Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Bölüm

@rulisinzruli_

Merhabalar ❤

 

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyiniz lütfen ❤

 

-Keyifli okumalar-

 

Aylar önce, annemin sohbet sırasında söylediği bir cümle aklıma geldi: "Karşılıksız aşkın acısı, hiçbir ilacın iyileştiremeyeceği bir yara gibi kalpte sızlar." O an bu cümle bana fazlasıyla acı vermişti.

 

Şimdi, bu cümlenin bende bıraktığı etkileri düşünüyorum. Acı mı çekiyordum? Belki. Ama hissettiğim sadece acı değil, kabul edemediğim daha derin ve karmaşık duygular vardı.

 

Annem bir keresinde, "Ne kadar saklarsanız o kadar geç kalırsınız," demişti. Bu sözler, şimdi acı bir şekilde içimde yankılanıyordu.

 

Ancak öyle bir noktadayım ki, kendime bile kızamıyordum. Kendi içimde hissettiğim sevgiyi bile kabul edememişken, nasıl itiraf edebilirdim?

 

Her şeyin bir anda başıma yıkılacağını nereden bilebilirdim ki? Minnetim aşka dönüşüp beni bu kadar yakıp kavuracağını nasıl tahmin edebilirdim?

 

Salondaki konuşma sesleri bir sinek vızıltısı kadar rahatsız edici gelirken Çiçek teyzenin sesi bir kez daha duyuldu, "E o zaman ben haber salayım?" Heyecanlı bir o kadar da Sungur'un vazgeçmesinden korkar gibiydi.

 

Sungur cevap vermek yerine annesinin sözlerini sesizliği ile onayladı. Herkes daha kesinleşmemiş sözün tebriğini sunarken titrek bir nefes aldım.

 

Evin duvarları üzerime üzerime gelirken Sungur'un onayı içimde yatan ve acı bir şekilde varlığını hissettiren duygularımı gün yüzüne çıkardı.

 

Sezen, içten bir şekilde konuşurken, "Abi doğruyu söyleyeyim, kabul etmezsin diye düşünmüştüm. Malum, otuz yaşındasın ve bu zamana kadar evlenmeyip hiçbir kadınla da görüşmeyince şaşırdım," dedi. Sungur'un yüzünde bir gülümseme dışında bir tepki görmedim. Hakan amca ise, "Hayırlısı olsun inşallah," dedi. İçimde bir boşluk hissi oluştu; her şeyin nasıl bu kadar soğuk ve sıradan geçtiğini anlamakta zorlanıyordum.

 

"Bir zahmet kabul etsin. Yaşıtlarının boyları kadar uşakları var." Dedi Çiçek teyze.

 

Sungur annesine gülen gözlerle baktığında "Sanki senin amacın torun sahibi olmak, Çiçek Sultan."

 

"Çok mu belli oluyor?" Diye araya girdi Nergis.

 

Nergis, Sungur'un en küçük kardeşiydi. On sekizine yeni girmişti. Çok fazla yakın olmasakta tatlı bir kızdı.

 

"Biraz."

 

Herkes gülen yüzlerle bu sohbeti dinlerken oturduğum yerden yok olmak istedim.

 

"Seni bir evlendirelim de Efsan kızımın da başını bağlayalım." Okların bana çevrilmesini beklemediğim için adeta mal gibi kalakaldım.

 

Daha ben cevap vermeden Ömer abimin kahkahası salonu doldurdu. Bakışlarım ona döndüğünde sırıtarak Çiçek teyzeye baktığını gördüm. "Hangi salak bunu alıp başına bela almak isterki? Seveni bile kaçırır bu."

 

Ona ters ters baktığım esnada annem araya girdi," Aslında var isteyen ama bizim kızın gönlü yoktur."

 

Ah çok güzel. Herkesin içinde benim mürüvvetimi konuşacaktık...

 

"Anne," Uyarı dolu çıkan sesim 'Annemin ben ne dedim sanki,' bakışlarından sonra kesilmek zorunda kaldı.

 

"Kimmiş isteyen,Tanıyor muyuz?" Dedi Sungur,

 

"Tanımıyorsunuz." Net cevabım ve donuk sesim kaşlarını çatmasına sebep oldu.

 

Bir kaç saniye boyunca birbirimizi baktığımızda bakışlarını çeken ilk kişi ben oldum.

 

Tavrım herkesi kendine getirmiş gibi olduğunda konu benden uzaklaşmıştı. Bu biraz daha rahatlamama sebep olduğunda derin nefes aldım.

