Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26.вσ̈ℓϋм

@rukiyeakbal07

 

Kelimeler yalnızca boyanmış ateştir; bir bakış ateşin ta kendisidir.

-Mark Twain.

 

•••

 

Now and then I think of all the times you screwed me over.
(Arada sırada bana kazık attığın günleri düşünüyorum.)

But had me believing it was always something that I’d done.
(Ama her seferinde benim yaptığım bir şey yüzünden olduğuna inandırıyordun beni.)

But I don’t wanna live that way.
(Ve ben bu şekilde yaşamak istemiyorum.)

Gotye ft. Kimbra - Somebody That I Used to Know

 

 

▪️26.BÖLÜM: Geçmişin Külleri Ve O Kül de Yanan Bedenler▪️

 

Yağmurlu havalara bayılırdım. Her gök gürlediğinde, battaniyenin altına girmek yerine heyecanla yatağımdan kalkar, pencerenin önüne giderdim ve yağan yağmuru izlerdim. İlk şimşek çaktığında ise yer ve göğü inleten sesi duyardım; bu, tanrının öfkelendiği anlamına gelirdi. Tanrı kızdığında gökyüzü griye bürünür ve bu gri gökyüzü sayesinde yeryüzüne su damlacıkları yağardı.

Her yağmur yağdığında, bir çocuğun ağladığını ve tanrının buna kızdığı için şimşek çaktığını düşünürdüm. Büyüdükçe düşüncemde pek değişiklik olmadı. Birisi yağmur altında eğlenip dans ettiğinde bunu doğru bulmaz, onlara kızardım. Bu düzeni kafamda kurmuştum ve kendime hakim olamazdım.

Her yağmur yağdığında sessizliğe gömülürdüm ve o sessizlikte kendimi bulurdum. Küçüklüğümden gelen bu mirasa hep sahip çıkmaya çalıştım. Yağmuru severdim, ama ağlayan bir çocuğu değil. Bu, hayatımı birçok yönden etkiledi ve içimde bir şarkı mırıldandım:

“Yağmur yağıyor mu?
Seller akıyor mu?
Ağlayan kız hâlâ camdan bakıyor mu?

Yağmur yağıyor,
Seller akıyor,
Ağlayan kız camdan bakıyor.”

 

***


Beni içine çektiğin karanlıktan ne zaman çıkaracağını bilmiyordum. Sana nefretle bakan gözlerime şimdi sevgiyle bakıyorsun. Belki de kalbine bir hançer saplamalıyım. Nefretimi sana göstermem için seni öldürmem mi gerekiyor?

İçine daldığım karanlık topraktan çıkmaya çalışıyordum. Kirpiklerimi titreterek gözlerimi açmaya çalışıyordum. Bir süre sadece beynim uyanık kalarak bekledim, gözlerimi açmadım. Bu süre içinde etrafımı gözlemleyemedim ve bu beni tedirgin etti. Hâlâ gözlerimi açmamıştım. Yavaşça gözlerimi açtığımda bir kapının açıldığını duydum. Hızla yattığım yerde gözlerimi hemen kapattım. Sert adımlar işittim ve elimi battaniyenin altından karnıma doğru çıkardım. Göğsümün arasında hançeri hâlâ hissediyordum.

Göğsümün arasında ki olan hançeri hâlâ hissediyordum bu biraz bile olsa içime su serpiyordu. Gelenin kim olduğunu bilmiyordum, bakabilecek zamanım olmamıştı. Kendimi çok fazla tehlikede hissediyordum, bu ise çok fazla adrenalin salmama neden oluyordu. Yanıma yaklaşan adım sesleri daha sert bir şekilde kulağıma çalınıyordu. Birkaç adım sonra ise yanıma varmıştı.

Tepemde bekleyenin kim olduğunu bilmiyordum. Elim hançere yakın bir yerde bekliyordu. Tepemde bekleyen kişi, rahatsız olduğum deri koltuğun yanında eğilmişti. Bunu ise gözlerim kapalı olsa bile karanlığını görebiliyordum. Yabancının eli yanağıma dokunmuştu, bu ise titrememe sebep vermişti. Eli yanağımdan beyaz saçlarımı bulmuştu, saçlarımı okşayan elleri buz gibiydi. Yüzünün yüzüme yakınlaştığını hissediyordum. Sıcaklığı yüzüme vuruyordu, dudaklarıma üflediği sıcak nefesi ise cabasıydı.

