Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@ruveydakay

Yirminci Bölüm.Koray ve Canan.Antalya.

 

Birinci Kısım.

 

 

 

Sıcak bir yaz akşamıydı.Canan bulaşıkları makineye yerleştirirken Koray iki de bir, bir şey arar gibi mutfağa giriyor ve tekrar çıkıyordu.

 

 

 

En son eline kavanozu ve bıçağı alarak dışarı çıktı.

 

 

 

 

 

Geldiğinde Canan işini bitirmişti ve Koray yaklaşarak konuşmaya başladı:

 

 

 

"Sana bir sürprizim var."

 

 

 

"Hayırdır ne sürpriziymiş bu?"

 

 

 

"Bahçeye gidelim."

 

 

 

Bahçeye geldiklerinde iki şezlongun ortasına konulmuş bir kavanoz gördü.Kavanozun içindeki,ateş böceğiydi."

 

 

 

"İnanmıyorum."diye şaşırdı Canan.

 

 

 

"Dikkatimi çekti ve kavanozun içine koydum.Ama meraklanma kapakta hava alması için gerekli boşluklar mevcut.Bir anlamda dejavu yaşatmak istedim."

 

 

 

"Çok memnun oldum.Teşekkürler."

 

"Zamanım olursa eğer evlerden birinin minyatürünü yapmak isterim."

 

 

 

"Gerçekten mi?"

 

 

 

"Fotoğrafları boşuna çekmedim.Hem benim bu konuda becerim var biliyorsun."

 

 

 

Canan ateşböceğine bakarken Koray bir ricada bulundu.

 

 

 

"Rican nedir?"

 

 

 

"Eski evliliklerimizden bahsedelim."

 

 

 

"Olur.Ben hikaye dinlemeyi severim zaten."

 

 

 

Diyordu ama içinden “senin bu yaptığına bizim memlekette sarsukluk derler diye söyleniyordu.Sonra bunu Koray’a da söyledi:

 

 

 

"Sarsukluk demek.Hiç güleceğim yoktu." Diyen Koray Sonrasında kahkahalarla gülmeye başladı.Gülmesi o kadar uzun sürmüştü ki Canan uyarmadan edemedi.

 

 

 

" Yeter Koray.diyordu ama o da gülmeye başladı.

 

 

 

"Neyse tamam .İlk sen anlat.Nasıl tanıştınız?"Sedat ile.

 

 

 

"Görücü usulü oldu.Sedat’ın amcası ve yengesi terapi için hastaneye geliyorlardı.Beni uygun görmüş olacaklar ki bana ondan bahsettiler.Görüştük.Evlendik.

 

 

 

"Nasıl biriydi?"

 

 

 

"Biraz havalıydı.Sessizdi. Şakadan anlamazdı.Kendi kendine küser neye küstüğünü de anlamazdım. Onunla evliyken kendi ailemdeki sesli ortamı aradım hep."

 

Koray yorum yaptı:

 

 

 

"Bence biraz da “testereyi dişi var diye dışarı atan”biriymiş.

 

 

 

"Sen de bizim yörenin sözlerine iyi alıştın.Evet biraz cimriydi."

 

 

 

"Adliyede gördüğümde ben de onun hakkında “ağzı var dili yok kesin eşi Serpil gibidir”diye iç geçirmiştim."

 

 

Serpil gibidir”dediğin kişi benim.Hem “suyun yavaş akanından adamın yere bakanından korkacaksın”diye de bir şey var."

 

 

 

Koray bunun üzerine şunları söyledi:

 

 

 

"O zaman benim bu sınıfa girmediğim kesin.Ne de olsa gayet.Neyse sen anladın beni".

 

 

 

"Yo anlamadım".

 

 

 

"Yani normalde ben üç evlilik yaptığım için çapkın gibi bir görüntü sergiliyor olabilirim".

 

 

 

"Ben öyle olmadığını bildiğime göre bir sorun yok demektir.(Bunu dediği esnada ağzını açmadan gülümsedi) Şimdi de sen anlat bakalım.İstediğin kişiden başlayabilirsin."

 

 

 

İlk önce Derin’den bahsetti:

 

 

 

"Derin,ablamın arkadaşıydı.Tanıştık.Çok farklı biri olduğu için etkilendim.Karşılıklı anlaştık evlendik."

 

 

 

"Nasıl biriydi?"

 

 

 

"Biraz garipti.Oldukça da duygusal."

 

 

 

"Yani?"

 

İnsanlara dair antipatik bir yaklaşım içindeydi.Çizilen resimlerde insanın olmasını istemezdi.Bunu “insan her yerde en azından doğa resminde olmasın.Ne de olsa doğa katili”diye açıklardı.Ayrıca gök gürültüsünün sesinin insan kahkahalarından daha masum olduğunu söylerdi."

 

 

 

"İlginçmiş gerçekten."

 

 

 

"İnsan karşısındaki kişiden ister istemez etkileniyor.Bende o günlerden kalan bir düşünce var mesela."

 

 

 

"Nedir merak ettim?"

 

 

 

"Ben saksıda yetiştirilen çiçekleri hiç sevmem.Çünkü o çiçeklerin özgürlüğü kısıtlanmış gibi geliyor."

 

 

 

Koray yine Derin’le ilgili şeylerden bahsetmeye devam etti:

 

 

 

"Daha ilginci kendisini çözümlemeye çalışanlardan hoşlanmazdı."