 

O dakikadan itibaren edilen sohbetleri uzaktan izledim. Yorum yapmak yerine büyük bir sukunete sarılıp Çiçek teyzenin salondan çıkışını izledim. Zeynep'in ailesini arayacaktı. Kızın adı Zeynep'ti. Çiçek teyzenin anneme söylerkenki heyecanlı hali bu kızı tanıdığını hatta sevdiğini bile düşündürtmüştü bana.

 

Abim, Sungur'la şakalaşıyor bir yandanda evlilik hakkında birkaç şey söylüyordu. Kulak asmamaya çalıştım. Bulunduğum ortamdan çıkıp gitmek istiyordum. Daha fazla dayanamayacağımı anladığımı ayağa kalktım. Herkesin bakışları bana dönerken annem "Nereye?" diye sordu.

 

Gülümsemeye çalışarak yalnızca anneme odaklandım. "Çok yorgunum,eve gidip yatacağım."

 

Annem iklemde kalmış gibiyken Hakan amca, "Biraz daha kalsaydun kızım." dedi,

 

Daha fazla oturamazdım. Ortada dönen sohbet Sungur ve Zeynep'in üzerindeyken ev üstüme üstüme geliyormuş gibi hissediyordum. Başımı iki yana sallayıp gülümsedim, "Gideyim ben."

 

Çantamı koltuğun üzerinden aldıktan sonra doğrulup derin nefes aldım. Sungur'la göz göze gelmek bedenimi şok dalgasıyla sarstığında hızlıca toparlanıp tebbesüm ettim. "Hayırlı olsun." dedim. O iki kelime dudaklarımdan nasıl dökülmüştü anlayamamıştım bile.

 

Cevap vermesine müsade etmeden salondan çıkarken, kalbim hızla çarpıyor ve her adımda vücudum sarsılıyordu. Kapının eşiğinde durup derin bir nefes aldım, ama havayı içime çekemiyordum; sanki boğazımda bir düğüm vardı.

 

Çantamı omzuma asarken ellerim titriyor ve gözyaşları gözlerime merhaba, diyordu. Ayakkabılarımın topuk sesleri, içimdeki sessiz çığlıkların yankısı gibi geliyordu. Yavaşça yürümeye başladığımda, etrafımdaki her şey bulanık ve uzaktı sanki; Eve gitmek yerine caddeye çıktığımda, bir anlığına duraksadım, derin bir boşluk hissi içimi sarıyor ve gözlerimi sıkıca kapatıp, tüm bu duyguları bir kenara koymaya çalışıyordum.

 

Her adımda, kalbimdeki sızı biraz daha derinleşirken, dışarıda esmeye başlayan soğuk rüzgar yüzümü okşuyor, ama öğrendiklerimin acısını dindiremiyordu.

 

Gece, şehri karanlık bir örtüyle kaplamışken, ben, adeta bir hayalet gibi sokaklarda dolaşıyordum. Rüzgarın soğuk, keskin dokunuşları yüzümü şiddetle çarpıyor, ruhumun derinliklerindeki boşluğu daha da büyütüyordu. Kalbim, bir zamanlar heyecanla atarken, şimdi yalnızlığın ağır yüküyle yavaşça yerleşmişti. Bu gece, yıldızlar bile gökyüzünde göz kırpmaktan vazgeçmiş gibiydi; sanki tüm evren, acımı paylaşmak için sessizleşmişti.

 

Onun nişanlanacağını öğrendiğimde, içimde bir boşluk oluşmuştu. Duygularımın tüm renkleri, bir anda griye dönmüştü. O an, sanki zaman durmuş ve dünya üzerindeki tüm sesler kesilmişti. Hissettiğim acıyı tarif etmek zor, çünkü acım, kelimelere sığmayacak kadar derin ve karmaşıktı. Kalbimde hissettiğim o ağır boşluk, bir çığlık gibi yükselip boğazımda takılı kalmıştı.

 

Gözlerim, yılların hatıralarını taşıyan yorgun bakışlarla dolmuştu, ama yaşlar, sadece göz pınarlarında değil, ruhumda da birikiyordu.

 

Sokaklarda adım attıkça her bir sokak lambası, onun gözlerindeki parıltıyı, her bir rüzgar estiğinde onun sesini hatırlatıyordu. Gözlerimdeki bu yaşlar, acının somutlaşmış hali gibiydi; her bir damla, yitip giden bir umut ve sevgi parçası gibi düşüyordu. Yalnızlığımın derinliğini tarif edebilmek neredeyse imkansızdı. İçimde bir yaraya derman ararken, bu yarayı sarmaya çalışan hiçbir şeyin yeterli olmadığını biliyordum.

