@ruyavcisi1
|
Umarım severek okuyacağınız bir bölüm olur. İyi okumalar❤️ Lütfen yıldıza basıp yorum yapmayı da unutmayın 😉❤️
² Sabahın erken saatlerinde, derin uykumun ortasında son derece rahatsız edici bir ses duydum. "Şilan, hadi uyan." Duyduğum bu sesle yerimde kıpırdayıp diğer tarafa döndüm. "Ya Şilan." Bu ses giderek daha da can sıkıcı hale geliyordu. Elimle kulağımı kapatıp uykuma devam ettim. Uyku benim için çok önemliydi. Eğer uykumu tam alamazsam günü, kendim dahil herkese zehir ederdim. "Şilan, uyansana artık ya! Yemin ederim uyanmazsan bir kova dolu suyu üzerine boşaltırım." Konuşurken beni sarsınca hızla gözlerimi açtım. Yatakta doğrulup oturur pozisyona geçtim. Kaşlarımı çatıp sinirle karşımda sabırsız duran Elif'e baktım. Bu kız insanı katil ederdi. "Çok şükür Allah'ım, sonunda uyanabildi uyuyan güzelimiz." Gözlerimi devirmemek için zor tutmadım kendimi, onun gözlerine bakarak son derece sinirli bir şekilde gözlerimi devirdim. "Benim gerizekalı arkadaşım, insan öyle mi uyandırır? Biraz nazik mi olsaydın?" Beni öyle bir sarsmıştı ki, bir an deprem oldu sanmıştım. "Acaba daha ne kadar nazik olabilirim, söyler misin bana? Hayır yani öperek mi uyandırmam gerekiyordu?" "Güzel fikir aslında, bir dahakine öperek uyandır." "Ben niye seni öperek uyandırıyor muşum? Git kocana söyle, o seni öpsün." Başımı ağırca salladım. "Kocam olsa sana neden beni öp diyeyim, gidip kocama derdim herhalde." Şaşırmış gibi yapıp "Ama bak şu işe ki kocam yok." İyiki de yok. Hayatım, erkeklerin olmamasıyla daha güzel gidiyorken asla da bozmaya niyetim yoktu. Erkekler çekilebilen bir varlık değil. Yani düşünün, ben bile çekilirim ama erkekler çekilmez. "O zaman sana yakışıklı birini bulmak şart. Neden yakışıklı diye sorma, benim eniştem kesinlikle dünyanın en yakışıklı erkeği olması lazım." Konuşmasını bitirmesiyle göz devirdim. En yakışıklı erkeğiymiş! Hayır piç olduktan sonra yakışıklı olsa ne yazar! "Ya Elif... Senin işin gücün yok mu, neden bana birini buluyon? Çok istiyorsan git kendine bul." dedim ve yataktan kalktım. Banyoya ilerlerken konuşmama da devam ediyordum. "Nerden geliyor bana birini bulma sevdan, anlamadım ki." "Yok, ben hayatımda erkek istemiyorum." Babasından dolayı erkekleri sevmiyordu haklı olarak. "Ben de istemiyorum. Mümkünse benden de uzak olsunlar." dedim ve banyoya girdim. Üzerimdekileri çıkarıp sıcak suyun altına geçtim. Kısa bir duşun ardından kıyafetlerimi giydim. Elif, odada yoktu. Yüksek ihtimalle aşağı inmişti. Ben de daha fazla beklemeden aşağı indim. Dışardan gelen yabancı seslerle kaşlarımı çattım. Elif ve annemin sesini duyunca daha çok merak ettim. Derin bir nefes içime çektim ve daha fazla beklemeden dışarı çıktım. Karşımda asker kıyafeti giyen iki kişiyi görmem, adımlarımın durmasına neden oldu. Askerlerin bizim evde ne işi vardı ki sabah sabah? "Kızım, hadi gelsene. Neyi bekliyorsun?" Annemin sesiyle bakışlarımı ikiliden çekip anneme çevirdim. Dikkat çekmeden masaya ilerlerken benimle birlikte iki asker de masaya doğru ilerliyordu. Muhtemelen annem oturmaları için ısrar etmiştir. "Sen niye saçlarını kurutmadan dışarı çıktın?" Annemin sinirle sorduğu soruya cevap olarak omuz silktim. Saçlarımı kurutmayı seven biri değildim, daha doğrusu üşeniyordum. Bu üşengeçliğim yüzünden çoğu kez hasta oldum ama ders çıkarmadım. Annemin yanağına sulu bir öpücük bıraktıktan sonra yerime oturdum. Annem, yanağını sinirle silip bana döndü. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bana kızacağını anladığım için karşımda bizi gülümseyerek izleyen ikiliye döndüm. Küçüklüğümden beri askerlere karşı bir hayranlığım vardı. Onların cesareti ve vatan sevgilerine hayran duymamak elde değildi. Onlar, vatanları için canlarını hiç düşünmeden tehlikeye atıyorlar. Bu fedakarlık ve bağlılık, sorgulanmayacak kadar derin ve anlamlı. Benim de asker olma hayallerim vardı. Vatanım için savaşmak, herhangi bir tehdite karşı mücadele etmek istiyordum ama hayat her zaman istediğimiz gibi ilerlemiyordu. "Merhaba, çok gizli değilse adınızı öğrenebilir miyim?" dedim gülümseyerek. "Kerem..." dedi, göz rengi açık kahve olan asker. Geniş omuzlara sahip uzun boylu, sert çehreli biriydi. Oturduğu yerden bile korku salıyordu. Hayran hayran ismini yeni öğrendiğim Kerem'i süzerken ela gözlü asker, "Məndə Samir." deyince kendime geldim. Bakışlarımı Kerem'in yanında oturan Samir'e çevirdim. "Sen Azerbaycanlı mısın?" diye sordum kendimi tutamayarak. Can Azerbaycan, kardeş ülkemiz... Oraya ayrı bir ilgim vardı. "Bəli, mən Azərbaycanlıyam." dedi Samir, beni onaylayarak. O da Kerem gibi geniş omuzlara sahipti. Burdan bakınca Samir biraz daha Kerem'den uzun gözüküyordu. "Ya, ben Azerbaycan ülkesine de diline de aşığım. Bana boş olduğun bir zamanda dilinizi öğretebilir misin? Öğrenmeyi çok isterim." dedim heyecanla. "Əlbəttə." deyince kocaman gülümsedim. "Ben de Şilan, doktor Şilan Aslan.." dedim, özellikle doktor kelimesini söyleyerek. Asker olmak istiyordum evet ama bu doktor olduğum için gurur duymayacağım anlamına gelmezdi. Her meslek kendi çapında önemli ve değerli. "Yaralanma falan durumunuz olursa ben her zaman burdayım." dedim göz kırparak. "Burda doktorluk zordur Şilan, keşke başka bir şehirde görev yapsaydınız." Ben zor olduğunu çok iyi biliyordum, hem de küçüklüğümden beri ama ben zoru seviyordum ve buraya gelmeden önce de kendime bir söz verdim. "Ben aslen buralıyım zaten Kerem. Buraları kimse benden daha iyi tanıyamaz." Anneme döndüm. "Annem de istemiyordu ama hiçbiriniz anlamıyorsunuz. Burası benim için en iyi ve güvenli bir yer. Bu yüzden hiç merak etmeyin, zorlanacağımı da düşünmüyorum." "Biz həmin mənada demirik axı. Buranın insanları həqiqətən mükəmməldirlər. Bu məsələdə heç bir problem çəkməzsən axı, amma bilirsən ki, burada terrorçular çoxdur. Buna görə özünə çox diqqət etməlisən." dedi Samir, araya girerek. Az çok anladım Samir'i. Bu yüzden başımı aşağı yukarı salladım 'dikkat ederim' anlamında. Ben tam konuşacaktım ki, biraz uzaktaki askerle göz göze geldim. Bu yutkunmama neden oldu. Neden buraya bakıyordu ki Askerlerle konuşmak yasak mıydı? Ayrıca bakışları bana bir yerden tanıdık geliyordu ama nerden? Yanındaki askere döndü. Bir şeyler dedi sanırım, yüzünde maske olduğundan