Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Gi̇ri̇ş

@s3vdeenurr

Hellö! Başlangıç tarihini buraya alalım💙


Yorumlarınızı ve oylarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. Desteğinizin ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz.


***


02 Mart 2024 / Pazar


Kimse yalnız kalmak istemez bu hayatta. En kötü bir kişi olsun yanımızda. Konuşacağımız, dertleşeceğimiz, güleceğimiz, eğlenebileceğimiz bir kişi... Her zaman yanımızda olsun isteriz. Ama herkes gider mi?


Gider.


Herkes elbet bir gün gider. Ya da siz gidersiniz. Acı ama gerçek bir şey söyleyeyim mi sana? Geride bıraktığın, özlediğin o kişiler yanında olmayacak artık, yalnız kalacaksın. Avutacaksın kendini, ben onları değil onlar beni kaybettiler diye. Ama gerçeği ikimizde biliyoruz.


Bir gece, o kişiyle olan fotoğraflarınıza kahkaha atarak bakacaksın, beni kaybetti diyerek. Diğer gece ise ağlayarak izleyeceksin videoları. Hatta bazen bitap düşene kadar ağlamak isteyeceksin çünkü o artık yanında yok. Asla da olmayacak. İçten içe bunun farkındasın ama kabullenmek istemiyorsun. Neden daha çok anı biriktirmedik? diye söyleneceksin kendi kendine. Herkes ister sevdiği kişiyle yüzlerce fotoğraf çekinip, telefonuna anı bırakmayı. Ama kim bilebilir ki onun seni beklenmedik bir şekilde yalnız bırakacağını?


Yeni insanlarla tanışmak zor gelecek. Yüzüne güldüğün her bir insandan sonra, seni yalnız bırakanların siması belirecek karşında.


Zor alışacaksın yalnızlığa, zor...


Ben Helin. Helin Ömür.


Yirmi iki yaşında, psikoloji bölümü son sınıf öğrencisiyim.


Sevdiğimiz bir insanın ölüm yıldönümünü nasıl geçiririz? Yas tutarak mı yoksa hiçbir şey olmamış gibi kahkaha atarak mı? Ben ikisini de beceremedim bugün. Ne feryat figan ağladım ne de kahkaha attım. Sıradan geçirdim günümü. Arada düşündüm, acaba yanlış mı yapıyorum diye. Ama cevabım hep ‘hayır’ oldu. Ölümünün ardından dört sene geçmiş bir kişi için ağlamak ya da sevdiğin insanın ölüm yıldönümünde mutlu olmak bana doğru gelmiyor çünkü.


İrem.


Lise arkadaşım.


Abisinin şirketinin en üst katından kendini atan biri hakkında ne düşünürdünüz siz? Üstelik kanında uyuşturucu bulunan biri... İntihar? Çoğunuz böyle düşündünüz ama bu bir intihar olamaz. İrem uyuşturucu, onu bırakın sigara bile kullanmayan bir kızdı. Karnından silahla vurulan birine nasıl intihar süsü verip davayı kapatabilirsiniz?


Önümdeki kâğıdı parçalara ayırıp masaya sertçe bıraktığımda dirseklerimi masaya yaslayıp ellerimle yüzümü kapattım. Ne yapacağımı bilmediğim anlarda önüme bir kâğıt kalem alıp, beni mutlu eden şeyleri oraya yazardım.


Yeni alınmış kitap kokusu, yemek, uyku...


Seni neler mutlu ederdi? Benim kâğıda yazdıklarım mı yoksa başka şeyler mi?


Her neyse.


Kalemi çantama atıp kâğıt parçalarını elime aldım ve kalktım. Kafenin çıkışında gördüğüm çöp kovasına elimdekileri atıp kaldırımda yürümeye başladığımda havanın serinlediğini fark ettim. Üzerimde mont olduğu için çok üşümüyordum, sadece ellerim soğuktan biraz titremişti. Ellerimi montumun ceplerine yerleştirip adımlarımı hızlandırarak yürümeye başladım. Soğuğu severdim ama şimdi sokakta kalıp bunun tadını çıkarmanın zamanı değildi. Ferhat’ın yanına gitmem gerekiyordu.


Ferhat Kaya.


Arkadaşım İrem Kaya’nın abisi.


Benden üç yaş büyüktü ama ona abi diyemiyordum bir türlü. İlk tanıştığımızda Ferhat diye hitap etmiştim ve öyle de kalmıştı.


Yaklaşık on dakika sonra büyük, bilmem kaç katlı binanın önünde durduğumda yukarı doğru baktım.


Kaya Holding.


İrem’in cesedi tam da burada bulunmuştu.


Ferhat o olaydan sonra şirketi kapatma kararı almıştı ama ailesi tarafından zor güç durdurulup, işin başına tekrar geçmek zorunda kalmıştı.


Kendimi kötü hissettiğim için gözlerimi binanın en üstünden çekip önüme döndüğümde dönen kapıdan içeri girdim ve Ferhat’ın katına çıktım. Buraya birçok kez geldiğim için artık hangi katta, odada olduğunu biliyordum.


Asansörden çıktım ve koridorda ilerleyip, Ferhat Kaya yazan odanın önünde durdum. Kapıyı tıklayıp içeri girdiğimde bir arkadaşıyla sohbet ediyordu. Beni gördü ve arkadaşına baş işareti yapıp odadan çıkmasını istedi. Kapıyı arkasından kapattığında masanın karşısındaki koltuğa oturup, “Ee? Ne anlatacaksın?” dedim. Telefonda konuşurken beni buraya neden çağırdığını söylemeyip, sadece, “Bir şey konuşmamız gerekiyor, gelmen lazım,” demişti.