 

Sokaklarda yürürken, çevremdeki tüm ışıklar, renkler ve sesler, sanki birer hayal gibi solmuştu. İnsanlar, kendi mutlulukları içinde neşeyle dolu sohbetler ederken, ben sadece kendi yalnızlığımın derinliklerinde kaybolmuş, bir tür sessiz çığlık içinde kalmıştım. Adımlarım, ağlamaklı gözlerimden ve yüreğimin acısından etkilenmiş gibi durgun,halsizdi.

 

Gece ilerledikçe, soğuk ve karanlık içimi iyice sarmalamıştı. İçimdeki yalnızlık, karanlık bir deniz gibi büyüyordu. İnsanların gözlerinde mutluluğun parıltısını gördüğümde, kendi içsel boşluğum daha da belirginleşiyordu. Yalnızlığın derin karanlığı, tüm umutlarımı ve sevgi kırıntılarımı yutmuş, sadece karanlık bir gerçeklik bırakmıştı.

 

O nişanlanacaktı...

 

Belki de hayatın en zor anı, sevdiğiniz kişinin başkasına ait olduğunu öğrendiğinizde yaşadığınız duygulardır.

 

Bu gece, kendi karanlığımla yüzleşirken, adım adım yüreğimdeki boşluğu daha da derinleştiriyordum. Sokaklarda dolanan rüzgar, içimdeki boşluğun yansıması gibi esmeye devam ederken adımlarımın duraksamasına sebep olan sesi duydum,

 

"Efsan."

 

Arkamdan gelen adım sesleri yutkunmama sebep oldu. Omzumun üzerinden ona baktığımda tüm dikkatinin bende olduğunu fark ettim. Etrafı kontrol etme ihtiyacı duyduğumda bakışlarımı ondan çektim. Üst mahallelerden birindeydik. Birkaç metre ötede oyun oynayan çocukları görmek içimde anlamsız hissleri ortaya çıkarmıştı. Tekrardan ona baktığımda burada ne işi olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

İfademi toplayıp gülmeye çalıştım. "Beni mi takip ettin?"

 

Hiçbir şey olmamış gibi gülümsemek zordu. Sungur, bir an için sessiz kaldı, sanki ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Ben de ona ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Bu anın içinde kaybolmuş gibi hissettim; sanki şehirdeki diğer sesler ve hareketlilik yok olmuştu, sadece biz kalmıştık.

 

Sadece biz...

 

Gülümsedi, "Sayılır." dedi, daha sonra elindeki telefonu havaya kaldırdı. Daha dikkatli baktığımda elindeki telefonun bana ait olduğunu gördüm. Yokluğunu fark etmemiştim bile. "Bunu unutmuşsun. "

 

Buraya kadar gelmiş olması şaşkınlığımın gittikçe artmasına sebep olduğunda "Neden durdurup vermedin?" diye konuştum.

 

Adımlarını bana doğru ilerletmeye başladığında bir an kaçmak istedim. Ancak bu güdümü anında kafamdan attım.

 

"Yalnız kalmaya ihtiyacın var gibiydi. Rahatsız etmek istemedim."

 

Yutkundum ve bakışlarımı kaçırmamak için kendimi zor tutarken, "Seni yordum ama," dedim, sesimdeki yorgunluk barizdi.

 

Birkaç saniyelik sessizlikten sonra, yumuşak bir tonla tekrar söze girdi, 'Sorun değil,' dedi ve ekledi, "İyi misin?"

 

Sorusunu es geçip, "Kötü mü gözüküyorum?" dedim.

 

Çirkin mi duruyordum?

 

"Hayır," dedi hızlıca. "Bir şeye üzülmüş gibisin?"

 

Buruk bir gülümseme benden izinsiz yüzüme mesken olurken bakışlarımı kaçırdım. Ne diyeceğimi bilemediğim için bir süre susmayı tercih ettim. Aşk, insanın içini derin bir boşlukla doldurabilecek, karmaşık ve acı verici bir duyguydu bana göre. Her şeyin mükemmel olduğu anlarda, kalpte bir ateş yanar; fakat bu ateş, zamanla yerini sönmüş bir kömüre bırakabilirdi.

 

Birini derinden sevmek, bazen bu sevginin karşılıksız kalmasıyla sonuçlanır. Karşılıksız kaldığı ilk an aslında anlarsınız o noktada her şeyin bittiğini, daha sonra sevdiğiniz kişinin yokluğu, her anı bir sızı haline getirir. O kişinin varlığı, dünyayı aydınlatan bir ışık gibiyken, yokluğu bir karanlık tünel gibi hissettirir size. Her hatıra, her hatırlama, kalpte bir yara açar ve bu yara zamanla derinleşir. İyleşir belki diye düşünsenizde içinizdeki en kıytı köşede daima kanamaya devam ederdi.