dolayı konuşup konuşmadığını pek anlamıyordum ama yanındaki asker bir şey deyince az önce konuştuğuna emin oldum. Acaba ne konuşuyorlar? Geniş omuzlara sahip, dev gibi adamdı maşallah. Dik bir duruşa sahipti. Tam bir komutan tipi vardı. Acaba komutanları mıydı? Tekrar bana dönünce yutkunup bakışlarımı hızla kaçırdım. Bakışlarındaki soğukluğu ben burdan bile hissetmiştim. "Tim!" diye bağırdı gür bir sesle. "Toplanın, gidiyoruz. Burda işimiz bitti." Sesi beni tuhaf bir şekilde üşütmüştü. Benim babamda askerdi ama onu hiç bu kadar sert görmemiştim. Onun yanında böyle üşümezdim, o böyle soğuk değildi. "Tekrardan teşekkür ederiz." diyen Keremle daldığım düşüncelerimden kurtuldum ve ayağa kalkmış, gidecek olan ikiliye baktım. Az önce konuşan askerin de onların komutanı olduğunu anladım. "Ee bir şey yemediniz?" dedi annem. Haklıydı, doğru düzgün bir şey yememişlerdi. "Biz doyduq, təşəkkür edirik."dedi Samir mahcup bir ifadeyle. Sanki komutanları biraz daha bekleseydi ne olacaktı sanki, belki daha doymamışlardı. "Samir, Kerem!" diye bağırdı tekrardan. Bir insan sesiyle bile korku salar mıydı etrafına? O salıyordu. Düşmanlarını dahil korkutacak gür ve kalın bir sese sahipti. Ondan korkmayan var mıdır, pek sanmam. Kerem ve Samir arkasına bakmadan büyük adımlarla uzaklaştılar. Onlara bakarken komutana göz ucuyla baktım, o da bana baktığı için gözlerimiz kesişti. Bu yutkunmama neden oldu. Hemen başımı çevirdim. Acaba neden öyle bakıyordu ve ne düşünüyordu? Keşke akıl okuma yeteneğim olsa.. "Çok yakışıklı değiller mi?" dedi Elif, onlara hayran hayran bakıyordu. Evet, erkekleri sevmiyordu ama konu asker olunca kendini tutamıyordu. Bu sevgi mi hayranlık mı bilmiyorum. Elif'i boşverip anneme döndüm. "Anne onlar neden buraya geldiler?" Annem iç çekerek bana döndü. Gözlerinin dolduğunu fark ettim. Anında yüzünü avuçladım. Yüksek ihtimalle babamı hatırlamıştı ve onu özlüyordu. "Annem, iyi misin?" diye sorduğumda, bana cevap olarak gülümsemekle yetinmişti. Konuşsa ağlayacağını o da ben de çok iyi biliyorduk. Kollarımı ona dolayıp sıkı bir şekilde sarıldım. Benim de gözlerim dolmuştu, her asker gördüğümüzde böyle dolacak mıydık? Benden ayrılıp ellerimi tuttu. "Ben iyiyim çavreşamın, hem de çok iyi. Sen beni hiç merak etme." dedi annem, kendini gülmeye zorlarken. "Onlara gelecek olursak da her hafta buraya kontrole geliyorlar ama sadece onlar değil." Yutkundu. "Baban gibi uzun süreli görevlere gidince başka askerler geliyor." Yutkunmaya çalıştım ama boğazımda oluşan yumru yüzünden yutkunamadım. Göğsüm sıkışınca başımı çevirdim az önceki askerlere bakmak için ama kimse yoktu, muhtemelen gitmişlerdi. Peki onlar da mı bir gün babam gibi gideceklerdi? Annemin bana odaklandığını fark edince yalandan gülümsedim. Başımı salladım 'anladım' dercesine. "Şilan, ben bir eve uğrayıp geleceğim." Elif'in konuşmasıyla ona döndüm. "Tamam, bende buraları toparlayayım o sırada. Sonra çıkarız." Elif başını salladı ve yanımızdan ayrıldı. "Sen gittikten sonra buralarçok değişti Şilan. Bu yüzden kendine dikkat et olur mu?" "Tamam anne, dikkat ederim ben. Sen hiç merak etme."
