Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@ruveydakay

Ondokuzuncu Bölüm. Canan ve Koray( Erbaa).

 

 

 

Birinci Kısım.

 

 

 

Sabah erkenden yola çıkmışlardı Koray'la Canan.

 

 

 

Yol uzun olduğu için Canan ya Koray'ın yanına geliyor ya da içeri girip yatıyordu.

 

 

 

Canan bu yolculukta Koray'ın arabayı yavaş sürdüğü ve olması gerekenden daha sessiz olduğunu fark etmişti.

 

 

 

Sessizlik sinirini bozduğundan olsa gerek yolculuk sıkıcı gelmişti.Neyse ki Amasya'ya geldiklerinde biraz daha bu durumu sonlandırdı ve konuşmaya başladı.

 

 

 

"Hele şükür konuşmaya başladın diyerek sıkıldığını belirtecekti Canan.

 

 

 

2 saat sonra Erbaa'ya giriş yaptılar.Çamlı bulvardan ilerleyerek öğretmenevinin çarprazındaki aile apartmanının otoparkına yanaştılar.

 

 

 

Karavan büyük olduğu için parketmek biraz zor olsa da fazla bir sorun çıkmadan parketmeyi başardı Koray.

 

İkinci kısım.

 

Ertesi gün olmuştu.

 

 

 

Öğle vakti evden çıktılar.Köye gideceklerdi Koray ve Canan.

 

 

 

Köprü başında "İmbat"yazılı tabeladan sağa dönerek köyün yolunu tuttular.

 

 

 

Zaten şehir merkeziyle köyün uzaklığı yedi-sekiz kilometre olduğu için hemen gelmişlerdi.Ama ilk önce köyün girişinde bulunan mezarlığa uğradılar.

 

 

 

Yalnız değillerdi mezarlıkta Leman Teyzesi, eniştesi, Ada,aynı zamanda amcası olan eniştesi,Ilgaz ve Ayla Teyzesiyle de karşılaşmışlardı.Selamlaştılar.

 

 

 

Teker teker yakınlarının mezarları başlarına gelip dua okudular.

 

 

 

Koray, dedesinin baş tarafındaki mezartaşının üstünde yer alan saz heykelinin Canan'ın abisinin yapmış olduğunu öğrenince içinden "mezarı beleşe getirmek için çocuğu torunu sanatkar yapmak lazım"diye geçirdiğinde yüzünde hafif bir gülümseme oldu farkında olmadan.

 

 

 

Canan bunu farketti.Nedenini de arabada sordu.Duydukları üzerine kendisinin de bir zamanlar aynı şeyi düşündüğünü söyleyince ikisi birden "biz de üçün beşin hesabını yapanlar gibiyiz"dediklerinde Canan birşeyi daha itiraf etti:

 

 

 

"Aslında benzer bir şeyi "en azından kirayı kendi eşime vermişim yabancıya değil -zira sen ayrıca benim ev sahibimdin-diye düşünmeden edememiştim.

 

 

 

Koray bunu duyunca sesli olarak güldü ve şunları söyledi:

 

 

Neler duyuyorum öyle".

 

 

 

"Söylediğime pişman ettirdin" diyerek güldü Canan da.

 

 

 

Biraz sonra evdeydiler.

 

 

 

Ev; bahçe içinde,ahşap ve iki katlıydı. Önünde sıcak yaz akşamlarından istifade edebilmek için yapılan bir sedir bulunuyordu.-kendileri makat da derdi-Hemen yanında bir elektrik direği vardı. "Evin delikanlıları geç geldiklerinde bu elektrik direğini kullanıp çıkmışlardır"diye aklından geçirdi Koray.

 

 

 

Ev;alt ve üst katlardan oluşuyordu.Üst kata çıkmak için de ahşap bir merdiven kullanılıyordu.Her iki katta dört oda vardı.Ayrıca üst kattaki salon, ahırın da yıkılmasıyla eklenen odalarla beraber iki ayrı girişi birleştiriyordu.

 

 

 

Odalar klasik köy usulüne göre yapılmıştı.Ahşap dolap ve kapılar dikkat çekiyordu ve ayrıca yatak odalarında tahta dolapla saklanmış özel banyolar,yüklük ve ocaklık bulunuyordu.Ocaklığın üstündeki raflara eskimiş lüks lambası,küçük eşyalar ve siyah beyaz fotoğraflar konulmuştu.

 

 

 

Bir odada ise Canan'ın abisinin yapmış olduğu balmumu heykelleri vardı.Bu heykeller anneanne ve dedesine aitti.

 

Koray evdeki yaşanmışlığı hissettiği için en az yetmiş yıllık olan bu eve alışmıştı.

 

 

 

Üçüncü Kısım.

 

 

 

Ertesi gün Koray ve Canan köyü dolaşmaya çıktılar.Aslında gidilecek yer belliydi. "Çamlık"denilen köyün eski mezarlığıydı.Tabi bu açıklamayı çamlıktan döndükten sonra yapacaktı.

 

 

 

Caminin oradan doğruca yürüyerek babaannesigilin evinin önüne geldiler.

 

 

 

Bu ev de klasik köy evi gibi bahçe içindeydi.Yapı malzemesi olarak hem ahşap hem de taş kullanılmıştı.İki katlıydı ve alt kat sonradan restore edilerek hamam,yatak odası yapılmış ve ön bahçeye bakan küçük pencereli oda ise kütüphane olarak düzenlenmişti.Eskiden eve girmek için kullanılan dış giriş kapısı da iptal edilmemiş ve böylelikle eve hem alttan hem de dışarıdaki üst kapıdan girme olanağı elde edilmişti.Enteresan bir düzendi elbette. "Alttan girip üstten çıkmak"sözünü karşılıyordu adeta.

 

 

 

Bahçeye girdiklerinde taştan yapılmış bir eşek heykeli karşıladı onları.Koray Canan'ın abisinin yaptığını anlamıştı.

 

 

 

"Bana anlattığın eşek anılarını hatırladım."dedi Koray.

 

 

 

Canan gülerek:

 

"Tanıştırayım bu meşhur eşeğimiz Tandırbot diye karşılık verdi.

 

 

 

Gülüştükleri anda evin önündeki araba ikisinin de dikkatini çekmişti.Merak edip bahçe kapısını aralayarak içeri giren kişiyi gördüklerinde gelenin amcaoğlu İlbey olduğunu anladılar.