Gözlerimi açmak istemiştim ama daha zamanı olmadığını biliyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum, soğuk elleri alt dudağımı okşamıştı. Dudağımdaki kırmızı boyayı parmaklarıyla silmeye çalışmış gibiydi. Sıcak nefesini daha fazla hissetmeye dayanamıyordum, hayır, bu tacizlerine bir son vermeliydim. Nerede olduğumu bile bilmiyordum, bir süredir bu şekilde beklemekten sıkılmıştım. Hareket etmem gerekiyordu ama şimdi yanımda bekleyen kişinin yüzünden hiçbir yeri inceleyemiyordum ve yaşadığım şeyleri düzgün bir şekilde düşünemiyordum.

Ablamı bulmuştum ama şimdi ondan ayrı kalmıştım. Onu yeniden benden çalmalarına izin vermeyecektim. Bu asla olmayacaktı, ben ablamı buradan götürecektim. Dudaklarımda hissettiğim sıcak nefesle düşüncelerimden hemen sıyrılmıştım. Bu da kimdi şimdi ve beni öpmeye çalışıyordu? Gözlerimi açtım, elim göğsümün arasında duran hançere gitmişti. Hiç durmayarak hançeri göğsümden çıkarmıştım ve dudaklarıma yaklaşan adamın boğazına dayamıştım.

Karşımdaki adam siyah saçlarıyla ve kuzguni gözleriyle bana bakıyordu. Dudaklarında ise oyunu kazanmışçasına bir gülümseme vardı. Teni esmer değildi ama güneş yanıkları vardı, gözlerindeki pırıltılarla gözlerime bakıyordu. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Yakışıklıydı. Bu besbelli bir şeydi ama kim olduğunu bilmiyordum. Yüzü yüzüme yakındı ve gözlerini gözlerimden ayırarak dudaklarıma indirmişti.

Bu yaptığıyla boynunda duran hançeri biraz daha bastırmıştım. Hançeri bastırmam sonucunda boynunda derin olmayacak bir kesik oluşmuştu. Kesilen yerden kan sızmıştı ve kan süzülerek beyaz elbiseme damlamıştı. Sessizliği bozan ilk kişi yüzüme eğilen adamdı.

“Uymadığını biliyordum, küçük Mera,” adamın derin sesi beni içine çekmişti. Kafam dank edince ise kafamda sözlerini tekrarlamıştım. Bana Mera demişti, bu adam Mara çetesinin lideriydi ve benimle dalga geçiyordu. Aramızda duran hançere gözleri kaydı, hiç durmayarak hançeri daha çok boynuna dayadım. Ablamı benden yeniden almıştı, onu burada öldürebilirdim ama hiçbir işime yaramazdı. “Küçük dediğin kız şu an boynuna bıçak dayıyor, sence küçük olabilir mi?”

Sözlerimden sonra elimi kıvırmıştı ve elimdeki hançeri alarak benim boynuma dayamıştı. Bu hareketiyle, bedenimi hareket ettirecekken üzerime daha çok ağırlığını vermişti. Çok fazla sinirlenmiştim ve elimde hançer varken onu neden öldürmediğimi düşünüyordum. Şu an onun elinde ve benim boynuma dayadığı hançerimle bana üstünlük taslıyordu. Bakışlarından bunu anlayabiliyordum. “Sen benim gözümde her zaman küçük Mera olarak kalacaksın. Beni hâlâ hatırlamıyorsun değil mi маленький.” (Küçük)

Son duyduğum sözle kafamın darmadağın olduğunu biliyordum ve bu beynimi ağrıtmaya yetmişti ve gözümün önünden geçen anılar ise dünyamın başıma yıkılmasına neden olmuştu. Anılar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçmeye başlamıştı.