 

 

 

Canan iyice şaşırdı.Koray anlatmaya devam ediyordu:

 

 

 

"Yazdıklarını hiç okumazdı.Oluşturduğu karakterlerden nefret ederdi.-Ceviz ağacıyla ilgili yazdığı romandaki karakterler hariç -Bunu ,“benim fikirlerim karakterler tarafından çalınıyor”diye açıklardı."

 

 

 

"Peki Serpil’le nasıl tanıştınız?

 

"Tesadüf eseri tanıştık.Yalnızlıktan pek haz etmediğimden görüşmeye başladık.Evlendik.Kavga ederdik her zaman. Ama uzun sürmezdi.Beş dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi tekrar konuşmaya devam ederdik.Aslında eğlenceliydi.

 

 

 

Böyle anlatmaya devam ederken Canan Koray’ın sözünü kesti.

 

 

 

"Benim hakkımda ne düşünmüştün peki neden beni seçtin mesela?"

 

 

 

"Aslında sana hiç anlatmadığım bir şey var.Serpil’den ayrılmama vesile oldun diyebilirim."

 

 

 

Şaşırdı Canan.

 

 

 

"Bir şey daha var.Serpil’den ayrıldıktan sonra seninle tanışmak istediğimi söylemiştim ya.Aslında ben onun öncesinde senin yanına gelmiştim ama sonra vazgeçtim.Kendi kendime seninle konuşmadan önce diyaloglar ve senaryolar oluşturup biraz bekledim ama sonra oldukça saçma geldiği için eve geri döndüm.Çünkü böyle bir konuşma neticesinde her şey başlamadan biterdi.

 

 

 

"Allah Allah nasıl bir diyalog oluşturmuştun da olmaz diye vazgeçtin merak ettim?"

 

 

 

Koray anlattı.İkisi de kahkahayla güldüler."

 

 

 

"Gerçekten komikmiş.En komiğime giden şey ise söylediğin “dertlerini buzdolabına koymak”deyimi."

 

Benim de hatırladığımda güldüğüm şey “bana baktığında içimi göreceksin senin hakkında ne düşünüyorsam anlayacaksın”

 

 

 

Yine kahkahalarına engel olamadılar.

 

 

 

"Aslında bu ilginç itiraflarla değişik bir tanışma günü yaşanmış olurdu.Farzediyorum ki bu sözleri gerçekten duydum."

 

 

 

Sonra konuşma bir kez daha Serpil’e geldi.Koray bu kez de onun kötü özelliklerini sıralamaya başladı.Canan her ne kadar “zaten anlatmıştın”diyerek sözünü kesse de o “ağzıma gelmişken anlatayım boş ver”diyerek tekrar anlatmasına devam etti.

 

 

 

Bunun üzerine Canan “kellim kellim la yenfa (Konuş konuş boşa konuş)demekten kendini alamadı.

 

 

 

Koray da bunun üzerine “ettekrarü ahsen velev kane yüz seksen” (Tekrar güzeldir yüz seksen defa olsa bile)diye karşılık verince Canan:

 

Her şeye de bir cevabın var” diyip devam etmesini söyledi.

 

 

 

Ayrıca sırf yazarın sayfa dolsun diye onları böyle konuşturduğunu da ciddi ciddi düşünmeye başladı.

 

Koray anlatıyordu.

 

 

 

"Çok kıskançtı.Havalıydı.Ben dahil herkesi küçümserdi.Bitirdiğim üniversiteyi beğenmezdi.Ayrıca beni herkesten kıskanırdı. Ailemden, akrabalarımdan,arkadaşlarımdan hiç hoşlanmazdı.Onlara tahammül bile edemezdi.Kendisi gibi olmamı isterdi.Eğer ben kötü niyetli biri olsam ve ya aileni ya da beni seç desem beni seçerdi.Ailesi umrunda değildi.Çok lafçıydı.Eğer yanına gelmezlerse “soğuk insanlar”der,geldikleri zaman da kavga,hakaret etmekten geri durmazdı.Beni şimdi hâlâ en çok utandıran şey ise ona inanmamdı.

 

 

 

Hiç kimseye bana muhtaç olmasın ne de ben kimseye muhtaç olayım düşüncesindeydi.Ama düşmez kalkmaz sadece Allah.Bunu düşünemiyordu.O yüzden de insanların âhını almak onu ilgilendirmezdi.İnanılmaz bir takıntısı vardı.Kendi kendine kurar ona inanırdı. Anlayacağın potansiyel çatlak."

 

 

 

"Çok ilginç gerçekten.Ama anlayamadığım bir şey varsa o da.

 

 

 

Sonra Koray’ı sınamak için bir şey sordu:

 

 

 

"İtiraf et hiç dövdün mü?"

 

 

 

"Dövmedim ama bir keresinde şoka girmişti ve onu o halden kurtarmak için şamar atmıştım.Ama ona bile pişman olmuştum."

 

 

 

Serpil’in başka davranışlarından söz etti.

 

"Belki de en ilginci, ben ona çocukluk anlarımı anlatmaya kalksam bana engel olurdu.Kendisi oyun oynamak yerine hep ders çalıştığı için olsa gerek.

 

 

 

Bunun üzerine Canan Koray’a sorular sormaya başladı:

 

 

 

"Acaba tek çocuk olduğu için mi böyleydi?

 

                  

 

Koray bu sorunun her açıklamasını gülerek yaptı:

 

 

 

"Ne dedin?Ben;sana ,ablası tedavi gördüğü kliniğe beni davet etmişti diyorum,sen bana tek çocuk mu diye soruyorsun?Allah iyiliğini versin Canan."

 

 

 

"Yani,ben.