 

 

 

Selamlaştılar.Sonra eve çıkarak misafir odasına geçtiler.Babaannesi ve dedesinin fotoğrafları asılıydı duvarda.Koray kısa süreliğine iki fotoğrafa da baktı ve Canan'la İlbey'in konuşmalarına dahil oldu.

 

 

 

"Çocuklar nasıl?Onlar da geldiler mi?"

 

Evrim'in teyzesinin kızının düğünü olduğu için İstanbul'da kaldı. Dayımın kızı evlendiği için de ben Erbaa'ya geldim."

 

 

 

"Yengemle amcam nasıllar.İyiler mi?"

 

 

 

"Onlar da iyiler.Biraz önce babamla balık tutuyorduk da sonra ben geldim."

 

 

 

Koray balık tutmak diyince kendi sabırsızlığını anımsadı.O yüzden hiç balık tutmamıştı. Arkadaşlarıyla gittiği balık tutmaya gittiklerinde bile oltayı bir başkasına vermiş ve böylelikle sevmediğini ortaya koymuştu.

 

 

 

Sonra dikkatini tavanda asılı duran narlar dikkatini çekti Koray'ın.

 

 

 

Canan,Dedemgilden kalma bir şey.Buna göre meyvelerin hangisi daha önce kurursa o önce ölecek anlamına geliyordu."açıklamasını yaptı.

 

 

 

Koray ilginç buldu.

 

 

 

Bu evde de babanannesinin ve dedesinin balmumundan heykelleri vardı.

 

 

 

Sonra İlbey,Koray ve Canan evden çıkıp bahçeye indiler.Bu esnada çocukluk anılarından da bahsediyorlardı.

 

 

 

İlbey:Tandırbot"u Koray ile tanıştırdın değil mi?"diye sorunca gülümsediler.

 

 

 

İlbey:Eşeğe doğum günü bile yapmıştık."diyince Koray oldukça orijinal oldukları belirtti.

 

Aralarında konuşurken kapı açıldı.Gelen Merve ve eşi Cem'di.Biraz sonra onlar da bu eğlenceli anlara eşlik edeceklerdi.

 

 

 

Ara sıra eşekten düşerdik.Bizi bir gün nasıl da üzerinden atmıştı değil mi?

 

Biz de ağlamak yerine gülmüştük.

 

Hadi bunlar olağan şeyler.Ya yaz ortasında soba yakmak da neyin nesi?

 

 

 

Cem,Yaz olmasına rağmen sobanın evde ne işi var?"diye sordu.

 

 

 

Merve,Soba bahçedeydi diye yanıtladı eşinin sorusunu.

 

 

 

Kahkaha attılar.

 

 

 

İlbey,hava yağmurlu olduğu zamanlar salyangoz toplayıp onları sattıklarını söyleyince Canan da ıspanak suyumuz diye hatırlatmada bulundu.

 

 

 

Koray,Ispanak suyu mu?diye şaşkınlık yaşadı ve açıklamasını İlbeyden dinledi.

 

Evet.O zamanlar televizyonda yayınlanan "Temel Reis" çizgi filminden dolayı ıspanağa özenip,içtiğimiz suyun ismini öyle koymuştuk.Suyu içtiğimizde kendimizi güçlü hissederdik.

 

 

 

Merve gülerek şu anılarından da bahsetti.

 

Mezarlığa gidip köpek kovaladığı için yeni sulanan tarlaya girmemiz sonucunda çamura saplanmıştık.Bayağı zorlanmışlardı bizleri çıkarırken."

 

Daha sonra İlbey Hep bahçede duracak değiliz ya çamlığa gidelim”diye teklifte bulundu.

 

 

 

Böylelikle Koray,Canan,

 

Merve,Cem ve İlbey toplanıp çamlığa çıktılar.

 

 

 

İlbey ve Merve,Canan'a "anlattın mı"diye bir soru yöneltti:

 

 

 

Canan,Hayır söylemedim diyince Cem, Koray'a açıklamasını yaptı.

 

 

Burası aslında eski bir mezarlıkmış.Sonra bütün mezar taşları,toprak dümdüz olmuş ve mezarlık olduğu unutularak insanların gezmek için geldiği bir yer haline gelmiş."

 

Daha ilgincini daha dinlemedin diyen İlbey;Canan,Ben,

 

Özgün ve Merve o çocuk aklımızla kazmayı küreği alıp insan kemiği aramaya kalkmıştır.

 

 

 

Koray bunun üzerine Ne cesaret.Bu saatten sonra sana araba ve bisiklet sürmeyi öğretmek hiç de zor olmayacak."diye Canan’a baktı.

 

 

 

Koray,konuşmasını sürdürüyordu:

 

 

 

"Bence insanı korkutan,mezarı algılamasını sağlayan şey baş ve ayak tarafında dikili bulunan taşlar.Demek ki bunlar olmayınca insana ölüm o kadar da korkunç gelmiyor.Gelmişken de bir Fatiha okuyalım ne dersiniz?

 

 

 

Gülüştüler ve gerçekten de mezarlık olduğu gerçeğini hiçe sayarak büyük pelit ağacının yanına geldiler.

 

 

 

Ağaçla ilgili olan babaannelerinin anlattığı bir hikayeyi anlattılar Koray'a:

 

 

 

"Vaktiyle çoban bir kadın varmış.Yağmur yağdığı zaman bu ağacın altına koyunlarıyla beraber girmiş ıslanmamak için.Akıl edememiş çarpılacağını ve düşen yıldırım sonucu hayatını kaybetmiş."

 

 

 

Koray bunun üzerine bir değerlendirme yaptı:

 

Bu anlattıklarınızdan şöyle bir sonuç çıkıyor.Bütün bu anlattıklarınız olumsuz şeyler ama bunu önemsemeyerek burayı hâlâ sevmeye ve güzel vakit geçirmeye devam ediyorsunuz.Herkes bunu yapamaz.

 

 

 

Koray'ın bu söylediklerini onayladılar.

 

 

 

Sonra kavaklık ormanının içinden aşağıya indiler."Sülüklük"dedikleri çiftlik vari evlerine götürdü İlbey.

 

 

 

Koray evin tasarımını bir hayli beğendi.Altı dönümlük bir arazinin tam ortasına yapılmış bu ev, kule tarzında yapılmıştı ve panoramik bir yapısı olan balkondan dağ,çamlık,kavaklık manzaraları görülüyordu.Bahçenin bir kenarı ise sırf koruluktan ibaretti.Yürüyüş alanı olarak kullanılılan bu yerin tam sağında ise amcasının torunları için yaptırdığı ufak bir park bile vardı.

