Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Bölüm

@rulisinzruli_

Merhaba

 

Nasılsınız?

 

Düzenli bir şekilde ithaf yapmak istiyorum. İthaf isteyenlerin beni takip etmesi yeterli <3

 

-Keyifli okumalar-

 

Kelimelere dökülemeyen hisler. Uzun süredir hislerimi kelimelere dökemediğimi fark ettim. Bu farkındalıkla aydınlandığım ilk an göğsüme giren sancıyı dün gibi hatırlıyordum. Acı verici de olsa içimde yeşeren çiçeğin kökleri büyük bir hızla kalbime bağlanmıştı. Şikayetçi değildim ancak bazı acı verici gerçekler vardı; istemesem de bir yanım bu gerçekleri bas bas bağırıyordu. Ne kadar kulağımı kapatıp başımı dizlerimin arasına alsam da duyuyor, biliyor, anlıyordum.

 

Başım, bacaklarımın arasında ne kadar kalacaktı bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı; Ruhun bedene tutsak olduğu gibi kalbim, bir kalbe tutsak olma yolunda ağır adımlarla ilerliyor geri dönüş için tek hareket dahi yapmıyordu.

 

"Efsan, börek yanacak!" Annemin sesiyle birlikte daldığım yerden bakışlarımı çektim.

 

Fırının yanında durmamdan dolayı yüzümün kızardığını hissediyordum. Oflaya oflaya fırını açıp böreği kontrol ettim. Pişmemişti. "Daha pişmemiş anne." dedim baygın bir sesle. Hava çok sıcaktı, yakıcı güneş tepede tüm güzelliğiyle duruyordu. Tarif edilemeyecek bir sıcaklık söz konusuydu.

 

Annem bekçi gibi, fırının önünde dikmişti beni. Her an bayılabilir veya havale geçirebilirdim.

 

"İşim bitti benim, sen git Yaren'e yardım et. Ben bakarım böreğe." Ellerini yıkayıp bana doğru ilerlediğinde derin bir nefes aldım. "Allah razı olsun." dedikten sonra adeta kaçar gibi mutfaktan çıkmıştım. Kahvaltıdan sonra Çetin abimle Sungur, işlerinin olduğunu söyleyip evden ayrılmışlardı. Ömer abim, perdeleri asmış yerleri de süpürdükten sonra annemin yeni bir iş vermesine kalmadan evden kaçmıştı. Babam ise Berfin'in keyifsiz halini görüp onu dışarıya çıkarmıştı.

 

Kısacası bu hikayede yanan ben ve yengem olmuştuk.

 

Gündi Seyit gibi, "Yardım lazımdır abey." diye bağırdığımda yerleri silen yengemle göz göze geldik. Başını sallayarak güldüğünde bende ona katılıp gülmüştüm.

 

"Lazım."

 

Başımı büyük bir hüzünle salladım. Oysaki lazım değil demesini beklemiştim. Suya düşen hayallerimle beraber bende bir taraftan evi silmeye başladığımda yengemin devamlı olarak duraksaması ve iç çekmesi dikkatimi çekmişti. Yerleri silmeyi bitirene kadar hiç bir şey demedim. Ne zaman yerleri silmeyi bitirdik işte o zaman söze girdim, "Yaren, iyi misin?"

 

Arkasına yaslanıp deri nefes aldığını gördüm. Gülümsedi, içindeki hezeyanı dışarıya vurmaktan korkar gibiydi. Ses etmedim, konuşmasını bekledim.

 

"Her zaman ki saçma sorunlar." dedi, kısık çıkan sesiyle.

 

Bakışlarım gözlerinde asılı kaldı. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsemeye çalıştım. Kastettiği saçma sorunlar; tüm çabalarına rağmen olmayan çocuklarıydı. Biz bu konuda ne kadar anlayışlıysak onun ailesi bir o kadar anlayışsızdı. Yaren'in üzerindeki baskı yıllar geçtikçe artıyor vicdanı ise susmak bilmiyordu. Defalarca abimden ayrılmak istemişti. Her kavgalarında vicdanının rahat olmadığını söyler bağıra çağıra ağlardı. Bir çok kez şahit olduğum bu manzara, canımı yakmaktan öteye gitmemişti.

 

Abim ise hiç değişmeyen sözlerini söyler yengemi sakinleştirirdi. "Ben seninle çocuk için evlenmedim. "

 

Ancak yengemin ailesi, sanki yengem kendi kızları değilmiş gibi, devamlı olarak yengeme eksik olduğunu söylerlerdi. Abim onlarla bu konu yüzünden sayısız kez yüz yüze gelmişti. Karısına asla laf ettirmez edene de haddini bildirmekten çekinmezdi. Yengemin abime olan aşkını görüyordum,biliyordum. Ancak şöyle bir gerçek vardı; Ayrılık fikri daima yengemin içinde bir yerlerdeydi.

 

Kendince abime bu kötülüğü yapmak istemiyordu. Kendi içinde haklı da olsa biz onu her haliyle kabul ediyor, annem ile babam kendi kızları gibi görüyordu.

 

"Yine mi aradı?" diye sordum.

 

Bakışlarını kaçırdığı sırada annemin salonun başında dikili bir halde bizi dinlediğini gördüm. Uyarı dolu bakışlarını gördüğümde annemin bizi dinlediğine dair herhangi bir şey söylemedim.