♣
"Elif, buraya girelim mi?" diye sordum yalvaran gözlerle. Çok açıkmıştım ve artık dayanamıyordum. Açlık başıma vurmuştu, yürüyemiyordum bile. Elif ile birlikte çoğu mağazaya girdik ama hepsinden eli boş çıktık. Çünkü amaç hiçbir zaman bir şeyler almak değildi. Amaç, aradan geçen o kadar yıldan sonra biraz birlikte vakit geçirmekti. "Çok iyi olur. Çünkü benimde dayanacak gücüm kalmadı." dedi ve içeri doğru yürümeye başladı. Bende mutlulukla onu takip ettim. Birlikte içeri girdik ve pencere kenarındaki bir masaya doğru ilerledik. Lokanta baya kalabalıktı güzel havadan dolayı. Acaba tüm Şırnak halkı buraya mı gelmiş diye düşünmeden edemedim. Sevgilisiyle gelen vardı, ailesiyle gelen, arkadaşlarıyla gelenler vardı. Hatta tek takılan bile vardı. Siparişimizi verdikten sonra Elif'e döndüm. "Elif, ben lavaboya gideceğim." dedim ayağa kalkarken. Ne diyeceğini anlayınca "merka etme çabuk döneceğim. Yemekler beklenmez." Gülüp ordan ayrıldım. Tuvaletin önüne geldiğimde kapıyı açtım ama açmamla kapatmam bir oldu. Baya kalabalıktı ve ben kapalı ortamların kalabalık olduğu yerlerden uzak dururdum. "Galiba sende kalabalıktan rahatsız olan birisin." Arkamdan duyduğum sesle irkildim. Kendimi toparlayıp konuşan kıza döndüm. Sarı saçlı, mavi gözlü, tatlı bir kızdı. Minyon bir tipe sahipti. "Korkuttuysam özür dilerim." dedi mahcup bir ifadeyle. Gülümseyip başımı iki yana salladım. "Hayır, kokutmadın. Sadece ani ses duymamla irkildim. Yani özür dilemene gerek yok." O da gülümseyince "ha bu arada evet, kalabalık ortamlar beni geriyor. Heleki bu kalabalık ortam tuvalet olursa..." "Katılıyorum." dedi kıkırdarken. "Şey bu arada adın ne?" "Şilan, senin?" "Masal." dedi. İsmi de kendisi gibi güzeldi. "Çok güzel olduğunu sana daha önce söyleyen oldu mu?" Masal'ın konuşmasıyla başta şaşırsam da gülümsemeden edemedim. Hemcinslerimden iltifat hoşuma gidiyor, beni mutlu ediyordu. Kendimi iyi hissetmeme neden oluyordu. "O senin gözlerinin güzelliği canım." dememle onunda yüzündeki mutluluğu gördüm. "Bu arada tanıştığıma çok memnun oldum Masal'cım." "Bende memnun oldum." dedi gülümseyerek. "Umarım tekrar karşılaşırız." Gülümsedim. "Umarım." dedim. Elif'in içerde beni beklediğini hatırlayınca, "Ben gideyim artık, belli ki boşalmayacak tuvalet. Tekrardan tanıştığıma memnun oldum." dedim ve ordan ayrıldım. Bildirim sesi gelince telefonu arka cebimden çıkardım. Kimin mesaj attığına bakmak için başımı eğdim, eğmemle sert bir şeye çarpmam bir oldu. Arkaya doğru sendeledim. Acı içinde elimi alnıma götürdüm. Canım fazlasıyla acıyordu. "Salak Şilan, tam bir salaksın. Ne diye yürürken telefona bakıyorsun ki? Önüne bakmazsan böyle duvara çarparsın işte." Kendi kendime konuşmam bir adamın konuşmasıyla son buldu. "İyi misin?" Dudağımın kenarını ısırıp gözümü kapattım. Adama rezil olmuştum. Altta kalma Şilan, altta kalmak sana göre bir şey değil. Sessiz olursan seni suçlar 'neden önüne bakmıyorsun' diye. "Sence iyi miyim?" dedim elimle alnımı ovuştururken. Sonunda akıl edip başımı kaldırdım ama kaldırmamla iki adım geriledim. Üzerinde siyah tişört, altında ise siyah pantolon giyen bir adet komutan duruyordu. Bugün üzerinde üniforma ve maske yoktu. Bunu fırsat bilip yüzünü inceledim. Yeni tıraş olduğu belli olan yüzü, hafif dağınık saçları, belirgin yüz hatlarıyla, dolgun dudaklarıyla insanı kendine hayran bırakıyordu. O soğuk bakışları olmasa her şey çok daha güzel olurdu. Ne yaptığımı fark edince boğazımı temizleyip başımı kaldırdım. O soğuk bakışıyla tekrar karşılaşınca titredim, üşüdüm. Kendine gel