Yeni Üyelik
29.
Bölüm

28.вσ̈ℓϋм

@rukiyeakbal07

 

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Hasretinden Prangalar Eskittim, Ahmed Arif

 

••••

 

▪️28.BÖLÜM: Dalgalara Atlayan Hisler▪️


Dünyaya hoş geldin! Ya da iyi ki doğdun mu demeliyim? Gözlerini ilk açtığın an annenin yüzünü görmeyi dilersin ya, peki sadece karanlığı gördüysen o zaman ne olacak? Karanlığı görmedin sen, karanlıkla doğdun. Hayatının amacının değiştiğini gördün. Sen dünyaya doğ diye yaşanılan birçok olay oldu, sen ise bunlardan sadece doğduktan birkaç dakika sonrasını hissedebildin. Anne rahminde, dış dünyada ne olduğunu veya neler yaşandığını bilmiyordun. Orada sadece gelişimini sağladın; annen seni her kötü olaydan kurtardı.

Şimdi ne yapacaksın peki? Artık doğdun ve karanlığa adımını attın. Adımını attığın bu karanlığın seni nereye götüreceğini bilmiyorsun. Her attığın adımla sonunun geleceğini düşünerek geleceğe baktın. Karanlığının geleceğine bulaştığını ve artık geleceğinin karanlık olacağını da düşündün. Yıllar geçti belki de, ya da aylar. Ama karanlığında bir melek gördün ve o meleğe sahip olmak istedin.

Meleğin kanatlarını koparıp, hiçbir yere uçmamasını ve yanından ayrılmamasını istedin. Bunların hiçbiri sana yetmedi ve meleği kendine zincirledin. Sana umut, yoluna ışık olmasını istediğin meleği kendine zincirledin ve meleğin de ışığını söndürmeye başladın. Artık melek de senin gibi karanlığa batmıştı. Kendini kurtarmak isterken, ışığını çaldığın meleği de karanlığa mahkum etmiştin.

Şimdi hem kendini hem de meleği kurtarman gerekiyordu ama bir çıkış yolu bulamıyordun. Hikayenin burada bittiğine inanıyordun.

Hayır, hikaye burada bitmedi ve bitmeyecek. Şimdi yaptığın bencilliklerin bedelini ödemeli ve hayatını çaldığın insanlara hayat borçlusun.

Duydun mu? Hikaye burada bitmedi...

 

****

 


Kendime bir dünya yaratmıştım. O dünyada ise birçok oyuncu üretip oynamıştım. Oynayan her bir karakteri teker teker öldürmeye başlamıştım. Ölen her oyuncuyla kendi benliğimi tamamladığımı düşünmüştüm belki de. Kafamda kurduğum dünyadan sıkılınca ise dünyayı yakmak istemiştim. Her yeri ateşe verip oradan uzaklaşmak ya da yeni bir dünya oluşturup orada yaşamak istemiş de olabilirdim. Her şeyi kafamda oluşturmuştum; oluşturduğum bu senaryo, benim iyi olmadığımın kanıtıydı. Delirmiştim. Küçük bir kız insan öldürmeyi bilmezdi; ben küçük bir kız mıydım peki?

Unuturdun kendini, unuturdun aileni, unuturdun seni sevenleri, unuturdun yaşadığın kötü olayları. Ya unuttuktan sonra o yaşadığın anıları sana hatırlatan birisi olursa? Yaşadığın bütün acıları tekrardan yaşamak anlamına gelirdi. Bana benliğimi unuttursalar bile, içimde yaşayan ve kan ağlayan küçük kıza nasıl unutturacaklardı?

Sesler ve daha çok sesler... O seslerle kendimi yok etmek istiyordum. Kandırılmıştım. En güvendiğim tarafından kandırılmıştım, elini tutup buralardan götüreceğim kişi tarafından kandırılmıştım. Onun o güzel narin elini tutmuştum ama o beni kendi karanlığına çekmişti. Ben onu kurtarmak istemiştim; şimdi elime geçen ise karanlığa batmamdı. Hayat... Hayır, bu sefer hayat beni sırtımdan bıçaklamamıştı; beni, kendi öz ablam sırtımdan bıçaklamıştı. Şimdi ise ablamın planlarına karışmıştım; o kurtulmak istemiyordu, o içinde olduğu yerin her şeyine sahip olmak istiyordu.