Ülkemizde ilk defa güneş yüzünü göstermişti ve ben de o gün evden kaçarak ormana gitmiştim. Bu olayın üzerinden sekiz yıl geçmişti ve hatırlamam olağandışıydı. Devrilen bir ağacın üzerine çıktığımı hatırlıyorum, sonra da ağaçtan inerken düştüğümü. Ben ağlarken önümde bir çift siyah ayakkabı belirmişti ve gözlerim genç oğlanı bulmuştu. O zamanlar yüzüne siyah bir maske takıyordu ve on beş, on altı yaşlarında olmalıydı.

Bana elini uzattığında tutmamalıydım ve oradan ağlayarak kaçmalıydım. Çocukluk aklımla elinden tutmuştum ve onunla yağmurdan kaçarken eğlenmiştim. Günün sonunda ondan korkarak evime kaçmıştım. Onun tehlikeli olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Arabadan inmeden önce yaşadığım anıları daha net hatırlıyordum.

“Adın nedir, маленький?” (Küçük) diye sormuştu.

“Adım Mera,” demişti küçük Mina, küçük yalanını ailesini korumak için söylemişti.

“Peki, sizin adınız nedir, bayım?” Ablam beni kibar ve zarif birisi olarak yetiştirmişti. Tabii ki, bu, o gittikten sonra çok fazla değişmişti.

“Adım, Человек Тьмы.” (Karanlığın Adamı)

Artık her şeyi anlayabiliyordum. Ben o gün karanlığımla tanışmıştım ve karanlık beni o gün içerisine çekmişti. Gözlerim karşımdaki adamı buldu, hâlâ gözlerimin önünden anılar film şeridi gibi geçmeye devam ediyordu. Siyah gömleğinin yakasından belli olan, boğazındaki ejderha dövmesine nefretle bakmıştım.

Söylediği sözlerin hiçbirini o zaman anlayamamıştım. Hâlâ söylediği sözler kulaklarımda çınlıyordu. “Büyüdüğün zaman, Rusça öğrenerek adımı öğrenebilirsin.” Rusçaya neden bu kadar meraklı olduğumu bilmiyordum ama artık anlayabiliyordum bu ilgimi. Bu sözlerinden sonra arabada bir süre sessizlik oluşmuştu. Onlara evimin birkaç sokak öncesinin adresini vermiştim. Araba durduğunda tam çıkacağım esnada oğlan kolumdan tutmuştu.

“Bana yalan söyledin, маленький.” (Küçük)

O an korkudan altıma bile edebilirdim. Ellerim ve ayaklarım korkudan titriyordu. Bunu söyledikten sonra gözlerime birkaç saniye daha bakmıştı ve sonrasında elimi bırakmıştı. Hiç düşünmeden arabadan inmiştim ve sarı çizmelerimle koşarak evimin yolunu tutmuştum. Eve vardığımda ilk ablamdan azar işitmiştim, sonra ise ablamın bana sarılması ve beni banyoya sokması bir olmuştu.

O gün, o akşam ailemle en iyi zamanımızı geçirmiştik. O akşam sinema gecesi yapmıştık ve birçok oyun oynamıştık. O güne dair sadece bu anılar kafamda kalmıştı. Onu unutmuştum ve külleriyle de oyunlar oynamıştım.

Artık her şey yerine oturmuştu, beni neden burada tuttuğu ve ablamın kaçırılması tam olarak yerine oturmuştu. Peki ya neden ben? Onun peşimden gelmesi için hiçbir şey yapmamıştım. Hayatın tekrardan karnıma vurduğu bir tekmesiydi. Neler olacağını bilmiyordum. Şu anda üzerime çökmüş bir haldeydi ve boynuma bir hançer dayamıştı. Benim gözlerim onun gözlerindeyken, onun gözleri direkt dudaklarıma bakıyordu.

“Gözlerini dudaklarımdan çeker misin, Человек Тьмы? Rusça öğrendim, senin ise nasıl bir pislik olduğunu daha iyi öğrendim.” (Karanlığın Adamı) Derin bir nefes aldığımda göğüsüm de şişmişti. Yaşadıklarım çok fazla ağır geliyordu ve bana şu an bakan adamı öldürmek istiyordum.

