8. Bölüm

Bölüm - 6

Ruyavcisi1
ruyavcisi1

 

İyi okumalar canlar ...❤️

|Sınır 50 oy 50 yorum|

|Bölüm 6|

1 hafta sonra...

O kötü haberin üzerinden tam bir hafta hafta geçmesine rağmen hâlâ kendimi kötü hissediyordum. Canım acıyordu, bir daha anne olamayacağım gerçeği zihnimde yankı yapıp duruyordu.

"Neden telefonlarıma cevap vermiyorsun?" diye gelen mesajla bakışıyordum. Tam bir haftadır kendimi odaya kilitlemiş ve gelen hiçbir aramalara cevap vermemiştim. Azad ise bu süre zarfında beni her gün defalarca kez aramış, ben açmayınca da üst üste mesajlar atmıştı. Dayanamayıp mesajına bakmıştım ama ne cevap vereceğimi bilemediğimden bir süre mesaja bakıyordum.

Derin bir nefes aldım. Bir hafta önce doktordan duyduğumu Azad'a da söylemem gerekiyordu. Sonuçta benimle evlenecekti. Yarın öbür gün ailesi ve kendisi benden çocuk isteseler veremeyeceğimi bilmesi gerekiyordu.

Parmaklarım klavyede gezinirken "yarın buluşabilir miyiz, anlatacaklarım var." diye yazıp mesajı ona attım. Anında görüldü yazısını görünce şaşkınlığımı gizleyemedim. Aradan saniyeler geçmeden onun tarafından ekranıma düşen aramayla bıkkın bir nefes döküldü dudaklarımdan.

Bir süre kaydetmediğim ama ezberlediğim numarayla bakışırken arama kesildi. "Aç şu telefonu." mesajının ardından tekrar çaldı telefonum. Bu sefer bekletmeden açıp kulağıma götürdüm.

"Bu telefon neden açılmıyor Roza, beni delirtmek mi istiyorsun? Beni meraktan öldürmek mi istiyorsun?"

Yüzümü buruşturup telefonu uzaklaştırdım ama o hâlâ bağırarak devam ediyordu.

"Sana bir şey oldu diye korktum." dedi yoğun duygu dolu bir sesle.

Yutkunup telefonu kulağıma götürdüm. Benim için gerçekten endişelenmişti ve bu tuhaf hissetmeme neden olmuştu. "Seni endişelendirmek istemezdim ama bir süre yalnız kalmam gerekiyordu. Bazı şeyleri düşünmek için bu şarttı."

"Bana bir mesaj atamadın mı?" diye sordu kırgınlıkla.

"Bak-"

Konuşmamı kendi konuşmasıyla kesti. "Neyse, bunları konuşmanın sırası değil." Derin bir nefes verdiğini işittim. "Sen iyi misin? Anlatacaklarım var demişsin, umarım kötü bir şey yoktur."

"Sadece atacağım konumda buluşalım. Sana orda her şeyi anlatacağım." dedim ve ardından geçen kısa konuşmadan sonra telefonu kapattım, adresi atıp hazırlanmaya başladım. Her şeyi anlatacağım ve umarım Azad, teklifimi kabul ederdi.

Üzerime belden oturmalı, diz altı siyah bir elbise giydim. Saçlarımı açık bırakıp hafif makyajımı da yaptıktan sonra telefonumu alarak odadan çıktım. Merdivenlerden aşağı inince halamın bana seslenmesiyle adımlarım durdu. Mutfak kapısına çevirdim başımı. "Efendim hala?"

Yanıma geldi. "Daha iyi misin?"

Derin bir nefes çektim içime. "İyiyim hala, dönünce sana her şeyi anlatırım." Halamı bırakıp ordan ayrıldım. Konaktan çıktığımda kapının biraz uzağında gördüğüm Ciwan abiye seslendim. Beni görünce beklemeden yanıma geldi. "Buyur hanımım."

"Ne hanımı abi ya." dedim göz devirerek. "Neyse, bana arabanın anahtarını verebilir misin?"

"Ben sizi götüreyim istediğiniz yere."