Ablam benim ablam değildi artık. Sözün bittiği yerde değildim; sözler yeni başlıyordu artık. Artıklar hayatıma yeni bir sayfa açmıştı; mürekkebini damlatarak beyaz sayfayı yazılarla doldurmaya başlamıştı. Ben kurtuluruz sanmıştım ama bilmediğim o kadar şey vardı ki, bilmediklerim ise beni karanlığına çekmişti. Şimdi ise ne yapacağımı bilmiyordum. Her şey bitmiş gibi hissediyordum, belki de bitmişti.

 

 


𝙺𝚊𝚗 𝙰𝚕𝚎𝚔𝚜𝚎𝚎𝚟

Dünyam karanlıktı, hem de çok fazla karanlıktı. Karanlığımda yanıma bir ışık istemiştim; kendi ışığımı kendim karanlığıma çekmiştim. Onu hiçbir zaman karanlığımdan çıkarmayacağımı biliyordum, bu ise benim onu kendime tutsak edişimdi. Hep benimle olmalıydı, her zaman benimle olmalıydı. En güvenli yer benim yanımdı. Mera'mı herkesten daha çok sevdiğimi biliyordum.

Mina Güngöz benim dileğimdi... Ve her zaman öyle kalacaktı.

Mera benim için doğmuştu, karanlığıma ışık tutmak için doğmuştu. Mera'nın beni bulması için her şeyi yapmıştım, elimden gelen her şeyi. Yetmemiş, karşısına bile çıkmıştım; beni bulması için birçok ipucu bırakmıştım ve o da attığım bütün yemleri kabul etmişti. Eğitilmesini sağlamıştım, benimle savaşabilmesi için benim gibi olmasını istemiştim. Mera asla benim gibi olamazdı çünkü kendime benzetmeye çalıştığım herkes beni öldürmeye çalışıyordu. Bundan yıllar önce o dileği dilemeseydim ve Mera hayatıma girmemiş olsaydı, kendimi öldürebilirdim. Ölmemem gerektiğini biliyordum çünkü Tanrı benim dileğimi kabul etmişti ve bana bir ışık vermişti.

Belki de dileğimi kabul ettiği için pişman olabilirdi ama ben Mera'yı artık bulmuştum ve onu hiçbir zaman bırakmayacaktım. Her yerde, arkasındaki gölge gibi yanı başında olacaktım. Mera benim için doğmuştu, o benim için buradaydı. Ablası yüzünden her ağladığında ablasını çok fazla öldürmek istemiştim. Ablasını ben elinden almamıştım; bana baba olan kişi yapmıştı, hiçbir zaman babam olduğunu kabullenemediğim adam. Bu olayların temellerini atan kişi oydu. Tüm suç babamda diyemeyeceğimi biliyordum. Asrın'ı kazadan sonra bir hastanenin oraya bıraktırabilirdim ama yapmamıştım çünkü kafamdaki plan Mera'nın bana zorlu yollardan gelmesiydi.

Ve bunu başarmıştım, ne olursa olsun başarmıştım. O bana gelmişti.

Güzel kokulu meleğim kollarımdaydı. Ablası ona her şeyi anlatmıştı ama detaylarıyla değil. Şimdi ise kollarımdaydı, onu baygın bir şekilde evimize götürmek istemezdim ama ablası böyle olsun istemişti. Tepkisini ölçmek için ablasının yanına gelmeyeceğini söylemiştim ama o çıldırmıştı. Ablasına çok fazla düşkündü; bu düşkünlük o kadar büyüktü ki kaç yıl ablasından ayrı kalmasına rağmen bu düşkünlüğü devam ediyordu. Bu düşkünlüğü kıskanmıştım.

"Onu çok özledim ama bu dünyaya alışmalı."

Veka'nın sözleriyle bir kulağım ondaydı. "Barut'un buraya geldiğimden haberi hâlâ yok, Kan. Ona bunu sen söyleyeceksin." Kardeşi kollarımdaydı ama o hâlâ Barut'u düşünüyordu. Odaya ilk girdiğindeki tepkisi çok saçmaydı. Yine kafasında planlar kurmuşa benziyordu. Bana ihanet edemeyeceğini biliyordu; aynı şekilde amcamın oğlu Barut bunu tatmış birisiydi. O yüzden bu konuya fazla odaklanmayacaktım.