“Güzel olan her şeye bakılır ve sen çok güzelsin, Mera.” Artık sinirlenmeye başlıyordum. Ben Mera değildim, benim adım Mina’ydı ve her zaman da öyle kalacaktı.

Boynuma dayadığı hançere baktım, gözlerim sonra kuzguni gözlerine değdi. Boynuma dayadığı hançeri nasıl alt edebileceğimi düşünüyordum. Her hareketimde hançer daha çok boğazıma batıyordu. Gözlerinin içine saf nefretimle baktım ve “O günden sonra seni hiç görmedim, karşıma çıkabilirdin ama sen bunun yerine ablamı kaçırtmayı mı seçtin yani?” sözlerimden sonra gözleri açık mavi gözlerime değdi.

Gözlerinde saf kötülüğü görebiliyordum, gözleri ölü toprak gibiydi, insanı içine çekiyordu. “Ablanı ben kaçırmadım, o zamanlar babam çetenin lideriydi. Bu işlerde elim yoktu. Her şeyi öğrenmek istiyorsun, biliyorum Mera, ama beklemek zorundasın. Ablan bir hata yaptı, yoksa ikimiz birlikte olan biteni sana anlatacaktık.” Ablam bu adamla birlikte olamazdı, ablam bana bunu yapamazdı. Kaşlarımı çattım ve boynumdan bıçağı çekmesini söyledim. “Konuşmaya başlamadan önce boynumdan şu hançeri çek.” Güldü ve hançeri boynumdan dudaklarımın üzerine getirdi.

“Tabii ki çekeceğim, benim güzel Meram. Ama sen akıllı bir kız olacağına güvenebiliyor musun? Sana güvenebilecek miyim?”

Bana güvenmemesi gerektiğini bilmesi gerekiyordu. Bana güvendiği anda onu sırtından bıçaklayacağımı bilmesi gerekiyordu. Ama bilmese de olurdu, gözlerinin içine baktım ve sessizce kafamı salladım. Gülümsedi ve dudaklarımdan hançeri çekti, siyah pantolonunun arkasına sıkıştırdı. Üzerimdeki ağırlığını çekti ve geriledi. Bende yattığım siyah deri koltuktan kalktım ve üzerime örtülen gri battaniyeyi ayaklarımla yittim, ayaklarımı hareket ettirerek siyah halının üzerine koydum. Bu sırada çetenin lideri beni gözlemliyordu. Ayakta bekliyordu ve uzun boyu önüme gölge düşürmüştü. Kafamı kaldırdım ve etrafı inceledim. Güzel dekore edilmişti, ama çok karanlıktı ve her yer çok siyahtı. Odayı aydınlatan ışıklar bile çok boğucuydu. Önüme döndüğümde ise duvarın camdan olduğunu fark ettim. Hava karanlıktı ve ülkede ilk defa yıldızlar bu kadar çok parıldıyordu.

Yavaşça ayaklandım ve önümdeki sehpanın yanından geçtim, camdan duvara yavaş adımlarla ilerledim. Arkamda ise Karanlığın Adamı beni takip ediyordu. Elimi cama koydum ve etrafı inceledim, şehrin ışıkları hâlâ sönmemişti, ama bu yıldızların parlaklığını söndürmemişti. Herkes günlük normal yaşantısındaydı, kimse isyan etmiyor ya da ayaklanmıyordu. Tüm bu durumdan memnunlar mıydı? Yaşanan olayları normal mi karşılıyorlardı? Kızların eziyet görmesi normal miydi? Kız çocuklarının satılmaları normal miydi, yani her şey normaldi ve bizler boşa mı uğraşıyorduk? O kadar çok anne ağlamıştı, o kadar çok baba, abla, kardeş ağlamıştı, ama her şey bu ülkede normal karşılanmıştı.