Ferhat zaten kelime tasarrufu yapan biriydi, telefonda uzun uzun konuşmayı sevmezdi. Hatta yüz yüzeyken bile bir kelimeyle her şeyi anlatır, fazla soru sormamızı engellerdi. Esmer, 1.90 boylarında, kirli sakallı biriydi. “İrem?” Kalçasını masaya yaslayıp bana baktı. Aradan dört sene geçmesine rağmen hâlâ iyi değildi. Dışarıya yansıtmıyordu ama onun adını söylerken bile içinin sızladığını hissedebiliyordum.


“Bir şey mi buldun?” dedim yerimde hareketlenirken.


Cıkladı.


“Ne oldu o zaman anlatsana.” Olayı doğru düzgün anlatmayıp, gözlerine bakarak müneccimmişim gibi her şeyi bilmemi istiyordu ve bu bazen çok sinir bozucu olabiliyordu. Yüzüme bön bön bakmaya devam ettiğinde, “Sinir bozucu olduğunu söylemiş miydim?” dedim geri arkama yaslanarak.


Doğrulup masadan ayrıldı ve koltuğuna doğru ilerlerken, “Birçok kez,” dedi. Ağzını açacaktı ki tam o sırada şirketin üst katından, insan bedeni gibi bir şeyin yere doğru düştüğünü gördüm ve sonrasında insanların çığlıkları odanın duvarlarına çarparak kulaklarımıza doldu. Ben şokla Ferhat’ın arkasındaki cama bakarken o çoktan ayaklanmış, arkasını dönüp dışarıya bakmıştı. Kafasını yavaşça bana çevirdiğinde gözlerindeki anlamlandıramadığım o duyguyla karşılaştım.


“Ne-ne oldu?” Oraya gidip aşağıya bakamazdım. O cesareti kendimde bulamıyordum. “Ferhat ne olur aşağıya düşenin bir eşya olduğunu söyle bana.” Neden bu kadar korkuyordum? Yıllar önce arkadaşımın yaşadığı şeyin bir başkasının yaşamasını istemediğimden miydi bu korkum?


Yutkundu.


Yutkunduktan sonra son bir kez daha camdan dışarıya baktı ve koltuğundaki deri ceketini hızlıca giyip odadan çıktı. Bende titremeye başlayan bedenimi hareket ettirip odadan çıktığımda Ferhat’ı takip ettim. Etraftaki güvenliklere, “Giriş çıkışları çabuk kapatın, kimse dışarıya çıkmayacak!” diye emirler yağdırırken çoktan asansöre binmiştik. Aşağı indiğimizde güvenlikler sadece bize izin vermişti dışarı çıkmamız için.


Kapının birkaç metre ilerisindeki kalabalığın dağıtılmaya çalıştığını gördüğümde istemsizce kaşlarımı çatıp yüzümü buruşturdum. Biri kendini atmıştı. Atmış mı yoksa atılmış mıydı?


Ferhat kalın sesiyle insanlara esip gürlediğinde kalabalık dağılmaya başladı ve ne zaman geldiğini bilmediğim polisler tarafından tam ortada duran şeyin etrafına hızlıca şerit çekildi. Ellerimle montumun önünü sıkıca kendime bastırdığımda dört sene öncesi geldi aklıma. Ama o anları hemen zihnimden silmeye çalıştım.


“F-ferhat?” diye kekeleyerek arkasını dönmesini sağladığımda kireç gibi olmuş yüzümle karşılaştığına emindim. Korkuyla yutkunurken dehşete kapılmış gözlerim Ferhat’ın gözlerine dikildi. Onun bir şey demesine fırsat bırakmadan kuruyan dudaklarım yeniden aralandı. “Tesadüf olamaz.” Gördüklerime inanamıyordum. Dehşete düşmüş bir ifadeyle tekrar yerdeki şeye baktığımda sağ tarafından yere doğru kanlar akmaya başladığını gördüm. Oluk oluk akıyordu...


“Bakma!” diyerek elleriyle gözlerimi kapatmaya çalıştığında zor da olsa buna engel oldum. Yerde yatan kişi bir kadındı. Yirmili yaşlarında. Kısa kollu tişörtünün açıkta bıraktığı kolları boylu boyunca kanlar içindeydi ve buradan gördüğüm kadarıyla yüzünün de pek farklı olduğunu söyleyemezdim. Kan... Çok fazla... Midemin bulandığını hissettim.


Neden? Nasıl?


İrem’in cesedini gördüğünde de aynı şeyleri defalarca düşündün Helin. Ama sonuç? Yok. Hiçbir şekilde.


“Çok fazla...” Gözlerim dolmaya başladı ve bir gözyaşı yanağımdan çeneme doğru süzülmeye başladı. Transa girmiş gibi kafamı iki yana sallarken Ferhat bir kolunu boynuma koyarak kafamı göğsüne bastırdı ve bu manzaraya daha fazla tanıklık etmememi sağladı. Ama ben göreceğimi görmüştüm ki zaten. Aynı manzarayı ikinci kez, aynı yerde bugün yine görmüştüm.


“Dağılın!” diye tekrardan bağırdığında insanların onu hiç tınlamayacağını biliyordum. Şu an onları göremiyordum ama seslerden dolayı hâlâ burada olduklarını anlamam uzun sürmemişti. “Dağılsanıza lan!”


Ellerimi göğsüne koyup başımı kaldırdığımda buna engel olmak istedi ama gözleri, akan gözyaşlarıma inince sert hareketlerini yumuşatmıştı. Kolu hâlâ boynumdaydı ama. “Ferhat...” dedim daha fazla ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırırken. “Bak bu tesadüf olamaz.” Amacım onu gazlamak değil, İrem’in davasının tekrardan açılmasıydı.


