Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@ruveydakay

Onsekizinci Bölüm.Koray ve Canan(ANTALYA).

 

RAMAZAN BAYRAMI (KORAY'IN KÖYÜ).

 

Birinci Kısım.

 

 

 

Ramazan Bayramı'nın ikinci günüydü ve Koray'ın köyüne gelmişlerdi.

 

 

 

İlk olarak mezarlığa uğradılar.Ölmüş büyükleri için birer "Fatiha"okurken Canan'ın dikkatini her birinin ayak kısmında bulunan uzun selvi ağaçları çekti.Bunu Koray'a sorduğunda "uzun hikaye"cevabını aldığı için de bir şey anlamamıştı.

 

 

 

Babaannesigile geldiğinde Koray'ın amcası,çocukları,halası ve çocukları hepsi oradaydı.Bayramlaştılar.Öğleye doğru ise Koray, amca oğulları ve hala oğullarıyla ilkin babaannesigilin karşı komşusu olan anneannesigili ziyaret etti ve böylelikle dayı ve teyzelerini de görmüş oldu.Sonra köydeki diğer yakınlarını ziyaret ettiler.

 

 

 

Bahçeden eve gelince misafir odasına geçip oturuldu. Canan bu esnada duvarda asılı duran çerçevelenmiş fotoğrafa baktı bir süre.Kim olduklarını bilmediği için Koray'a sordu.

 

 

 

Anlatıyordu Koray.

 

 

 

" Bıyıklı yakışıklı adam dedem,sağındaki amcam,solundaki babam,babamın yanındaki eniştem,çocuklardan da alnında yara bandı olan halamın oğlu,gri şortlu olan amcamın oğlu,ve bütün sevimliliğiyle gülen ben."

 

 

 

"Çok güzel çocukmuşsun."

 

 

 

"Mütevazılığı biryana bırakarak söylüyorum.hâlâ öyleyim."

 

 

 

İkisi de güldüler.Onların konuşmalarını dinleyenler de katılmıştı bu gülmeye.Sonra Koray aklına bir şey gelmiş olacak ki konuşmasını sürdürdü."

 

 

 

"Sen beni nasıl tanımazsın?

 

Albümde bunun gibi birçok fotoğraf var."

 

 

 

"Demek ki bakmamışım."

 

 

 

"Tamam o zaman eve gidince bakarız."

 

 

 

"Tamam öyle olsun."

 

 

 

Bu konuda takıntılı davranmasına şaşırmıştı Canan.

 

 

 

Akşama doğru Koray'ın babasıgil de geldi.

 

Koray ve Canan evlerine döner dönmez Koray yukarı çıkarak hem kendine ait hem de Canan'a ait albümlerle döndü bir süre sonra.

 

 

 

"Hadi bakalım."

 

 

 

"Çok ciddiye aldın bu meseleyi."

 

 

 

"Öyle gerçekten."

 

 

 

Albüm sayısı fazla olunca geceye kadar ancak bitirebildiler bakmayı.İlginç gelen fotoğraflara yorum yapmayı ihmal etmemişlerdi.

 

 

 

"Bu fotoğrafta hepiniz kalın kalın gözlükler takmışsınız.Allah için yakışmış.Ya kirazı kulaklarına takıp küpe yapman.

 

 

 

Sonra Handan ve Sarp'ın düğünüyle ilgili fotoğraflara geldi sıra.Koray Canan'a sordu:

 

 

 

"Sen Sarp'la Handan'ın düğününe gelmemiş miydin?"

 

 

 

"Gelmiştim."

 

 

 

"Anlaşılan birbirimizle o zamanlarda karşılaşmışız."

 

 

 

"Farkında olmadan tabi."

 

 

 

Yaşadıkları bayram hatıralarından da bahsettiler.En son Canan anlatmıştı:

 

 

 

"Bizim için bayramdan önceki arefe günü çok hareketli geçerdi.Anneannem fırında haşhaşlı ya da cevizli pağaç dediğimiz ekmek ya da sırf cevizle olan parmak yaparken ,o gün biz de hep beraber meşhur Salı Pazarının oraya kurulan bayram pazarına giderdik alışveriş yapmak için.Bayram için toplanılan bu kalabalığı görmeyi hâlâ özlerim.Ele yakılan kınayı da unutmamak gerek tabi.Ertesi gün kolonyayla beraber duyulan o kına kokusu bir başka güzel gelirdi.

 

 

 

Sonrasında Canan aklına takılan bir şey sordu:

 

 

 

"Bu arada merakımdan soruyorum soyadınız neden Selvioğlu yada Selvi değil de Selvioğ?"