Neden kimse sesini çıkarmıyordu? Neden kimse ayaklanmıyordu, neyden bu kadar çok korkuyorlardı? Gözlerim karanlıkta parlayan yıldızları buldu ve gözlerimi kapattım, kafamı cama yasladım. Arkamda bekleyen adam ise kolunu belime koymuştu. Belimde olan eline elimi koydum ve sert bir şekilde yittim. "Çek o pis ve kanlı ellerini üzerimden. Sadece ablamı istiyorum, sıkıldım artık bırak bizi ve buradan uzaklaşalım. Yeter artık, ne istiyorsun benden, bizden!"

Bir süre sustu, kafamı camdan kaldırdım ve ona döndüm. Kafamı kaldırarak kuzguni gözlerine baktım. O da aynı şekilde gözlerime baktı ve kısık ve sert bir şekilde konuştu. "Seni." Bu adam benden ne istiyordu, neden bana bu kadar çok takmıştı? Yapboz parçalarını birleştirmiştim, ama eksik olan bir parça vardı. Elimi kalbinin üzerine koydum ve güm... Güm... Atan kalbinin sesini duydum.

Elim hâlâ kalbinin üzerindeyken, “Kalbin yok mu senin? Bu atan kalbini katran karasına mı boyadın be adam. Sen kendini nasıl normal sanıyorsun? Sen insan değilsin anladın mı? Sen kız kaçakçılığı yapan pislik, lanet bir adamsın. Hâlâ nasıl ‘Seni.’ İstiyorum diye biliyorsun? Karanlığa batmışsın ve beni de o karanlığa çekiyorsun.” Kalbinin üzerinde duran elim yumruk hâline gelmişti. Yumruk olan elimle kalbine vurmaya başladım. Gözlerimde yaşlar bekliyordu ama akmalarına izin vermiyordum, veremezdim, ben güçsüz değildim.

Sert yumruklarımla göğsüne vuruyordum. Ani hamlesiyle iki elimden tutmuştu ve beni cama dayamıştı, aramızda bir parmaklık mesafe yoktu vücudunu, vücuduma dayamıştı. Ellerim soğuk cama yaslanmıştı ve parmaklarımın arasında parmakları vardı. Kafamı kaldırdım ve sinirli bir şekilde adama baktım. Boynunu eğmişti ve gözleri dudaklarıma bakıyordu. Biraz daha kafasını eğdiğinde beni öpmeye çalıştığını anlamıştım. Kafamı diğer tarafa çevirdiğimde pis dudakları yanağımı bulmuştu. Bundan nefret etmiştim, ellerimi hareket ettirmeye çalıştığımda daha çok parmaklarıyla beni çivilemişti cama.

Yanağıma değen dudakları saçlarıma doğru ilerlemişti, saçlarımı kokladıktan sonra öpmüştü. Kısık sesimle konuştum. “Yani beni bunun için mi istiyorsun, lanet herif. Sen hayvan bile olamazsın.” Bacağımı kaldırdım ve bacak arasına tekme attım. Ellerini ellerimden çekti ve geriledi, hiçbir şey hissetmemişti. Ben mi güçsüzleşmiştim, yoksa bu adam acı hissetmiyor muydu? Birkaç adım attım, önünde durdum. “Ben asla senin olmayacağım, seni öldüreceğim. Bunu sende biliyorsun değil mi?”

Sadece gülümsedi ve elini yanağıma koydu ve okşadı. Gözlerim kapanmak üzereydi ama buna izin vermemiştim. İki elimi de karnına koydum ve yittim, onun gerilemesi gerekirken ben savrulmuştum geriye doğru. Cama yaslandığımda yavaşça yere çöktüm ve belimi daha çok cama yasladım. Dizlerimi karnıma çektim ve ellerimi kafama götürdüm ve saçlarımı geriye doğru attım. Kafamı kaldırdığımda yeniden önümde dikildiğini gördüm, adam beni rahat bırakmıyordu.

“Ablamı görmek istiyorum. Getir onu bana.” Ablamı istiyordum, ne olursa olsun ablamı istiyordum, benden kopardığı ablamı geri istiyordum. Bana yukardan bakarak “Ablanı görmene daha var, şu an işlerini halletmeye çalışıyordur.” Bu adam ne işinden bahsediyordu, benim ablamın beni görmesi gerekiyordu, işleri değil. “Sen ne işinden bahsediyorsun?” Gözlerim irice açılmış, başımda dikilen adama bakıyordum.