Gözlerim bizden birkaç metre ileride yatan kadına gitti. Dudaklarının üstündeki beyaz şeyler de neyin nesiydi? İrem’in de ağzından beyaz köpükler çıkıyordu, Helin. Hızla Ferhat’a baktım. Bakışlarımdan bir şey olduğunu anlamış olacak ki kolunu benden çekmeden arkasına baktı ve kıza baktı. Saniyeler sonra kaşları çatık bir şekilde bana geri döndüğünde sert bakışlarını gözlerime dikti. Bir şey söylemiyordu ama bu işte garip bir şeyler olduğunu o da anlamıştı.


Uyuşturucunun belirtisiydi ağızlarından çıkan o beyaz köpükler. Dört sene önce İrem’in adli tıp raporunda aynısı yazıyordu.


“Ağzından çıkan köpükler uyuşturucu belirtisi. Kanında bulunan madde de bu belirtiyi sağlamlaştırıyor.”


Bu illet neden hayatımızda vardı? Neden satılıyordu? Bir insanın hayatını karartmayı neden bu kadar çok seviyorlardı?


Kafamı tekrardan göğsüne bastırdığında ağlamam daha da şiddetlendi. Kafasını çevirip arkaya baktığını hissettiğimde kolunun altı aralanmıştı ve dışarıyı az da olsa görebiliyordum. Özellikle de yerde yatan kadını. Beyazlar içinde görevliler gelip kadının etrafını sardıklarında dejavu yaşadığımı hissettim ve bu, gözlerimi sıkıca kapatmama neden oldu.


Ferhat, polislere, “Dağıtın şu insanları!” diye bağırmaya başladığında polislerin bağrış seslerini duydum ve bir zaman sonra insanların sesleri kısıldı. Buradan uzağa götürmüş olmalılardı.


Ferhat beni ittirerek yürütmeye başladığında kafamı kaldırıp ona baktım ama bana bakmıyordu. Şirkete doğru gittiğimizi gördüğümde adımlarımı durdurmak istedim ama buna izin vermedi ve beni daha hızlı yürütmeye başladı. Görevlinin açtığı kapıdan içeri girdiğimizde Ferhat’ın beklemediği bir anda durdum ve göğsünü sertçe iterek ondan uzaklaştım. “Ne yapıyorsun ya?” diye bağırdığımda hızlıca bana yaklaştı ve sert bakışlarını gözlerime dikti, boyu benden uzun olduğu için üzerime eğilmek zorunda kaldı.


“Dört sene önce yaşadığın üzüntüyü bir daha mı yaşamak istiyorsun sen?” dedi benden daha çok bağırarak. Etraftaki insanlar bizden uzaklaşmışlardı.


“Aynı şey değil!”


“Aynı şey!” Parmağını yüzümün önünde tuttu beni tehdit eder gibi. “O kızı gördüğünde İrem gelmedi mi aklına? Kapının önünde yatan o kanlı, cansız bedeni? He?”


“Bağırma bana!” diyerek tekrar göğsünden sertçe ittim. Bu hamlemle kolumdan tutup beni, gördüğü ilk çalışma odasına ittirdi ve kapıyı kapattı. Kapıdan dışarıyı görebiliyordum. “Ferhat!” Kulpu tutup birkaç kez aşağı yukarı hareket ettirdim açılması için ama kapıyı kapattığı anda beni buraya kilitlemişti. Arkasını döndü. Anahtarı kenardaki çöp kutusuna atıp buradan uzaklaştığında sinirle kapıya vuruyordum. “Aç şu kapıyı!” Şirketten çıktığında son bir kez kapıya sertçe vurdum ve derin nefes verip yandaki koltuğa attım kendimi. Allah’ın cezası. Benim orada olmam, Ferhat’ı yalnız bırakmamam lazımdı.


***


Gözlerimi yavaşça açtığımda belimde hissettiğim ağrıyla yüzümü buruşturdum. Elimi belime götürüp doğrularak telefonumu cebimden çıkardım ve saate baktım. Ben burada uyumadan önce 15.30 falandı. Fakat şu an 18.30. Çüş! Üç saattir burada uyuyor muydum ben? Hava daha kararmamıştı. Telefonu geri cebime atıp ayağa kalktım ve kapıdan dışarı baktım. Ferhat neredeydi? Beni burada mı unutmuştu? Saçmalama istersen Ferhat. Beni burada unutamazsın.


Koridorda bağrış sesleri vardı ama görünürde kimse yoktu. Evet yoktu. Ama neden? Çalışanlar neredeydi?


Görüş açıma eli silahlı bir adam girdiğinde elimle ağzımı kapattım. Bu adam kimdi? Bana doğru döndüğünde başımı hızla, kapının buğulu olan tarafına indirdim. Çalışanların etrafta görünmemesinin sebebi o muydu? Derken orada başka bir hareketlilik hissettim. Cam buğulu olduğu için tam görünmüyordu ama siyah bir beden, ilk gördüğüm adamın yanına doğru gidiyordu.


Kafamı hafifçe yukarı kaydırarak onlara baktım. Tam da tahmin ettiğim gibi iki kişi olmuşlardı ve sonradan gelenin de elinde silah vardı.


Neler oluyor burada?


Bizi rehin mi almışlardı? Yoksa bu işin içinde başka bir şey mi vardı?


Derin nefes verip kötü düşünceleri aklımdan def etmeye çalıştım. Bence bir sorun yoktu. Nasıl yok? Buraya gelmiş dizi çekmiyorlardı herhalde. Çalışanları sanırım üst katlarda rehin almışlardı ve bende buraya kilitlendiğim için beni görememişlerdi. Allah’ım sen aklıma mukayyet ol. Neden bu kadar sakinim?


“Tüm odaları aradınız mı?” dedi ilk gördüğüm adam.


“İlk üç katta olanları üst katta topladık. Diğer katlara bakıyorlar şimdi.”


Birden hıçkırdığımda elimle hızla ağzımı kapattım, gözlerim irice açılmışlardı. Korktuğumda ya da heyecanlandığımda sürekli hıçkırık tutuyordu ve şu an olduğu için içimden kendime lanetler yağdırdım. Beni duyarlarsa eğer biterdim.