"Odadan çıktığımda ona ne dedin?" Birkaç saniye sadece sustu ve arkamdan sert topuklu sesleri de durmuştu. Sonra yeniden kendine geldi ve peşimden gelmeye devam etti. "O benim kardeşim, onu tehlikeye atacak hiçbir şey yapmam. Sadece sen odadayken kendim gibi davranamıyorum." Hiçbir şey demedim.

Adımlarım asansörün önünde durduğunda durdum ve bekledim. Birkaç dakika sonra asansörün kapısı açılmıştı. Kollarımdaki meleği sanki uçacakmış gibi sıkıca tutuyordum ve siyah ayakkabılarımla asansöre adımımı attım. Arkamdan Veka da binecekken elimle dur işareti yaptım ve Veka olduğu yerde öylece kalakaldı.

"Ben Mera'yla bir yere gideceğim ve seni ne zaman çağırırsam o zaman geleceksin." Veka yerinde durmayarak, "O benim kardeşim, yeter artık! Onu benden daha ne kadar ayıracaksın? Bu kadar yeterli değil mi artık?" dedi.

Dediklerinin hiçbirini umursamadım. "Eğer kardeşinden ayrı kalmamak isteseydin elinde birçok imkân varken sen bunu başarırdın, Veka. Sen sadece oyunlar oynuyorsun ve ben bunu fark ediyorum. Kardeşin bir süre benimle olacak, o benim."

Kafamı kameraya çevirdim ve gözlerimle baktım. Asansörün kapıları talimatımla kapanmıştı. Son gördüğüm ise Veka'nın yüzündeki hırstı. Bu hırsı kardeşine de geçmişti; hiçbir şeyden kolayca vazgeçemiyorlardı. Ama ben vazgeçirmesini bilirdim. Onu ben eğitmiştim, aynı şekilde nişanlısını da.

Kollarımdaki meleğe eğildim ve saçlarını kokladım. Dünyadaki en güzel çiçek kokusundan daha güzel kokuyordu, meleğim. En üst katta olduğumuz için aşağı inmemiz biraz zaman almıştı. Uyanmayacağını biliyordum, bir gün boyunca hiç uyanmayacaktı. Birlikte sadece ikimizin olacağı, sadece bizim olacağımız bir yere gidecektik. Bunu hak etmiştik.

Asansör durduğunda adımımı dışarıya atmıştım. Çalışan fazla yoktu, sadece iki kişi vardı ve diğerinin elinde bir kamera vardı, etrafı çekiyordu. Kameraman adım seslerimle bize dönmüştü. Gözüne getirdiği kamerayla, beni gördüğü an, elindeki kamerayla Mera benim kollarımdayken bizi çekmişti. Yanına yaklaştığımda kameramanın önünde durdum.

"Yeni çektiğin fotoğrafı çıkartıp menajerime teslim et." dedim. Adamın yanından ilerleyip çıkışa doğru yürüdüm. Bu yerin iki girişi vardı: birisi önden, diğeri ise arkadandı ve bir çıkış yeri ise gizliydi. Arka taraftan kızlar içeriye alınıyordu. Önden ise burası düzgün bir yer gibi gözüküyordu.

İçeride neler olduğu bilinmiyordu. Burayı ben tasarlamıştım, yer altını ise içeride olan kişilerden başka kimse bilmiyordu. Çıkışa vardığımda, adamlarımdan biri kapımı açtı ve dışarıya adımımı attım. Etraf karanlıktı. Güneşin doğmasına daha saatler vardı. Yanımda duran iki adama baktım ve "Немедленно привезите сюда мою машину." (Arabamı hemen buraya getirin.) dedim.

Adamlardan biri kafasını salladı ve otoparka doğru koşar adımlarla gitti. Ben ise kollarımdaki hafif kadına baktım. Doğum gününe az kalmıştı, birlikte kutlamak istiyordum. Teni solgunlaşmıştı, bu beni rahatsız etmişti.