“Ablan Oxford Üniversitesinden mezun oldu, Yazılım mühendisliğinden. Ayrıyeten de şirketi var.” Bu adam kimden bahsediyordu, bahsettiği kişi benim ablam olamazdı. Benim ablam Rusya’ya satılmış, on beş yaşındaki bir kızdı, bana böyle söylenmişti. Peki, bu adamın söyledikleri neydi? Ellerimi saçlarıma götürdüm ve çekmeye başladım. Bunu yaptığım sırada başımda dikilen adam yere çöktü ve saçlarımı yolmama izin vermedi, ellerini ellerime koydu.

Ne rvi svoi prekrasnyye volosy, moya prekrasnaya belaya babochka.” (O güzel saçlarını yolma, benim güzel beyaz kelebeğim.)

Neler olduğunu bana açıklamalıydı, yoksa ben kafayı yemek üzereydim. Neler olduğunu anlayamıyordum. Ellerimi tutan ellerine baktım. Gözlerim yavaşça gözlerine çıktı. Bu kaçıncı bakışmamızdı, bilmiyordum, ama gözlerimi gözlerinden alamıyordum. Ellerimi ellerinden çektim ve dizlerime koydum. O ise elini saçımdan çekmemişti. Saçlarımı okşuyordu, gözlerim kapandı ve kendimi ona bıraktım. "Bana her şeyi anlatman gerekiyor, yoksa daha çok delireceğim. Benim buraya neden geldiğimi biliyorsun, benim buraya ne için geldiğimi biliyorsun. Her şeyi biliyorsun, senin her şeyi bilmen demek her yaşadığım olayda elinin var olduğunu gösteriyor. Sen beni bir oyuna sürükledin ve ben o oyuna hiç düşünmeden girdim. Şimdi eline geçen şey ise ben miyim?"

Sinirlerim altüst olmuştu ve bağırmaya başladım. "ŞİMDİ BENİ ELİNDEMİ ZANNEDİYORSUN. HİÇBİR ZAMAN SENİN OLMAYACAĞIM, SEN BENDEN ABLAMI ALDIN. SEN BENDEN ANNEMİ ALDIN, SEN BENDEN BABAMI ALDIN, SEN BENDEN HAYATTIMI ALDIN. ŞİMDİ İSE BENİMİ ALACAKSIN. ALAMAYACAKSIN!" Bağırmam bittiğinde, saçımın üzerinde duran elini elimle ittim ve kafamı dizlerimin üzerine koydum.

Düşünmem gerekiyordu, hem de iyicene düşünmem gerekiyordu. Kendimi bir oyunun içinde bulmuştum ve şimdi de kendimi ve ablamı çıkarmaya çalışıyordum. Bu adam zekiydi, bu gözlerinden belli oluyordu. Ne yapmam lazımdı? Kuzguni gözleri benden her şeyimi almışta benim haberim yokmuş gibi bakıyordu. "Ablan çok iyi yerlerde okudu ve şuan yazılım mühendisi. O senin yanına çok fazla gelmek istedi ama ben izin vermedim. Veremezdim de, o zamanlar ablan biraz tehlikedeydi." Konuştuğu hiçbir olayı anlamamıştım.

Hiçbir olayı anlamıyordum. Ben neyi anlıyordum ki? Artık kendimle çelişkiye girmiştim. Hâlâ tepemde dikiliyordu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. "Ablam ne zaman gelecek peki?" Ablamın burada sözü geçiyor olmalı ki işleri var diyebiliyordu. Benim ablam okumuştu ve bir mesleği vardı. Adam sessizliğini korudu ve soruma cevap vermedi.