 

 

 

"Bu yaptığını televizyonda izlediğim bir dizide de görmüştüm.Kadın, çaldırdığı çantası için polise müracaat ediyordu.Polis kadına “nasıl biriydi tarif edin” dediğinde,kadın;uzun boylu,sakallı,bıyıklı diyor ama polis buna rağmen polis, “hırsız erkek miydi kadın mıydı ?diye soruyordu."

 

 

 

Koray o kadar çok güldü ki bundan Canan da etkilenerek o da gülmeye katıldı ve Sonra Serpil ile ilgili bir şey fark ettiğini Koray’a açıkladı:

 

 

 

"Hatırlıyor musun sen bana Serpil’i çözemediğini söylemiştin?"Ben şimdi çözdüm.Çocukluğunu yaşayamamış Serpil.O yüzden yaptıkları çocukça."

 

 

 

"Demek sonuç bunu gösteriyor.Eee sen bunun okulunu okumuşsun olsun o kadar."

 

Sahi şimdi ne yapıyor acaba?"

 

 

 

"Duyduğuma göre kendisini tedavi eden doktorla evlenmiş."

 

 

 

“Öyle mi”diyerek güldü Canan.

 

 

 

"Neye gülüyorsun?"

 

 

 

"Boş ver."

 

 

 

"İyi yemek yapar mıydı?"

 

 

 

Cevapladı Koray:

 

 

 

"Bir yemek yapardı.Aman Allah’ım dersin.Ya çok yağlı,ya çok tuzlu,ya da tuzsuz.Hatırlıyorum da;bir gün yaptığı yemeği yemiştim ve midemi rahatlatmak için sabaha kadar gidip gelip dolaptaki maden suyunu içmiştim."

 

 

 

Canan nedense sevindi bu duruma ve fark ettiği ve merak ettiği başka bir şeyi Koray’a sordu:

 

 

 

"Benim şaşırdığım şey ise Serpil’le kavga etmenize rağmen senin hâlâ Kuşadası’nda duruyor olmandı.

 

 

 

"Bunu neden yaptığımı ben de bilmiyorum.Ama şöyle bir gerçek var ki her şey bir bahane.Senin hakkında bilgi sahibi olmam gerekiyordu belki de.Bilmiyorum."

 

Sonra Koray bir soru sordu Canan’a.

 

 

 

"Ben hep Derin ve Serpil’in ilginçliklerinden bahsettim.Senin bana anlatmadığın bir şey var mı kendinle ilgili?"

 

 

 

Canan şöyle bir aklını yokladı.

 

 

 

"Sinirlendiğim zaman halıyı ısırmıştım bir keresinde."

 

 

 

"İnanmıyorum!!!Hey Allah’ım manyaklar da hep beni mi bulur.?"

 

 

 

"Biraz öyle galiba."

 

 

 

Yine kahkahayla güldüler.Sonra Canan merak ettiği bir şeyi sordu:

 

 

 

"Eğer aramız düzelmeseydi ne yapardın?"

 

 

 

"Abbas olmayacağım kesin."

 

 

 

Hangi Abbas?tan bahsediyorsun.

 

 

 

"Yolcu Abbası kastetmiştim Yani kimse için memleketimi terk etmezdim."

 

 

 

Cevabını almıştı Canan. Bir şey daha sordu:

 

 

 

"Bir şey dikkatimi çekti.Neden hep evlilik yapan bayanlarla evlendin.Bunu en azından birinci evliliğinde yapmayabilirdin."

 

Koray ciddileşti ve şunları söyledi:

 

 

 

"Çünkü o kişiler deneyimliydi ve nasıl davranacaklarını iyi biliyorlardı.Yaptıkları hatayı bir kez daha tekrarlamazlardı.Böyle düşünmüştüm.

 

 

 

"Peki neden çocuk olmadı?"

 

Hiçbiri istemedi.Zaten bu, süren evlilik yıllarından da evlendiğim kişilerden de anlaşılıyor."

 

 

 

"Anladım.Çocuklar hakkında ne düşünüyorsun peki?"

 

 

 

"Onlar hakkında söylenecek çok şey yok aslında.Benim önemsediğim şey çocuk yetiştirirken yapılan yanlışlıklar üzerine.

 

 

 

Uzun uzun bahsetti Koray.

 

 

 

Sonra Canan bir şey daha sordu.Koray’ın dikkatini çekmiş olacak ki “beni soru yağmuruna tuttun”demekten kendini alamadı.

 

 

 

"Merak etme son soru."

 

 

 

"Sor bakalım? "

 

 

 

"Peki üçümüz arasında bir benzerlik var mı.En azından gözüne çarptı mı?"

 

 

 

"Üçünüzde gördüğüm ortak özellik geçmiş ve gelecekten bahsetmeyi sevmiyorsunuz.Şimdiyi yaşamayı tercih ediyorsunuz.

 

 

 

"Doğru olan da bu zaten.Benim geçmişimle ilgili bir sorun yok ama eğer sürekli geçmişi düşünüyorsam bu şimdiki hayatımdan memnun olmadığımın kanıtıdır.En azından bu benim için böyle oluyor.Ama şöyle bir şey de var.Bazıları var ki onlar geçmişten bile bahsetmenin gericilik olduğunu ve sürekli gelecekten bahsederek akıları sıra “ben mantıklıyım”havasında olmaya çalışıyorlar.Bu bir tür savunma mekanizması.Büyük ihtimalle onlar çocukluğunu yaşayamamış ya da sıkıntılı bir çocuk geçirmişlerdir.Demek istediğim bu da abartılan konulardan biri.İki kişi bir araya geldiğinde bahsedecekleri tek şey aslında.