“Duydun mu?”


Sıçmışko.


“Neyi?”


“Ses geldi.”


“Ben bir şey duymadım.”


Bir kez daha hıçkırdığımda elimi ağzıma biraz daha bastırdım sanki hıçkırığım sonlanacakmış gibi.


“Bekle biraz,” dediğinde bu odaya doğru hareketlenen bedeninin gördüm. Bununla beraber kendimi hızla koltuğun diğer tarafına çektim ve yerde sürünerek masanın altına geçtim. Kapı kilitli olduğu için belki de açmadan geri giderlerdi. Derken kapı kolunun sesiyle irkildim. “Kapı kilitli.” Elim hâlâ ağzımdaydı ve yine hıçkırdığımda adamın sinirle, “İçeride biri var,” dediğini işittim. Kapıyı sert darbelerle açmaya çalışıyordu ve kalbim korkudan güm güm atmaya başlamıştı.


Kulaklarımı, büyük bir gürültüyle kırılan cam sesleri doldurduğunda çığlık atmak istedim ama atamadım. Ellerimi korkuyla kulaklarıma kapayıp, cam parçalarını ezerek bana gelen adamın adımlarını dinlememeye çalıştım. Ayaklarını masanın önünde gördüğümde masa hızla önümden çekildi ve görüş açısına girdiğim anda kolumdan tutup beni ayağa kaldırmaya çalıştı.


“Küçük fare!” dedi dişlerinin arasından sinirle. Kolumu tuttuğu için ellerimi kulaklarımdan çekmek zorunda kalmıştım.


Beni zorla ayağa kaldırdığında, “Kimsiniz siz?” dedim önüme düşen bir tutam saçımın arasından ona bakarak. “Ne istiyorsunuz bizden?” Bir şey demeden kolumdan çekiştirdi ve odadan çıktık. Beni merdivenlerden tabiri caizse sürükleyerek çıkarmaya başladığında acıyla inledim. “Bırak!” diye bağırdım istemeden. Kolumu çekmeye çalıştım ama sıktığı için bunu başaramıyordum.


Merdivenin ortasında durup birden bana döndüğünde elindeki silahı çeneme doğru tuttu. Gözlerim silaha kaydığında sustum. Bu sessizliğime karşılık merdiven basamaklarını tekrar çıkmaya başladı ve bende ona zorluk çıkarmadan peşinden gittim. Gerçi zorluk çıkarsam bile beni sırtına alır, yine yukarı çıkarırdı. Ya da bir diğer yöntem, dilimi koparıp bir daha hiç konuşmamamı sağlayacaktı.


Yukarı çıktığımızda beni ileri doğru savurmasıyla dizlerimin üstüne, yerde oturan insanların önüne düştüm. Kendimi korkuyla geri çekerek sırtımı duvara yasladığımda ise adam konuşmaya başlamıştı, ama onu dinlemiyordum çünkü dizlerim ve avuç içlerim çok acıyordu. Dizlerimi kendime çekip, ellerimi yere koyduğumda adama baktım. Elindeki silahı konuşurken sallıyordu ve şirket çalışanları, adamın her bir hareketinde kendilerini geri çekerek korunmaya çalışıyorlardı.


“Çıt çıkaranı vururum!” Bağırmıyordu ama sesi oldukça kesin çıkıyordu. Etraftaki insanlara baktım. Karşımızda, beni buraya getiren adam vardı. Adamlardan iki tanesi biz bir şey yapmayalım diye etrafımızda durmuş, diğer ikisi ise silahlarını çalışanlara yöneltmiş bir şekilde bekliyordu.


Burada bizi rehin alan toplamda beş kişi vardı.


Yutkundum. Ama yapacağım şeyden dolayıydı. “Neden hepimizi buraya getirdiniz!” Ses tonum yüksekti ve bir tanesi silahını bana yönelttiğinde yanımdaki abla kolumu tutup susmamı istedi. Ona baktım. Sırtını benim gibi duvara yaslamış, bir elini karnında tutuyordu. Gördüğüm şişlikle hamile olduğunu anladım. Bize bir yapmalarından korkuyordu. Hayır, çocuğuna zarar gelmesindendi bu korkusu.


Gözlerimi karnından ayırarak önüme döndüm ve kollarımı dizlerime yaslayıp sustum. Omzumu sıvazlayıp geri çekildiğinde sinirden gözlerimi kapattım. Neden bizi burada rehin almışlardı ki? Sebebi neydi?


-Yazar tarafından -


Şeritlerin arkasında duran insanlar önlerindeki polisleri aşmaya çalışıyorlardı ama bu imkânsızdı. Eli silah tutan insanları geçmek kolay değildi. Aslında içeride olan sevdiklerini kurtarmak için gözü dönen birkaç insan zor da olsa polislerden kaçabilmişti ama ortama intikal eden, arkasında küçük Türk bayrağı amblemi olan siyah arabalar yüzünden geri adım atmak zorunda kalmışlardı.


İki Özel Kuvvet arabasından on tane asker indi ve botlarının çıkardığı tok seslerle beraber şeritlerin önüne geçtiler. Ellerinde silah, yüzlerinde sert ifadeyle baktılar karşılarındaki sivillere. Bağrış sesleri durdu, gazetecilerin kameralarından patlayan ışıklar da. Uzun süre bir şey söylemediler. Bu sessizliği bozan şey ise kalabalıktan fırlayan otuzlu yaşlarında bir adam oldu.


“Karım içeride, karnında dört aylık çocuğum var. Allah rızası için yardım edin.” Önündeki polisi aşıp, en önde duran komutanın ayaklarına kapandığında Komutan bir şey demeden adamı hızlıca yerden kaldırdı ve yüzündeki sert ifadeyle ona baktı.


“İçeride olan herkesi kurtaracağız.”


