım, ablamın kaçırılmasından sonra geçmişimi silmişim gibi hissederdim bazen. Ablamla olan bütün anılarım kafamdaydı ama geri kalan anılarım sanki rüzgara kapılarak uçuşup gitmişlerdi.

Black Dragon örgütüne katıldıktan bir süre sonra bir psikiyatrist ile görüşmeye başlamıştım. Bu psikiyatrist Black Dragon örgütünden olan bir doktordu, ilk başlarda gitmek istemesem de kâbuslarım çoğaldıktan sonra gitmeye başlamıştım. İlk gittiğim gün yüzüme öyle bir maske takmıştım ki beni şizofren sanmıştı. Duygu değişimlerim arada sırada kendi kendimle konuşmalarım, doktoru dehşete düşürmüştü.

Bir süre sonra ise yüzümdeki o maskeyi çıkartıp doktora gülümseyerek bakıp, 'İşte bundan kurtulmak istiyorum, yüzüme her taktığım maskenin kişiliğine bürünebiliyorum ve gece gördüğüm kâbuslar bunu daha çok çoğaltıyor.' Söylediğim kelimelerle psikiyatrist ne yaşadığımı anlayamamıştı. Beni ilaç tedavisiyle iyileştireceğini düşünüyordu, ama kafamın içindeki düşünceleri nasıl ilaçlarla iyileştirebilirdi ki?

 

**


Karanlık hiç bu kadar gözüme karanlık gelmemişti. Sanki beni içine çeken bir kara delikti gözleri. O gözlerde kaybolmuşum gibi hissediyordum, beni içine çeken gözlerinde kaybolmuştum. Zaman sanki durmuştu, saat ilerlemiyordu. Biz şu anda takılı kalmıştık. Yelkovan hareket etmiyordu şu an için, hayır, bizim için...

İçerideki insanlar kaçışarak çıkışlara ulaşmaya çalışıyorlardı. Biz ise gözlerimizi birbirimize dikmiş bakıyorduk. Gözlerimizle konuşuyor gibiydik, o gözleriyle bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Geçmiş sanki bir yağmur bulutu olmuş ve üzerime damla damla yağıyormuş gibi hissediyordum.

Bir şeyleri hatırlar gibi olmuştum ama buna mani olan bir bomba sesi olmuştu. İnsanlar artık olduğumuz yerde yoktu ve ben de patlamadan dolayı yere düşmüştüm. Kırmızı halıda dizlerimin üzerine çökmüştüm, kulaklarımda hiçbir sesi duyamayacağım bir çınlama vardı. Kafamı yerden kaldırdım ve yukarıda olan balkona baktım, herkes gitmişti ama sadece üç kişi ayakta duruyordu.

Kuzguni gözlü adam ayakta durmuş, öylece bana bakıyordu. Arkasında bir kadın ve bir adam duruyordu. Kadın beyaz teniyle ve sarı saçlarıyla dikkat çekiyordu, üzerine giydiği kan kırmızısı elbise ise sanki ikinci dersiymiş gibi bedenini sarmıştı. Kadının yanında duran adamın saçları üçe vurulmuştu ve yeşil gözleriyle dikkat çekiyordu. Boyu uzundu ama siyah maskeli adam kadar değildi. Bu üç insan kimdi ve neden kaçmamışlardı?

Bir demir kapının açılış sesi geldi, sonra ise yüksek sesle kapanış sesi bütün alanı doldurdu. İçeriye Black Dragon örgütünün askerleri girmişti, yanlarında ise Black Dragon'un asker formasını giyen Sibel abla askerleri yönetiyordu. Askerler yavaşça alana dağıldığında, Sibel abla yanıma gelmeye başlamıştı. Elimdeki silahı yere atmıştım, içinde mermi kalmamıştı ve artık işe yaramazdı.

Askerler balkonda olan kişileri görüyorlardı ama hiçbir tepki vermiyorlardı. Sibel ablanın yüzü gülüyordu ama gözlerinde bana bakarken bir hüzün vardı. "Askerler yukarıda duran üç kişiyi görmüyor mu?" diye bağırarak konuşmuştum. Sibel abla hâlâ tepki vermeden bana doğru yürüyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum ama olmuyordu, bir şeyler eksikti yapbozu tamamlayacak parçalar yoktu ya da yok edilmiş gibiydi.