 

 

 

Oradan ayrılıp tekrar çamlığa çıkıp babaannesigilin oraya döndüklerinde bir arabanın daha olduğunu farkettiler.

 

 

 

Bahçeye girdiklerinde Oğuz Amcası ve aynı zamanda eniştesi olan amcasını gördü.Ağaçları inceleyip konuşmakla meşguldüler.

 

 

 

Ellerini öptüler.Evde biraz daha vakit geçirdikten Sonra hep beraber Nejat Amcası'nın bağına gittiler yürüyerek.

 

 

 

Bağın giriş kapısına geldiklerinde herkesin dikkatini bir tabela çekti.O tabelada zararlı hayvanlardan korunmak için yazılmış bir dua bulunuyordu.Okuyup öyle girdiler.

 

Bağa girdiklerinde dedesinin yaptığı derme çatma "seyvan" dedikleri kuruluk ve kuruluğun sağ,sol ve üst tarafından bulunan çam ağaçlarının hâlâ yerinde duruyor olmasına sevinmişti Canan.

 

 

 

Herkesi bırakarak ilk oraya gitti.Seyvan, tepede olduğu için her zaman rüzgarlı olurdu.Gözlerini kısa süreliğine kapatarak rüzgardan dolayı sallanan çam yaprakların sesini dinledi ve o kokuyu içine çekti. Her zamanki gibi yine huzur bulmuştu.

 

 

 

Yanlarına geldiğinde konuşmalarını dinledi.Nejat Amcası;kardeşine, İlbey'e Koray'a ve Cem'e anlatıyordu:

 

 

 

Aslında seyvanın altında da tevek yaprakları vardı ama onlar kuruduğu için söküp yerine meyve ağaçları diktim.Sadece vişnenin olduğu kısımda yapraklar kaldı."

 

 

 

İlbey?Peki teveğin kuruduğu toprakta meyveler nasıl tuttu?"diye soru yöneltti amcasına.

 

 

 

Ziraat mühendisi arkadaşıma toprak analizi yaptırdım ve ona göre bazı şeyler kullandım."

 

 

 

Bir süre tarımdan konuşmaya devam ettikten sonra mevcut bulunan meyvelerden de toplayarak ahşap bağ evine geçtiler.

 

 

Nejat Bey konuşmasını sürdürdü.

 

Emekliye ayrılınca mutlaka bir işle uğraşmak istiyor insan.Biz de bağ evi yaptırdık ve yaprak zamanı gelince buraya geliyoruz,kendimizi yormadan bıkmadan uğraşıyoruz bu bağ ile."

 

 

 

Oğuz Amcası,Bence en güzel tarafı da hanımla kavga ettiğinde kafa dinleyecek bir yer olması."diyince ,

 

Gülerek "haklısın"dedi.

 

 

 

Bir iki saat kadar bağda geçirilen vaktin ardından tekrar babaannesigilin evine gittiler.

 

 

 

Akşam yakınlaştığı için bahçenin köşelerine konumlandırılmış lüks biçimindeki pilli büyük aydınlatmalar yakıldı ve eskiden ahırın bulunduğu yerdeki çardağa oturulup aşağıdaki derenin yanında bulunan kavak ağaçlarının yapraklarından süzülen gün batımı manzarası izlendi.

 

 

 

Geçmiş günler anıldı.Bir süreliğine yanlarından ayrılan Nejat Bey, babasının duvarda asılı sazını alarak tekrar geldi hem çalıp hem söyledi.

 

 

 

Daha sonra Koray ve Canan tekrar anneannesigile döndüler.Eve girdiklerinde Leyla ve Nilgün Hanımların da geldiği anlaşıldı.

 

 

 

Hoş geldin dedikten sonra biraz oturup yoldan yeni geldikleri için yukarı çıkıp dinlendiler. Bu esnada Murat dayısı da eşi ve çocuklarıyla geldi.Beraber mevlit yemeği hakkında konuştular.

 

 

 

Kararlaştırıldıktan sonra Koray, dışarı çıkıp karavandan okey takımlarını getirdi.Böylelikle Nejat Bey,Murat Bey,Koray ve Berkay arasında okey oynandı.Kızlar hep dayılarından taraf oldular.

 

 

 

Ara sıra dayılarının taş çaldığını iddia etmeleri gülüşmelere yol açmıştı.Geceye kadar oyun devam etti.Galip gelen Berkay oldu.

 

 

 

Koray'ın yüzündeki memnunluk ifadesini görmek Canan'ı sevindirmişti.

 

Dördüncü Kısım.

 

Köy meydanı; elindeki sepette yumurta taşıyan,bakraç tutan köylülerle doluydu.Kendilerini pazara götürecek olan minibüsü beklemekteydiler.Salı pazarıydı çünkü.Bu bekleyenler arasında Koray ve Canan da vardı. Ev için alışveriş yapacaklardı.

 

 

 

Koray, sırf merakından dün gece köyde kalmayı istemiş ve böylelikle Canan'ın köy yaşamı hakkında daha çok şeyler öğrenmeyi ummuştu. Biraz sonra mavi minibüs meydana yaklaştı ve hepsi bindiler.

 

 

 

Kalabalık olduğu için ayakta kalmışlardı.Pazar yerine gelene kadar Koray, konuşulanlara kulak misafiri oldu.Daha önceden araştırdığı ağızla konuştuklarını fark etmişti.

 

 

 

Minibüs "Çamlı Bulvar da denilen Gazi Bulvarı"nın orada durdu ve herkes inerek pazara doğru yöneldiler.

 

 

 

Pazar alanı ne kadar genişse pazardaki kalabalık da o orantıdaydı.

 

 

 

Hızlı davranarak alışverişi kısa sürede tamamladılar ve sonradan dönecekleri için aldıklarını bırakarak geldikleri yönün karşısına geçip eski kaset satan dükkanın oradan yukarıya çıkarak meydan denilen yere geldiler.

 

 

 

"Oturalım mı?

 

 

 

"Olur.

 

 

 

Meydandaki banklardan birine oturdular.Dinlenince;içinde sinema,kütüphane ve kültür evi bulunan binaya girdiler.

 

Kültür evinde eski Erbaa yaşantısına dair olgular mankenler giydirilerek anlatılmıştı.Kına geceleri,köy yaşantısı,yöreye ait tütün kurutma,tütün dizme ve yaprak toplama,kunduracılık,bakırcılık bunlardandı.