 

"Selam verdim, selamımı almadan, 'Hamile değilsin değil mi?' dedi, ne diyeceğimi bilemedim. Aylar sonra arayınca özledi sandım. Ne kadar aptalım. Beni özlediğini düşünüp büyük bir heyecanla açmıştım telefonu. Yıllardır olduğu gibi bir kez daha heyecanımı kursağımda bıraktı. "

 

Bu durumda ne söylenir bilmediğimden susmayı tercih ettim. Annesi kötüydü. Öyle gelip geçici bir kötülük değildi ondaki... Yengemin anlattıklarına göre annesi küçüklüğünden bu yana ona çok fazla zorbalık yapmıştı. Hastalıklarıyla, burnuyla ve sürekli düşen kilosuyla daima dalga geçmiş ve her sinirlendiğinde kızını oradan vurmuştu. Zorbalığı takip eden diğer iki şey ise şiddet ve küfürlerdi. Bir annenin kızına duyması gereken tek büyük duygu; sevgiydi. Ancak yengemin annesi sevgi yerine nefretle büyütmüştü kızını. Nefreti o kadar büyükmüş ki, yengem her zaman kendinden nefret etmiş. Kusuru annesi yerine kendinde aramış ve hareketlerine çekidüzen vermeye çalışmış.

 

"Canımın yanması normal mi? O beni bu kadar sevmezken sözleri neden bende bu denli canımı acıtıyor."

 

Annesinin ona karşı olan saygısızlığını, nefretini kabul etmek istemiyordu.

 

"İçindeki kız çocuğu hala annesi tarafından sevilebileceğine inanıyor. Bu yüzden de canın yanıyor. " dedim.

 

Gözlerinin dolacağını düşünsem de yanılmıştım. Yüzüne düşen saçlarını ağır hareketlerle kulağının arkasına sıkıştırdı. "Öyle işte. Dedim sana, saçma sorunlar diye."

 

Konuyu kapatmak istediğini anladığımda başımı salladım.

 

"Çetin'e söyleyelim numaranı değiştirsin. Bu hadsizler seni arayıp canını sıkmasınlar artık." Annemin sert sesi ve adım sesleri yengemin bir anlık duraksamasına sebep olsa da hızlıca toparlanmıştı. Omzunun üzerinden ona yaklaşan annemi gördüğünde titrek bir nefes aldı. "Anne," deyip sustu.

 

Kelimeleri zihninde toplamaya çalışır gibiydi.

 

"Çocuk olsa olmasa ne? Ha oldu diyelim, onların eline ne geçecek? sevinirler belki deme! Taş kesilmiş onların kalbi. Sevgi, saygı nedir bilmezler. " Yengemi kollarının arasına aldığında yengemin omuzları şiddetle sarsıldı. Ağlamaya başladığını anladığımda bakışlarımı usulca ikisinden çektim.

 

Hassas kalpliydi yengem. En ufak yüksek sese ağlar ona söylenen şeyleri didik didik düşünür kendince farklı anlamlar çıkarırdı. Kendi hayatını kendine zehir ederdi.

 

"O aba zombakların seni üzmelerine izin vermem. Hele o anan olacak karının değil seni üzmesi yanına yaklaşmasına bile izin vermem. Ayı garısı gibi söylenir durur ancak." Şiveli şiveli konuşması yengemin gülmesine sebep olurken benimde yüzümde tebessüm vardı.

 

Yengemin moralini yerine nasıl getireceğini çok iyi bilirdi. Oldu olası şiveli konuşması yengemi hep güldürmüştür. Olanları bir anlık unutup gülmesi hem annemi hem beni mutlu ederken günün geri kalanında yengemle beraber sayısız konser vermiş sesimiz her yükseldiğinde annemin uçan terlikleriyle karşı karşıya kalmıştık. Alışık olduğumuz bir durum olduğu için konserlerimize ara vermemiştik.

 

Annemin terlikleri müşteri memnuniyetinin önüne geçemezdi.

 

Güneş, "Bu günlük size çektirdiğim ateşli ızdırabın sonuna gelmiş bulunmaktayım, yarın tekrardan aynı şekilde görüşürüz" deyip gittiğinde dayılarımda çoktan gelmişlerdi.

 

Evdeki kahkaha sesleri yüzlerden düşmeyen gülümsemeler, bana çocukluğumu hatırlatıyordu. Küçükken de dayılarım bize gelir, sabaha kadar otururlardı. Annem tek kız olmaktan her zaman şikayet etmiş olsa da her zaman tam anlamıyla prensesler gibi büyüdüğünü söylerdi. Şikayet ettiği nokta üç abisinin olmasıydı. Kendi abilerime baktığımda neden şikayet ettiğini az çok anlayabiliyordum.

 

Abiler çoğu zaman çekilmez oluyorlardı.

 

"Bak buraya yazıyorum, senin mürüvvet konusu yine açılacak." Yengemin sesi kulağıma dolduğunda göz devirdim. Hazırladığım çay bardaklarına demlenen çayı doldururken "Gelenek haline geldi artık." dedim.

 

Devamlı olarak benim mürüvvetimi ne zaman göreceklerini sorup dururlardı. Her zamanki gibi daha erken deyip konuyu kapatacaktım. Düzgün erkek bulduk da biz mi evlenmedik. Nasip değilmiş demek ki.