Adam minnet dolu yüz ifadesiyle komutana baktıktan sonra geriye doğru adımlar atarak onlardan uzaklaştı. Gazeteciler tekrardan çekim yapmaya başladıklarında insanlardan çıkan sesler de artmıştı. Askerler binanın yanına kurulan bir çadırın önüne gittiler ve Komutan içeri girdi. Emniyet Amiri, başkomiser, birkaç tane polis memuru ve bir sivil vardı. Çadırın içine kurdukları bilgisayardan, şirketin kameralarına ulaşmaya çalışıyorlardı.


Bakışları, çadırın içinde olan sivile kaydı. Öylesine bir insanı böyle önemli bir yere getirmeyeceklerinin farkındaydı ama yine de bir şeyler anlatmadan önce kim olduğunu öğrenmeliydi. “Ferhat Kaya,” dedi komutanın neden ona baktığını anlayarak. “Şirketin sahibiyim.”


Emniyet Amirine dönerek, “Kıdemli Üsteğmen Toprak Çaloğlu,” diyerek kendini tanıttı. “Şirkete nasıl girmişler?” Konuya direkt giriş yapmıştı çünkü kaybedecek vakitlerinin olmadığının bilincindeydi. İçerideki teröristler her an birine bir şey yapabilirlerdi.


“Sivil biri gibi.”


“Güvenlik ne işe yarıyor peki?” dedi sert sesiyle. Sinirlenmişti ve şu an güvenliğe küfretmemek için kendini zor tutuyordu.


“Elektriği kesip jeneratörü kapattıkları için giriş kapısı çalışmıyor,” diye anlatmaya başladı başkomiser. Adı Emirhan’dı. “Ki çalışsa bile elimizi kolumuzu sallayarak içeriye giremeyiz. Hepsinin elinde silah var.”


Derin nefes verdi Üsteğmen. “Tanıyor musun kim olduklarını?” dedi Ferhat’a.


Ferhat hiç düşünmeden cevap verdi. “Evet. Eski çalışanlarım.”


“Neden bunu yaptıkları hakkında bir bilgin vardır o zaman?” derken tek kaşını kaldırmıştı Üsteğmen. O adamlar eski çalışanlarıysa eğer, bunları neden yaptıklarını Ferhat’ın az da olsa tahmin edebilmesi gerekiyordu.


“Onlar yüzünden az kalsın şirket batıyordu, bende işten çıkardım.”


Toprak arkasındaki memura döndü ve bakışlarını, polis memurunun kamera kayıtlarını bulmaya çalıştığı bilgisayara çevirdi. Memurun girdiği her bir kamera karesinde ‘Kayıt alınmıyor’ yazısıyla karşılaşıyordu. “Başkomiserim, kameralar kayıt almıyor.”


Emirhan, polis memuruna baktı ve sinirle iç çekti.


“Şirketin başka bir girişi var mı?” dedi Üsteğmen, Ferhat’a tekrar dönerek.


“Arkada var. Ama orayı da kapatmışlar.” Sesi bu olaydan bıkmış bir şekilde çıkıyordu.


Emniyet Amiri, “Siz gelmeden bir şey yapamazdık. Hiç ummadığımız şeylerle karşılaşabiliriz,” dediğinde, Toprak, “Olması gerekende bu zaten,” dedi ve bu sırada dışarıdaki insanlardan gelen bağrış sesleri yükseldi. Üsteğmen hızla çadırdan çıktı ve Ferhat ve başkomiser de onun peşinden gittiklerinde Toprak’ın iki yanından yürümeye başladılar.


“Ne yapacaksınız?” dedi Ferhat.


“Senin boyunu aşan şeyler.” Adımlarını durdurmadan, dümdüz önüne bakarak cevap verdi Ferhat’a. Her şeye burnunu sokan kişilerden nefret ederdi. Tamam, şirketin sahibiydi, şirket hakkında gereken tüm bilgileri vermişti ve artık bundan sonrasını onlara bırakmalıydı. Ferhat bu duyduklarından sonra Üsteğmen’e sert bir bakış atmakla yetindi. Bir şey demek istemiyordu çünkü içeride ölen kardeşinin en yakın arkadaşı rehin tutuluyordu.


Şirketin önüne geldiklerinde, tüm insanların camlardan birine baktığını gördüler. “Eğer dediklerimi yapmazsanız hepsini öldürürüm!” diyordu camdaki kişi. Üsteğmen ve yanındakiler bakışlarını cama çevirdiler. Çetenin başında olan adam, Helin’in boğazına kolunu dayamış ve elindeki silahı onun kafasına doğru tutuyordu.


“Helin...” diye fısıldadı Ferhat.


Üsteğmen Toprak, Ferhat’a kısa bir bakış attıktan sonra Başkomiser Emirhan’ın elindeki megafonu aldı ve konuşmaya başladı. “Eğer teslim olmazsanız bu işin sonu hiç iyi olmayacak, bunu biliyorsunuz.”


“Ne diyorsun sen?” dedi Ferhat, Toprak’a bakarak. “Yangına körükle gidiyorsunuz şu an.” Toprak, ona ters bir bakış atmakla yetindi sadece. Bir şey bilmeden işine karışılmasından nefret ederdi ve zaten bu adamı ilk gördüğü andan beri sevmediği için ona karşı tek bir kelime bile söylemek istemiyordu.


“Teslim olun,” dedi Üsteğmen Toprak bir kez daha.


“Yemezler komutan!” diye bağırdı camdaki adam, sesini onlara duyurmak amacıyla. Her hareketinde Helin’in boğazını daha da sıktığı için kızın canını yakıyordu ve Helin ellerini onun kollarına yerleştirmiş, boğazını acıtmasını engellemeye çalışıyordu. “Eğer biriniz bile şirkete girmeye kalkışırsanız,” dedikten sonra kolunu sertçe hareket ettirerek önündeki Helin’i onlara gösterdi ve ekledi: “Şakam yok, hepsinin leşini toplarsınız bu şirketten.”