 

 

 

Ama en büyük müze, "Horoztepe" olarak anılan Tepeşehir mevkiinde bulunuyordu.On beş dönümlük bir araziye yapılan plato halindeki müzede; depremden önceki eski Erbaa ve depremden sonraki Erbaa'da yapılan evler bulunuyordu.Sokak görünümüyle birlikte birebir ölçülerde yapılmış ve içerisi bazen sepya bazen de siyah beyaz renklerdeki ışıklandırma sistemleriyle ziyaret edenlere tam bir nostaljik yaşam sunuyordu.Öyle ki terzi dükkanındaki çiçekli kumaşlardan etek yaptıran köylü hanımı,kahvede oturup konuşan kasketli dayılar,kahve kokusu duyulan ve peynir tenekeleri olan ufak bakkaliye.Çok gerçekçi duruyordu.Radyodan duyulan eski yıllara dair türkü ve şarkılar da dinlenince ziyaretçiler kâh gülümseyerek kâh duygusallaşarak oradan ayrılıyorlardı.

 

 

 

Kültür evinden ayrıldıktan sonra pastaneye uğradılar.Dayısıgili ziyaret edeceklerdi.Giderken Koray, Erbaa hakkındaki düşüncelerini dile getirdi.

 

 

 

"Güzel bir ilçe.Bütün giyim ve ev mağazaları,restoranlar hep meydanın çevresinde toplanmış.O yüzden ulaşım çok kolay.Fazla kalabalık olmaması da avantajlarından biri.Tam yaşlılara göre.

 

 

 

Huzurlu bir ortamı var.Konuşmaları da hoş.Ayrıca dikkatimi çeken bir şey de "satılık" olarak yazılması gereken yazının "satlık" diye yazılmış olması."

 

Geldiler gelmesine ama hiçbiri evde yoktu.Gerisin geriye tekrar dönerek bu sefer de Çamlık Tesisleri'ni gezdiler.Çamlığın içinde huzur evi de vardı.

 

 

 

Çamlıktan sonra tekrar meydana inip bu sefer Sultan Sofrası"na giderek yemek yediler.Koray tercihini merak ettiği ve yöresel olduğu için Tokat Kebabından yana kullanmıştı.

 

 

 

Oradan da çıkınca pazara geldiler ve aldıklarıyla pazardan çıkıp aynı minibüsle köye döndüler.

 

Beşinci Kısım.

 

 

 

Erbaa'ya geleli neredeyse bir hafta olmuştu.Sadece köye gitmişler ve orada vakit geçirmişlerdi.O yüzden Canan Koray'ın sıkılmaması için vaktiyle ikamet ettikleri yerlere gitme teklifinde bulundu.

 

 

 

Bunun için Koray ve Canan, akşamdan karavanı hazırladılar ve sabah Melis,Eylül,Nil,Su ve Ada'yla beraber karavanla yola çıktılar.Gidecekleri yer yayla köyü olduğu için kalın kıyafet almayı ihmal etmemişlerdi.

 

 

 

Erbaa'ya geldiklerinde Koray piknik malzemeleri almak için dışarı çıktı.Canan ve kızlar da oturmaktan sıkılınca onlar da dışarı çıkarak kendilerine dondurma alarak Koray'ı beklediler.O esnada kavun karpuz seçiyordu Koray.Sonra geldi.

 

 

 

"Acaba yayla yolundan mı gitsek?diye tereddüt eden Canan’a,

 

 

 

"Turist benim.Sen ne istersen oradan gideceğiz."demişti Koray.

 

 

 

Yayla yolunu seçmişlerdi gitmek için ve rakım fazlaydı.Yollardan geçerken duyulan dağ kekiği kokusuyla beraber eski hatıralar canlandı zihninde Canan'ın.En çok da Osmanköy'ün oradan geçerken bunu yaşadı.

 

 

 

Osmanköy genellikle iki katlı villa tarzında evlerden oluşurdu.Muhtemelen yayla evi niyetiyle yapılmıştı.

 

Ne zaman Osmanköy'ün oradan geçsem oradaki iki katlı evlere hep özenmişimdir."

 

 

 

"Çok istemiş olmalısın ki sen de şimdi de o tarz bir evde oturuyorsun."

 

 

 

Konuştuklarında bir çeşme başında mola vermekteydiler.

 

 

 

Canan telefonunu çıkardı.

 

 

 

Handan'ı arayacağım tabi telefon çekerse"dedi.

 

Handan telefonu açtı. ne yapıyorsunuz?"nasılsınız?

 

 

 

"Geziyoruz."

 

 

 

"İyi eğlenceler."

 

 

 

"Sağ ol.Her şey iyi gidiyor da Koray'la yolculuk yapmak çok sıkıcı.Normalde konuşan Koray araba kullanırken çok sessiz."

 

 

 

Koray gülerek "Farkındayım"dedi.Sarp'la da konuştuktan sonra karavana tekrar binip yola koyuldular.

 

Ekincilik Köyü'ne gelmeden önce yol üstünde olan "Kemkez" denilen köydeydiler.Hiçbir şey değişmemişti sanki.Daha dün gibi ev duvarında görülen kırmızılı pembeli hatmi çiçekleriyle,kurutulmaya bırakılmış tütün ya da sebzelerle,bakkalıyla,okuluyla yine aynıydı.

 

 

 

Yaklaşık on beş dakika sonra Ekincilik Köyündeydiler.Sonra köyü daha sonra gezmek suretiyle ilk önce "Kemer"dedikleri köyün çıkışında bulunan piknik alanına gittiler.

 

 

 

Piknik alanına girmek için önce yolun ortasındaki alelade yapılmış tahta kapıyı açmışlardı.Bu kapı sanki sınır temsil eder gibiydi.

 

 

 

Geldiler Kemer'e.

 

 

 

Kemer;ortası göl,iki tarafında da çam ağaçları ve gölün ortasında iskele tarzı köprü olan bir alandan oluşuyordu.Her şey aynıydı.Bir tek;küçük,ortası delik sevimli çam ağacı yoktu.Onun yerine ise su tulumbası koymuşlardı.

 

 

 

Bekçi kulübesinin oraya yakın bir yerde karavanı park ederek karavana yakın bir çam ağacının altına yerleştiler.

 

 

 

Cananla Koray kendi aralarında konuşurken kızlar da birbirleriyle sohbet ediyordu.