 

İçeriye girip çayları dağıtmaya başladığımda salondaki koyu sohbet çayların dağıtılmasıyla iyice koyulaşmıştı. Büyük ihtimalle Ercan dayım, çayını yarılamaya yakın bakışlarını bana çevirecek "E evlilik ne zaman?" diye soracaktı.

 

Ercan dayım bir iki dakika sonra bakışlarını usulca bana çevirdi. Gelecek soruyu tahmin ettiğimden dolayı rahatımı bozmadım.

 

"E Mira hanım, evlilik ne zaman?"

 

Görende müneccim boku yedim sanırdı. Kim nereden bilsin ki son bir kaç yıldır düzenli bir şekilde aldığım soru olduğunu... Dayıcım evlilikten önce sen hayatında biri var mı diye sorsana.

 

Bu gidişle değil evlilik yanımda erkek sinek bile göremeyeceksin.

 

"Dayı valla nazımı çekecek biri yok. Kısacası evde kaldım." Sözlerim herkesi güldürürken küçük dayım Hikmet konuştu, "Aman boş veresin kızım. Nasibinde varsa kapın şu an bile çalar. Önemli olan mutluluğun."

 

Dayıma samimi gülümsemelerimden birini gönderdim.

 

"Ya dayı hangi salak bununla evlenip başına bela almak ister? Sizde alemsiniz ha."

 

Ömer abim lüzumsuzluğu ile ortaya çıktığında ona köfte ekmeğin arasına konan küp şekere bakar gibi baktım. İğrenerek...

 

"Dayı bu aşısız geziyor. Mazallah kuduz falan olursunuz, haberiniz olsun."

 

Bakışlarına karşılık vermek yerine saçlarımı savurdum. Abime her laf soktuktan sonra saçlarımı savurmak benim için en eğlenceli kısımdı. Eğer bir kuduruyorsa saçlarımı savurduğumu gördükten sonra on kuduruyordu.

 

Kapının zili herkesin duraksamasına sebep olduğunda dayımın dakikalar önceki sözleri aklıma düştü. Tövbe haşa ama bana gece gece görücü gelmiş olabilir mi?

 

Herkes birbirinin yüzüne bakarken babam oturuşunu düzeltip söze girdi, "Hakanları çağırmıştım. Onlardır."

 

Hakan amca Sungur'un babasıydı. Dayılarım Hakan amcayı hem tanır hem de severlerdi. Bu yüzden ne zaman bize gelseler Hakan ile Çiçek teyze mutlaka bize gelirlerdi.

 

"Bende bir an bizim kıza kısmet çıktı sandım." Sahte hüzünle konuşan Ercan dayımın sözleri tekrardan ortamın neşesini yükseltirken çoktan salondan çıkmış kapıyı açmak için hole girmiştim.

 

Kim o demeden açtığım kapıyla birlikte karşımda gördüğüm Sungur, nefesimin kesilmesine sebep oldu.

 

Hakan amca ve Çiçek teyze yoktu. Bir o vardı.

 

"Hoş geldin." dedim, kendime çeki düzen verirken. Gülümseyip başını salladı. "Hoş buldum. "

 

Kapıyı ardına kadar açtığımda geçmesi için bekledim. Ayakkabısını indirip yanımdan geçtiği esnada durdu. Kapıyı kapatmış bende gitmek için hazırlanırken durmasıyla birlikte bende durmak zorunda kalmıştım.

 

"Börek yaptın mı?" diye sormasını beklemezken başımı salladım.

 

"Yaptım, getireyim mi?" dedim hızlıca.

 

Ellerimi nereye koyacağımı bilemediğimde arkama saklamayı tercih ettim. Gülümsemesini büyüttü. Gamzeleri görüş alanıma girdiğinde bakışlarımı tekrardan gözlerine çıkardım. "Zahmet olmasın?" diye sordu.

 

"Ne zahmeti saçmalama. Getiririm hemen."

 

Başını sallayıp önüne döndüğünde o önde bende arkada olacak şekilde salona girmiştik. Yerime geçmek yerine mutfağa doğru adımladığım esnada onun "Selamünaleyküm." dediğinin duydum. Herkes sesli bir şekilde Sungur'un selamını alırken bende çoktan bir kaç dilim böreği taba dizmiş salona geri dönmüştüm. Abimin yanında oturan Sungur, abimle sohbete daldığından tabağı önüne indirene kadar beni fark etmedi. Tabaktan çıkan sesten dolayı bakışlarını abimden koparıp bana çevirdi. Ela gözleriyle çok kısa bir an göz göze gelmek başımda büyük bir sıcaklık hissetmeme sebep oldu.

 

Bakışlarını çeken ilk taraf o olurken boğazımı temizleyip "Afiyet olsun." dedim.

 

"sağ ol." Cevabı üzerine kendi yerime geçmiş sohbetin konusuna adapta olmaya çalışıyordum.

 

Kapının bir kez daha çalmasıyla Ercan dayımın bakışları bana döndü, "Aha bu sefer kesin görücü geldi." dedi.

 

Göz devirip güldüğümde yengemin kapıyı açmaya gittiğini gördüm.