Toprak, “Buna emin olma,” dediğinde, Ferhat elini sinirle bacağına vurdu. Üsteğmen’in böyle ters davranmasına sinirleri bozulmuştu. O adamın pis ellerinin arasında kardeşinin en yakın arkadaşı vardı ve ona bir şey olmasını istemiyordu. “Son kez söylüyorum, teslim ol,” diye yineledi cümlesini.


Bu sırada adam elindeki silahı önündeki kızın sol koluna uzatıp sıktığında Helin’in acı dolu çığlığı doldurdu oradaki tüm kulakları. İnsanların sesleri yükselirken Toprak, Ferhat’ın, “Helin!” diye bağırarak şirket kapısına doğru koştuğunu gördü ve Teğmen Tamer Doğan, anında Ferhat’ın kollarından tutup onu kenarı da zapt etmeye çalıştı. Helin acıyla adamın yanına düştüğünde bağrışları devam ediyordu ama dışarıdakiler onu göremiyordu. Eliyle, vurulan koluna dokunup acısını almak istedi ama canı şu an o kadar çok yanıyordu ki vücudu titreme başlamıştı.


“Bu bir uyarıydı!” dedi adam ve bir adım geriye gidip camı kapattı.


“Helin!” Ferhat dizlerinin üzerinde yerde oturuyordu, askerlerden kurtulmaya çalışıyordu ama onu o kadar sık tutmuşlardı ki değil kurtulmak, kıpırdayamıyordu bile. “Lan bırak!” Bir asker başından tutarak onu eğmiş, Teğmen Tamer ise dirseğini Ferhat’ın beline bastırıp kolunu koluna kenetleyerek ayağa kalkmasını engelliyordu.


Toprak megafonu Emirhan’a verip yeniden çadıra yöneldi ve Emniyet Amiri ile başka neler yapabileceklerini düşünmeye başladı.


-Helin tarafından-


Bir adam kolumdan ve belimden tutarak beni eski yerime götürdüğünde yorgunlukla kendimi yere atıp sırtımı duvara yasladım ve titreyen kolumu yavaşça kucağıma koydum. Canım çok yanıyordu ve kurşun koluma saplandığı an gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Çığlıklarım birkaç dakika sonra dinmişti ama hâlâ acı içinde inliyordum. Dişlerimi sıktım acımı dindirmek istercesine. İlk defa böyle bir şey yaşadığım için ne tepki vereceğimi bile bilmiyordum. Hayır yani, beni vurunca eline ne geçti be adam?


Şu haldeyken bile insanlara ters davranmayı bırakamıyorum.


Sağ elimle yanaklarımdaki yaşları sildim. Yanımdaki abla bana acıyarak baktığı için sinirlerim bozulmuştu. Hayır, içinde bulunduğum durum sinirlenmeme sebep olduğu için patlayacak birilerini arıyordum.


Koluma büyük bir sızı girdiğinde gözlerimi sıkıca kapatarak dişlerimi sıktım ve bağırmamaya çalıştım. Dudaklarımın arasından küçük iniltiler çıktığında beni vuran adamın neşesi yerine geldi. “Ne yapsak ya, diğerlerini de mi yaralasak?” Psikopat, ruh hastası adam! Bizimle resmen eğleniyordu! Diğerleri birkaç kahkaha patlattıklarında yanımdaki masayı onların kafasına geçirmemek için kendimi zor tuttum. Elinizde silah olunca hepiniz aslan kesiliyorsunuz tabii.


Sağ elimle diğer elimi sıktım. Acısını ancak böyle azaltabiliyordum. Azalttığımı sanıyordum.


“Kurtaramayacaklar bizi,” diye fısıldadı yanımdaki kadın. Ellerini saçlarına daldırmış, öylece tavana bakıyordu. “Kurtaramayacaklar.” Karnındaki çocuğu için korktuğunun farkındaydım, o yüzden bu kadar telaşlanıyordu.


Gözkapaklarımı yavaşça aralayıp, “Tamam, sakin ol,” dedim fısıldayarak. Şu birkaç dakika da bedenim uyuşmuştu ve gözlerim ağrımaya başlamıştı. Elimi karnına götürüp okşamaya başladım. “Gelecekler, kurtaracaklar bizi.” Gözlerinden birkaç damla yaş düştüğünde ona yaklaştım ve diğer elimi hareket ettiremediğim için karnındaki elimle yanağındaki yaşları sildim. Şu an yalnız hissetmemesini sağlamam gerekiyordu.


“Adın ne?” dedi.


“Helin.”


“Sevda benim de.” Bir süre sustu. “Semih’in aklı gitmiştir.” Bahsettiği kişi kocası olmalıydı.


“Bence dışarıda polislerle bizi kurtarmanın yolunu arıyordur,” dedim buruk bir gülümsemeyle.


O da güldü. “Umarım.”


Yanağındaki elimi çekip bir elini tuttuğumda, beni odadan çıkaran adam geldi yanımıza. “Nasılsınız hanımlar, rahat mıyız?” dedi alayla.


“Çok rahatız, pislik herif. Sen bizi merak etme,” diye kısık sesle söylenmeme pis bir şekilde güldü.


“Şurada zaten iki-üç saat bir süremiz kaldı. İsterseniz böyle gergin değil de, birazcık iyi geçirelim son zamanlarımızı.” Elindeki silahın tutuşu sıklaştığında, bizi iki saatin sonunda öldürmek istediğine inanmıştım sanırım. Ya da rol yapıyordu? “Açsanız bir şey yapsınlar mı? Son yemeğinizi yersiniz, olmaz mı?”


Sevda ablayla olan temasımı kesip hırsla kalkmaya çalıştım ama yapamadım, sadece hafif doğrulabilmiştim. “Ya sen bir defolup gitsene! Bak, biz çok rahatız burada.”