"Сэр, если хотите, я могу нести девочку." (Efendim, isterseniz kızı ben taşıyabilirim.) dedi yanımda duran adam. Sinirle ona döndüm ve bağırdım. "Разве он не просил тебя о чем-то подобном?" (Senden böyle bir şey istedim mi lan?)

Adam kafasını mahcubiyetle eğdi ve birkaç adım uzaklaştı. "Простите, сэр, я думал, вы устали." (Özür dilerim efendim, ben yorul-) konuşmasını dinlemek istemiyordum, şiddetle "Достаточно!" (Bu kadar yeter!) dedim. Hemen sonra siyah arabam önümde durmuştu. Arabadan inen adam, yolcu koltuğunun kapısını açtı. İlerleyerek Mera'yı arabaya bindirdim ve emniyet kemerini bağladım. Sakin bir şekilde kapısını örttüm ve önüme döndüm. Arabayı getiren adamı yanıma çağırdım.

Yanıma gelen adam saygıyla kollarını önünde bağladı. Elimle daha yeni yersiz konuşan adamı gösterdim ve "Коволен." (Kovuldu.) dedim. İşte bu kadardı, yersiz konuşan herkesi susturmayı bilirdim. Bana Mera'yı kaldıramadığımı söylemişti, bana bebeğimin bedenini kaldıramadığımı düşündürmüştü. Mera'dan daha fazla uzak kalamadım ve arabaya bindim.

İlk önce Mera'mın güzel saçını okşadım, sonra ise arabayı çalıştırdım. Buradan uzaklaşmamız gerekiyordu.

Karanlığıma çektiğim meleği şimdi ise kendime zincirliyordum...

 

 

𝙼𝚒𝚗𝚊 𝙶ü𝚗𝚐ö𝚣

Hayal meyal hatırladığım kadarıyla bir yerden bir yere taşınmıştım. Kollarında olduğum adam beni hiç bırakmayacak bir şekilde tutuyordu. Bu tutuş beni kendisine zincirlemiş gibi hissettirmişti bana, zincirlerinden ne zaman kurtulacağımı bilmiyordum. On dokuz yaşıma girmeme az kalmıştı; bu ise kafama daha iyi kazımam gereken düşmanlarımı hatırlatıyordu. Sırtımdan bıçaklanmıştım, bunu artık düşünmeyecektim. Artık yeni bir yaşıma girecektim ve yeni bir sayfa açacaktım.

Vücudumda hissettiğim bir şeye bağlanma hissinden sonrası aklımda yoktu ve şu an ise nerede olduğumu bilmiyordum. Planladığım onca plandan sonra şu anlık hiçbir plan zihnimde canlanmıyordu. Yorulmuştum, hem de çok fazla yorulmuştum. Bedenim ayaklanmak istemiyordu, bu ise kendimi salmış gibi hissettiriyordu. Bozuk olan beynim nasıl tepki vermesini bilmiyordu. Hırsımın beni esaret altında tutmayacağına güvenmiştim.

Hırsım benim silahımdı. Ben ise bu silahı kullanamamıştım. Kızlara verdiğim her söz aklıma geldiğinde çıldıracak ve kendimi bir yerden atacak gibi oluyordum. Biliyorum, onları kullanacaktım kendi planım için. Ben insanları kullanarak işlerini halleden biriydim, bunu da biliyordum. Şimdi ise insanları kullanmamın bedelini ödüyordum.

Tek silahım hırsım değildi, manipülasyon yeteneğim de vardı. İnsanları etkim altına alabiliyordum; bu ise bana çok fazla kazanç sağlamıştı ablamı bulmak konusunda. Şimdi ise bu iki gün içinde yaşadıklarımı düşünürsem; Lider bana ya aşıktı ya da takıntı haline getirmişti beni. Bu ise bana katkı sağlayacaktı. Eğer beni kendisine zincirlemek istiyorsa, buna izin verecektim ve bu adamı kullanacaktım. Bunu o istemişti. A planım buydu ama B planım yoktu. Bu yüzden B planını siktir ettim ve A planına odaklandım. Lider bana aşıksa, bu çok kolay olurdu; hemen kollarına atlayacak değildim, her şey yavaş yavaş olurdu.