 

Sevginin getirdiği hayal kırıklıkları, çoğu zaman kalpte kalıcı izler bırakır. Bu izler sizi olduğunuzdan daha olgun hale getirir ve yavaşça yaşama isteğinizi elinizden alır.

 

Yaşama isteğim sanki bu gece elimden alınmış gibiydi. Öyle ansızın, hiç beklemediğim anda alınmıştıki ne yapacağımı bilememiştim bile.

 

"Hiç tanımadığın birisiyle evlenmek ne kadar mantıklı?" dedim pat diye.

 

Alt dudağımı dişlediğimde sınırımı aştığımı anlamam çok sürmedi. Elinde tuttuğu ve bana ait olan telefonu saniyeler içerisinde elinden alıp bakışlarımı kaçırdım. "Haddimi aştım,kusura bakma."

 

Bakışları yüzümde gezindiği esnada başını salladı,"Haddini aştığın yok. Evet, bana da mantıklı gelmiyor. Ancak ömür boyu yalnız kalamam. " Duraksadığı esnada ne düşündüyse kendi kendine güldü, "Aksi takdirde yalnız öleceğim."

 

Gülümsemeye çalıştım. Ancak yüzümde tek bir mimik bile oynamamıştı. "Yalnız ölmemek için sevmediğin biriyle bir ömür geçirmek saçmalık."

 

İleri gittiğimi hissettim. Ancak geri adım atma gibi bir düşüncem yoktu.

 

Dediklerimi düşünüyor gibiydi, yüzüne ağır ağır yayılan alay dolu gülümseyiş kaşlarımın merakla çatılmalarına sebep oldu.

 

"Aşk evliliğine inanıyor musun?"

 

Kaşlarım daha çok çatılırken duraksamadan cevap verdim,"Evet,sen inanmıyor musun?"

 

Yüzündeki alay dolu gülümseyiş daha da büyüdüğünde" Evet, aşk güzel bir duygu, ama gerçek hayatta yalnızca aşkın bir evliliği sürdürebileceğine inanmıyorum." diye konuştu.

 

"Yanlış düşünüyorsun." diye çıkıştım.

 

Ne demek aşk evliliğine inanmıyordu?

 

Tek kaşını çatarak başını sol omzuna doğru yatırdığında, "Öyle mi cadı?" dedi.

 

Sinirle gülümsedim,"Öyle moruk."

 

Bakışları kısıldı,moruk demem sinirini bozmuş gibiydi.

 

"Tamam,sen aşk evliliği yap." Deyip iki elini tesim oluyorum edasıyla kaldırdı.

 

Çenemi havaya dikip "Yapacağım zaten!" dedim.

 

Bir gecede nasıl oluyordu da tüm duyguları aynıanda hissedebiliyordum?

 

"Yap," dedi bir kez daha.

 

"Yapacağım,"

 

Hayretle bana baktığı esnada bir an da bu kadar sinirlenip, ters ters cevaplar vermeme şaşırmış gibiyi.

 

"Sende saçma salak olan mantık evliliğinle bir ömür mutsuz ol. " dememle pişman olmam bir oldu.

 

Alt dudağımı stresle dişediğimde tebbessüm etti, "Hayal kırıklarıyla dolu bir evlilik yerine mutsuz bir yaşamı yeğlerim. "

 

Aşka karşı olan tutmu canımı sıkmıştı.

 

"Doğru seçim yaparsan o hayal kırıklıkları kapını çalmaz."

 

"Doğru seçim?" diye sordu,

 

Başımı "evet" dercesine salladım.

 

"Sen, yanlış seçim yapmış gibi gözüküyorsun."

 

Darmadağın bir halde yüzüne baktığımda suratıma cevap vermemi bekler gibi bakıyordu. Boğazımı temizledikten sonra yüzümdeki karmaşıklığı toparlayıp gülümsedim,"En az senin seçimin kadar,"

 

Cevabım üzerine sessizleşti. Bakışlarını benden çekerken aramızdaki gerginliği azaltmak adına "Bahise girerim, Zeynep'i tanımıyorsun bile." dedim, bunu söylerken güler gibi ses çıkarmayıda ihmal etmemiştim.

 

Sırıttı, "Doğru tahmin, cadı."

 

Yüzümü buruşturdum, "Cadı ne ya?"

 

Tek kaşı havaya kalktığında "Değil misin?" diye sordu.

 

Değildim tabii.

 

"Değilim tabii ki de, hem ben sana moruk diyor muyum?"