 

 

 

"Burası çok güzelmiş."

 

Göl ve çamların uyumlu birleşimi."

 

 

 

Ateşi yakıp şişleri birer ikişer dizerek pişmesini beklerken bu sırada kızlar sofrayı kurmakla meşguldü.Canan anlatıyordu.

 

 

 

"Burayı o kadar severdik ki bazen üşenmeyip sabah kahvaltısını yapmak için bile buraya gelirdik."

 

 

 

"Mis gibi çam ormanında kahvaltı yapmak hoş olur gerçekten."

 

 

 

Sonra yemeğe geçildi.Koray kebap yapmıştı.

 

 

 

Yemeğin ardından gölün iki tarafını da turladılar.Bir ara gölün üzerinde taş sektirme yarışı bile yaptılar.Koray bu esnada bazı açıklamalarda bulundu.

 

 

 

"Ben zaten hayatımda bir pazarlık yapmayı, ıslık çalmayı bir de su yüzeyinde taş sektirmeyi becerememişimdir.

 

 

 

Güldüler.Fotoğraf çekindiler beraber.Gölün hemen yanında bulunan "Döndü Ananın Yeri"yazısı yazılmış,üzerine kapı ve pencere resmi çizilmiş bir çadır dikkatlerini çekti.

 

 

 

Merak edip içeri girdiklerinde üç kadının gözleme yaptığını gördüler.Ayrıca yayık ayranı da yapıyorlardı.O güzel kokuyu duyunca köpüklü köpüklü ayranları ve yapılmış gözlemeleri alıp gezmelerine devam ettiler.Ama Canan Koray'ı uyarmaktan geri kalmamıştı.

 

 

 

"Biliyorsun senin miden hassas.Karışık yememelisin."

 

 

 

"İlaç içtim bir şey olmaz."

 

 

 

Bu ilaç uyku yapmıyor öyle değil mi?"

 

 

 

"Evhamlılığa gerek yok."diye koluna dokundu Canan'ın".

 

 

 

Köprünün üzerine çıkarak kapsamlı olarak manzarayı seyredince bir de su tulumbasının yanına gidip çeşmenin içinde suda karpuzlarını soğutarak dilim dilim yediler.

 

 

 

Kemer'i gezmeleri bittikten sonra oradan ayrılarak köy meydanına geldiler.

 

 

 

Uygun yerde park ederek köyü gezmeye başladılar.Canan anlatıyordu.

 

 

 

" Evde su akmadığı için bu çeşmeden bidonlara su doldurarak eve taşırdık.Okulla aynı binada olan evimiz işte şurada.Bahçedeki armut ağacına hep salıncak kurardık.Aramızda salıncağa binme kavgası bile bir başka güzel olurdu.

 

 

 

Evin yanında bulunan bahçede bizim çikolata armut dediğimiz kahverengi armutlar olurdu ve bu bahçede ilkbahar geldiği vakit açan çiçeklerden arkadaşlarla toplanıp kendimize kolye yapardık.

 

 

 

Kışlar zor geçerdi burada.Ama bir o kadar da eğlenceli.Zaten çocuklar için hep öyle olur.Biz de soğuğa aldırmadan kendimizi oyuna kaptırır giderdik.Benim en çok sevdiğim şey kar yağarken gökyüzüne bakmak olurdu.Bakarken gökyüzüne yükselir gibi hissederdim kendimi.Tabi bu özel olarak yaptığım bir şeydi.Akşamları babam sobaya odunu doldurur ve sobanın fırınında patates közler ve ayrıca üzerinde de kestane pişirirdik.

 

 

 

"Ne hoş.

 

 

 

Böğürtlenli yolu da gösterdikten sonra yaylaya çıkan sıra sıra pelit ağaçlarının bulunduğu yoldan ilerlediler.

 

 

 

Bir ara Koray'ın kafasına pelit ağacının meyvesi de düştü.

 

Yaylaya geldiklerinde köyün kuş bakışı manzarasını seyredaldılar.

 

 

 

 

 

Kendilerinden başka birkaç kişi daha vardı.Onlardan biri de çobandı.Çobana selam verdi Koray.Bir ara otlattığı kuzulardan birini de sevdi.Bu esnada anın fotoğrafını çekmeyi ihmal etmediler.

 

 

 

Sonra "zoğal"dedikleri kuşburnu tarzındaki yemişin bulunduğu yere geldiler.

 

 

 

Canan anlatıyordu yaşadıklarını.

 

Babam ilkbahar geldiği zaman öğrenciler sıkılmasın diye yaylaya çıkarıp öyle ders işletirdi. Ayrıca Abim,Özgün ve Ben buraya çıkıp çimenlerin üzerine uzanarak bulutlara bakıp onlara şekil verirdik.

 

 

 

"Ne kadar eğlenceli!"

 

 

 

" Burada oturduğumuz süreç içerisinde babam hayvancılıkla da uğraştı.Otlatmak için daha uzak bir yayla vardı.

 

Oraya götürürdük hayvanları.Hayvanları otlatırken babamın öğrencisi, kendi yaptığı söğüt ağacından düdüğünü çalardı.Nasıl yapılacağını bize de öğretmişti."

 

 

 

Canan bunu der demez Koray zoğalın altında bulunan kırık ağaç parçasını alarak bıçakla düdük yaptı.Tamamladıktan sonra Canan'a verdi.

 

"Al bakalım."

 

 

 

Canan şaşırdı ve ağaçtan yapılan bu düdüğü ağzına aldığı zaman tam anlamıyla geçmişe döndü ve memnuniyetle tekrar anlatmaya devam etti.

 

 

 

"Annem bizlere domates,peynir,ekmek koyarak azık hazırlardı.Koyunların başında durmaktan yorulduğumuz ya da temiz havadan mıdır nedir yediklerimizin tadı bir başka güzel olurdu."

 

Sana o zaman yayla kızı diyebiliriz değil mi?"

 

 

 

Gülüştüler.Canan anlatmaya devam ediyordu.

 

"Başımızdan geçen bir koyun-kuzu hikayesi vardır.Babam hayvan pazarından iki-üç tane koyun almıştı ama aldığı bir kuzunun annesi motora konulurken kaçmıştı ve biz de kuzuyu annesi olmadan köye getirmiştik.Otlatırken kaybolmaması için bir de isim koymuştuk.Adı "Öksüz"dü.Herkes annesinin yanına giderken o öyle tek başınaydı.Neyseki bir hafta sonra kuzunun annesini bulundu.Annesinin adı ise "Çiçek"ti.