Eğer Lider bana takıntılıysa, bu işimi zorlaştırırdı. Adamın zeki olduğu on kilometre uzaklıktan belli oluyordu. Bana söylediklerine bakılırsa, beni kukla gibi oynattığını anlayabiliyordum. Bana aşık olması için beni tanıması lazımdı. Bana küçüklükten aşık olduğunu düşünmüyordum. Ama olabilirdi, bir geçmişimiz vardı; düşünmekten kafayı yiyebilirdim. Daha gözlerimi açmadan bu planları kurmam ise hastalığımın ilerlediğini gösteriyordu.

İlaçlarımı almaya devam etmem lazımdı. Daha fazla düşünmek istemiyordum ve açılmak istemeyen gözlerimi açmaya zorladım ve zorla olsa bile açmıştım. Gözüme gelen güneş ışınlarını, elimi gözüme koyarak önlemek istemiştim ama ne çare ki hiçbir işe yaramamıştı. Gözlerimi hafif yumarak etrafımı izlediğimde, şaşırmıştım. Karşımdaki duvardan cama dalgalar çarpıyordu ve ses içeriye gelmiyordu.

Gözlerim şaşkınlıkla daha çok açıldı ve etrafımı daha çok gözlemleyebildim. Oda büyüktü, hem de çok fazla büyüktü. Karşımdaki camdan duvar ise çok güzeldi, sanki dalgalar üzerine geliyormuş gibi hissettiriyordu. Oda siyahlar içindeydi, tek bir beyazlık yoktu, her şey siyahtı. Bu siyahlık bana sadece tek bir kişiyi hatırlatıyordu: Kan Alekseev. Bu ismi ve soy ismini asla unutamazdım; aklıma kazınan son sözlerden kalanlardı.

Yattığım yatak dört kişiliğe benziyordu; çarşafları saten ve siyahtı. Beyaz ve sarı tonları olan saçlarım yatakta dağılmıştı. Üzerime örtülen siyah çarşafı ayaklarımla üzerimden ittim ve bedenime baktım. Üzerimde beyaz ve saten olan bir gecelik vardı, boyu dizimin üstündeydi. Umarım geceliği giydiren kişi Lider değildir ya da Kan Alekseev demeliyim. Adına uygun bir kişiydi; ilk defa duyduğum bu isim hem tuhaf hem de dehşet vericiydi. Hangi insan çocuğunun adını Kan koyardı ki?

Yavaşça çıplak ayaklarımı yere uzattım ve yataktan indim. Etrafı gezmem gerektiğini düşünüyordum. Adımımı atacağım an siyah kapı ses çıkartarak açıldı. İçeriye hiç şaşırmadığım birisi girmişti. Dün gördüğüm takım elbisesi üzerinde yoktu; artık yeni bir takım elbise giymişti. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı ve altında yine kendi rengi olan siyah bir pantolon vardı. Keskin yüz hatları ve dağınık saçlarıyla yeni uyanmışa benziyordu ama benden önce uyandığı kesin bir şeydi. Gözleri uzaktan siyah gibi duruyordu ama hiç siyah göz olur muydu? Bir insanda ilk kez gördüğüm bir göz rengiydi; siyah olmasa bile çok koyu bir kahve tonuna benziyordu.

Elinde tuttuğu kahvaltı tepsisiyle yanıma adımlamaya başlamıştı, bu adımları beni süzmesine engel olmuyordu. Bu ise çok değişik bir andı. Kafamı eğdim ve kendimi yavaşça süzdüm, gecelik biraz daha yukarıdaydı ve bu da bayağı bana çıplak gibi hissettirmişti. Yanaklarıma bir sıcaklık gelmişti, geceliği hemen düzeltip yatağa oturan adama baktım. Oturduğu tarafa doğru yürüdüm ve yatağa koyduğu tepsiye baktım; benim sevdiğim bütün kahvaltılıklar vardı.

Yatağa oturdum ve ekmekten bir parça kopartıp bıçakla bitter çikolatadan biraz alıp ekmeğime sürdüm. Yavaşça ağzıma götürdüm ve bana bakan adama baktım. Ağzımda yediğim çikolatayı düşünmeden dalga geçer gibi konuştum: "Galiba araştırılmışım, ablam mı söyledi?" Kıkırdadım ve gözlerinin derinliklerine baktım.