 

"Dayı sendeki bu mürüvvet aşkı tam olarak ne zaman bitecek?" diye sordum.

 

Sungur ağzındaki böreği ağır ağır çiğnerken olayı anlamaya çalışır gibiydi. Bakışlarımı ondan çektiğimde içeriye şen kahkahalarıyla giren Çiçek teyze ve Hakan amcayla birlikte konu benden uzaklaşmış oldu. Hoş, konu tekrardan açılacakta olsa şu anlık kapanmış olması az da olsa rahat nefes almamı sağlamıştı.

 

"Bende sandım bizim Hakan depresyon hırkasını giymiş evde oturuyor. Bu saate kadar gelmeyince bunadın sandık." Erdal dayım yani ortanca dayım konuştuğunda Hakan amca göbeğini sallaya sallaya güldü. "Sorma Erdal'ım. Bu aralar ağır depresyon geçiriyorum." dedi, şakayı devam ettirerek.

 

Hepsi sıra sıra sarılıp selamlaştığında bende onlara çay doldurmak için ayağa kalkıp mutfağa girmiştim. Temiz bardakları tepsiye koyup çay dolduracakken çayın soğumuş olduğunu fark ettim. Isınması için ocağın altını yakıp demlikleri üzerine bıraktım. Dağılan birkaç şey gözüme çarptığın da aklım burada kalmasın diye hızlıca toparlamaya başladım.

 

İşim bitmek üzereyken "Kolay gelsin." diyen ses duraksamama sebep oldu. Omzumun üzerinden ona baktığımda yanımdan geçip elindeki börek tabağını tezgahın üzerine bıraktı. Çok kısa bir an yan yana geldiğimizde fark ettiğim boy farkımızla gülümseyecek gibi olmuştum. Aramızda öyle aman aman diyebileceğim bir boy farkı yoktu.

 

Hatta Türkiye standartlarına göre uzun bile sayılırdım. 1.75 boyum vardı. Bir zahmet uzun kabul edileyim. Ben kendi kendime düşünüp yorum yaparken onun sesi bir kez daha mutfakta yankılandı.

 

"Dalgın gibisin." Sesi soru sorar gibi değil de daha çok düşünceli gibi çıkmıştı.

 

Öyle mi duruyordum?

 

"Yok, aslında sadece biraz yorgunum." Dedim, hafif gülümsemeyle. "Evde kalabalık olunca ister istemez yoruluyor insan."

 

Dediklerimi onaylar nitelikte başını salladı. "Haklısın."

 

"Yarın gidiyor muşsunuz?" dedim, aramızdaki sessizlikten rahatsız olurken.

 

Yemek yediğimiz esnada abim söylemişti. Hepimizin morali düşse de belli etmekten kaçınmış gülümsemeye çalışmıştık. Biz ne kadar belli etmediğimizi sansak ta abimin anladığını biliyorduk.

 

Sessizlik kısa bir süre için aramıza düştü sonra, ısınması için ocağa koyduğum çayı hatırladığımda sırtımı ona dönmek zorunda kaldım. Ocağın altını kapatıp çay bardaklarını doldurmaya başladığımda "Evet, yarın sabah gideceğiz." dedi.

 

İçime karabasan gibi çöken huzursuzluğu belli etmemeye çalıştım. Çayları doldurduğum esnada ona dönmeden konuştum, "Dikkat edin olur mu?"

 

Belki çocuksu bir istekti ama takmadım. Her ikisi için endişelenmekten kendimi alıkoyamıyordum. Elimde olan bir durum değildi.

 

Güldü ve "Olur." dedi.

 

Bakışlarım ister istemez gülüşüne kaydığında hızlıca boğazımı temizleyip önüme döndüm.

 

"Yardım edebileceğim bir şey var mı?"

 

"Hayır," dedim kısaca.

 

Anladığını belirten bir takım sesler çıkardıktan sonra mutfaktan çıkmıştı. Derin nefes alıp verdiğimde son zamanlarda durmaksızın hissettiğim saçma hislerin gitmesini bekledim. Ne zaman aynı ortamda bulunsak, yüzüme yayılan sıcaklık ve göğsümde hissettiğim sızı baş gösteriyordu. Çok fazla umursamamaya çalışarak elime aldığım tepsiyle tekrardan salona döndüm.

 

Salon kalabalık, sohbetlerin yoğun olduğu bir yer haline gelmişti. Her köşede farklı bir konuşma, farklı bir kahkaha yankılanıyordu. Koltuklarda oturan dayımlar, çay bardaklarını ellerinde tutarak eski anıları tazeliyordu. Hakan amca ve babam sohbete dalmış, zamanın nasıl geçtiğini unutmuş gibiydiler. Dayılarımın şakaları, annemin arada bir yaptığı esprilerle birleşip, salondaki atmosferi daha da neşelendiriyordu.

 

Yüzümdeki gülümsemeyle çayları dağıtıp yengemin yanına döndüğümde belimde hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. "Ne oldu?" diye sordum. Sırıtarak bana bakan yengem hiçte iç açıcı şeyler söyleyecek gibi durmuyordu. Daha çok canımı sıkacak gibi bakıyordu.