 

Sözlerimin ardından yüzünde hayret dolu ifade oluştu, sırıtma sırası bana geçtiğinde yüz ifadesi aşırı hoşuma gidiyordu. Aramızdaki o gerginlik gitmiş gibi hissettim. Yüz ifadesi böyle düşünmeme sebep olurken,"Amca de, tam olsun" Diye homurdandı.

 

Abi diyemiyorum daha, ne amcası?

 

"Ya ya," dediğimde, ikimiz de yan yana yürümeye başladık. Onun hiç sorgulamadan arkamdan gelmesi ve şimdi birlikte yürüyor olmamız, içimdeki tüm karmaşayı bir nebze de olsa dindirmiş gibiydi. Her ne kadar yatağıma uzanıp başımı yastığa koyduğumda, o karmaşanın ve sızlayan yaranın tekrar kendini hissettireceğini bilsem de, bu düşünceleri geride bırakmaya çalıştım.

 

"Eve dönmeyecek misin?"

 

Cevap vermek istemedim. İçimde öyle bir boşluk vardı ki, konuşursam yıkılırım sandım. Boğazımdaki düğüm ve yaşlı gözlerim bunun belirtisiydi; bir damla yaş sol gözümden süzülüp sessizce yanaklarımda iz bıraktı. İçimden kendime sayısız küfür ederken duygularımın bu denli güçsüz olmaları canımı sıktı.

 

Bu kadar zayıf olmak ise canımı sıkan bir diğer sebepti.

 

Sungur kolumu tutup durdurduğunda, parmakları çeneme dokundu. Yüzümü kendisine çevirdiğinde, gözlerimdeki yaşları fark etti. Kaşları çatılırken, gözlerindeki merak belirgin bir şekilde okunuyordu. Aniden ağlamamı garipsemesiyle karşı karşıya kalmış gibi görünüyordu. Ben ise çenemdeki parmakların bana hissettirdikleriyle baş etmeye çalışıyordum.

 

"Neden ağlıyorsun?"

 

"Kuş." diye mırıldandım, ağlamalarımın arasında.

 

"Kuş?" dedi sorarcasına, dediğim şeyin doğruluğunu test eder gibiydi.

 

Başımı onaylar nitelikte salladım. Yüzündeki karmaşıklık içimi burkarken bakışlarımı kaçırdım. Parmaları çenemden uzaklaştığı esnada boşluğa düşer gibi olsamda belli etmedim. Senin yüzünden ağlıyorum,diyemezdim. Bundan dolayı kuş demiştim.

 

"Hastamın kuşu," hafifçe burnumu çekip ela gözlerine baktım. "Ölmüş."

 

O rahatlar gibi olduğunda bense ağlamaya devam ediyordum.

 

"Kuş için mi ağlıyorsun, doğru mu anladım?"

 

"Doğru anladın."

 

Aniden bastıran sinir bozukluğuyla güldüğümde ofladım. Önüme dönerken derin bir iç çekip gözyaşlarımı silmeye başladım. "Neden böyle olmak zorundaki?"

 

Aklını karıştırmışım gibi baktı, önüme döndüğümde derin bir nefes aldım. Patavatsızca konuşmak istemiyordum ancak içimde bir yerlerde yatan diğer Efsan, bu durumu kabul etmek istemiyordu.

 

"Neyden bahsettiğini anlamıyorum."

 

Omuz silktim. "Anlamana değecek bir şey değil." dedim, yalnızca.

 

"Buna ben karar versem?" dedi sorar gibi.

 

"Neden zorluyorsun?"

 

"Seni bu hale getiren şey, bir kuşun ölmüş olması değil,biliyorum." Dediğinde gözlerindeki ifade bocallamama sebep oldu.

 

Çok derin bakıyordu.

 

"Nereden anladın?" diye sordum.

 

Gülümsedi, "Gözlerin... Gözlerin küsmüş. Çok kırgın bakıyorlar. Üzümekten öte birileri seni kırmış gibi."

 

Dudaklarım titredi. Beni bu kadar iyi tanıması parmak uçlarıma kadar ürpermeme sebep oldu.

 

"Kırıldım." Dedim,onu onaylayan nitelikte.

 

Kırdın beni,dedim içimden.

 

"Kırsaydın ya kafasını,"

 

Beni kıran kişinin kendisi olduğundan bihaberken söyledikleri bakışlarımı kaçırıp çocuk gibi dudaklarımı bükmeme sebep oldu. "Beni kırdığının farkında bile değil."

 

Kaşları çatıldı. "Gözlerindende mi anlamadı?" diye sordu.

 

Ağlamamak için alt dudağımı dişlerimin arasına alırken "Anladı." Diye mırıdandım. "Ama gönlümü almayı bilemedi."