Başımı iki yana salladım. "Hayır, ben tek gideceğim. Lütfen zorluk çıkarma."

Bir süre yüzüme baktı, ardından kabul etti, daha doğrusu zorunda kaldı çünkü biliyordu ki, hayır dese bile ben tek gidecektim. Yürüyerek ya da yaya.

Elimi uzattım anahtarı vermesi için. İlk birkaç dakika etrafına baktı sonra cebinden anahtarı çıkarıp avucuma bıraktı. Başını biraz uzağımızda duran adamlara çevirdi. Ne yapmak istediğini anladığım an, "ben tek gideceğim!" dedim sertçe.

Bakışlarını bana çevirdi. "Güvenliğiniz için bu adamlar şart hanımım."

Bıkkın bir nefes verdim. "Bir daha bana hanımım dersen..." Aklıma bir şey gelmeyince durdum. Onun bana bakışlarını fark edince "deme işte, emrediyorum hanımın olarak." diye devam ettim.

"Peki, hanımım."

"Hay ben senin hanımına..." devamını getirmedim tabii. Ona ters bir bakış attıktan sonra arkamı dönüp arabaya doğru ilerledim. Kapıyı açtım, içeri girip kapıyı tekrar kapattım. Anahtarı kontağa koyup çalıştırdım. Aracın benim taraftaki penceresini aşağı indirdim. Ciwan abi dikkatle bana bakıyordu. Ona bakarken hafifçe gülümseyip "sakın beni takip etmeyin." dedim ve arabayı istediğim yere doğru sürmeye başladım. Arkaya bakmayı da ihmal etmiyordum. Kimsenin beni takip etmesini istemiyordum.

Bir süre daha ilerledikten sonra dikiz aynasından siyah bir araç gördüm. Hızla arkadan bana yetişti. Soluma geldiğinde artık aynı hizadaydık. Kaşlarımı çatıp dikkatle başımı yana çevirdim ardından tekrardan önüme döndüm. Bu araçta neyin nesiydi böyle?

Biraz daha ilerlediğimizde adamın camını indirdiğini gördüm. Siyah takım elbise giyinmişlerdi hepsi. Arabanın hızını yavaşlatıp bakışlarımı yanımda giden arabaya çevirdiğim an gözlerim kocaman açıldı. Bunlar o gün önümüzü kesen adamlardı. Sinirle nefes alırken gaza bastım ve adamın önüne geçtim. Eğer benim önüme geçerse önümü kesebilirlerdi.

Yan koltukta duran telefonumu alıp Azad'ın numarasına bastım. Telefon ilk çalışta açıldı. "Yavrum, nerde kaldın?"

"Azad Ağa, beni takip eden siyah bir araç var." dedim, gözlerimle dikiz aynasına bakmayı ihmal etmiyordum.

Telefonun diğer ucundan bir şeyin devrilme sesini duydum. Yüksek ihtimalle ordaki sandalyeyi ya da masayı devirmişti. "Kim onlar, nerdesin, şu an iyisin de mi? Yavrum cevap versene?" dedi sinirle.

"İzin verirsen konuşacağım." dedim. Telefonu hoparlöre verip daha çok gaza bastım.

Sert bir soluk aldığını işittim. "Nerdesin?"

"Bilmiyorum, onlardan uzaklaşmak için sürüyorum bir yerlere işte. Belki izimi kaybettirebilirim."

"Bana canlı konumu at. Ordan takip edip seni bulacağım." Durdu. Sadece nefes alıp verdiğini işitebiliyordum. "Seni takip eden o orospu çocukları kim?"

Gözlerim tekrar dikiz aynasına gitti. "Tanımıyorum ama galiba sen tanıyorsun."

"Kim onlar lan, kısa cevap ver!" dedi sinirle.

"Benimle lanlı manlı konuşma Azad Ağa!" dedim, bende artık sinirleniyordum. Burda canımı kurtarma derdine düşmüşüm, onun yaptığı ise sadece sinirlendirmek.