"Ablan ne sevdiğini unutmuştur bence." Sustu ve o da benimle dalga geçer gibi konuştu. "Araştırmama gerek yok çünkü neyi sevip neyi sevmediğini biliyorum." Gözlerim şaşkınlıkla açıldı ve karşımdaki adamı çözmeye çalışıyordum. Ama sanki bir kasa ve anahtarının nerede olduğu belirsizmiş gibi geliyordu. Bir parça ekmek daha kopartıp tepsideki labneden biraz aldım ve ekmeğime sürdüm. Acıkmıştım, bu da besbelli bir şeydi. Karşımdaki adamın susmak gibi planları yoktu ama.

"Bu kadar sakin kalmana şaşırdım aslında, daha büyük bir tepki vereceğini düşünüyordum." Biliyor musun, ben de öyle düşünüyordum. Bu önümde duran tepsiyi kafana geçirmek için can atıyorum ama maalesef yine planladığım planların peşindeyim. Ama bu, rahat duracağım demek olmuyor.

"Şaşırtırım." Gözlerini yine gözlerime dikmişti. Onu hiç takmadım ve bir parça daha ekmek kopartıp ekmeğime sürdüm ve yedim. Tepside duran vişne suyuna uzandım ve büyük yudumlar alarak içtim. Karşımdaki adama gülümsedim ve "Peki beni ne zaman bırakmayı düşünüyorsun, Alekseev?" Ona adını hatırladığımı belli etmiştim, bu ise sırıtmasına neden olmuştu.

"Düşünmüyorum."

Cevabıyla şaşırmıştım ve sinirlenmiştim. Elimdeki bıçağı daha çok sıktım ve soğuk demiri daha çok hissetmeye başlamıştım. "Yani şimdi beni esirin olarak mı burada tutuyorsun, Alekseev? Ama ben senin esaretin altında yaşayacak birisi değilim. Eninde sonunda beni bırakmak zorunda kalacaksın."

Yeniden bana gülümsemesini bahşetti ve "O zaman esirimsin." Sinirlenmemem gerektiğini biliyordum ama sinirlenmeden de yapamıyordum. Elimdeki bıçağı daha çok sıktım ve üzerine atladım. Ben esir olacak birisi değilim ve olmam. Hiçbir şey düşünmeden elimdeki bıçağı boğazına dayadım. Ejderha dövmesi daha fazla gözüküyordu. Gözlerinin içine baktım ve "Beni rahat bırakacaksın, Alekseev. Yeter bu kadar beni iğne ile bayıltmalarınız. Ben sizin evcil hayvanınız değilim." Boğazındaki bıçağı daha çok bastırdım ve "Şu an bıçağı boğazına dayayan benim." Sözlerimden sonra belimden tuttu ve kucağına düştüm. Boğazına bastırdığım bıçağı daha çok bastırdım. "Ne yapıyorsun lan?" Daha çok güldü; artık kibar birisi değildim. O kibarlık ölmüştü şimdilik. İki elini de belime koydu ve sıktı.

"İstersen şu an bıçağı daha çok bastırıp boğazımı kesebilirsin. Bu benim daha çok hoşuma gider." Bu adam benden de deliydi, bunu anlayabiliyordum. Ama ben ondan daha deliydim, bunu ben biliyordum, o değil. "Elini çek." Elini çekmemişti, daha çok belimi sıkmıştı.

"Şu an kucağımda olan sensin." Sözleriyle daha çok gözlerim irileşmişti. Gözlerim vücutlarımızın arasında uzaklık aradı ama adamın kucağında olduğum çok barizdi. Bu ise onun hoşuna gidiyordu. Bıçağı biraz daha bastırdım ve eski yarası yeniden kesildi; bu sefer daha çok kan akıyordu.

"Yani bulduğun her bıçağı boğazıma dayayacaksın ve bir kesik mi bırakacaksın. Sevdim bu hareketi." Belimi okşamıştı sözlerinden sonra, bu ise tuhafıma gelmişti. Daha fazla adamın kucağında durmayarak geri çekildim. Elimdeki kanlı bıçağı bir kere daha sıktım ve adamın yanına attım. Ekmeğimden bir parça daha aldım ve sade bir şekilde yedim.