 

"Senin mürüvvet Sungur olma-" Sözlerini bitirmesine izin vermeden bana yaptığı gibi bende onun belini cimcikledim. Şok olmuş gözlerle ona baktığım esnada dediklerini sindirmeye çalışıyordum. Bu denli saçmalayacak olmasını tahmin etmemiştim.

 

"Birisi duyarsa çok ayıp olur." diyebildim sessizce.

 

Allahtan annem ve Çiçek teyzeden uzakta oturuyorduk. Bir an duysalardı nasıl hissedeceğimi düşündüm. Bu düşüncemi anında kafamdan atarken yengem omuz silkti. "Şaka yaptım kız. " dedi, masum masum.

 

Yenge böyle şaka mı olur? Sen beni kalpten götürmeye mi çalışıyorsun? Düşüncelerimi dışa vurmak yerine içimde saklamayı tercih ettim. Daha çok konuşup rezil olmak istemiyordum. Söyledikleri yeterince kendimi kötü hissetmeme sebep olmuştu zaten. Daha fazla kötü duyguya gerek yoktu.

 

Cevap vermek yerine önüme döndüm. O dakikadan itibaren sohbetlere katılmış olabildiğince eğlenmeye çalışmıştım. Yengemin söyledikleri ara sıra aklıma düşse de her zamanki gibi umursamamaya çalışmıştım.

 

Gece, göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Saatlerin hızı şaşırtıcıydı, zaman adeta bir akış gibi akıp gitmişti. Herkes evlerine dağıldıktan sonra annemle beraber evi toplamış evin temiz olduğundan emin olunca odalarımıza ayrılmıştık. Evdeki sessizlik herkesin uyuduğunu düşündürürken tavandaki bakışlarım usulca açık olan balkonuma kaydı. Oradan da gökyüzüne. Ayın loş ışığı sessizce odamı aydınlatırken, sokak lambalarının titrek ışıkları zamanın nasıl geçtiğini unutturacak kadar hızlıydı. Uykusuz gökyüzünde sessizlik hakimdi, zamanın geçişi sessiz rüzgarın dokunuşlarıyla hissediliyordu. Bu sessizliğin beni ürpertmesini bekledim. Ancak ürpermek bir yana dursun tek bir duygu bile hissetmemiştim.

 

Sessizlik güzel ve özeldi. Ancak ne zaman yavaş yavaş göğsümde birikmeye başlayan o sarsıcı duyguyu hissettim işte o zaman gecenin bana diğer geceler gibi haram olacağını bir kez da anladım. Kalbimdeki sessiz çığlık ela gözlerin aklıma düşmesiyle yükselmeye başladı. Başlangıçta fark etmedim, ya da belki de inkar etmeye çalıştım. Ama zamanla, her anımda, her düşüncemde onun varlığını hissettim.

 

Aşk, kapıyı hafifçe aralayıp içeri sızdığında, kelimeleri anlamsızlaştırır. O anlatılamayan duygu, dilimde dolaşıp duran ama bir türlü dökemediğim kelimelerle süslenemezdi. İçimdeki anlamsız hisler ne desem az kalacak gibiydi. Gözlerimin ona değdiği her an, ruhumun derinliklerinde fırtınalar kopuyordu.

 

Saatler önce yengemin şakasına söylediği şey uykumu kaçırırken titrek bir nefes verdim.

 

Gözlerini gördüğüm an, dünya etrafında dönen her şey bir an için duruyor gibi hissediyordum. Kalbim, onun adı geçtiği an hızla atıyor ve içimde tuhaf bir heyecan dalgası oluşuyordu. Onun gülüşü, inkar ediyor olsam da beni derinden etkiliyor ve içimi bir sıcaklığın kaplamasına sebep oluyordu. Ona karşı olan duygularımı bir kaç kelimeyle ifade etmem zordu; Onunla geçirdiğim her anı kelimelere dökmeye çalışsam da, duygularımın derinliğini tam olarak ifade edemezdim.

 

Ona duyduğum minnet duygusu yerini başka bir duyguya bırakıyordu. O duyguyu biliyorum. O duygunun yanlış olduğunu da biliyordum. Ancak nedense böyle hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum. Aramıza görünmez bir duvar örmemek adına ismiyle bile hitap edemiyordum. Adı hiçbir zaman dudaklarımdan dökülememişti. Belki de adının hemen arkasından sarf etmek zorunda kalacağım -Abi- kelimesi beni korkutuyordu. Bilmiyordum. Günlerce, haftalarca kaçtığım gerçek, bu gece beni kıskıvrak yakalamış köşeye çekmişti. Şimdiyse dilim lal kesilmiş bu gerçeği kabul etmek üzereydi.

 

Kabul edersem ne hale gelebileceğimi düşündüm. Kimse için bu denli bu anlamda atmayan kalbim, aşk için atmaya başlarsa halim nasıl olurdu? Ya da bu gerçekle nereye kadar ilerleyebilirdim? Çiçek teyzenin onu evlenmesi için sıkıştırdığından haberdardım. Ya bir gün ona duyduğum aşkla ortada bir başıma kalırsam? İşte o zaman ne yapardım, kendime nasıl gelirdim? bilmiyordum.

 

Bir kez daha ona duyduğum hislerden kaçtım. Aşkı kabul etmem gerektiğini inkar ettim. Belki de korkuyordum. Kalbimin bu kadar çıplak, bu kadar savunmasız olmasından korkuyordum. Onun bana baktığı her anda, duygularımın beni ele vermesinden korkuyordum.