 

"Geçmişleridir.Şu anda bizim yaptığımız gibi gerçi-tuhaf olsa da-.

 

       

 

Koray benzerliklerden bahsetmeye devam etti.

 

Üçünüzde de takdir etiğim bir şey var.O da “hayır”demesini bilmeniz.Hayır lafı benim için çok önemli ve biliyor musun ben ,hep evlendiğim kadınların evine gittim.Teknik olarak burası benim evim olsa da yine de senin oturduğun evdi.

 

 

 

Sonra başka birşeyden bahsetti Koray.

 

 

 

"Bazen düşünüyorum da çok hızlı yaşamışım galiba.Otuz yaşına kadar üç evlilik yapmışım.Ben buna “tersine hayat da diyorum.İnsan ancak seksenli yaşlarına kadar üç kadınla evlenir ama bendeki durum mâşallahlık".

 

 

 

Güldü Canan .

 

 

 

"Derin ile benzer yönünüz var.Mesela sen insanların hayat hikayelerini dinliyorsun o ise hayat hikayeleri kurguluyor".diyince Koray’ın Serpille olan kavgalarının nedenini çok iyi anladı.Mesele Derin olunca,konudan uzaklaşılmış da olsa geçmişe dönük konuşmasını sürdürmüştü Koray.Ama Canan bundan bahsetmedi.

 

 

 

Canan sonrasında Koray’a “sen üç evlilik yapmışken neden ablan hiç evlilik düşünmedi.Acaba senin boşanmalarından dolayı gözü mü korktu?"diye sordu.

 

 

 

"Serpille ayrıldığımız gün bana neden evlilik düşünmediğini anlatmıştı."

 

 

 

"Bırak Serpil’i."

 

 

 

"Her neyse ablamın görüştüğü biri varmış ve ablam gerçekten evliliği düşünüyormuş."

 

 

 

"Yoksa ölmüş mü?"

 

 

 

"Sözümü bitireyim Canan.Her şey güzel giderken adamın ablama kafes içinde kuşlar getirmesiyle iş bozulmuş.Çünkü adam “eğer evlenme teklifimi kabul etmezsen kuşlar bir daha özgür olamayacaklar demiş.Adam böyle diyince ablam da kuşların özgürlüğünü elinden alan,yarın bir gün benim de özgürlüğümü elimden alır düşüncesiyle bu işten vazgeçmiş."

 

 

Şaşırdı Canan.Sonra Koray, o güne dair başka bir şeyden bahsetti:

 

 

 

Bir kadını yaprak yapan da kocadır,toprak yapan da kocadır"derler ya hani.Ben onu kendime uyarladım.

 

Yani beni toprak yapan, üzen ilk olay; Derin'in boş yere evliliğimizi bitirmiş olması diğer olay ise Serpilden duyduğum ve beni üzmesinin onu mutlu ettiğini söylediği gündür. Beni tekrar hayata bağlayan ve diğer deyişle yaprak yapan ise Canandır. demiştim o günkü konuşmamızda"

 

 

 

Canan Koray’ın bu söylediklerini şaka yoluyla şöyle yorumladı.

 

 

 

"Bir söylediğine baktım bir de gökyüzündeki aya baktım.Fark ettim ki ay söylediklerinin yanında sönük kalıyor."

 

 

 

Güldü.Lafına karşılık şunları söyledi."

 

 

 

"Ay;ışığını Güneş’ten alır."

 

 

 

"Burada Güneş ben oluyorum galiba."dedi Canan.

 

 

 

"Tabi.Başında söylemiştim zaten üzerine alınabilirsin diye.yineledi Koray.

 

 

 

Bir söz biliyorum."

 

Galiba o sözü ben de biliyorum."

 

 

 

İkisinin de aklına gelen söz şuydu:Aya baktım seni gördüm,Sana baktım ayı gördüm.

 

 

 

Gülüştüler.Bir süre sessizliğin sesini dinleyeceklerdi.

 

 

 

İkinci kısım.

 

 

 

Canan,kendisinin de anlam veremediği bir sinirlilik halindeydi.O sinirle hızlı hızlı üzerini değiştirdi ve doğruca banyoya geçti.Dişlerini fırçalayacaktı ama macun yoktu.Bittiği için çöpe atılmıştı.Koray’a yüklendi.

 

 

 

"Neden macun bittiği halde almadın."

 

 

 

Bu kadar sinirleneceğini tahmin bile edememişti.Sakin sakin konuşmaya başladı Koray.

 

 

 

"Önemli değil.Diş fırçalamak için illa macuna gerek yok.Bir dakika beni bekle."

 

 

 

Aşağıya inip tuz ve limonu getirerek eline verdi.Tarif ederek anlattı.

 

 

 

"İlk önce limonu sıkacaksın sonra tuza batıracaksın.Gerisini belli zaten.Dişlerini fırçalayacaksın."

 

 

 

Canan Koray’ın dediklerini uygulayarak dişlerini fırçaladı.Ağzı limondan uyuşunca fırçayı çöpe atacak kadar sinirlendi.

 

 

 

Hazırlanıp evden çıktıklarında Canan bu kez de Koray’ın sıktığı kokuya laf söyledi:

 

 

 

"Allah aşkına ne sıktın üzerine?"

 

 

 

"Her zamankinden.Sen de beğenmiştin ya hani."

 

"Neyse ."

 

 

 

"Bugün ters tarafından kalktın galiba.Hadi bakalım hayırlısı."