Derin bir nefes aldığını işittim. Sakin olabilmesi için şarttı bence. Araba sesini duyunca yola çıktığını anladım. "Tamam güzelim, özür dilerim. Şimdi bana seni takip eden o..." Durdu, yüksek ihtimalle küfür edecekti yine. "O adamlar kim, söyle."

"O gün önümüzü kesen adamlar."

"Ben o Şirvan'ın.." tekrar durdu, küfrünü içinde tamamladı muhtemelen. "Geliyorum yavrum." Beklemeden telefonu kapattı.

Kaşlarımı çattım ve Azad'dan duyduğum ismi düşünmeye başladım. Ben o adamın adını ilk defa duyuyordum, emindim buna. Peki, o beni nerden tanıyor? Aklıma İzmir'deki fotoğrafımı çeken adam gelince sertçe direksiyona vurdum. O adamdı, beni takip eden, fotoğrafımı gizlice çeken adam. Ama beni nerden görmüş ki?

Siyah aracın önüme geçmesiyle kaza yapmamak adına hızla frene bastım. Hızdan dolayı yaptığım anifrenle başım sertçe direksiyona çarptı ve o an bilincimin kapandığını hissettim.

🤍🪽

Başımın ağrısıyla yüzümü buruşturarak gözlerimi açtım. Ağrıyan yere dokunmak için elimi kaldırmak istedim ama yapamadım çünkü ellerim bağlıydı. Bu düşünceyle hızla etrafa baktığımda bomboş bir odada sandalyeye bağlı olduğumu fark ettim. Buraya nasıl geldiğimi düşünürken en son olanlar aklıma geldi. Önümü kestiklerinden frene basmak zorunda kalmıştım, ardından kafamı direksiyona çarpmıştım, ondan sonrasını da hatırlamıyordum.

Ayak sesleri gelince birilerinin buraya geldiğini anladım. Bakışlarımı kapıya çevirip merakla gelecek olanı bekledim. Bir dakikanın ardından kapı ağırca açıldı ve içeri uzun boylu, siyah takımlı biri girdi. Bakışlarımı yüzüne kaldırdığımda gözlerimiz kesişti. Yeşil gözlü, yeni tıraş olduğu belli olan keskin yüzü, geriye doğru taranmış saçıyla yakışıklı duruyordu.

"Ooo bizim prenses uyanmış." dedi keyifle.

Onun hitap şekline yüzümü buruşturdum. "Prenses senin..."

"Şşştt, küfür yok prenses."

Sinirle yerimde kıpırdadım, bu da elimin ağrımasına neden oldu. "Bana bak, benimle düzgün konuş yoksa-"

"Yoksa ne?" dedi konuşmamı keserek. Eline aldığı sandalyeyi önüme koyup oturdu. "Yoksa bana da mı sıkacaksın?"

Yüzüne tiksintiyle bakmaya başladım. O günkü adamları yollayan şerefsiz buymuş ve tabii o adamların bana ateş etmemelerinin nedeni de bu adamdı.

"Ama prenses seni yürekten tebrik ediyorum. Korkusuzca nasıl da adamlarıma silah çekmişsin."

"Beni neden kaçırdın?" diye sordum konuşmasını eş geçerek. "Ne istiyorsun benden?!"

Güldü. Yüzünü bana doğru yaklaştırdı hafifçe ve sır verir gibi fısıldadı. "Seni istiyorum."

Yüzümü tavana kaldırıp sabır çektim. Mardin'e adım attığımdan beri başıma gelmeyen kalmadı. Kimin bedduası tuttuysa artık.

"İstediğimi verecek misin?"

Bakışlarımı önümde gülerek duran adama çevirdim. "Ordan bakınca sana isteğini verecek birine mi benziyorum?"

Bir süre gözlerimin içine baktı ardından "bence evet." dedi.

Alayla güldüm. "Sen iyi değilsin, bir hastaneye görünmen şart."

"Benim olursan neden olmasın." dedi keyifle.

Derin bir nefes çektim içime sakinleşebilmek adına. Acaba Azad beni bulabilecek mi? O beni bulamasa, ben kesinlikle bu adamı öldürebilirdim.