 

Konuşmasını sürdürdü Canan.

 

 

 

"Tabi o zamanlar herkeste traktör bulunmazdı.Çift sürmek için kağnı kullanılırdı.Kağnı sesi sabah namazından sonra duyulur gelmesi gibi gitme sesi de daha bir gürültülü çıkardı.İnsan yıllar geçtikçe o sesi de özlüyor."

 

 

 

Koray başta olmak üzere kızlar Canan'ın bu anlattıklarına şu yorumu yaptı.

 

 

 

Haydi"gibi bir yaşamın varmış burada."

 

 

 

"Bunları anlatıyorum ama asıl ilkbahar olduğunda buraları görmek lazım.Taze çimen kokusu,meyve ağaçlarının açan çiçeklerinden duyulan aromatik kokular,kırda açan rengarenk çiçekler.

 

 

 

"Diyorsun ki "anlatılmaz yaşanır".

 

Biraz sonra hafif bir yağmur yağdı.Ardından çıkan gökkuşağıyla ilgili duydukları efsaneyi bir kez daha hatırladılar.

 

 

 

" Gökkuşağının sonunda mutlaka küp dolusu altınlar olduğu söylentisi vardı."

 

 

 

"Çocukları kandırmak için de olsa bu söylentileri hep sevmiştim".

 

 

 

Son bir kez köy manzarasına bakıp geldikleri yoldan aşağıya indiler.Ayrılık vakti gelmişti.Karavanın olduğu yere geldikleri sırada Canan son kez köye baktı.

 

 

 

Yolda ilerlerken bir köy düğününe rast geldiler.Eski düğünlerde olduğu gibi küçük bir tiyatro gösterimi yapılıyordu.Canan iyi bilirdi böyle gösterileri.Karavandan inip seyrettiler.

 

 

 

İzlendiğinde kendini belli eden tiyatronun konusu;sevdiğinin bir başkasıyla evlendirilmesine engel olmak için kadın kılığına girip düğün evini basan gencin ,gelini kaçırmasıyla bitmesinden oluşuyordu.

 

 

 

İzledikleri vakit Koray eski adetlerle ilgili hatırladığı birkaç şeyi Canangil'e anlattı:

 

 

 

"Eskiden evlenmek isteyen bir erkek ya da ailesi kız evine karpuz gönderirmiş."

 

 

 

Sonra devam ettiler yollarına.

 

 

 

Erbaa'ya dönerken kızlar arasında şöyle bir konuşma geçti:

 

 

 

"Köy dediğin yolları çamur olmalı."

 

 

"Hayvanlarıyla,evleriyle,yollarıyla ve yeşilliğiyle bunu göstermeli en azından."

 

 

 

"Canan Abla'nın çocukluğunu geçirdiği köyü görünce bizim köy çok yavan geldi."

 

 

 

İki buçuk saat sonra Erbaa'daydılar.Meydandaki havuzun kenarındaki bankalardan birinde oturuyorlardı.

 

 

 

Biraz sonra Koray havuzun kenarındaki asılı bayrakların anlamını sorduğunda Canan'ın cevabı:

 

 

 

"Bu bayraklar her yıl geleneksel düzenlenen yayla şenliklerini ifade ediyor"oldu.

 

 

 

Sonra herkese "eğer yorgun değilseniz Erbaa'ya gelmişken teyzemgile de uğrayalım diye düşünmüştüm"dedi.

 

 

 

"Tamam gidelim de sen aradın mı müsaitler mi değiller mi diye."

 

 

 

Müsait olduklarını söylemişti teyzesi.İkbal pastanesine uğrayarak mevsim yaz olduğu için dondurmalı pasta aldılar.Teyzesi de o esnada sabahtan pişirmiş olduğu zeytinyağlı sarmayı dolaptan çıkardı.

 

 

 

Biraz sonra amcasıgilin evlerinin olduğu mahalleye gelecektiler.Bol çocuklu,komşuluk ilişkilerinin iyi olduğu ve baklava ve yufkaların imece usulü olarak açıldığı bir mahalleydi burası

 

 

Bahçe içinde tek katlı bu evin zilini çaldıklarında kapıyı açan Ilgaz oldu.Selamlaştılar.Koray bu esnada Berkay ve Erdem'in de orada olduğunu görünce gençlerle sohbete daldı.-Canan'ın amcası o sırada düğündeydi ve aralarına sonradan katılacaktı-.

 

 

 

Bir yandan da Ayla Hanım'ın yapmış olduğu zeytinyağlı yaprak dolmasına dair beğenilerini dile getirmeden geri kalmıyordu Koray.

 

 

 

"Yaprak dolması çok güzel olmuş.Farklı bir aroması var.Yaprağından,ya da iç harcından bir farklılık olmalı."

 

Canan Teyzesi anlattı.

 

 

 

"Yaprağa herhangi bir ilaç katmıyoruz.Doğal gübre kullanıyoruz.Merakımı mazur gör.Normalde biz alışmışız dolma demeye de dışardan gelen birinin aynı şeyi söylemesi dikkatimi çekti."

 

 

 

"Canan sağolsun.Ondan alıştım ben de."

 

 

 

Teyzesi konuşmasına devam etti.

 

 

 

"Baklalı dolma da yaparız.İçine aşlık ve bakla koyarak yapılır.Bu dolmanın bir de hikayesi vardır.

 

 

 

" Düğünü yapılan gelin acıkmış ve dolmalardan yemeye başlamış.Sonra yerken acele etmiş ve dolma boğazına takılarak hayatını kaybetmiş."

 

 

 

"Oldukça duygusal bir hikaye."

 

Sonrasında amcası da geldi ve onunla yapılan sohbetlerde de askerlik anıları,okul maceralarından da kısa kısa söz edildi.

 

 

 

İlerleyen saatlerde Merve,Cem,Oğuz amcası,yengesi ve İlbey geldiler.

 

 

 

Onlar da gelince gençler balkona;Canan,Merve,teyzesi ve yengesi misafir odasına;Koraygil de oturma odasına geçerek herkes kendi aralarında konuşmaya başladılar.Koraygilin konuşmaları;ülkenin gidişatı,siyaset ve ekonomi üzerineydi.

 

 

 

Partilerden konuşulurken odada ses yükselmesi olağandı.Öyle de oldu.