 

 

 

Canan’ı hastaneye bırakıp işyerine geçti.İkindiye kadar işi yoktu aslında Canan’ın,ama evde durmak yerine hastaneye gelmiş ve randevu saati verdiği karı-koca gelene kadar hastaları ziyaret etmişti.

 

 

 

Ziyaret ettiği hastalardan üçünün yanında hiç kimsesi yoktu.Bu hastalardan birinin söylediği söz onu çok düşündürdü.Adam şöyle demişti:

 

 

 

"Bir zamanlar beraber olduğum insanları düşünüyorum da onlar sadece fotoğraf arkadaşımmış.Sadece fotoğrafta yanımdalarmış.Ama şimdi hiçbiri yok.Düşenin dostu olmuyor be evladım.Eş,dost,evlat.

 

 

 

Gerisini getirememişti adam.Ama sonra bu hüzünlü duruma son vermek için duruma dair bir espri yapmış ve beraber gülmüşlerdi.

 

 

 

"Aslında kazık yemek iyi oluyor.Çünkü insan kazık yutunca doğal olarak dik duruyor ve böylelikle kamburluk denilen rahatsızlıktan biraz da olsa kurtuluyorlar. "

 

 

 

Adam, emekli fizik tedavi uzmanı olduğu için kemiklere dair birçok bilgiden bahsetti.Yaşlılığın verdiği hâl ile de bu bilgiler gelişigüzel sırayla anlatılıyor ve bu bilgilerin arasına konuyla ilgili olmayan daha birçok şeyler iliştiriliyordu.

 

 

 

Adamın yanından ayrılırken eşi,çocukları ve diğer yakınları odaya girdiler.

 

 

 

"Kendi kendine küsüp kötü şeyleri kurguluyorsun.Neden haber vermedin bize.Ameliyat olup da bu odada yalnız mı kalacaktın?"diye sitem ettiler.

 

 

 

Aileyi yalnız bırakarak tekrar odasına geldi Canan.

 

Sonra, geçen hafta hastaneden randevu alan ama son anda önemli bir işleri çıktığı için gelemeyen çift, karşısındaydı.

 

 

 

Anlatıyorlardı.

 

 

 

"Bu ikimizin de yaşadığı ikinci evlilik. İkimiz de daha önce evlendiğimiz kişileri kaybettik."

 

 

 

"Sorun şu.Ben onun eski evine gitsem,o da benim eski evime gelse kriz çıkıyor.Ne zaman gitsek eski hatıralar canlanıyor.Onunla şunu yaşamıştık,bunu yaşamıştık diye birbirimize istemeden de olsa anlatıyoruz ve bu sefer biz birbirimizle kavga ediyoruz."

 

 

 

"Ne yapabiliriz?"

 

 

 

Aslında çözüm belliydi ama Canan yine de sordu.

 

 

 

Onları dinlerken gerginlikten dolayı alnında biriken damlaların varlığından haberdar değildi elbet.

 

 

 

Eğer bir yazar bu durumu anlatsaydı alnındaki damlaların güneş ışığıyla birlikte ışıl ışıl parladığından kesin bahsederdi.

 

 

 

"Hiç farklı bir eve taşınmayı düşündünüz mü?"

 

 

 

"Evet."

 

 

 

"Aslında hayır."

 

 

 

"İkiniz de eski eşlerinizde bulunan özellikleri birbirinizde bulmak istiyorsunuz ama bu olmayınca kavga çıkıyor.Sorun evden çok bu durumdan kaynaklanıyor."

 

 

 

Benim tavsiyem siz yine de yeni bir eve taşınmalısınız.Bu yeni yaşam alanı beraberinde yeni güzellikleri getirecek ve birbirinizi daha iyi anlamaya yardımcı olacaktır.Şunu unutmayın geçmişe bağlanmak çözüm değildir.

 

Daha birçok önerilerde bulundu.Bunun üzerine çift iyi günler dileyerek ayrıldılar.Onlar gidince beş on dakika sonra kendisi de odasından çıkarak merdivenlere yürüdü.Tam o sırada doktor arkadaşıyla karşılaştı.Üzgün bir hali vardı.

 

 

 

"Çok kötü görünüyorsun ne oldu?"

 

 

 

"Demet’in amcası ölmüş."

 

 

 

"Öyle mi Allah rahmet eylesin.Peki Demet şimdi nerede?"

 

 

 

"Morgdadır herhalde."

 

 

 

Morg der demez Canan’ı bir korku aldı.

 

 

 

"Yani morga kadar gidecek miyiz?"

 

 

 

"Evet ama istersen sadece cenazeye katılırsın."

 

 

 

"Olmaz biz yine de gidelim."

 

 

 

"Benim için fark etmez."

 

 

 

Bir an için, onun bu rahat tavrına özendi.Asansöre binip morgun bulunduğu kata indiler.Kimseler yoktu.Hatta morg bile açık değildi.Bir de baktılar ki Demet,sedye taşıyan iki görevliyle geliyordu.Üzerine beyaz örtü örtülense amcası olmalıydı.İkisi de Demet’i teskin etmeye çalıştılar.

 

 

 

Arkadaşı onunla beraber morga girdi biraz sonra.Canan korktuğu için onları beklemek için dışarıda kalmıştı.

 

 

 

Bir süre geçti.Canan sadece kendi kaldığı için gözü morg yazan tabelaya takıldı istemeden de olsa.İçinden “ya elektrikler kesilse ne olur”diye geçirmeden edemiyordu.

 

 

 

Bunu düşünürken kalbi de hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı.Bir an alnında oluşan ter damlalarını fark etti.Peçete ile silmeye çalışırken telefon çaldı arayan Koray’dı

 

Sesindeki tuhaflığı hissetmişti Koray.