"Haddini bil!" dedim içimde biriken öfkeyle.

Yüzü sertleşti. "O Azad denen şerefsiz o kadar şanslı ki, senin gibi.." deyip beni baştan aşağı süzdü, bu beni fazlasıyla rahatsız ettiğinden yerimde kıpırdadım. Bakışlarını tekrardan gözlerime çıkardı. "mükemmel biriyle evleniyor."

"Kelimelerine dikkat et! O şerefsiz dediğin adam senden çok çok daha iyi." diyerek kendimi Azad'ı savunurken buldum. Ona şerefsiz denmesi sinirimi bozmuştu.

Güldü. "Müstakbel kocanla evlenmek istemiyorsun ama onu çok güzel savunuyorsun."

Kaşlarımı çattım. O benim Azad'la evlenmek istemediğimi de nerden biliyordu? Bu adam kimdi? Nasıl benim hakkımda olanları bilebiliyordu?

"Bunu da nerden çıkardın?"

"Ah lütfen prenses, benden saklamana gerek yok." dedi keyifle.

Yüzümü sıktım sinirle. "Kimsin sen?" diye sordum dişlerimin arasından.

"Hadi ama.." deyip oturduğu sandalyeden ayağa kalktı. Bana doğru ilerleyip tam kenarımda duruyordu. Öyle ki, verdiği nefesi kulağımın üzerinde hissediyordum. "Ben senin ilerdeki kocanım, prenses."

Kendimi sıktım sıkabildiğim kadar. Yüzümü ona çevirmeden "ayakta bile rüya görmeye başladın, senin durumun gerçekten iyi değil." dedim kendimi zorlayarak. Onunla konuşmayı geçtim yüzünü bile görmek istemiyordum.

Benden biraz uzaklaştı. "Rüyalarımın sahibi sen olunca ayakta bile görmem normal."

Onun konuşmasının hemen ardından dışarda patlayan silah sesini işittim. Biri üst üste havaya ya da birine ateş ediyordu ve şu an ihtiyacım olan o sesi duydum. "Roza!"

Kalbim onun sesiyle hızla atarken yüzümdeki gülümsemeyle yanımda duran adama çevirdim bakışlarımı. Tek kaşımı kaldırdım. "İşte kocam da geldi."

Yüzü sertleşti, yumruklarını sıktı. Bir süre yüzüme baktıktan sonra kapıya doğru ilerledi. Eli kapı kulpundayken "o kocan bugün sonsuza dek gözlerini kapatacak bu dünyaya." dedi ve odadan çıktı. Midem korkudan kasırılırken nefes alışverişlerim düzensizleşti. Başımı hızla iki yana salladım. Onu öldürmezdi değil mi?

Aradan çok az zaman geçti ve o geçen zaman boyunca silah sesi duymamıştım. Taa ki bir dakika öncesine kadar. O sesi tekrar duydum. Azad'ın vurulma ihtimali nefesimi keserken kalbim acıyla göğüs kafesime çarpıyordu. Gözlerim doldu. Onun ölme ihtimaline inanmak istemiyordum. Ölemezdi o, değil mi?

Aradan geçen bir dakikanın ardından bulunduğum odanın kapısı açıldı. Gözlerimdeki yaşlarla dikkatle kapıya odaklandım. Görüş açıma ilk ayakkabıları girdi, ardından onun o şefkat dolu bakışlarını gördüm. Bu oydu, Azad'dı, ölmemişti. Onu gördüğümde kocaman gülümsedim.

"Yavrum." diyerek yanıma geldi ve hiç beklemeden sıkı sıkı sarıldı. Yüzünü boynuma gömünce nefesimi tuttum. Bu kadar yakınlaşmasını beklemiyordum.

O bana sarılırken ben ona sarılamıyordum çünkü hâlâ bağlıydım. Azad da bunu anlamış olacak ki, kokumu derince içine çekip ayrıldı benden. Benden ayrılınca sonunda tuttuğum nefesimi verdim. Beklemeden elimi çözdü, ayaklarımı da çözünce ayağa kalktım. Otur otur, uyuşmuştum.