Sibel abla platforma çıkmıştı, kırmızı halıda yanımda duruyordu. Askerler de saygıyla yukarıdaki üç insana bakıyordu. Biz burayı yok etmeye gelmiştik ama artık anlıyordum bazı olayları. Kendimi bir oyuna çekilmiş gibi hissediyordum. Hayatımın güzel yıllarını çalmışlar gibi hissediyordum, benden aldıkları yetmiyormuş gibi şimdi ise benden hayatımı alıyorlardı.

Siyah maskeli adam boğuk ve sert sesiyle bağırdı. "İtaat edin ve yere çökün!" Askerler korkuyla oldukları yerde, yere çökmüşlerdi. Yanımda olan Sibel abla ilk bana baktı ve sonra kabullenmiş bir surat ifadesiyle fısıldadı. "Özür dilerim Beyaz Tilki." Ve Sibel abla da olduğu yerde dizlerinin üzerine çökmüştü. Ayakta duran tek beden benim bedenimdi. Asla ama asla beni yere çöktüremezlerdi.

Siyahlar içerisinde olan adamla yeniden göz göze geldik. Sanki suratıma gülerek bakıyordu siyah maskesinin ardından. Bir şeylerin farkına varmıştım, bana yukarıdan bakan adam Mara Çetesinin lideriydi. Bu sefer siyahlar içerisindeki adam demeyecektim. Mara Çetesinin lideri konuşmuştu.

"Hoş geldin evine Mera!"

Ben Mera değildim ama bana, Mera diyerek seslenmişti. Bu adam ne biliyordu ki bana Mera diye seslenmişti. "Benim adım Mera değil, nasıl bir oyunun içerisindeyim bilmiyorum ama tek bildiğim şey, benden canımın yarısını almış olmanız." Mara Çetesinin lideri sadece gözlerime baktı. Neler olacağını bilmiyordum. Beni neyin beklediğini hiç, ama hiç bilmiyordum. Hayatın karmaşasının içerisinde bulmuştum kendimi. "Her şeyi öğreneceksin Mera, şimdi tek yapman gereken şeyi yap ve diz çök!" sesi tehdit doluydu ama bilmesi gereken bir şey varsa, o da benim asla itaat etmeyeceğimdi.

Liderin arkasında olan kadın, yanında durduğu yeşil gözlü adamın kolundan tutmuştu. Kadın adama fısıldayarak bir şeyler söylemişti. Lider gözlerimi takip ederek arkasını dönmüştü. Baktığım yere baktığında sinirlenmişti. "Gözlerime bak Mera!" Gözlerim yeniden kuzguni gözlerini bulduğunda biraz tırsmıştım, korkunç bir şekilde bana bakıyordu. "Ne ben senin önünde diz çökerim ne de sen beni itaat ettirebilirsin. Ya bana oynadığınız oyunu açıklarsınız ya da ben burayı başınıza yıkarım tek başıma."

Sözlerimin bir etkisi yoktu, biliyordum. Buraya Black Dragon adına gelmemiştim. Ben insanları kandırarak kendi işlerimi gören birisiydim. Bilmediğim şey ise bir gün o insanların da beni kandırabileceğiydi. Evet, kandırılmıştım, hem de en güvendiklerim tarafından. Şimdi ise bana oynanan oyunu çözmeye çalışıyordum ama olmuyordu. Bazı parçalar eksikti ve ben onları bulamıyordum.

Lider koluyla beni işaret ettiğinde iki asker bana doğru gelmeye başladı. Yanıma gelen askerlere baktığımda benden cüsseli olduklarını görebiliyordum. Ama ben onlardan daha hafif ve daha esnektim. Kolumu tutmaya çalışan askerin kolunu çevirdiğimde bir çıt sesini beklemiştim ama gelmemişti. Yeniden denediğinde yumruğumu yüzüne geçirmiştim, bu sefer biraz bile olsa gerilemişti.