 

"Canan neredesin.Odan da kilitli."

 

 

 

"Ben morgdayım galiba."

 

 

 

"Galiba da ne demek?"

 

 

 

Canan niye öyle bir şey söylediğini anlayamamıştı ama tek düşüncesi Koray’ın gelip onu götürmesiydi.O telaşla telefonu kapatmadığı için Koray’ın koşuşturmalarını ve “Allah’ım ne oluyor” dediğini duydu.

 

 

 

Sonra Koray göründü.Hemen yanına koştu.Koray sordu o anlattı.Bunun sonucunda Koray doğal olarak kızgınlığını dile getirdi:

 

 

 

"Eh be Canan ne kadar korktum.En çok da senin “morgdayım galiba”demen sonucunda Canan’ı öldü zannedip de morga mı koydular diye düşündüm."

 

 

 

"Morgda cep telefonu mu kullanılıyor?"

 

 

 

"Bir de şaka yapıyorsun öyle mi?Allah biliyor ya ikinci kez kalp krizi geçirecektim ve bu kez gerçekten ölecektim."

 

 

 

"Ama o yaşadığın rahatsızlık bir kalp krizi değildi.Mide kanamasıydı.

 

 

 

Canan’ın bahsettiği mide kanamasıydı ama Koray buna bir türlü inanmıyor ve kalp krizi geçirdiğini zannediyordu hâlâ.

 

 

 

"Allah Allah sen de bir aalemsin.Hem sen onu boş ver.Arkadaşların hiç gözükmüyor.Sakın arkadaşların da ölmüş olmasın hiçbir ses duyulmuyor."

 

 

 

Cevap vermek yerine arkadaşını aradı ve şoke oldu.Çünkü onlar morgun diğer kapısından çıkmışlardı ve Canan’ı buna rağmen aramamışlardı.

 

Demet’e bu konuda kızamazdı ama diğer arkadaşına çok kızdı.Sabahki siniri katlanmıştı.

 

 

 

"Hayret birşey. Neyse gidelim."

 

         

 

Eve geldiklerinde Koray, psikologluk görevini üstüne alarak Canan’a sorular sormaya başladı.Niyeti ölüm korkusuna dair bilgi edinmekti.

 

 

 

"Sendeki bu ölüm,ölümden de öte ölü korkusu neyden kaynaklanıyor?"

 

 

 

Fazla düşünmeden anlatmaya başladı Canan.

 

 

 

"Annem’in babaannesi ölmüştü ve evde öldüğü için de odaya boylu boyunca yatırmışlardı.Üzerindeki beyaz örtü ve bıçağın korkunçluğundan öte ayrıca üstüne böcek de çıkmıştı ve ben o sırada şimdi yemeye başladılar ya mezarda ne yaparlar diye aklımdan geçirmiştim.O gün bugündür hiçbir cenaze törenine katılmamışımdır.Öyle ortamları sevmiyorum.Hem ölüyü eve koymanın anlamsız olduğunu düşünürüm. Hayatın boyunca gülmesine konuşmasına alıştığın bir kişi bir anda karşında cansız bir halde yatıyor ve sen bir şey yapamıyorsun.O hâl bence insanı üzen.Belki ölen kişiyi görmese hiç bu kadar etkilenmeyecek.En çok da ayrılık düşüncesi kötü."

 

 

 

Koray da kendi fikrindeki ölüm korkusunu anlatmaya başladı.

 

 

 

"Evvela ben de ölümden ve ölüden korkarım.Çünkü ölüm korkusu öğretilen bir korku.Aman ölüye yaklaşma seni yanında götürür gibi laflar sonucunda ölümden korkar hale geldik hepimiz.Ben, bana ölümün;Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi”şiirindeki gibi anlatılmasını isterdim.Ölüm,ceset,kefen bunlar o şiirde yok.Ölümün ürkütücü gerçeği biraz daha hafifletilmiş."

 

 

 

"Haklı olabilirsin."

 

 

 

Sonra Koray, olayı başka bir boyuta getirdi.

 

"Ama şöyle bir şey de var.Ben ölümün bir ayrılık olduğunu düşünmüyorum.Ayrılık sonu olan bir şeydir.Ama ölüm bir son değil.Ölüm sonrası bizi yeni bir hayat bekliyor. "

 

 

 

"Orası öyle tabi."

 

 

 

"Beni en çok kızdıran şey ise anne babalarını yaşlıyken kaybedenlerin kendilerini mahvedecek kadar dövünmesi.Sabırlı olmak gerek.Annesini babasını genç yaşlarda kaybeden ve her şeyin yarım kaldığı yaşamlar da var.Hem ölüm."

 

 

 

Sözlerini tamamlayamadan Canan yarıda bıraktı.

 

 

 

"Sen hâlâ orda mısın?"

 

 

 

"Başka konuya mı geçtik?"

 

 

 

"Neyse ben yatıyorum.Sana iyi televizyon izlemeler.Ne bulacaksan."

 

 

 

Koray Canan’ın böyle davranışına ilk defa rastlıyordu.Şaşkınlık içinde onu izlerken bir şeye daha şahit oldu.Canan yukarı çıkmak isterken ayağı halıya takılmış ve öyle olunca halıya hakaret ederek iki üç adım attıktan sonra vazgeçip tekrar Koray’ın yanına dönmüştü.

 

 

 

"Hayrola?"

 

 

 

"Bugün gördüklerimden ve konuştuklarımızdan ötürü tek başına yatmak olası değil.Burada uyumaya karar verdim.Sen de ne meraklıymışsın televizyon izlemeye."