"İyi misin güzelim? Sana dokundu mu o.." gözlerime baktı, demek istediği o küfrü yuttu.

Gülümsedim. "Ben iyiyim, sadece korktum."

Kaşlarını çattı anında. "Neden?"

"Çünkü o adam bana seni öldüreceğini söyledi."

Elleriyle yüzümü avuçladı. "Sence ben seni burdan kurtarmadan ölebilir miyim?" Yüzünü yüzüme yaklaştırınca gözlerimi yumdum. Kalbim göğüs kafesime sertçe çarparken nefesimi tutmuş, merakla ne yapacağını bekledim. Azad, burnuma küçük bir öpücük kondurunca gözlerimi ağırca açtım. "Benim güzel karımın burda canın yanarken ben ölemem." Bakışlarını yüzümde gezdirirken derin bir iç çekti. "Seni kurtarmadan ölüm bana haram be güzelim"

Bu adam hangi iyiliğimin karşılığında karşıma çıktı?

Ne diyeceğimi bilemediğimden sessiz kaldım, sadece gözlerinin içine baktım. Cümlesi beynimde yankılanırken "ben senin karın değilim." dedim. Biraz kabaydı ama onun bakışları altında diyebildiğim tek şey oydu çünkü biraz daha böyle konuşursa yanaklarım kıpkırmızı olacaktı ve ben bunun, ona bu kadar yakınken olmasını istemiyordum.

"Karım olacaksın zaten çok yakında." dedi keyifle. Elleri hâlâ yüzümdeydi, nefesi ise dudaklarıma çarpıp duruyordu. "Sevmediysen güzel nişanlım da diyebilirim."

Ellerimi ellerinin üzerine koyup yüzümden çektim. Çaktırmadan derin bir nefes verdim. Bu kadar yakın olması bana cidden zarardı.

"O adam nerde?"

Ellerimi avuçlarının içine aldı. Gözleri yüzümde gezinirken "gidelim mi?" diye sordu. Başımı salladım. Birlikte odadan çıktık. Aşağı indiğimizde etrafın adamlarla dolu olduğunu ve hepsinin birbirine silah doğrulttuğunu gördüm. Bakışlarım en köşede bize daha doğrusu bana bakan Şirvan'a çevirdiğimde gözlerimiz kesişti. Bana anlamlandıramadığım bir duyguyla bakıyordu. Dikkatimi dudağının kenarındaki kan çekince Azad'ın onu dövdüğünü anlamıştım.

"Bir gün benim olacaksın!" diye bağırdı Şirvan. Bu adam kafayı mı yemişti? Azad'ın yanında söylenecek sözler miydi? Bildiğin Azad'a gel beni öldür diyordu.

"Ulan.." deyip sinirle öne atılan Azad'ı, iki elimle kolundan tutmam durdurdu. Bakışlarını ellerime ordan ise gözlerime çıkardı.

"Eve gitmek istiyorum lütfen." dedim yalvaran gözlerle ona bakarken.

Başını anlayışla sallayıp bize bakan Şirvan'a çevirdi bakışlarını. Ona öfkeyle sertçe bakarken birlikte dışarı çıktığımızda havanın epey karardığını gördüm. Mükemmel, gerçekten mükemmel ya(!). Babam Allah bilir şu an hakkımda ne saçma teoriler uydurmuştur.

Birlikte arabaya bindik. Azad, kontaktaki anahtarı çevirip sürmeye başladı. Arkadan ise adamları geliyordu. Yorgun olduğumdan başımı cama yasladım. Düşünmeye başladım. Aklıma İzmir'de beni takip edip fotoğraflarımı çeken adam gelince Azad'a çevirdim bakışlarımı. Söylesem mi söylemesem mi diye düşünürken Azad, "dinliyorum." dedi. Bana kısa bir bakış attıktan sonra tekrar yola döndü.

"İlk önce söz vermeni istiyorum." Ne olur ne olmaz, sonuçta söylediklerimden sonra gidip adamı öldürebilirdi.

Bana kısa bir bakış attı. "Ne için yavrum?"