İkinci asker arkadan kollarını bedenime sardığında hızlıca kendimi arkaya attım ve ikimizi de geriye doğru çevirdim. Havada döndüğümüzde kendimi ayakta durmaya zorlamıştım. Ne kadar topuklularla zor olsa da başarmıştım. Asker ise yere serilmişti. Bunun ona hiçbir şey yapmayacağını biliyordum. Yanına yaklaşarak topuklarımla kafasına sağlam bir tekme atmıştım. Burnundan ve ağzından akan kan topuklularıma bulaşmıştı.

Beklemediğim bir hamle yüzüme geldiğinde hızlı bir şekilde geriye doğru gerilemiştim. Bu asker daha yeni kolunu çevirdiğim askerdi. Sinirle gülerek lidere bakmıştım. Gerçekten buradaki bütün askerle dövüşmemi mi istiyordu? Adam yeniden atak yapmak için kolunu kaldırdığında bacağımı kaldırarak yüzüne inmesini sağlamıştım. Elbisemin yırtmacı biraz daha yırtılmıştı bu hareketimle.

"Ne yani, buradaki bütün askerlerle dövüşecek miyim? Bence beni tanıdıysan, önünde diz çökmeyeceğimi bilirsin. Bunun yerine ölmeyi bile yeğlerim."

Elini kaldırarak askerlere dur emrini vermişti. Biliyordu, önünde diz çökmeyeceğimi. O zaman neden zorluyordu ki? Yapamazdım, kendimi küçük düşüremezdim. Bunu asla yapmayacağımı bilmesi gerekiyordu. Kalın ve sert sesi alanda yeniden duyuldu: 'Burada neden olduğunu bilmiyorsun, Mera? Emirlere uyman gerekiyor! Sana bunun eğitimini vermiş olmalılar. Yoksa yaramaz bir kız olup dersleri dinlemedin mi?'

Alanda kahkahalarım duyuldu. Bu adam gerçekten benimle dalga mı geçiyordu? Ders adı altında bize itaat etmeyi aşılamaya çalışıyorlardı. Hiçbir dersi umursamamıştım. Kafamda plan yapmaya çalışıyordum ama hiçbir şey yapamayacağım apaçık ortadaydı. Beni köşeye sıkıştırmışlardı, en güvendiklerim bile arkamdan vurmuştu. Bağırarak konuşmaya başladım:

"Burada verilen hiçbir emir umurumda değil! Ben benden aldığını geri istiyorum. Alacağımda, ister savaşarak ister kan dökerek, iki seçenekte bana uyar."

Liderin kahkahası alana yayılmıştı. Neyin peşinde olduğunu bilmiyordum. Çevremde gözümü gezdirdiğimde askerlerin ve Sibel ablanın hâlâ yerde dizlerinin üzerine çöktüklerini gördüm.

Ne yapacağımı bilmiyordum, silahımın mermisi bitmişti. Sadece göğsümde duran hançer vardı. Onu kullanabilmem için yakınımda olması gerekiyordu. Plan kurmam gerekiyordu hemen. Kafam sanki boşalmış gibi hissediyordum. İçindeki her şey uçuşmuş gibiydi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Duygu karmaşasının içinde sol gözümden bir damla yaş süzülerek aktı ve kırmızı halının üzerine düştü.

Etrafımı gözüm yeniden taradı, ama kaçabileceğim herhangi bir çıkış yoktu ve hepsi kapatılmıştı. Beni kapana kıstırmışlardı. Hayatımın yeterince karanlık olması yetmiyormuş gibi bir de karanlığın mağarasına gelmişim gibi hissediyordum.

Liderin arkasında bir hareketlilik olduğunda gözlerim oraya kaymıştı. Kırmızı elbisesi üzerinde ikinci bir deri gibi duran kadın arkasını dönerek açık olan kapıdan koşarak çıkmıştı. Daha ne olduğunu kavrayamamıştım, bir süre sonra kırmızı halının sonundaki duvardan kapı ikiye ayrılarak açılmıştı. Açılan duvardan içeriye, kırmızı elbiseli kadın topuklarıyla kuğu gibi süzülmüştü. Ayakları titriyordu, aynı elleri gibi. Kapıdan on adım uzaktaydı, ne olduğunu anlamıyordum. Gözlerim yukarıya kaydığında lider ve diğer adamın orada olmadığını fark ettim. Kadın biraz daha bana yaklaştığında duvardan kapı kapanmıştı.