 

"Şerefsizmiş."

 

Kendimi kötü hissedince "Deme öyle" dedim,

 

Onun hakkında konuştuğumuzun farkında bile değidi.

 

Bunu dememi beklemiyormuş gibi şaşırdı. İfadesini toparlarken "Hayatında biri mi var?" diye sordu pat diye.

 

Afalladım, sorusu aklımı dağıtırken titrek bir nefes aldım. Gözlerim gözlerinde asılı kalırken konuştum, "Birisinde hayatım var."

 

İkimizin arasındaki anlamsız sessizliği bölen Sungur'un telefonuna düşen bildirim sesi oldu. Bakışlarını benden çekip gelen mesajı açıp okumaya başladığında merakıma yenik düşüp baktığımı belli etmeden telefona kısa bir bakış attım.

 

Okuduklarım geri plana attığım gerçekleri bir tokat edasıyla tekrardan yüzüme vurduğunda Sungur'dan uzaklaşıp ona sırtımı döndüm. Adımlarımı hızlandırıp yanından uzaklaşmaya başladığım esnada arkamdan "Nereye?"diye bağırdı.

 

Adımlarım biraz daha hızlanırken "Eve, iyi akşamlar sana." dedim, Mesajı Çiçek teyze atmıştı. Kızın ailesiyle konuştuğunu ve kızında kabul ettiğini yazmıştı. Diğer mesajda ise kızın numarısını atmıştı.

 

İçimdeki acıyı bastırmaya çalıştıkça fazlalıklar gözlerimden dökülüyordu.

 

Bu fazlalıklar ise gün geçtikçe beni, daha güçsüz birine dönüştürüyordu.

 

******

 

Eve döndüğümde bizimkilerin halen gelmediklerini gördüm. Odama çıkıp üzerimi değiştirdikten sonra telefonumu sessize alıp makyaj masamın üzerine bıraktım. Yatağa uzanıp başımı yastığa koyduğumda, karanlık odanın sessizliğiyle birlikte düşüncelerim tekrar su yüzüne çıktı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım; kalbimdeki ağırlık her zamanki gibi oradaydı. Bir süre daha gözlerimi kapalı tutup, huzuru bulmaya çalıştım ama zihnimdeki yankılanan düşünceler sanki tüm uğraşlarımı boşa çıkarıyordu.

 

Gözlerimi açıp tavana bakarken, kafamda dönen düşünceler beni biraz daha karanlığa çekti. Mesaj gözlerimin önüne geldikçe elim ayağım buz kesiyordu , her anı bir boşluk haline gelmiş gibiydi ve bu boşlukta gezinen düşünceler, geçmek bilmeyen bir zamanın acı verici ağırlığını hissettirmekten öteye gitmiyodu.

 

Kalkıp pencereye yaklaştım, dışarıda hafif bir rüzgar vardı. Rüzgarın serinliği, içimdeki ateşi biraz olsun dindirdi, ama acının izlerini silemedi. Derin bir nefes aldım, ama her nefeste içimdeki sızıyı hissediyordum. Geceye ve karanlığa karşı yalnız kalma ihtiyacımın, belki de yalnızlıkla mücadele etmenin bir yolu olduğunu düşündüm.

 

Yavaşça yatağıma geri döndüm, ve tekrar başımı yastığa koydum. İçimdeki karmaşa ve acı, düşüncelerimi sürekli ele geçiriyordu. Ne kadar çabalasam da, düşüncelerimi bir kenara koyup huzuru bulmak zor görünüyordu.

 

Bir süre sonra, odanın karanlığında derin düşünceler içinde kaybolmuşken, bir yandan da dışarıdaki sessizlik içinde kendi iç sesimi dinlemeye çalışıyordum. Saatin tik takları, bir tür ölçüsüz zamanın, geçişinin yankılarını her an biraz daha yüksek sesle getiriyordu. Bir umut kırıntısı bile ararken, kalbimdeki boşluk ve sızıyı nasıl dindireceğimi düşünüyordum.

 

Olmaz umuduyla kendimi tesselli ettiğim anda gördüğüm mesaj tüm tesselimi tuzla buz etmiş benimde paramparça olmama sebep olmuştu.

 

Durgun bakışlarımı tavandan alıp pencereme çevirdim, serin rüzgarın içeriye sızan hafif esintisi, geceyi biraz olsun hafifletmeye yetiyordu. Gökyüzündeki yıldızlar, karanlıkta küçük birer umut ışığı gibi parlıyordu ama bu ışıkların soğukluğunda, yalnızlığımın ve kaybolmuşluğumun ağırlığı daha belirgin hale geliyordu sanki..