 

 

 

Koray sesini çıkarmadı ama içinden de “daha neler göreceğim bakalım”diye geçiriyordu."

 

 

 

Onu bu hâlinden kurtarmak için yıllar önce, kelebek ruhlu kızın konuşma esnasındaki bir sözünü hatırlayıp söylemek istedi ama bundan vazgeçti.Canan’a söylemese de hatırladığı o sözü içinden tekrar etti.

 

 

 

Şöyle demişti kelebek ruhlu kız:

 

"Koyu bir mürekkebin renginin açılması bir su damlasıyla olur.İçimizdeki sıkıntıları da bir mürekkep kabul edersek “zaman”burada damla görevini görür.Yani “mürekkep eşittir sıkıntı” ve “damla eşittir zaman”demektir.Ayrıca ben ölümü;ölen kişinin yakınlarına yaptığı bir görünmezlik oyunu ve şakası olarak düşünürüm.Varoluşsal bir şekilde yaşayarak ölümün yıkıcı etkisinden kurtulabiliriz.

 

 

 

Sonra aklına Derin ve Serpil’in ölüm hakkındaki düşünce ve tepkileri geldi.

 

 

 

"Derin:Benim ölüm günü için aldığım bir önlem var.Gözlerimi siyah bir bağ yardımıyla örtmek ve kulaklarımı da hiç duymamacasına kapatmak.Ölümün o günkü manzarasını ne duymak ne de görmek istiyorum."demişti.

 

 

 

"Serpil ise Ölümü hiç düşünmemek en iyisi"diye söylemişti.

 

 

 

Dört ayrı kişi ve dört ayrı düşünce.

 

 

 

Kanepeyi Canan’a bırakarak kendisi koltuğa geçti.Arada bir Canan’a bakmayı ihmal etmiyordu.

 

 

 

Yaklaşık yarım saat sonra Canan uyandı.hâlâ gergin görünüyordu.Koray bu halini atlatmak için bir ricada bulundu.

 

 

 

"Belli ki hâlâ korkuyor ve üzülüyorsun.Aklıma bir şey geldi."

 

 

 

"Nedir merak ettim?"

 

 

 

"Bu halden kurtulmak içinse sen ve ben hayat boyunca içimizdeki korkuları, hoşlanmadığımız şeyleri kağıtlara yazacağız ve sonra o kağıtları yakacağız."

 

 

 

"Rahatlamak için güzel bir terapi yöntemi.Uzun zamandır uygulamadığım bir yöntem."

 

 

 

"Demek ki uzun zamandır benden ötürü mutlusun."

 

Memnun bir halde mutfağa geçti ve elinde demir bir kap ve çakmakla mutfaktan geldi.Canan ise kalem ve kağıtları hazırladı.

 

 

 

Sonra akıllarında ne kadar olumsuzluk, korku, nefret ettikleri şey varsa yazdılar ve teker teker demir kabın içerisine attılar.Kısa sürede kabın içi doldu.Sonra yaktılar.Her şey hallolmuşa benziyordu.İkisinde de bir rahatlama hissi uyandı.

 

 

 

"Bu bize çok iyi geldi."

 

 

 

"Bu yöntemi uygularken aklıma bir arkadaşımın yaşadığı olay geldi.Sen mesela hipnoz hiç uyguluyor musun?"

 

 

 

"Hiç uygulamadım."

 

 

 

"Arkadaşım senin gibi psikoterapistti.(Canan yüksek lisansını psikoterapi alanında yapmıştı)

 

 

 

Yanımızda da bir arkadaş daha vardı ve şaka yollu olarak “beni kimse hipnoz edemez senin de yapabileceğine inanmıyorum”dedi.Neyse benim kullandığım stres toplarımın bir tanesini aldı ve ucunu delip içinden de ip geçirerek başladı hipnoza."

 

 

 

Gülerek anlatmaya devam ediyordu.

 

 

 

" Başlangıç sözünde “sıkıntılarını gözden geçir ve hepsinin üzerine bir sünger çek”dediği anda arkadaşım öksürmeye başladı hem de kuvvetli olarak.Sonra su içti ve öksürüğü kesildi.Biz merakla bekliyoruz neden böyle oldu diye.Sence neden öksürmüş olmalı?

 

 

 

"Ben nereden bileyim Koray.Neden olmuş merak ettim?"

 

 

 

"Meğer arkadaşım ilkokuldayken sınıf başkanıymış ve yaramazlık yapanlardan biri tahtadan ismini silmiş ve tebeşirli süngeri arkadaşımın yüzüne doğru üflemiş ve o günden sonra ne zaman “sünger”lafı duysa öksürmeye başlamış.Bilinçaltı ne kadar da önemli değil mi?"

 

 

 

"Evet oldukça.

 

 

 

Sonra beraber oturup güzel bir program izlediler.Ama bunu yaparken yerlerinde uyuyakalmışlardı.Ertesi gün uyandıklarında televizyon hâlâ açıktı ve ikisinin de boynu ve beli tutulmuştu.

 

 

 

"Gerçi bendeki bu durum üç gündür var."dedi Canan

 

 

 

"Allah kolaylık verir sen merak etme.Askerlerin şafak sayması gibi sen de dokuz ayın bitmesi gibi takvimdeki sayıların üstünü mü çizeceksin yoksa?"

 

 

 

"Yok artık."