Kadının adımları durduğunda ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Elleri havaya kalktığında kendimi tehlikede hissetmiştim, herhangi bir hareketine karşı hazır duruyordum. Kadın düşündüklerimden farklı bir şey yaptı, eli yüzünde duran kırmızı maskeye gitmişti. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken yanımda duran Sibel ablaya bakmıştım, o da kafasını kaldırarak bana bakmıştı. Gözlerinden yaşlar akıyordu, ama yaptığı tek şey işaret parmağını kaldırarak dudaklarına götürmesiydi.

Kadına baktığımda hala maskesinin ipliklerini çözüyordu. Öylece durmuş kadına ve arkasından kapanan duvardan kapıya bakıyordum. Kapının arkasından sesler geliyordu, kapıyı açmaya zorluyorlardı. Kadın maskesinin ipliğini söktüğünde kırmızı maske, kan rengi halının üzerine cam parçası gibi düşmüştü. Neler olduğunu anlayamıyordum, zaman durmuş da kendimi zamanda kaybolmuş bir kuş gibi hissediyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Kadının yüzüne odaklandığımda neye uğradığımı şaşırmıştım. Dizlerim titremeye başladı, ayaklarım beni kaldıramayacak gibi hissediyordum. Benden çalınan kanadım, mavi gözlerinden akan gözyaşlarıyla bana bakıyordu. Dudaklarım titredi, dizlerim beni taşıyamaz hale geldi ve sonunda dizlerimin üzerine yere çakıldım.

Her şeyle başa çıkabilirdim, ölümle bile, ama karşımdaki bu görüntüyle nasıl başa çıkabileceğimi bilmiyordum. Yıllardır aradığım ablam, satıldığını düşündüğüm ablam, karşımdaydı...

Başıma daha ne gelebilir derken, yaşamadığım hiçbir şey kalmamıştı. Gözlerimden yaşlar akıyordu, karşımda sarı saçları ve mavi gözleriyle bana bakan ablam vardı. Sesini unuttuğum, kokusunu unuttuğum ve o güzel gözlerindeki sevgiyi unuttuğum ablam karşımdaydı.

Ağlamaklı sesimle gördüklerimi doğrulamaya çalışıyordum. "Se..seni kafamda kuruyorum değil mi? Sen burada yoksun, sadece kafamda kuruyorum."

Yeniden bağırarak konuştum.
"BEN SENİN SATILDIĞINI DÜŞÜNEREK NELER YAPTIM AMA SEN ONUN ARKASINDA MI DURUYORDUN?" Beynim gördükleri karşısında ne yapacağını bilmiyordu, ağzımdan çıkan hiçbir sözü kontrol edemiyordum.

Saçlarımı yolar gibi çekmeye başlamıştım. "SENİ BULABİLMEK İÇİN KİMLERİ HARCADIĞIMDAN HABERİN VAR MI?" Ben onu ararken, o nasıl Mara çetesinin liderinin arkasında olabilirdi? Yanında durduğu adam kimdi? Liderle ne gibi bir anlaşması vardı peki? Gözlerimdeki yaşları sildim ve hızlıca ayağa kalktım. Ani ayağa kalkmamla gözlerimin önü kararmıştı. Bunu umursamamıştım, sadece ablamın yanına varmak istiyordum.

Hızlı adımlarla yanına vardığımda durdum ve gözlerinin içine baktım, orada ablam yoktu. Gözlerindeki neşeyi çalmışlardı.

Küçükken ablamın dünyalar güzeli bir kız olduğunu düşünürdüm, hiçbir zaman yanılmamıştım. O her zaman çok güzeldi. Onu benden çalmışlardı, mavi gözleri artık eskisi gibi bakmıyordu. Asrın Güngöz'ün her zaman yıldızlar gibi parlayan gözleri eskisi gibi parlamıyordu. Gözlerindeki galaksiyi ondan çalmışlardı. Daha fazla bekleyemedim ve canım ablama sarıldım. Sanki onu bir daha göremeyecekmişim ve yok olacakmış gibi sarıldım. Hâlâ gerçekliği ve hayal dünyamı ayıramıyordum.