 

Büyük büyük dedem selvi ağaçlarına olan sevgisiyle bilinirmiş.Tabi bunu dedem esprili bir bir şekilde anlattığı için doğruluğundan emin değilim."

 

 

 

Anlatmaya başladı:

 

 

 

"Büyük dedem soyadı kanunu çıktığında herkesin soyadı almak için toplandığı yerde bekliyormuş.O da görevliye tam selvi derken elini arı sokuyor ve ağzından "oğ"çıkıyor.Böylelikle selvioğ soyadımız oluyor.Mezarlıkta sorduğun cevabı buydu işte.Büyük dedemizden kalma selvi ağacı sevgisi."

 

 

 

"Anladım.Deden gerçekten espriliymiş.Sen de öylesin."

 

 

 

"Bizde bu bir aile özelliğidir.Ama bu en çok Bora'da kendini gösterir.Herkesin ismiyle ilgili hikaye uydurur.Kendi adıyla ilgili anlattığı hikaye daha bir gülünçtür."

 

 

 

"Mesela?"

 

 

 

"İsmin neden Bora? dediklerinde o: "Annem ve babam bir deniz seyahatindelermiş.Gemiden indikleri sırada fırtına kopuyor ve gemi denizin üzerinde beşik gibi sallanıyor..O yaşanılan stresten dolayı ben artık dünyaya gelmek istemişim ve doğunca da babamgil adıma Bora demişler."diye anlatır."

 

 

 

"Gerçeklik payı var mı peki?"

 

 

 

Koray "hayır tabi ki de"diyip güldü.

 

 

 

"Bizlerin isimleriyle ilgili de hikayeler uydurur."

 

 

 

"Senin isminin nasıl bir hikayesi var?"

 

 

 

Anlatmaya başladı Koray.

 

Ben doğduğumda saat akşam onmuş.Doğduktan sonra annem ve babam hastane odasında benimle ilgilenirken babam bir ara pencereden dışarı bakıyor.Bir de ne görsün "KANLI AY TUTULMASI"olarak da bilinen ay tutulması oluyor.Ayın o kırmızı halini görünce babam "çocuğun adı Koray olacak"diyor."

 

 

 

"Çok orijinal.Gerçi buna şaşırmamak gerekir.Mesleği reklamcılık ne de olsa.

 

 

 

Konu bu sefer de aile büyüklerinden açıldı.

 

 

 

"Ben en çok babaanneni merak ediyorum."

 

 

 

Canan sormuştu.

 

 

 

"Babaannem -senin deyiminle-feylozof kadındı.Her şeyin onun gözünde farklı bir anlamı vardı.Söyledikleri hâlâ kulağımda."

 

 

 

"Ne güzel.Yine soyadı meselesine gelmek istiyorum zorlanmışsındır değil mi soyadından dolayı.Mesela Aşti'de beklerken soyadını soran kişinin hep "selvioy,selviok,selvioğlu"demesi gibi bir şey olmalı."

 

 

 

"Sen?"

 

 

 

"Ben o gün Ankara'dan Antalya'ya gidiyordum."

 

 

 

"İnanmıyorum.O zaman seninle karşılaşmamamız."

 

 

 

"Evet."

 

 

 

Bu tesadüfü ikisi de sevmişlerdi.

 

 

 

"Hayat şaşırtıcı" demekten kendilerini alamadıklarında saatin üç buçuk olduğunu bile farkedemediler.

 

İkinci Kısım.

 

Canan’la Koray evleneli üç yıl geçmişti.Ama hâlâ,her gün birbirlerinin yeni özelliklerini keşfediyorlardı.En çok da kavgaları farklıydı.

 

 

 

Kavga edecekleri zaman duyamayan ve konuşamayan kişiler gibi hareket ediyorlar ve birbirlerine kızgınlıklarını yazarak anlatıyorlardı.Böylece dille söylenen lafın ağırlığı biraz daha hafiflemiş oluyor ve sorunlar kolayca hallediliyordu.

 

 

 

"Masayı hazırladım."

 

 

 

"Tamam."

 

 

 

Koray bilgisayar başındaydı ve Erbaa hakkında araştırma yapıyordu.Çünkü Canan’ın memleketine gideceklerdi.

 

 

 

Masaya oturduğunda Koray bulduğu ilginç şeyleri Canan’a da anlatmaya başladı.