 

 

 

"Birbirlerine benzerler mi acep? Ya da karakterleri nasıl olacak?senin gibi aceleci olurlarsa “doğmamış bebeğe don biçilmez,dereyi görmeden paça sıvanmaz” derim ya da senin gibi evhamlı olursa “relax ol evladım” diye uyarırım.

 

 

 

"Relax mı? “Rahat ol” demenin nesi zor.Nedir bu yabancı dilin Türkçe’ye çektirdikleri.Bu meseleye sinir oluyorum."

 

 

 

Canan,bu konuda uzun bir konuşma yaparak Koray’ı bir kez daha şaşırttı.

 

İçinden Canan’la ilgili “neyse ki Serpil bana davranışlarından dolayı sabrettirmeyi öğretti.Canan’ın bu hâli geçici, dayanabilirim elbet ”diye düşünmeden edemedi.

 

 

 

Koray’ın düşünceli halini görünce merak etti Canan:

 

 

 

"Ne düşünüyorsun?"

 

 

 

Koray bu düşündüğünü illa ki söyleyemezdi o yüzden o anda bir şeyler uydurdu.

 

 

 

"Artık geçmişten konuşmayacağız.Bundan sonra gelecek planları tasarlayacağız.Hem çok şanslıyız."

 

 

 

"Mesela? "

 

 

 

"Üçü de aynı anda doğduğu için."

 

 

 

"Toptan hediye diyorsun yani."

 

 

 

"Demiyorum.Acele etme de sözümü bitireyim.Diyorum ki üçü de aynı anda doğduğu için bize “hangimizin doğumunda daha çok heyecanlandın”diye sorduklarında tatmin edecek cevap verebileceğiz onlara.

 

Aylin’den hatırlıyorum.O, bu tür sorular çok sorardı.

 

 

 

Gülüştüler.Sonra dışarı çıktılar.Gidecekleri yer lunaparktı.Canan neden lunaparka gidiyoruz diye Koray’a sorduğunda “alışmalı böyle şeylere”cevabını almıştı.

 

Üçüncü Kısım.

 

 

 

Hayırdır Koray?"

 

 

 

"Sana da."

 

 

 

"Koray, Canan’ın ona hayırlı sabahlar dediğini zannetmişti.

 

 

 

Canan bir süre Koray’ın yüzünü inceledi ve günlerdir devam eden bu soğuk tavrı çözmeye çalıştı.En kötüsü hiç bir şey de söylemiyordu.

 

 

 

O şen şakrak adam gitmiş yerine gülmeyen, konuşmayan bir adam gelmişti.Normal zamanlarda olsa buna tahammül ederdi ama Canan’ın da sinirleri çok bozuk olduğu için Koray’ın soğuk davranmasından beri ağzına ne gelirse söylemeye başladı.Söylediğine pişman oluyordu ama başka bir şey de yapamıyordu.

 

 

 

Koray yine bir şey demeden çıktı evden.Canan “öyle olsun bakalım”diyerek kızdığında arabaya binmekten vazgeçen Koray sahile inmek için yönünü sola döndü.

 

 

 

Sahile indiğinde Aylin Koray’ı aramış ve duymamazlıktan gelerek telefonu bile açmamıştı.Bunalımdaydı çünkü Koray.

 

 

 

Genellikle Serpil’le evliyken bunalıma girerdi ama her şey yolundayken neden böyle bir şey olduğunu anlayamadı. O sıkıntıyla bir deniz kabuğunu ayağının ucuyla götürmeye çalıştı.

 

 

 

Akşam eve geç döndüğünde kendi gibi Canan’ın da sinirli ve mutsuz olduğu dikkatini çekti.Biraz sonra hızlı hızlı konuşmaya başladı.Bir o kadar da soğuk.

 

 

 

"Merdiven inip çıkmakta zorlanıyorum o yüzden salonun sonundaki boş odayı yatak odası yapmayı düşündüm."

 

 

 

"Şimdi yatağı."

 

 

Sana yatağı buraya taşıyalım demedim.Döşek sereceksin."

 

 

 

"Ama belin."

 

 

 

"Sanki ömrümüz boyunca kuş tüyü yatakta yattık."

 

 

 

Canan’ın isteği üzerine Koray döşeği yere serdi ama beceremedi.Biraz ortamı yumuşatmak için Canan birkaç şey söyledi.

 

 

 

“Döşeği hâbe çüş yaptın”.

 

 

 

Koray bu söze güldü.

 

"Demek hâbe çüş yaptım öyle mi?"

 

 

 

"Evet.

 

 

 

Canan aklına bir şey gelmiş gibi hızla odadan çıktı ve elinde kağıt-kalemle tekrar içeri girdi. Koray’a bir not yazdı.Notta “en azından yazışarak konuşalım” yazıyordu.Koray’ın bir tepki vermesini beklemeden yazmaya başladı.

 

 

 

Kağıtta yazılanlar Koray’a ulaşınca o da bir şeyler yazdı.Bir süre böyle yazışarak kavga ettiler ve en son Koray yazdığı kağıdı uçak yaparak Canan’a yolladı.Zaten Canan notu okur okumaz gülmeye başladı.Sonra bu gülmeye Koray da dahil oldu.

 

 

 

Notta “itiraf etmeliyiz biz,kavga etmeyi unuttuğumuz için yazışmayı bile aklımıza getiremedik”yazıyordu ve bu notu Koray bir de resimlendirmişti.

 

Sonra Canan, Koray’a bu halının nedenini sordu ve bir psikolog olduğunu hatırlatarak profesyonel destek verebileceğini söyledi ama Koray-nedenini bilmiyorum bu sadece bir süreç diyince onu kendi hâline bırakmayı uygun buldu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%