 

Öylesine attığı bakışı bile kendimce anlam verip boşa ümitlenmekten korkuyordum.

 

Bir gün, belki de cesaretimi toplayıp gerçeklerle yüzleşirdim. Belki o zaman, kalbimin atışlarının ve içimdeki fırtınanın ardında yatan gerçeği kabul ederim. Şimdilik, sessizce bu duygularla baş başa kalıp, kendime gelmeye çalıştım.

 

Aklıma düşen ve gece boyu uykularımı kaçıracak olan ela gözlerin sahibinin adı dudaklarımdan döküldü, "Sungur."

 

"Lütfen hayal kırıklığım olma. "

 

 

 

                                                                            ****

 

Gözlerim, odanın içinde dolaşırken sessizliği hissediyordum. Beyaz duvarlar, rahatlatıcı bir sükûnet sunarken, odamı kısa bir an süzme ihtiyacı hissetim. Odam, sessizliğin ve huzurun hakim olduğu bir yerdi. Geniş pencereden içeri süzülen güneş ışığı, odanın sakin tonlarına yumuşak bir aydınlık katıyordu. Karşımdaki koltuk, derin ve rahat minderleriyle hastaların konforunu sağlamak için özenle seçilmişti. Odanın bir köşesindeki kitap dolapları, bilgi ve rehberlik kaynaklarıyla dolup taşıyordu, duvarlarda ise duygusal keşifler ve içsel iyileşme süreçlerine ilham veren sanat eserleri asılıydı. Masamın üzerinde duran küçük bir saksıda yeşeren bitki, odanın doğal bir yaşamla dolu olduğunu hatırlatıyordu. Karşımdaki sandalyede oturan her bir insanın benzersiz hikayesini merak ederdim.

 

Kimisi geçmişin yükünü taşıyor, kimisi anlam arıyordu. Her biri, benim için farklı bir bulmacaydı.

 

Bugünün ilk randevusu, uzun zamandır terapide olan bir kadındı. İlk karşılaşmamızda bile, onun gözlerindeki derin acıyı ve geçmişten gelen yaraları görebiliyordum. O, sessizliği seviyordu; ona huzur veriyordu. Ancak, sessizlik aynı zamanda derin duyguların ve düşüncelerin yüzeye çıkmasına da olanak tanıyordu. Onunla birlikte otururken, sessizlik aramızdaki en güçlü iletişim aracıydı. Kelimeler, bazen duyguları ifade etmek için yetersiz kalırken, sessizlik derinliklerimize doğru yolculuklarımıza rehberlik ediyordu.

 

Kadının sessizliği, odanın içine yayılan bir huzur ve derinlik getiriyordu. Gözlerinin derinliklerindeki kırıklıkları ve hüzünleri anlamaya çalışırken, onun ruhunda dolaşan fırtınaları hissedebiliyordum.

 

Belki de sessizlik, duyguların en saf halini ifade etmek için en güçlü araçtı; kelimeler bazen yetersiz kalıyordu. Bazı zamanlar sessizlik, geçmişin derinliklerinde saklanan acıları yüzeye çıkarıyordu.

 

"Nasıl hissediyorsun bugün?" diye sordum nazikçe, sessizliği yumuşatarak.

 

Kadın, gözlerindeki yaşlı hüzne rağmen güçlü bir sesle yanıtladı: "Karışık hissediyorum. İçimdeki karmaşıklığı tarif etmek zor."

 

"Onu anlıyorum," dedim, onun duygularını yansıtarak. "Herkesin içinde derinliklerde saklı kalan karmaşıklıklar var."

 

Kadın başını hafifçe salladı. "Geçmişte yaşadıklarım, hâlâ ruhumu etkiliyor. Her günüm, o zamanların izlerini taşıyor gibi hissediyorum."

 

"Söylemek istediğin herhangi bir şey var mı?" diye sordum, onun hislerine saygı duyarak. Kadın sessizce düşündü, sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı: "Bazen kelimeler, duygularımı ifade etmek için yetersiz kalıyor. Sessizlik, içimdeki karmaşıklığı anlatmanın daha iyi bir yolu gibi geliyor bazen."

 

"Sessizlik, duyguların en saf haliyle ifade edilebileceği bir dil olabilir," dedim.

 

Kadın, bu sözler üzerine gözlerini kaldırıp bana bakarak sessizce gülümsedi. Belki de bu sessizlik, onun için yeni bir başlangıç olabilirdi.

 

"Hayatımda değişen bir şey yok. Aksine eksilen şeyler var."

 

Elimdeki kalemi daha sıkı tuttuğum esnada "Eksilen şeyler nedir? Biraz açar mısın?" dedim.

 

Bakışları dalgınlaştı. Elleriyle oynamaya başladığında "Mavi, öldü." dedi.

 

Derin bir nefes aldım, içimde bir boşluk hissiyle karşı karşıya kaldım.

 

Mavi onun kuşuydu. Onun için büyük bir anlam taşıyordu. Terapi sürecinde sık sık bu kuşunun hayatından ve ona duyduğu sevgiden bahsederdi.