“Senin adın... Helin’di değil mi? Ferhat’ın arkadaşı.”


“Aynen öyle,” dedim sırtımı duvara geri yaslarken.


“Bir yakınının burada rehin olması ne güzel...” dedi kendi kendine konuşarak. Arkasını döndü ve yavaş adımlarla eski yerine gitti. Bir süre sonra hava karardığında adamlar ceplerinden birer el feneri çıkardılar ve onları yere koyup etrafın aydınlanmasını sağladılar. Elektrikler yok muydu da buna gerek duymuşlardı?


“Size son kez söylüyorum,” diye bir ses duyduğumda bakışlarımı cama çevirdim. Ben vurulmadan önce beni tutan adamla konuşan askerdi. “Eğer rehineleri bırakıp bize teslim olmazsanız olacaklardan sorumlu değiliz.” Aman ne güzel ikaz. Adamları resmen tehdit ediyor ve şu an bizim can güvenliğimizi tehlikeye atıyordu. Çetenin başındaki adam bize inadına zarar verebilecek bir potansiyele sahipti ve yaklaşık yarım saat önce beni kolumdan vurarak onları uyarmıştı.


Dilim damağım kurumuştu resmen. Yutkundum ve kapanmaya başlayan gözlerimi açık tutmaya çalıştım. Artık kolumun acısını hissetmiyordum. Az önce masanın üzerinde bulduğum bir bezi yaramın üzerine bastırmıştım ama bu tabii ki yetersizdi. Üstelik bastırdıkça acısı ortaya çıkıyordu ve dişlerimi biraz daha sıkarsam muhtemelen kırılacaklardı.


Adam camı açmadan dışarıya baktı. İkazı pek iplemediği her halinden belliydi. Geri bize döndü ve derin nefes verdi.


Askerin sesini tekrar duydum. “Ne istiyorsun?” diyordu.


Adam pis bir şekilde gülümseyerek arkasını dönüp camı açtı ve “Çok bir şey değil, şirketteki hakkımı alıp defolup gitmek istiyorum!” diye bağırdı. Ne? Nasıl yani?


“Olmayacak öyle bir şey!” Bu ses Ferhat’a aitti. Onun sesini duymamla yerimde hareketlendim ama ayağa kalkmadım.


“Siz bilirsiniz!” Camı kapattı.


Aradan yarım saat geçmişti ama hâlâ kimse gelmemişti. Karşımdaki adam yine bir şeyler zırvalamaya başladığında onu camdan aşağı atmak istedim.


“Ben Türk Komandosuyum!”


Koro şeklinde söylenen sözler kulaklarıma dolduğunda, yavaşça kaşlarımı çatarak sesin geldiği yöne çevirdim başımı. Sesin başta dışarıdan geldiğini düşünmüştüm ama aslında öyle değildi, alt kattan söyleniyor gibiydi. Tüylerim diken diken oldu onları duyduğumda. Gözlerimi yavaşça kapatıp, buradan kurtulduğumu düşündüm. Gözlerimden yaşlar tekrar akmaya başladığında sertçe yutkundum. Gelmişlerdi. Sonunda gelmişlerdi.


“Ne oluyor lan?” dedi beni kolumdan vuran adam. Gözlerimi açıp ona baktım. Bu işe kalkışacakları zaman bunu düşünmeleri gerekirdi.


Sanki bir dizi çekimindeydim ya da çalışma odasında hâlâ uyuyordum ve bunlar da rüyamda yaşanıyordu. Olanlara inanamıyordum.


Beni vuran adam diğerlerine emirler yağdırırken masanın arkasına daha çok sindim. Bizi kurtarmaya geldikleri için her an çatışma çıkabilirdi ve daha fazla zarar görmek istemiyordum. Ya da bu adamlar bizden direkt kurtulurlardı. “Öldürün şunları!” diyerek en baştaki kadının yanına gidip elindeki silahı onun kafasına yasladığında titrek bir nefes verdim ve yanaklarımdaki yaşları elimin tersiyle sildim. Ya tam zamanında yetişemezlerse ve şimdi burada ölürsek? Düşünme bunları Helin. Düşünme.


Bir diğer adam önümdeki masayı ayağıyla kenarı itip elindeki silahı başıma sertçe bastırdığında gözlerimi sıkıca kapatarak nefesimi tuttum. Şakası yoktu bu adamların, bizi şimdi şuracıkta öldüreceklerdi. Alayla, “Son bir şey söylemek ister misin?” dediğinde gözlerimi yorgunlukla açtım. Açmamla beraber gözyaşlarım akmaya başlamıştı.


Gözlerimi tepemdeki adama diktim. “Allah hepinizin belasını versin!” diye sinirle söylediklerime güldü. Ardından omzuna bir kurşun saplandığında korkudan çığlık attım ve ellerimle kulaklarımı kapatarak olduğum yere iyice sindim. Mermi sesleri salonu doldurdu. İnsanlardan çıkan acı dolu çığlıklar, yere düşme sesleri, adamlara verilen ‘teslim ol’ komutları...


Kenarı itilen masayı ayağımla kendime doğru çektim ve kendime siper ettim. Kan kaybından dolayı başım dönmeye başlamıştı ve eğer biraz daha geç kalırsak ne olacağını düşünmek bile istemiyordum.


Silah sesleri durdu.


Askerlerin komutları sonlandı ve bu sırada biri kolumdan tuttu ve beni kaldırmaya çalıştı. Gözlerimi hızla açıp bunu yapan kişiye baktığımda kolumun acısıyla, “Ne yaptığını sanıyorsun?” dedim sinirli bir şekilde.


“Seni kurtardık ve böyle mi teşekkür ediyorsun?”