"Senin yüzünden bıçaklardan nefret etmeye başladım. Beni burada tutarak ne yapmaya çalışıyorsun, Alekseev? Tabii beni burada tutabilirsen," yüzüne baktım ve gülümsedim, "beni burada tutabileceğini düşünüyor musun peki? Aa, ama sen beni burada tutmak için yine değişik değişik oyunlar kurmuşsundur. Kan Alekseev ne kadar değişik bir isim, hangi ebeveyn çocuğuna bu ismi verir ki? Kan, kanla doğmuş olmalısın. Kanla mı doğdun Kan? Ablam da bu oyunlarınıza girmiş, beni de mi aranıza almaya çalışıyorsun, Alekseev?" Çok fazla konuşmuştum ve susamıştım. Vişne suyumdan biraz daha içtim ve konuşmamı bitirerek bana şaşkın şaşkın bakan adama baktım.

"Bu kadar çok konuştuğunu bilmiyordum." Yüzüne sinsice gülerek baktım. Daha fazla konuşan birisiyimdir aslında, bu küçüklüğümden kalma bir alışkanlıktı. "Daha çok konuşurum ve aklını alırım." Ayaklandı ve yatağa eğilerek tepsiyi aldı. "Sorularının hepsini kafama kazıdım. Ama cevaplamam için bedel ödemen lazım ve her soru için bir bedel ödemelisin." Ödediğim bedeller her şeye yeterdi, daha ne kadar bedel ödeyecektim? Bedel ödenecek hiçbir şey kalmamıştı.

"Ödediğim bedeller yetmiyor mu?" Kafamı kaldırdım ve uzun bedenine baktım. "Daha ne kadar bedel ödemeliyim? Ablamı aldın benden. Elime kan değdi benim. İnsanlara söz verdim ve tutamadım. Daha ne istiyorsun, Alekseev? Şu an sakinim ama her geçen gün bu sakinliğim gidecek ve bunu iyi kullan, yoksa çok kötü şeyler olacak." Gözleri gözlerimi buldu ve hiçbir tepki vermedi. Elindeki tepsiyle kapıya doğru adımladı. Kapıyı kendisi açmadan açıldığında dijital olduğunu anlamıştım. Dışarı çıkmadan önce durdu ve arkasını dönerek bana baktı.

"Her soru için bir bedel Mera, unutma ve iyi düşün." Adımını dışarı attı ve gitti, öylece gitti. Beni bir süre buradan çıkarmayacağını belli etmişti. Yine de dört duvar arasında sıkışmamıştım. Duvardan cama ilerledim ve cama kafamı dayadım. Sesini duymuyordum ama görebiliyordum, bu da yeterdi. Dalgalara atlamak istiyordum, denizi ablam için sevmiştim, şimdi ise ablam yoktu. Artık bir kadın olmuştu ve yüksek yerlere gelmek için beni bile harcayacak gibi duruyordu. Bu odadan çıkmam için planıma uymam gerekiyordu ve Alekseev'in odadan çıkmadan önce söyledikleri kafamda dolandı.

"Her soru için bir bedel Mera, unutma ve iyi düşün."

Bana Mera demekten asla vazgeçmeyecekti, bunu anlamıştım. Ben küçükken bir karanlığın içine çekilmiştim ve şimdi ise oradan çıkamıyordum. Ayağıma bir pranga vurulmuştu ve oraya hapsedilmiş gibi hissediyordum.

Ama ben Mera'ydım, o bana öyle söylüyordu. Bense bana verdiği isme göre hareket edecektim.

Kafamı camdan çektim ve yere çöktüm. Hiçbir zaman yaşadıklarım kolay olmamıştı. Zaten ben kolay birisi değildim, bu da bunun nedenlerindendi. Her zaman önüme bir zorluk çıkardı ve ben o zorluğu geçmeye çalışırdım. Her düştüğümde ayağa kalkar, yeniden savaşırdım ve bu döngü haline gelirdi. Ama artık savaşacak ne halim vardı ne de ruhum. Ruhumu benden söküp almışlar gibi hissediyordum.

Hissetmek, her zaman yaptığımız şeylerdendi ve bazen ise hissetmek istemezdin. Elimi cama koydum ve ayaklandım. Kendimi kirlenmiş gibi hissediyordum. Gözlerim etrafı taradı ve büyük olan odada bir kapı daha görmüştüm. Oraya ilerlediğimde ayakta durmakta zorlanıyordum. Artık insanların önünde güçlü durmakta zorlanıyordum, güçlü durmaktan yorulmuştum.