'Ablan tehlikede olduğu için sizin yanınıza gelemedi,' demişti. Bizi hiç özlememiş miydi? Ya da beni özlememiş miydi? Ben onun için dünyayı yakmaya hazırdım, ben onun için kendimi yakmaya hazırdım. Daha bilmediğim çok fazla şey vardı. Bir şeyleri öğrenmem gerekiyordu. Benim ablamla konuşmam gerekiyordu, o her şeyi bana anlatır ve sakinleştirirdi.

Saçlarımı şefkatle okşar, beni sakinleştirirdi. Ya ben eski ablamı yerinde bulamazsam, bende artık eski ben değildim. Elim kana bulanmıştı, ben masum değildim. Diğer kızları da kurtaramamıştım. Ben ne için vardım? Bulunduğum herkese ölümü bulaştırıyordum, kanı bulaştırıyordum.

Kendime gelmem gerektiğini biliyordum. Sadece, sadece ablamı bu adamın arkasında görünce neye uğradığımı şaşırmıştım ve artık ben, ben değildim. Görevimi unutmuştum, kendimi unutmuştum. Beynim şoka girmiş gibi ne yapacağını bilmiyordu. Ayağa kalktım ve daha yeni yattığım siyah deri koltuğa oturdum. Karanlığın Adamı da beni takip etmişti ve yanıma oturmuştu. Ben ise kendimi duvardan camdan dışarıyı izlerken bulmuştum. "Buradan dışarıyı izlerken kendini onlardan üstün görüyorsun değil mi? Sanki onların kralıymışsın ve onlar sana tapıyormuş gibi," sustu ve bana bakmaya devam etti. Kafamı ona çevirmedim.

"Onlar seni kralları sanabilir ama sen korkak bir kralsın, biliyorsun değil mi, Karanlığın Kralı?" Bakışlarımı adama çevirdim ve elimi kaldırarak yüzünü gösterdim. Alaycı gülümsemem suratımdaydı. "Benim yanımda o özel maskeni takmıyorsun. İnsanların seni görmemesi için taktığın maskenin nedenini biliyorum." Kuzguni gözlerinde bakışları derinleşti ve ciddileşti.

Pür dikkat söyleyeceğim sözler için dudaklarıma bakıyordu. "İnsanların seni görmesini istemiyorsun, çünkü suratlarına bakacak yüzün yok. O kadar annenin babanın ahını aldın ve onların yüzlerine bakacak yüzün yok, ya da gözlerinin içine bakacaklar diye korkuyorsun değil mi? Yüzün kusurlu olmayabilir ama için kusurlu ve yaralı. O yaralar kurtlanmış ve katran akıyor." Sözlerim onu etkilemiş olmalı ki suratıma parıldayan gözlerle bakıyordu.

Gülümsedi ve konuşmama cevap verdi. "Masum birisi olmayabilirim ama sende hiç masum değilsin, Mera. Maske takmamın sebebi farklı şeyler, sen böyle düşünebilirsin. Sen benim için her şeyi düşünebilirsin." Bakışları hâlâ suratımdaydı. "Yani kız çocuklarını kaçırıp satmak senin için normal bir şey mi?" Yine o pis ukala gülümsemesiyle gülmüştü. "Onları ben kaçırmıyorum ve bunu yapmak zorundayım. Bu her zaman dünyada olacak, dünyada birçok pislik var ve bu da onlardan birisi."

Dünyadaki çoğu pislikten birisiydi kendisi. Yeniden önümü döndüğümde yıldızlar kaybolmuştu ve her tarafı gri bulutlar sarmıştı. Gri bulutlar giderek acık kırmızıya dönüyordu; bu ise yağmurun habercisiydi, hem de şiddetli bir yağmurun. Yağmuru severdim, altında durup öylece ıslanmayı daha çok severdim. Bunu fark eden yanımdaki adam da elini siyah pantolonunun cebine atmıştı ve akıllı telefonunu aceleyle çıkarmıştı.

Telefonunu açarak birkaç yere tıkladıktan sonra kulağına götürmüştü. Yanımda oturan adamı dikkatlice inceliyordum. Telefondan bir iki kere çalma sesi geldikten sonra karşıdaki kişiyle konuşmaya başlamıştı. “Где еще Века? Будет сильный дождь, а его нет рядом.” (Hala nerede kaldı Vека? Şiddetli bir yağmur yağacak ve ortalıklarda yok.) karşıdaki kişiden cevap gelince tekrardan konuştu.