Şilan. O bir asker bi zahmet bakışları bu kadar sert olsun. "İnsan bir önüne bakar de mi?" dedim sinirle. Ben de olduğu kadar onda da suç vardı. Hadi ben önüme bakmadım, o neden çarpmamızı engellemedi. Kenara çekilebilirdi ya da bana seslenebilirdi. Başını salladı ağırca. "Suç ben de yani?" Sesinde daha çok sorgu vardı. Başımı salladığımı görünce üzerime yürümeye başladı. Onun bana doğru attığı her adımda ben geriye doğru gidiyordum. "Yürürken telefona bakan da bendim galiba." dedi ve tam dibimde durdu. Duvarla onun arasında kalmıştım. "B-Bilmiyorum." dedim zor da olsa. Bana yakın durması, barut ve yeni tıraş olduğu için losyon kokusu karışımı bir koku almama neden oluyordu ve bu da nefesimi kesiyordu. Bu koku bana babamı hatırlatınca yutkundum. O da bir zamanlar tıraş olduğunda öyle kokardı. Elimi onun göğsüne koydum ve yavaşça ittim uzaklaşması için ama o kıpırdamadı. "Biraz uzaklaşır mısınız?" dedim ama yine kıpırdamadı. "Bakın, bana çarpan sizdiniz ve şu an beni bu şekil köşeye sıkıştırıp suçlayamazsınız." dememle uzaklaştı benden. "Özür dilemenize de gerek yok ama lütfen bir dahakine önünüze bakın. Sizi anlayabiliyorum, zor olacak ama yapmak zorundasınız." "Ne demeye çalışıyorsun?" dedi, o boğuk kalın sesiyle. "Diyorum ki ayı gibisiniz, önünüzü görmeniz sizin için zor olmalı ama karşınızdaki insanın yaralanmaması için bunu yapmak zorundasınız." Ne dediğimi fark edince yutkundum. Ben az önce ayı mı dedim? Üzerime gelip parmağını bana doğrulttu. "Sen az önce bana ayı mı dedin?" Başımı iki yana salladım. "Hayır. Onu da nerden çıkardınız?" demişte olabilirim. Dediysem kesin beni çiğ çiğ yer bu. Üzerime doğru geldiğini görünce hiç beklemeden ayakları göte vura vura koşup uzaklaştım ordan. Canımı seviyorsam da bir daha onun gözüne görünmemem gerekiyor. Adımlarımı yavaşlattım ve Elif'in yanına geçtim. "Kızım, tuvalet deliğine mi düştün? Niye bu kadar geciktin?" "Bunlar ne biçim sözler Elif, senden beklemezdim." dedim kınarcasına bakarak. "Alt tarafı biraz geciktik. Başıma neler geldiğini bilseydin böyle konuşmazdın." "Başına neler geldiğini anlatarak beni aydınlatabilirsin mesela hanımefendi." dedi, iki kolunu birbirine dolayıp arkasına yaslanarak. Gözlerimi devirdim. "Bizim evin oraya gelen komutanla karşılaştım." dedim. Ona baktım ama o sanki ben onunla konuşmuyormuşum gibi etrafını inceliyordu. "Elif, ben senin götünle mi konuşuyorum?" Sinirlendiğimi fark edince bana döndü. "Şilan, burda ters giden bir şeyler var." dedi ve tekrar etrafı inceledi. Başımı çevirdim. Elif'in baktığı yerlere ben de baktım ama hiç ters giden bir şey yok gibi gözüküyordu. Kaşlarımı çattım, tekrar Elif'e döndüm. "Sem benimle dalga mı geçiyorsun?" "Ciddiyim Şilan." dedi bana dönerken. "Etrafına belli ettirmeden baksana, görebilmen için dikkatli bakman gerekiyor." Elif'in dediğini yapıp tekrar etrafı inceledim ve o sıra gözüme çarpan bir kişiyle duraksadım. Bu sıcakta hem kalın giyinmişti hem de sadece gözleri gözüküyordu. Başka böyle giyinen var mı diye kontrol edince iki kişi daha gördüm. Endişeyle Elif'e döndüm. Sakinleşebilmek adına derin bir nefes aldığım sıra komutanın burda olduğunu hatırladım. Acaba ekibindeki diğer askerler de mi burda? Bu bir operasyon mu yoksa onların haberi yok muydu? Diğer askerleri de görmek ümidiyle atrafa baktım ama kimseyi göremedim. Komutan'a bildirmek adına ayağa kalktım. Elif'in kaşlarını çattığını fark ettim. Sinirle elimden tutup "Nereye Şilan? Şu an çok dikkat çekiyorsun." dedi kısık sesle. "Komutan burdaydı Elif. Onlara haber vermem gerekiyor." Tam