 

"Çocukken, evin duvarları sadece taşlardan ibaret değildi; her bir duvar, yaşadığım travmaların bir yansıması, acının bir parçasıydı." Derin nefes aldı. Konuşmaya gücü yokmuş gibi bir hali vardı.

 

"O parçaların hissettirdiklerinden hayvanlara sığınarak kaçardım. Sokakta sayısız kediyi besler, severdim. Hepsinin bir gün kaybolacağını, öleceğini bile bile sevmek, bana hep kötü hissettirmişti. O kötü his hiç bir zaman benden gitmedi. Maviyi de gideceğini bile bile sevmiştim. Ancak birden bire olması beni dumura uğrattı."

 

"Kuşun adına çok üzgünüm. Yokluğuna alışmak zor olacak ama biz insanoğlunun alışamadığı hiçbir şey yok. Bu şekilde kalmak sana yalnızca acı verir. Kabullenmeye çalış. Evin içerisinde sana onu hatırlatacak hiçbir eşya bırakma. Bu alışmana büyük katkı sağlar."

 

Sözlerimi büyük bir sükunetle dinlerken aklının bende olmadığını ölen kuşu, mavide olduğunu biliyordum. Dikkatini dağıtmak adına "Bana küçükken yaşayıp da unutamadığın bir anını anlatır mısın?" diye sordum.

 

"İyi bir anım yok ki. Sanki çocukluğumun tüm anıları, bir mezarın karanlığında saklı kalmış gibi; her anının üstü toprakla örtülü ve hiçbir zaman tamamen temizlenmeyecek. " dedi, karamsarlığı geldiği ilk günkü kadar vardı.

 

Babası felç bir adam, annesi ise hayat kadınıydı. Babasının yaşadığı bir iş kazasından dolayı felç kaldığını ilk seansta söylemişti. Annesi, onu on yedinci yaş gününde zorla bir adama teslim etmiş, hayatını mahvetmişti. O gece zorla beraber olduğu adamdan kaçtıktan sonra bir daha ne annesini ne de felç babasını görmüştü. Bu olanlar on yıl önce yaşanmış olsa da ondaki yara hala ilk günkü kadar derindi.

 

"Geceyi gündüze dönüştürmeye çalışmak, evde yaşadığım sessiz çığlıkları bastırmak için yeterli değildi. Sabah olduğunda gecenin çığlıkları gün boyu benimle beraber olurdu. Sabahları benim için kaçıştı. Çünkü akşamları babam hareketsizce yatağında yatarken annemin inleme sesleri tüm evi doldururdu. Bu duygunun ne kadar kötü olduğunu bilemezsin, Doktor. Babamın çaresizce akan gözyaşlarını büyük bir acıyla izlemek ölümden beterdi. Birlikte oldukları odanın dağınıklığını toplamam ise ölümden sonraki azap kadar korkunçtu. Unutamadığın bir anımı sormuştun, değil mi?" Sözlerine ara verip ayağa kalktı. Her zamanki gibi seansı kendince bitirip gidecekti. Ne kadar bu durum hoşuma gitmese Derin nefes alıp de onun üzerine gidemezdim.

 

Gülümsedi, daha sonra bakışlarını kaçırdı. " Al sana unutamadığım anı. Hem de en afilisinden."

 

 

 

******

 

Hava çoktan kararırken mahalleye girmenin rahatlığını yaşıyordum. Girdiğim seanslardan sonra fiziksel olmasa da ruhsal olarak çok yorgun hissediyordum. Hepsinin farklı farklı hikayesi vardı. Hepsinin acı dolu, durmaksızın kanayan yarası vardı. Bazıları iyileşmeyi kabul etse de bazıları iyileşmeyi reddediyordu. Aynı bugünkü hastam gibi. Derin nefes aldım, düşüncelerimden uzaklaşmaya karar verdiğim esnada yüzüme küçük bir gülümseme takındım.

 

Mahallem, koca şehirlerin içinde bir sığınak gibi kalmıştı; caddelerin karmaşasından uzak, kendine has bir sıcaklığı, samimiyeti vardı. Sokağın köşesinden girerken, caddelerin gürültüsü yerini çocukların kahkahalarına bırakıyordu. Mahalledeki evler, sıklıkla eski tarzda ve küçük bahçelere sahipti. Çoğu, zarif bir şekilde korunmuştu; ince işçilikle yapılmış kapı ve pencere çerçeveleri, geçmişin izlerini taşıyor, ama bir o kadar da samimi bir hava yaratıyordu. Mahallede yürüdüğünüzde, her şeyin yavaşça geçtiğini, insanların birbirine daha yakın olduğunu hissedebiliyordunuz.

 

Bahçeli evler, bu şehir karmaşasının ortasında bir vaha gibi duruyordu. Evlerin büyük kapısından geçerken, aniden sokakların ve araçların gürültüsü kaybolurdu. Bahçelerin içi, bir şehir parkından farksızdı; renkli çiçeklerle, köşe başında bir kaç koca ağaçla süslenmişti. Evin bahçelerine adım attığınızda, şehrin kargaşasını unutup, huzuru tam anlamıyla hissedebiliyordunuz. Evlerdeki ahşap verandalar, eski zamanlardan kalma bir rahatlık hissi sunuyordu.