 

 

 

Dışarıdan duyulduğunda sanki kavga ediyorlarmış gibi anlaşılabilirdi ama sadece herkes kendi tuttuğu partiden bahsediyordu

 

Mesleklerin etkisi kaçınılmazdı.Çünkü konuşanlar arasında öğretmen, öğretim görevlisi,avukat ve doktor vardı.Yani bağırarak konuşmaya alışmışlardı.

 

 

Altıncı Kısım.

 

 

 

3 gün sonraydı.Yine bir yemek sonrası üst kattaki misafir odasına çıkılmış ve sohbet edilmekteydi.Biraraya gelmenin doğal sonucu olarak konu çocukluk anılarına geldi ve Merve,Saba,Özgün,Melih,İnci ve Canan'ın çocukluk anılarından bahsedildi.

 

Arsada topraktan pasta yapardık.Hatta havuz bile yapmıştık.

 

 

 

Ahırın üstünden kuma atlardık.

 

 

 

Daha sonra bu kumun içeriğini anlattılar.

 

 

 

Bununla da kalmayıp ambarla ahırı birbirini bağlayan sacın üzerinde yürürdük.Düşüldüğü zaman zeminin sert yüzeyine çakılma riski olmasına rağmen yine de yürümeye devam ederdik.

 

 

 

Küçük tahta köprümüz vardı.Ne çok severdik.

 

 

 

Bütün köyü gezerdik.Her köşesini bilirdik.Zaten ben evde oturduğumuzu hatırlamıyorum.

 

 

 

Macera ruhu vardı hepimizde.Ve sonuna kadar kullandık.

 

Hepimizin ortak mutluluğu rengarenk balonlardı.

 

 

 

İnci:Kapı gıcırtısından tut da önemli önemsiz her yerde hatıralarımız var.O yüzden bu ev çok önemli bizim için.

 

 

 

Gülüştüler.

 

O sırada annesigil de geldi ve gidecekleri piknik için hazırlık yapacaklarını haber verdiler.

 

 

 

"Peki nereye gideceğiz"diyen Melih'in sorusuyla Borabay Gölü'ne gideceklerini öğrenen odadaki kalabalık ise uzun yıllar sonra birlikte yapacakları piknik için mutluydular.

 

 

 

Yedinci Kısım.

 

 

 

Bir piknik düşünün.En az kırkbeş kişiyle tertip edilmiş olsun.Tam bir şenlik.İşte bu şenlik için Borabay Gölü tercih edilmisti.

 

 

 

Biraz da uzak olduğu için sabah erken kalkıp hazırlar yapılmaya başlandı.Sonrası yolculuk.Gençler karavanı tercih etmişlerdi giderlerken.

 

 

 

Yaklaşık bir buçuk saat sonra Borabay Gölü'ne vardılar.

 

Gölün güzelliği dikkat çekiciydi elbette.Gökyüzünün ve çevresindeki ağaçların renginin birleşiminden oluşan bir renkti sanki.Ayrıca konaklamak için bulunan küçük evler de vardı.İsteğe bağlı çadır da kurulabiliyordu.

 

 

 

Gençler öğlene kadar vakitlerini top oynayıp ip atlamakla geçirirken yetişkinler de gölün etrafını gezdiler.Öğleden sonra da gölü baştan sonra deniz bisikletiyle gezdiler.

 

 

 

En güzeli bütün aile üyelerinin bulunduğu fotoğraf çekimi oldu.Upuzun bir masa ve gülen yüzler.

 

Akşam olunca,Özgün,Canan,İnci, Merve, Saba,Melih ve Fikret eşi ve çocuklarından hariç herkes gitmişti köye.Canangil de orada bulunan evleri kiralayarak geceyi geçirdiler.

 

Yatmadan önce Koraygil kendi aralarında bazen tavla bazen de okey oynayarak vakit geçirirken,Canangil de çocuklarla ilgilenip aralarında konuşmuşlardı.

 

O gece onlar için en güzel şey; yıldızlara bakarak orada bulunan bir adamın, saz eşliğinde söylediği türküyü dinlemek olmuştu.

 

 

 

Sekizinci Kısım.

 

 

 

Günler geçtikçe herkes kendi evine dönmüş sadece Koray ve Canan kalmıştı Erbaada.

 

Canan'ın da isteği evlerine gitmekti ama Koray'ın biraz daha kalalım ricası üzerine memleketteki günlerini üç gün daha uzatma kararı aldılar.Onun için bu üç günde Canan'ın bir zamanlar ikamet ettiği diğer köyleri gezeceklerdi.

 

 

 

Bir gün bunu uygulamak için sabahtan kalkıp gezmeye başladılar.İlk uğradıkları yer Yenidere Köyü'ydü.Karavanı uygun bir yere bırakarak gezmeye başladılar.

 

 

 

Canan'ın geçirdiği günler zihninde bir bir canlanmaya başladı.İlk önce köy fırının oradan gezmeye başladılar.Ekmek pişiren hanımlar vardı.Kolay gelsin dedikten sonra Canan anlatmaya başladı:

 

 

 

"Evimiz fırına uzak olduğu için Özgün ve Ben annemin bize verdiği sinilere yerleştirilmiş hamurları fırına kadar götürürdük."

 

 

 

Sonra köy camisi göründü.Cami bahçesindeki dut ağacı,çam ağaçları ve kiraz ağacıyla ilgili olan anılarını anlattı ve konuşarak oturdukları eve doğru yürüdüler.

 

 

 

Koray da boynuna kolye gibi geçirdiği fotoğraf makinesiyle her tarafın fotoğrafını çekiyordu.

 

 

 

Nihayet gelmişlerdi.

 

Hiçbir değişiklik yoktu evde.Yine tek katlı bir yapıdaydı ve evin sol yanındaki şeftali ağaçları hâlâ yerindeydi.Sağ tarafında ise çilek ve naneler yerine marul ve maydanozlar ekilmişti.

 

 

 

Evin penceresinin zeminde bulunan çakıl taşları yerindeydi.Kayısı ağacı ve hemen karşısındaki beyaz güller.Canan anlatıyordu:

 

 

 

"Bir keresinde elektrik kesintisi olmuştu.Yaz mevsimi olduğu için en azından ay ışığından faydalanmak için dışarı çıkmış ve ayrıca babam ateşböceğini de tutarak gülün içine koymuş ve ateşböceği bize ışık vermişti.

 

 

 

"Tam bir doğal yaşam"diye yorumda bulundu Koray.