gidecekken birinin bağırmasıyla durmak zorunda kaldım. "Hiçkimse bir yere gitmeyecek!" Başımı konuşan kişiye çevirdiğimde elindeki silahı bana doğrulttuğunu gördüm. Herkes bağırışla bir yerlere kaçınca o adam havaya iki el kurşun sıktı, diğer iki adamı da çıkışı kapattı. Ben onlara donarak bakarken Elif'in elimden tutmasıyla kendime geldim. Burda kalamazdım, burdaki insanların güvenliği için çıkıp yardım çağırmam gerekiyordu. Tek başıma herkesi kurtaramazdım. O komutan bozuntusu ve ekibi mutlaka kurtarırdı onları. "Hey!" diye bağıran adama baktım. Elindeki silahla yeri işaret etti. "Otur şuraya." "Benim midem çok kötü, tuvalete gitmem gerekiyor." dedim yalandan. "Otur şuraya bir dahakine uyarmam!" dedi tehtitvari bir ses tonuyla. İnanmadığını anlayınca daha inandırıcı olabilmesi için bir elimle midemi tutarken diğer elimle ağzımı kapattım. "Bakın, lütfen izin verin." dedim ama adam konuşmadan dişlerini sıkarak üzerime yürüdü. Tam karşımda durunca kolumdan tutulup oturmam bir oldu. Bir adama bir de elimi tutan Elif'e baktım. "Biraz daha konuşup oturmasaydın o küçük beynini parçalara ayırırdım. Gerçi siz Türklerde beyin de yok." dedi ve yanımızdan ayrıldı. Sinirle yumruklarımı sıktım. O bana az önce bana ve Türk milletine beynin mi yok dedi yoksa ben mi yanlış anladım? Bunu daha iyi anlamak için Elif'e döndüm. Benim ne soracağımı anlamış olacak ki hızla başını iki yana salladı. "Öyle bir şey demedi." İçimde biriken öfkeyle sırtı bana dönük adama döndüm. Yumruklarımı sıktım, kolumu Elif'in elinden kurtardıktan sonra ayağa kalktım. Büyük adımlarla adamın üzerine koşup sırtına zıpladım. Adam neye uğradığına şaşırdı, benim düşmem için vücudunu salladı ama ben o kadar sıkı tutunmuştum ki kıpırdatamıyordu bile. "Sen o olmayan beyninle bana mı laf sokuyon lan şerefsiz!" diye bağırdım. Elimi boğazına doladım ve var gücümle sıktım. Bana doğru silah doğrultarak ilerleyen iki adama bakıp başımı iki yana salladım. "Bir adım daha atarsanız, sonsuza dek veda etmiş olursunuz bu piçe." Az da olsa bilgim vardı bu konularda. Boğazını sertçe çevirdim mi bu piç diğer dünyayı boylardı. Yani umarım doğru biliyorumdur. Adam çırpınırken elindeki silahı düşürdü. Elif'e bakınca ne dediğimi anladı. Hemen yanıma gelip yerden silahı aldı ve karşımızda tedbirle bekleyen ikiliye doğrulttu. Ben gülümseyerek boğazını sıktığım adama baktım. "Elinizdeki silahları indirin ve buradaki insanların çıkmasına izin verin." dedim ama daha ne olduğunu anlamadan kendimi yerde buldum. Nasıl yapmıştı bilmiyorum, beni yormadan yere fırlatmıştı. Madem bu kadar kolay bir şekilde kurtulabilecekti neden bu kadar uzun sürdü? Elif'in elinden silahı alırken onu sertçe itti. Elif dizlerinin üzerine çökerken adam silahı bana doğrulttu. Silaha yutkunarak baktım. "Hoş kızsın, seni öld*rmek istemezdim ama ben seni öld*rmesem şu an burda rahat bir şekilde işimi halledemem." "Senden korkan senin gibi olsun be! Sizin gücünüz anca mazlumlara yeter zaten, şereflerini s*kt1klerim." Cık'layıp "Senden beklemezdim bu küfrü ama işte senin gibiler dışta masum görünür ama içinde vahşi bir kedi yaşatır." dedi. "Gevelemeyi kes de, öld*receksen öld*r. Sesini duydukça midem bulanıyor." "Emrin başım üzerine güzellik." deyince yüzümü buruşturdum. "Son duanı et o zaman." demesiyle şehadetimi getirdim. Galiba yolun sonuna gelmiştim. Gözlerimi kapattım ve son duamı ettim. İki ses... İki kurşun...
~Kestik~ Okuduğunuz için teşekkür ederim❤️ Oy vermediyseniz şu an verir misiniz? Diğer bölümde görüşmek üzere, sizleri seviyorum❤️
|
0% |