Kapıyı açtığımda beni büyük bir banyo karşılamıştı. Tabii söylemeden geçemeyeceğim, banyo da siyahtı. İçeriye adımımı attım ve küvete doğru ilerledim. Suyu açtım ve geriye doğru adım attım. Gözlerim koku aradı, aradığım şeyi bulamadıktan sonra dolapları karıştırdım. Hiçbir kesici eşya yoktu, hepsini kaldırtmış olmalıydı. Aradığım eşyaları küvetin yanında bulunan dolapta bulmuştum. Kokulara göz gezdirdiğimde yasemin kokusunun olduğunu gördüm.

Kokuyu elime aldım ve kapağını açtım, içime bolca nefes çektim ve kokuyu kokladım. İçimi rahatlatmıştı, aynı zamanda içime huzursuzluk vermişti. Kapağı kapattım ve kolumun arasına soktum. Köpüklerden bir tanesini seçtim ve küvete doğru yeniden adımladım. Küvet istediğim gibi dolmuştu. Musluğu kapatıp kokunun kapağını açtım ve ne kadar döküldüğünü bilmediğim için biraz döktüm. Köpüğe de aynı muameleyi yaptıktan sonra üzerimdeki beyaz saten geceliğin ipliklerini omzumdan indirdim ve yere düşmesini sağladım.

Altımdaki iç çamaşırlarını da indirdikten sonra küvete girmeye hazırdım. Sağ bacağımı küvete soktum, sonra ise tüm vücudum küvete girmişti. Küvete uzandım ve saçlarımı küvetin dışına attım. Beyazlığım küvetin siyahlığına çok fazla zıttı. Güldüm ve kafamı arkaya doğru attım. Ağzımda şarkı mırıldandım.

"When you knocked upon my door,"
(Sen kapımı tıkladığında)

"And I say, 'Hello Satan, I believe it is time to go'"
(Ve ben 'Merhaba şeytan, sanırım gitme zamanı' diyorum)

"Me and the Devil"
(Ben ve şeytan)

Walking side by side"
(Yan yana yürüyoruz)

Durdum ve kafamı daha çok yaslanacak yere yasladım ve tavana bakmaya başladım. Suyun etkisinden mi yoksa uykumu alamadığımdananlayamadığım bir uyku beni içine çekmeye başlamıştı. Ve tekrardan şarkının son nakaratını gözlerim kapalı söyledim.

"Me and the Devil"
(Ben ve şeytan)

"Walking side by side"
(Yan yana yürüyoruz)

Sonrasında ise kendimi karanlıkta bulmuştum. Ben zaten karanlığın içindeydim ve şimdi daha çok batıyordum. Şeytan beni bulmuştu ve şimdi ise kapana kıstırmıştı. Belki de artık o kapana kendi isteğimle girmeliyim...

Bir kere daha "Me and the Devil."

Şeytan artık şüphelenmeye başlamalıydı, çünkü inine bir melek almıştı ve o melek, kardeşini buradan almadan burayı başına yıkmayacaktı. Bu melek, o iblisi bitirecekti.

Melek bir şeyleri bilmiyordu. Şeytan onun kalbini yerle bir edecekti. O ise sadece iblisin evini yerle bir edecekti.❞

 

•••

 

Elimden geldiğince bölümü uzatmaya çalıştım. Kafamı toparlayıp bölüm yazamadım maalesef, uzun da bir zaman geçti, lütfen kusura bakmayın. İnşallah düzenli bölüm atmaya çalışacağım.

Şimdi kitaba geçersek, Mina'nın neden bu kadar sakin kaldığı aklınıza takılmıştır. Arkadaşlar, zaten Mina'nın akli dengesi fazla yerinde değil, yani anlayacağınız biraz kafadan çatlak ;) Bence biraz bile olsa anlamışsınızdır. Zaten değişik birisi kendileri.

Kitap her bölümle farklı bir yere geliyor. Ben ise kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Hâlâ amatör bir yazarım, yani her bölümle bunu anlıyorsunuzdur zaten :)

İyi günler dilerim...

 

 

 

Loading...
0%