 

 

 

" Sırığa “CEREK.Kevgirlere “İLİSTİR”.Kötülere “İLEZİR”. Sedirlere “Makat”, Basamağa “BADAL” .Boz ayrana “GATIK”. Çekirdeğe “ÇİĞİT”. Banyolara “YUNAK”derlermiş,En güzelime giden şey ise “Halına bakmadan Hasan Dağı’na oduna gitmek”lafı.

 

 

 

Sanki Canan bilmiyormuş gibi Koray yine anlatmaya devam ediyordu:

 

 

 

"Dört mevsim tam anlamıyla yaşandığı için de şehrin adına Erbaa demişler.Bir başka bilgi de var bununla ilgili.Erbaa çok deprem gördüğü için dört defa yer değiştirmiş ve o yüzden Erbaa denilmiş".

 

O yüzden eski yapılar nadirdir Erbaa’da.Sadece tarihi cami olarak Fidi Köyü’ndeki Silahtar Ömer Paşa Camii kalmış."dedi Canan.

 

 

 

Yemek yedikten sonra Canan,Koray’ın bilmediği daha çok şey anlattı.

 

 

 

İlk anlattığı, kendi ailesinde depremi yaşayan dedesinin hikayesi oldu.

 

 

 

"Bir de o depremlerden birinde babamın dedesi ölmüş ve o öldüğünde dedem daha kundakta bebekmiş."

 

 

 

"Öyle mi?."

 

 

 

Dedesini tanıtmak için onunla ilgili başka şeyler de anlattı.

 

 

 

"Biraz ilginçti,çok aceleciydi.Onun bu aceleciliği ailenin bütün fertlerinde vardı.Dakik olmamız dedemden geliyor".

 

 

 

"Peki babaannen nasıl biriydi?"

 

 

 

"Çok sosyaldi.Herkesi tanırdı.Tam bir halk edebiyatı derleyicisi gibiydi.Halk inanışları,halk hikayeleri,maniler her şeyi bilirdi."

 

 

 

"Diğer deden peki?"

 

 

 

"Bu dedem de babasını küçük yaşlarındayken kaybetmiş.Genç yaşta kocasını kaybeden annesiyle beraber çok zorluklar yaşamış.Kader işte.Dedemin annesi uzun bir hayat yaşadı ama kocasının,oğlunun ve torununun ölümlerine şahit oldu.Bir o kadar da mutlulukları gördü."

 

 

 

Sonra başka şeylerden bahsetmeye başladılar.Koray konuşuyordu.

 

 

 

"Peki bu uzun mesafeli yolculuğa bir karavan uygun olmaz mı?

 

Karavan mı?"

 

 

 

"Evet."

 

 

 

"Nereden aklına geldi?"

 

 

 

"Sarp söyledi.Onun komşusu satıyormuş.Biliyorsun ihtiyaç için satılan hiçbir şeye almak istememişimdir.Adam sıkılmış ve o yüzden satmak istemiş."

 

 

 

"Sen planını çoktan yapmışsın.Benim için de uygun."

 

 

 

"O zaman görmeye gidelim."

 

 

 

"Olur."

 

 

 

Kısa sürede hazırlanıp arabaya bindiler."

 

 

 

"Yani bu araba satılacak öyle mi?"

 

 

 

Canan sormuştu.

 

 

 

"Hayır satılmayacak merak etme"

 

 

Bir süre sonra karavanın yanındaydılar.Sarp,Handan ve komşuları da oradaydılar.

 

 

 

 

 

Yalnız karavan sahipleri olan karı koca tuhaf insanlardı.

 

 

 

Adam konuşuyordu:

 

 

 

"İnsan isteyerek de satsa üzülüyor.Hoşçakal canım benim”diyerek karavana dostça dokundular.Onları izleyen çocukları da “bunlar ne yapıyor”diyerek kafa salladılar.

 

 

 

Çünkü onlar alınacak teknenin hayalini kuruyorlardı ve anne-babalarına “elveda kara,merhaba deniz”dediklerini hatırlatarak bu gereksiz duygusallığa son vermeyi amaçladılar.

 

 

 

Ardından karavanının içini gezmeye başladılar.İçine sinmişti Canan’ın.Fiyatta da anlaşınca aldılar. Koray değişiklik olarak siyah olan direksiyon ve diğer şeyleri, insan zihnine iyi gelen maviye boyayacaktı. Canandan da oluru aldı.

 

 

 

Hepsi hayırlı olsun dileklerinde bulundu ve gittiler.Korayla Canan kalmıştı.İkisi de gülümseyerek karavana baktılar.

 

 

 

Yeni yolculuklar onları bekliyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%