 

Kafamdaki karmaşayı, düşüncelerimin getirdiği huzursuzluğu biraz olsun dağıtmak için yatağımın yanındaki masada duran kitabı elime aldım.

 

Kitabı açıp birkaç sayfa okudum, ama kelimeler gözlerimden kayıp gidiyordu. Her satırda, içinde bulunduğum duygusal boğulmuşluğun izlerini buluyordum. Kitapların dünyası, anlık bir kaçış sunuyor gibi görünse de, asıl acı, içsel derinliklerimde kalıyordu. Sayfaları çevirirken bile, kafamdaki düşüncelerle baş başa kalmıştım.

 

Bazı yaraları kitaplar dahi saramaz. Bazen ev gibi gördüğünüz sayfalar size sadece kelimelerin yan yana getirildiği boş yazılar gibi gelir. O an durumunuzun ağırlığı ve büyüklüğü kanayan yaraya tuz basılmış kadar acıtır.

 

Acısı ise uzun bir süre sizinle kalır.

 

Ve ara ara sızlayarak varlığını size hatırlatır...

 

Benim yaram ise sanki göğüs kafesimin içinde bulunan kalp attıkça, sızlayacak gibiydi.

 

                                                                                                        *****

 

Sabahın ilk ışıkları gözlerimi açtığında, sanki uyku ve uyanıklık arasında bir mekânda asılı kalmış gibi hissediyordum. Gözlerim ağır ağır açılırken, kendime gelmeye çalışıyordum. Yatak örtüsünün üzerindeki desenler, gece boyunca belirsiz bir rüyanın parçaları gibi gözlerimin önünde dans ediyordu.

 

Kafamın içindeki sessizlik, geceden kalmış gibiydi; hezeyanla karışmış, ama bir o kadar da belirsiz. İçimden geçen düşünceler, rüyanın kaçan yankıları gibi, şu anın sessizliğinde fısıldıyorlardı.

 

Kalbim, gece boyunca yaşadıklarımın izlerini taşıyordu. Her atışında hezeyanımın yankısını duyuyor, belki de kaybolmuş bir zamanın içinden fısıldayan anılarla dolu hissediyordum. Göğsümde bir sıkışma, derin bir boşluk hissi vardı. Belirsizlikleri arasında sıkışıp kalmış gibiydi. Sanki bir labirentin içinde dolaşıyor, ama nereye gittiğimi bilmiyordum.

 

Nereye dönsem kör nokta gibiydi.

 

Bir zamanlar kendimden dahi sakladığım umut dolu olan hayaller şimdi birer hayalet gibi peşimi bırakmıyordu.

 

Yataktan kalkıp derin nefes aldığımda aynadaki çökmüş yüzüm görüş alanıma girdi. Duraksadığım esnada bir gecede bu kadar çökmüş olmam bir an aklımı sıyırmışım gibi hissetirdi.

 

Odadan çıkıp banyoya girdiğimde aynaya bakmamaya dikkat ederek işlerimi halledip, odama döndüm. Üzerimi değiştirip aşağıya indiğimde bahçeden gelen kahkaha sesleri yüzümü gülümsetti. Evin dış kapısına ilerlediğimde, amacım kimseye görünmeden evden çıkıp gitmekti. İlk seansım saat on birdeydi. Bu yüzden işe yetişme gibi bir durumum yoktu; bundan dolayı birazcık yürüyüş yapacaktım. Kapıyı açıp bizimkilere görünmeden mahalleye kendimi attığımda yukarıda bulunan yürüyüş parkına gitmek için sokağın çıkışına doğru ilerlemeye başladım. Saat daha çok erken olduğu için duyulan tek ses kuş sesiydi.

 

Bir kaç metre ötede bulunan marketin önünde gördüğüm Sungur'la birlikte adımlarım sekteye uğradı.

 

Bir şey almaya gelmiş gibi görünmüyordu. Daha çok birisini bekler gibi duruyordu. Aklıma gelen kişiyle birlikte adımlarımı hızlandırıp onu görmezlikten geldim. Zeynep'i mi bekliyordu? Bugün mü buluşacaklardı? Sorular ardıardına beynime üşüşürken titreyen ellerimi yumruk yaptım. Tam yanından geçip gideceğim esnada, kalın sesi sokakta yankı yapıp kulağıma ulaştı, "Günaydın da mı yok artık?"

 

Dudaklarımı birbirine bastırıp derin nefes aldım. Gülümsemeye çalışarak ona döndüğümde bana doğru yaklaşan adımlarını gördüm. Bu kendimi dizginleme konusunda faydasız olurken boğazımı temizledim,"Günaydın."