 

Bazı bahçelerde çocukların oynayabileceği eski tarz salıncakların olduğu küçük bir alan mevcuttu. Mahallede dolaşırken, çevredeki yaşlı evler ve kafeler, sıcak bir ortam sunuyordu. Eski tarzda yapılmış, küçük ve şirin kafelerde, sabah kahveleri içilir, akşamları ise tatlı bir sohbetle günün yorgunluğu atılırdı. Komşular arasında, sıcak bir dostluk bağı vardı; kapıdan geçerken karşılaştığınız her yüz, samimi bir gülümseme ve içten bir selamla karşılık verirdi. Aralarında dedikoducu ablalar olsa da o dedikodular genelde kimsenin kötülüğü hakkında olmazdı.

 

Elimde tuttuğum telefon titreyerek çalmaya başladığında dikkatim tuzla buz oldu. Bakışlarım arayan kişiyi görmek adına telefona kaydığında ekrandaki Babam yazısıyla adımlarım durdu. Aramayı cevaplayıp telefonu kulağıma götürdüğüm esnada babamın yumuşak sesini işittim.

 

"Efsan'ım."

 

Gülümsedim, "Babacım?" diye sordum.

 

"Babam biz evde değiliz, Hakan amcan yemeğe çağırdı. Sen neredesin? Geldiysen buraya gel, diye aradım."

 

Gülümsemem büyüdüğü esnada "Mahalledeyim baba, geliyorum." dedim, ardından cevabını duyduktan sonra telefonu kapattım. Evimizin önünden geçerken görüş alanıma giren birkaç metre ötedeki evle beraber, adımlarım hızlandı.

 

Abim ve Sungur neredeyse iki gündür yoklardı. Görevin süresini bilmediğimden dolayı ne zaman geleceklerinden de bihaberdim. Bu iki gün içerisinde gündelik işlerimi yapıyor gece oldu mu, düşüncelerimin beni talan etmesine izin veriyordum.

 

Düşündükçe mahvoluyor, mahvoldukça bazı şeyleri kabul ediyordum.

 

Sungur'a hissettiğim duygunun minnet olamayacağını bilecek yaştaydım. Ancak bu duyguyu kabul edemeyecek kadar korkaktım.

 

Evin bahçesine girip çelik kapıyı tıklattıktan saniyeler sonra kapı, Sezen tarafından açılmıştı. Sezen, evin ortanca çocuklarındandı. Sungur ailedeki tek erkek çocuktu. Üç kız kardeşi vardı; bu üç kız kardeşten ikisi burada yaşıyor olsa da biri evli ve Kırıkkale'de yaşıyordu. Adı, Sedaydı. Onunla pek fazla anlaşamazdık. Bana karşı anlayamadığım bir soğukluğu vardı. Bundan sebep ben de onunla çok muhatap olmazdım.

 

Sezen benimle yaşıttı. Uzun ve dalgalı saçlara sahip, abisi gibi ela gözleri vardı. Yüzü, genç yaşının verdiği tazelikle pırıl pırıldı. Boyu birkaç santim benden kısaydı. Buğday tenli cıvıl cıvıl bir kızdı. Çok değil üç-dört ay önce nişanlanmıştı. Nişanlısı çalıştığı hastanede Doktorken Sezen ise hemşireydi.

 

"Ay gel gel!" Heyecanla beraber telaşlı ifadesi bir anlık duraksamama sebep oldu.

 

"Ne oldu?" Diye sorarken buldum kendimi. Çoktan içeri geçmiş salona doğru ilerliyorduk.

 

"Annem abimle konuşuyor. "

 

Yüzümdeki karman çorman ifadeyle birlikte adımlarım havada kaldı, "Geldiler mi ki?" dedim.

 

Bu kadar kısa mı sürmüştü?

 

Başını salladı, "Geldiler, ikisi de içeride. Ay Efsan! Kesin değil ama abime kız isteyebiliriz."

 

Hani bazı anlar olur, yer altınızdan kayar gibi olurda hiçbir şey yapamazsınız ya.. İşte bende o anlardan birindeydim. Yer ayağımın altından kayıyor gibi hissediyordum. Başımdaki sıcaklık büyük bir hızla bedenime yayılırken o heyecanlı heyecanlı konuşmaya devam ediyordu. Ancak bilincim söylenenleri kabul edemeyecek kadar karmakarışık bir haldeydi.

 

Göğsüme giren ve görünüşe göre de uzun bir süre orada kalacak ağrı, yüzüme tokat gibi çarptı. Sezen'in sözleri içimde bir yerlerde Sungur için tuttuğum yerin boşaldığını, yerini bir boşluğa bıraktığını hissettirdi.

 

Görünüşe göre de bu boşluk uzun bir süre benimle olacak, varlığını daima hatırlatacaktı.

 

 

 

REKLAMLARDAN SONRA BURADAYIZ EFENDİMMM

 

KİTABIMIZ ASIL ŞİMDİ BAŞLIYORR. KEMERLERİNİZİ TAKIN VE DERİN NEFES ALIN. ÇÜNKÜ NEFESİNİZİ KESECEK BÖLÜMLERLE KARŞINIZA GELMEK ÜZEREYİZZZ.

 

BÖLÜM?

 

YENİ BÖLÜM PAZAR GÜNÜ SAAT 22.00'DA

 

ŞİMDİLİK HOŞÇA KALIN <3

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%