Kolumu çektim ve sözlerinden sonra gözlerimi etrafta gezdirmeye başladım. Yerde kanlar içinde yatan bir sürü adam vardı. İki tanesine de diz çöktürmüş, başlarına iki asker dikmişlerdi. Yerde gördüğüm adamlara büyüttüğüm gözlerle bakarken sertçe yutkundum. Hepsini yaralı bir şekilde bırakmışlardı. Diğer askerler, şirket çalışanlarına su veriyorlardı yaşadıkları şoku atlatmaları için.


Önümdeki asker, yüzündeki siyah bandanayı çenesine indirdi. Yere eğilip çenemden tutarak onlara bakmamamı sağladı ve elini hemen geri çekip yaralı koluma çevirdi bakışlarını.


Titrek bir nefes vererek koluma baktım. Kolumu kendine çektiğinde canım yandığı için dudaklarımdan küçük bir çığlık firar etti. “Canım yanıyor!” Bir şey demeden birkaç saniye boyunca gözlerimin içine baktı ve bende ona aynı şekilde karşılık verdim. Dikkatini tekrar koluma verdiğinde yaraya bastırdığım bezi alıp kenarı attı, üzerimde bulunan tişörtümün eteklerinden tuttu ve ben daha ne olduğunu anlayamadan hızlıca yırttı. “Ne yapıyorsun?” dedim hem sinirli hem şaşırmış bir şekilde.


“Kan kaybetmek istemiyorsan sus,” dedi elindeki parçayı kolumdaki yaraya sararken. Kaybedeceğim kadar kaybetmiştim zaten. Bu ani hareketi yüzünden dudaklarımdan küçük bir çığlık koptu. Bence gereğinden fazla bastırıyordu. Canım şu an o kadar yanmıştı ki sağ elimle omzunu tuttum. Tamam, sıkmış olabilirim. Bakışları hızla bana çevrildiğinde acıdan dolayı gözlerimi kapatmıştım. Hareketleri duraksadı ama ben yine gözlerimi açmadım. “Dişlerini sıkma.”


“Kolaysa sen sıkma,” dedim omzunu daha fazla sıkarken. Canım yanıyor be adam! Neredeyse bayılacaktım.


Dudaklarıma bir şey dokunduğunda hızla gözlerimi açtım. Sol bileğini yaklaştırmıştı ve dişlerime zarar vermemem içindi bu hareketi. Bir şey dememe kalmadan bileğini dişlerimin arasına almamı sağladı ve tek eliyle tişörtümün parçasını koluma sert bir şekilde bağladı. Yine canım yandığı için bileğini ısırmıştım istemsizce. Üzerinde forma olduğu için pek acıdığını düşünmüyordum.


Kan görünce midem bulanıyordu. Koluma bakmamaya çalıştım ama kolumu öyle sıkı bağlamıştı ki gözlerimi bir anlığına oraya çevirdim. Kumaşın dışında kalan yerlerde kanlar vardı ve kolumdan süzülen bir damla, onun bacağında yerini buldu. Kafamı yana hareket ettirip ağzımdaki bileğini uzaklaştırdım. İşi bittiğinde ayağa kalktı ve benimde kalkmam için elini uzattı. Derin nefes verip elini tuttuğumda benim çaba sarf etmeme gerek kalmadı çünkü elini tuttuğum gibi yukarı çekerek ayağa kalkmamı sağlamıştı.


İlerideki bir askeri çağırıp, “Tamer, hanımefendiye dışarıya kadar eşlik et,” diyerek başka bir şey demeden yanımızdan ayrıldığında arkasından bakakaldım.


“Buyurun hanımefendi,” dedi adının Tamer olduğunu öğrendiğim asker. Kolumu tutarak peşinden gittim. Canım çok yanıyordu, yürüyecek halim yok desem yeriydi. Gözlerimden akan yaşlar hâlâ yanaklarımda süzülmeye devam ediyordu ve içinde bulunduğum bu duruma lanetler yağdırdım.


Aşağı indiğimizde tüm gazetecilerin, sokaktan geçen ya da bu haberi duyup evlerinden çıkıp gelen insanların da burada olduğunu gördüm. Önlerine bir şerit çekilmişti ve polisi aşmaya çalışan Ferhat’ta en önlerindeydi.


Beni gördüğünde hırçın hareketleri duraksadı. Sağ kolumdan tutarak beni yavaşça yürüten askerle beraber onlara doğru gidiyorduk. Muhabirler şirketten çıktığımız an da bağrışmaya başlamışlardı ve onlardan çıkan sesler çok rahatsız ediciydi.


Yavaş ve halsiz adımlarla Ferhat’a doğru yürümeye devam ettim. Önündeki polisi aşıp şeridin altından geçti ve karşıma geldi. “İyi misin?” dedi bir adım daha yaklaşarak.


Kapandı kapanacak gözlerimle baktım ona. Yanımdaki asker kolumu tutmayı bırakıp yanımızdan uzaklaştığında kafamı sallayacak gücü bile kendimde bulamıyordum artık. Gözleri bir zaman sonra arkamdaki bir yere takılı kaldığında omzumun üzerinden yavaşça oraya baktım. Kolumu saran, bana yardım eden askerdi ve gözlerini Ferhat’a dikmiş, ondan başka hiçbir yere bakmıyordu. Çene kasları belli oluyordu. Elleri arkasında, bakışları sertti.


Başım döndüğünde önüme döndüm. Bir süre sonra gözlerim kapanıp Ferhat’ın üzerine doğru düştüğümde bedenimdeki ellerini hissettim. Daha sonra adımı haykıran sesini kulaklarımda. Saniyeler geçtikçe hiçbir şey duyamaz, konuşamaz, hissedemez oldum. Boşlukta gibi hissettim o an kendimi. Ruhum çekilmişti sanki.


***


BÖLÜM SONU


Yorum yapmayı ve bölümü oylamayı unutmayın.


Sizleri seviyorum!


Loading...
0%