 

Başını sallarken "Evyallah," diye mırıldandı, daha sonra ekledi "İşe mi gidiyorsun?"

 

"Yürüyüş yapmaya çıktım, öğlene yakın gideceğim işe." dedim, "Sen peki? Benim gibi yürüyüşe çıkmadığın kesin,Zeynep'i mi bekliyorsun?" Sözlerimin ardından üzerini süzdüm. Siyah bir kot ve beyaz gömlek giymişti. Dağınık bıraktığı saçları yüzüne ayrı hava katmıştı.

 

"Evet,Zeynep'i bekliyorum."

 

Ne tepki vereceğimi bilemediğim için öylece suratına baktım.

 

"Mahkeme duvarı gibi olan suratın, ne zaman gülmeyi düşünüyor? Böyle hiç çekilir değilsin." Dedi.

 

Göz devirip bakışlarımı ondan çektim,benimle konuşmaya çalışması her ne kadar mutlu etsede Zeynep'in varlığı beni,ondan itiyordu.

 

"Mahkeme duvarı gibi olan suratımı önümüzdeki günlerde de göreceksin. Hatta bu surata alışsan iyi edersin."

 

Sözlerimin ardından Sungur'un bakışları arkama kaydı. Kaşlarının hafiften çatıldığını gördüğümde merakıma yenik düşüp omzumun üzerinden arkama baktım.

 

Gördüğüm kadınla beraber nefes almayı bıraktım. Gelen Zeynep'

Bize yaklaştığı esnada üzerini süzme ihtiyacı hissetim.

 

Düz ve omuzlarına kadar inen kahverengi saçlarını sade bir şekilde bırakmış. Gözleri, açık mavi renginde,sevecen parıltılar ile ışıl ışıldı. Yüzü yuvarlak hatlı, cildi ise doğal ve hafifçe bronzlaşmıştı. Gözlerinin çevresinde minimal makyaj var; sadece kirpiklere uygulanmış hafif bir maskara ve dudaklarında şeffaf bir parlatıcı.

 

Yanaklarındaki çiller güneşe çıktığından olsa belirginleşmiş, göze fazlasıyla çarpıyordu.

 

Çok güzeldi.

 

Giydiği mavi elbise gündelik olsa da şık bir görüntü sunuyordu. Elbise dizlerinin hemen altında bitiyordu. Bakışlarım Sungur'a kaydı. Benim aksime kızı süzmüyor dümdüz suratına bakıyordu. Yüzündeki hisizlik maskesi ne düşündüğünü anlamama yardımcı olmazken önüme döndüm.

 

Zeynep'in adımları önümüzde son bulurken bir adım geriledim. Bana baş selamı verip Sungur'a döndüğünde aldığım nefes boğazımda takılı kalmış gibi hissediyordum.

 

Buradan sonrasının geri dönüşü olmadığını bilebilecek olgunlağa sahiptim.

 

Geri dönüş yoktu. İkisi bir yola adım atmaya karar vermişlerdi. Aradan çıkma ihtiyacı hissettim.

 

Tam arkama dönüp gitmeye hazırlanacaktımki Zeynep'in, Sungur'a uzanan elini gördüm. Aynı şekilde Sungur'un da..

 

Sessizce yanlarından uzaklaşırken omuzlarım benden izinsiz çöktü. Ağlamak dahi gelmiyordu içimden.

 

Ağlarsam geçer miydi?

 

Küçükken ne zaman ağlasam babam yanıma gelir ve beni kucağına çekerdi. Saçlarımı örer ardından ağlamam bitene kadar saçlarıma sayısız öpücük kondururdu. Neden ağladığımı sormaz, içimdekileri boşaltana kadar sabırla beni beklerdi.

 

Her öpücük bir iç çekişti.

 

Ağlamam durduğunda ise babamın varlığı üzüldüğüm şeyi unutturacak kadar büyük olurdu.

 

Şimdi anlıyordumki, küçükken ne zaman ağlasam geçer sanıyormuşum. Oysa geçen tek şey; içimdeki o, yetim kalmış çocuğun burukluğu olurdu.

 

İçimdeki his tam olarak buydu: Yetim kalmış bir çocuğun burukluğu...

 

Yetim kalan, sevgim olmuştu.

 

Bir insanın sevgisi hiç yetim kalır mıydı?

 

Benim kalmıştı.

 

Sevgim yetim kalmıştı.

 

REKLAMLARDAN SONRA BURADAYIZ EFENDİMMM

 

Bölüm?

 

oy ve yorumlarınızı büyük heyecanla bekliyorum. Diğer bölüme kadar hoşça kalın ❤

 

 

Loading...
0%