"Sen söz ver."

Başını salladı. "Tamam, ne için olduğunu bilmesem de söz veriyorum."

"O adam, benim fotoğraflarımı çektirmiş olabilir." dediğim an araba ani fren yaparak durdu. Yaralanmamı engelleyen ise onun kolları olmuştu. Nefes alışverişlerim sıkılaşırken elim kalbime gitti. Korkuyla Azad'a çevirdim bakışlarımı. Yumruklarını sıktığını gördüm. O kadar sert sıkıyordu ki, parmak boğumları beyazlamıştı.

"Ne dedin sen?" diye sordu sert bir ifadeyle.

"Bana söz verdin, hiçbir şey yapmayacaksın." dedim korkuyla ona bakarken. Acaba yanlış mı yapmıştım? Ama ne yapabilirim, fotoğrafımı çektiğini düşünmek bile sinirlerimi bozuyordu.

Komple bana döndü. "Sen bana o adam için mi söz verdirdin?"

Dudaklarımı ısırıp başımı salladım korkuyla. "Bak-"

"Bak ne ya, bak ne!" diye bağırdı, irkildim. Ne yaptığını fark edince sesini azalttı ama hâlâ yüksekti sesi. "Sen bana onu nasıl savunursun ya!"

"Bana bağırma!" diye bağırdım yüzüne doğru.

"Bağırmıyorum!" dedi ama onu derken bile bağırmıştı.

"Hâlâ bağırıyorsun."

"O şerefsizi sikmezsem-" diye bağırınca daha fazla küfür duymamak adına elimle ağzını kapatarak böldüm. Bu adam iyice kafayı yemişti. Ben vardım sonuçta, kelimelerine biraz daha dikkat edebilirdi.

Yüzümü yüzüne yaklaştırdım. "Hem bağırıyorsun.." Gözlerindeki o öfkeyi çok net görüyordum. "Hem de küfür ediyorsun." Kemerden dolayı fazla yaklaşamıyordum. Hemen diğer elimle kemeri açtım ve Azad'a biraz daha yaklaştırdım yüzümü. "Bu seferlik affediyorum, bir daha benim yanımda sakın küfretme Azad Ağa."

Sadece gözlerime baktı. Sessizliği fırsat bilip devam ettim konuşmama.

"O adama gelince de, ben onun hesabını kendim vermek istiyorum. Benim fotoğrafımı benden izinsiz çekmek neymiş göstereceğim ona." Durdum, derin bir nefes aldım. "Beni nerden tanıyor, onu da anlamış değilim. İzmir'de çekmesi beni daha önceden tanıdığını gösteriyor."

Elimi tutup indirdi. Şaşkınlıkla bana bakarken "İzmir mi?" diye sordu.

Başımı anında salladım. "Evet. Halamla birlikte buraya gelmeden önce bir restorana girmiştik. Bir adamın benim fotoğrafımı gizliden çektiğini fark ettim. Onun peşinden gitsem de cevap bulamamıştım." Bakışlarımı öne çevirip geriye yaslandım. "O şerefsize haddini bildirmem lazım. Benden izinsiz fotoğrafımı çekmek neymiş, görür o."

Azad, duyduklarıyla yutkunarak önüne dönüp. O fotoğrafı kendisi çektirmişti gizliden. Sadece o gün değil, aşiretin başına geçtiği andan beri onun neler yaptığını, neler giydiğini, nerelere gittiğini.. onun her şeyini biliyordu. O fotoğrafı da çok sevdiği bir adamına çektiriyordu.

Bakışlarını tekrardan sinirle önüne bakan kadına çevirdi. "Galerime bakarsan o zaman kesin öldürürsün beni." diye düşününce dudakları keyifle iki yana kıvrıldı.

Ölümün bile sevdiği kadından geldiğini düşünmek, onu mutlu ediyordu.

 

****

|Bölümü nasıl buldunuz?

|Beni takip etmeyenler takip ederse çok mutlu olurum❤️

Instagram: ruyavcisi.1

Tiktok: ruyavcisi1

 

Bölüm : 15.12.2024 21:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...