Sarılmam o kadar şiddetli olmuş olmalı ki ikimiz de yere çökmüştük. Ağlamalarım kısık inlemelere dönüşmüştü, onu bulacağımı biliyordum ama burada değil. Satıldığını düşünerek buralara kadar gelmiştim. Ama o şu an bana sarılıyordu ve Mara Çetesinin liderinin arkasındaydı. Her şeyin cevabını alacaktım ama yavaş yavaş. Arkamızdaki duvardan kapı şiddetle açıldı, oraya bakma zahmetine bile girmedim ve ablamın o güzel kokusunu içime çektim. Kulağına eğilerek fısıldadım. "Seni çok özledim kardeşim, eve gitmen için her şeyi yapacağım." Sözlerim bittikten sonra ablamı benden koparmışlardı.

Kafamı kaldırarak baktığımda önümde dikilen lideri gördüm. Ablamı ise yeşil gözlü adam kollarından tutarak kaldırmıştı ve hızlı adımlarla duvardan kapıdan çıkarmıştı. Dayanamamıştım onu benden bir kere daha çalmalarına, "BIRAK ONU LANET OLASICA HERİF!" Bağırmam hiçbir boka yaramamıştı, ablamı benden bir kere daha almışlardı. Hızlıca ayağa kalkmıştım tekrardan başım döndüğünde beni lider tutmuştu. Boyu benden çok fazla uzundu, kafamı kaldırarak maskenin ardındaki gözlerine baktım.

Orada bir şeyleri başardığının parıltıları vardı ve yanında ise kızgın bakışları vardı. Biraz daha yaklaştım ve kafamı daha çok dikleştirdim. Dudaklarım oynadığında gözleri dudaklarımdan başka bir yere bakmaz olmuştu. Sert siyah eldivenli elleri belimdeydi ve sıkı bir şekilde ondan kaçmayacağıma emin olmak ister gibi tutuyordu beni.

Темный Ангел оказывается в логове демона. Но знай, что ты оторвал ему крыло и он не умрет, не отомстив."
(Ve Kara Melek, iblisin ininde kendisini bulur. Ama bilmelisin ki sen ondan kanadını koparttın, intikam almadan ölmez.) Gözleri hâlâ dudaklarımdaydı, belimdeki tutuşu daha da sıklaşmıştı ve nefes almaya korkar gibi olmuştum. Maskenin ardından boğuk ve sert sesi beni tutsak etmek için çıkmıştı.

"Никто не хочет, чтобы ты умерла, моя прекрасная белая бабочка. Я просто хочу, чтобы ты стоял рядом со мной."
(Ölmeni isteyen yok, benim güzel beyaz kelebeğim. Sadece yanımda durmanı istiyorum.) Duyduğum son sözleri bunlardı, arkamdan birisi belime iğne batırmıştı. Gözlerim yavaş yavaş kapanmıştı. Tutuşunun nedenini anlamıştım, yere düşmemi istemiyordu. Gözlerim karanlığı bulduğunda vücudum kendisini sert ellerine bıraktı. Bacaklarımda ellerini hissettim.
Beni kucaklamıştı ve kafam geriye doğru yatmıştı. Kollarında olmaktan nefret etmiştim. Son hissettiğim şeyse boynumda bir öpücük hissetmem olmuştu.

Ve karanlığa gömülmüştüm. Orada filizlenmek istemiştim ama buna izin verilmemişti. Karanlığın beni yok edeceğini düşünürken, karanlıktan bir ışık süzmesi gömüldüğüm toprağa doğmaya başlamıştı...

Ve Kan Aleksevv yuvasına kavuşmuştu. Yuvasının neler hissettiğini bilmeden yaptığı şeyleri düşünmüyordu.

Hastalıklı sevgisinin ikisinin ölümü olmasını istemiyordu.

Belki de o ikisini de çoktan ölümün kollarına atmıştı.

 

 

 

Biliyorum uzun bir süre beklediniz arkadaşlar ama bölümü yazmam imkansızdı maalesef. Sınav haftam araya girdi yetmedi yakınım birisini kaybettim. Umarım bölümü beğenmişsinizdir.
🤍

 

Loading...
0%