Скажи Веке, чтобы она немедленно пришла сюда, ее ждет брат. Я позволил ему говорить.” (Vека’ya söyle hemen buraya gelsin, kardeşi onu bekliyor. Konuşmasına izin veriyorum.) son sözlerini gözlerimin içine bakarak söylemişti. Neden Rusça konuştuğunu anlayamamıştım, söylediği her kelimeyi anlamıştım.

Akıllı telefonu kapattıktan sonra yeniden cebine sokmuştu. Bakışları bana döndüğünde, “Sevgili Vека ablanı, çağırdım. Aslında seninle konuşmasına daha vardı, yaptığının cezası buydu ama madem sen ablanı bu kadar çok görmek ve konuşmak istiyorsun, senin için bu cezayı görmezden geleceğim.” Sinirlerimi tepeme çıkarmıştı ama yine de ablam gelecek diye içimi bir mutluluk sarmıştı. O telefonda konuşurken kafamda birkaç plan kurmuştum.

Yüzlerimiz birbirlerine dönüktü ve onun bakışları sinsice bakan gözlerimdeydi. Yavaşça yanımda oturan bedenine yaklaştım. Bu hareketimi anormal karşılamamıştı ve uzaklaşması gerekirken yerinden bir kılım bile uzaklaşmamıştı. Dikkatle hareketlerimi inceliyordu ve ne yapacağımı kestirmeye çalışıyordu. Daha çok yaklaştım ve yüzlerimizi de birbirine yaklaştırmıştım.

Dudaklarımızın arasında bir iki santim vardı. Derin nefesler alıyordu, sıcak nefesi dudaklarıma çarpıyordu. Elimi koluna koydum, hareket ettirerek beline getirmiştim. Elimi gömleğinin altına koyduğumda bunu engellememişti. Elim hançere doğru gittiğinde yüzüme daha çok yaklaşmıştı ve dudaklarımız birbirine değiyordu. Elim hançeri tuttuğunda, elimi şiddetle tutmuştu ve üzerime doğru gelmişti. Geriye doğru yattığımda üzerime çıkmıştı. Elimi hâlâ tutuyordu ve tüm ağırlığını üzerime vermişti, kendimi eziliyormuşum gibi hissediyordum ayrıca da nefes alamıyordum.

Diğer elimi boğazına koymaya çalıştığımda iki elimi de bir araya getirmişti ve ileriye doğru koltuğa bastırmıştı eliyle. Ağırlığı üzerimdeydi ve nefes alamıyordum. Bu yetmiyormuş gibi bir de ellerimi ellerinin arasına almıştı ve beni yeniden kapana kıstırmıştı. “Benimle oynama malysh, ben seninle oynarsam,” (Yavrum) elleri yırtmacımdan açılan bacağıma dokundu ve “neye uğradığını şaşırırsın.”

Gözlerim gözlerinde kaldı ve söylediği hiçbir söze karşılık veremedim. Nefesimi ilk kesişi değildi, ama bu sonuncusu da değildi. Üzerimden kalkmamıştı ve biz birbirimizi anlamak için birbirimizin gözünden gözümüzü ayırmıyorduk. Ne o beni anlıyordu, ne de ben onu anlıyordum. Aradan kaç dakika geçti ya da saat bilmiyordum, ama bir kapı sesi ve içeriyi dolduran topuklu sesinden sonra “KARDEŞİMDEN UZAK DUR!” Çığlık gibi söylenen sözlerden sonra ikimizin de kafası sesin geldiği yöne dönmüştü.

 

 

Bu bölüm neydi ya biliğiniz aralarındaki elektriği yazdığım yerden hissettim resmen. Son sahne favori sahnem bu arada(⁠◠⁠‿⁠・⁠)⁠—⁠☆ ayriyeten bölüm geç geldi bu arada kusura bakmayın arkadaşlar. Diğer bölümde görüşmek üzere.

İyi günler dilerim...

 

Loading...
0%