 

 

 

Bu esnada Koray evin fotoğrafını çekti.Sonra oradan ayrılarak yukarı çıktılar.Irmak kenarına gideceklerdi.Giderken günebakan tarlarını ve bamya tarlalarını gördüler.

 

 

 

Canan devam etti.

 

" Komşumuzun günebakan tarlasında hasat olmuştu da biz de gitmiştik.Onlar hasat yaparken biz arkadaşlarla beraber

 

günebakanlagölgesinde koşmuştuk.Tarladan çıktığımız şu dar yolda ise mola verip közlenmiş mısır yemiştik.

 

 

 

Irmak kenarına geldiler.Kumluk alanı vardı.Dinlenmek için oturduklarında Canan anlatmaya başladı tekrar:

 

"Bir keresinde arabamızla buraya gelmiştik.Biz konuşmaya dalarken arabanın tekerlekleri kuma gömülmüştü de nasıl telaşlanmıştık.O anda arabanın içinde olsak batardık.Neyse ki traktör geldi de öyle araba kurtarılmıştı".

 

Sonra ırmak kenarından ayrılıp karavana bindiler ve sonra diğer köyün yoluna saptılar.Köy kasaba olmuş ve bu yüzden adı "Akınoğlu" olarak değişmişti.

 

 

 

Piknik yerine gitmeden önce ilk olarak Canan'ın bir zamanlar oturmuş olduğu evin olduğu yere gittiler.

 

Ev,ev sahibinin evinin de bulunduğu bahçe içindeydi.İki ev de aynı şekilde yapılmıştı.Dışarıdan merdivenle, tahta trabzan ve korkuluktan oluşan uzun balkona çıkılıyor ve ortada bulunan kapıdan eve giriliyordu.Canan anlatmaya başladı:

 

 

 

"En çok evin zilini severdim.Patlayan kırmızı topumuzu hatırlattığından olsa gerek."

 

 

 

"Af buyur ama sen bunları düşünürken kaç yaşındaydın acaba?"

 

 

 

"Üç yaşındaydım."

 

 

 

"Şaşırdım vallahi."

 

 

 

"O zamanlardan belliymiş ayrıntıcı olacağım."

 

 

 

"Benden daha ayrıntıcı olduğunu yeni anladım."

 

 

 

"Bu ne ki.Sana yirmi beş yıl önce yaptığımız bayram kahvaltısının sonlarına doğru tabakta kaç adet zeytin tanesi kaldığını bile söyleyebilirim."

 

Yok artık."

 

 

 

"Tabi ki yok artık.O kadar da değil."

 

 

 

Gülüştüler.

 

 

 

"Mezarlığından korkmadığım tek köy diyebilirim.Hatta severdim."

 

 

 

"Yaşın gereği ölümü tam olarak tanımlayamayışından dolayı olmuştur."

 

 

 

"Evet olabilir.

 

 

 

Sonra ilk oturdukları evin önüne geldiler.Bu ev tek katlı küçük kerpiç bir evdi.Duvarları görünce Canan hatırladığı bir olayı anlattı Koray'a.

 

 

 

Oradan ayrılarak kasabanın "Tekke Göleti" dedikleri yere geldiler.Burada; ortada büyük bir havuz,yanlarında oturma yerleri ve hemen tahta köprüden geçmeyle görülen "kavlağan" dedikleri ağaçlıklı alana ulaşılıyordu.

 

 

 

 

 

Koray'ın çok hoşuna gitti.Bulundukların yerin fotoğraflarını çektikten sonra havuz kenarında bulunan oturma yerlerine gelerek dinlendiler.

 

 

 

Canan yine hatıralarını anlattı.Koray dinledi.Bunlar olurken Canan geçmişine gelecekteki bir kişiyi ortak etmenin sevincinde olduğunu da fark etti.

 

 

 

Sonra Tekke Gölet'inden ayrıldılar.Yarın Amasya'ya gidip oradan da Samsun'a geçerek Antalya'ya döneceklerdi.

 

 

Dokuzuncu Kısım.

 

 

 

Koray, nasıl buldun memleketimi?

 

Canan sormuştu.

 

 

 

"Oldukça güzeldi.Bu şirin ve parlak ilçeyi çok sevdim.Her sene gelelim.Biliyor musun ona yeni bir isim bile verdim."

 

 

 

"Nedir çok merak ettim" dedi gülümseyerek.

 

 

 

"Erbaa(Kendine bağlayan şehir)"

 

 

 

Kahvesinden iki yudum alarak konuşmasını sürdürdü:

 

 

 

"Geniş aileni iyice tanıdım ve sevdim.Balık yemek için gittiğimiz Tanoba,senin oturduğun köyler,Erbaa, Amasya,Tokat bir sürü yer görmüş oldum böylelikle."

 

 

 

Canangil bunları konuşurken Antalya'ya dönerken verdikleri moladaydılar.Koray konuşmaya devam ediyordu:

 

 

 

"Hiç yabancılık çekmedim.O kalabalık beni sıkmadı.Bulunduğum ortam hep öyleydi çünkü.Biz de çocukluktan beri hep düzenli olarak görüşürüz.Hatta kuzenimin turizm şirketi olduğu için hepimiz toplu olarak gezilere katılma imkanı bulduk.Böylelikle Türkiye'nin her bir yerini beraber gezmişliğimiz vardır."

 

 

 

"Ne güzel."

 

Seninle ilgili bir şey dikkatimi çekti..O da çam ağaçlarına olan ilgin.Nedenini anladım.Gerek okulunun önündeki çam ağaçları,Kemer,köydeki bahçe,bağ.Buralarda hep çam ağacı var."

 

 

 

"Tam da düşündüğün gibi.Ben de sana bir soru soracağım.Nedir bu sende araba kullanırken ki soğukluk,sessizlik?"

 

 

 

Anlattı.

 

 

 

"Üniversitedeyken arkadaşımla beraber motosiklet kazası geçirdim ve kaza geçirmemize sebep olan şey ise çok konuşmamızdan ötürü arabayı farkedememiz ve kaza yapmamız."

 

 

 

"Arkadaşın öldü mü peki?"

 

 

 

"Hayır.Tam iki sene boyunca yürüyemedi ve okulunu dondurmak zorunda kaldı.Bu yüzden konuşmaktan hiç hoşlanmam araba kullanırken.

 

 

 

Sonra karavanı çalıştırıp tekrar yollarına devam ettiler.

 

 

 

Yanlarında hediye için götürdükleri pekmez,çemen ve yaprakla beraber.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%