@s_ozturk37
|
Yolda yürümeye devam ediyorduk. Yüzünde tedirginlik ve korku dolu bir ifade vardı. Çölde yolunu bulmaya çalışan bir bedevinin durumu gibiydi onunkisi. Hayır onun ki daha çok göz gözü görmeyen bir fırtınada yolunu bulmaya çalışan birinin durumuna benziyordu. Belli ki karanlık bir geçmişi vardı. Belli ki yüreğinde geçmişin izleri vardı ağır ve derin. Kim bilir neler yaşamıştı neler görmüştü nelere şahit olmuştu şu küçücük yaşında. Bu derin düşünceler içerisinde kaybolup giderken kendimizi evde bulduk. Lina girmeye tereddüt etse de belli ki o da bu durumu kabullenmeye çalışıyordu. Biraz duraksadıktan sonra içeriye girdi. Çekingen tavırlarla koluma girdi. Onu bir odaya götürüp dinlenmesini söyledim. Hiçbir şey söylemedi. Öylece yattı. Uyumuyordu ama hareketsiz yatıyordu. Bir ara odanın önünden geçerken hıçkırıklarını duydum. Bir süre sonra yorgun düştü ve tatlı uykusuna daldı. Yanı başına oturdum onu seyrettim dakikalarca. Belki de hayatı boyunca doğru düzgün görmediği şeyi verdim ona sevgiyi... Bunu sadece o uyku halindeyken yapabiliyordum. Çünkü istemiyordu ona temas etmemizi. Temas onda ne gibi hisler uyandırıyordu bunu bilebilmek pekte mümkün değil. Kim bilir belki zamanla kendi anlatır.
İçeriye geçtiğimde Sevim'i tek başına otururken gördüm. İfadesinden belliydi derin düşüncelere daldığı. Acaba ne sıkıntısı vardı. Neler düşünüyordu acaba. Daha fazla dayanamayıp kendisine sordum. Meğerse aynı şeyleri düşünüyormuşuz. Sevimde belli ki Lina'nın derdiyle dertleniyordu. Bunu tabi ki de bilmemiz imkansızdı. Dedim ya belki zamanla kendi anlatır. Tabi bunun için bize güvenmesi gerekiyor. İçindeki korku ve tereddütün güvensizlikten kaynaklandığını düşünüyordum. Sevim bunun sebebini merak etmişti belli ki. Bende bu durumun şuanda normal olduğunu söyledim. Çünkü daha çok yeni ve zamanla alışacak buradaki yaşama. Zamanla öğrenecek sevgiyi, güveni, aile olmayı kısacası her şeyi. Sevim konuyu daha fazla uzatmadı ve anne babasının akşam geleceklerini söyledi. Bir şey demedim. Ama en az kendi annem babam kadar hakları vardır üzerimde. O yüzden başımın üstünde yerleri var. Her ne kadar kaynanam biraz düşük çeneli olsa da kaynana kaynanadır. Sevim bana Lina'dan nasıl bahsedeceğimizi sordu. Çünkü bu konuda onların onayını almadan hareket etmiştik. Acaba olumlu mu karşılarlardı ya da fevri bir tepki mi verirlerdi. Bunu sanırsam yaşayarak tecrübe edeceğiz. Şahsen bu konuyu çokta dert etmedim. Çünkü netice de olan oldu biten bitti. Lina artık bizim kızımızdı. O bizim aileden bir parçaydı artık. Her ne kadar biraz problemleri olsa da bunlar zamanla aşılabilecek şeylerdi. En azından öyle olmasını umut ediyordum. Lina'nın içindeki her neyse bunun yaralarını hep beraber saracaktık. Onu sevgimiz, şefkatimiz, merhametimiz iyileştirecek. Saf bir sevginin iyileştiremediği hiç bir şey görmedim ben şu ana dek.
Sevim yemek hazırlamak üzere mutfağa gitmişti. Bende Lina'nın bulunduğu odaya girdim. Seslendim kendisine bir iki kez. Gözlerini açmasıyla ayaklanması bir oldu. Nemlenmiş gözleriyle bana baktı. Bakışları hüzün , keder ve hayal kırıklığı doluydu. O an ona sarılmak , onu öpmek istedim, onunla dertleşmek ve yaralarını bir nebze sarmak istedim. Fakat buna izin vermeyeceğini biliyordum. O yüzden öyle bir hareket yapmaya kalkışmadım. Kendisine yemeğin birazdan hazır olacağını elini yüzünü yıkamasını söyledim. Hiçbir şey demedi sadece kafa sallamakla yetindi. Tam kapıdan çıkacakken ağzından iki kelam çıktı. Gözü rafta duran kitaplara ilişmişti:
'' Bu kitaplar senin mi?'' Belli ki dikkatini çekmişti.
'' Evet okumayı severim peki sen.''
''Aslında severdim.''
'' Okuyabilir miyim?''
'' İstersen okuyabilirsin ama benim daha güzel bir fikrim var. Bu kitaplar senin yaşına denk kitaplar değiller. İstersen senin yaşına daha uygun kitaplar alalım.''
'' Gerçekten mi!'' Kendisini biraz heyecanlandırabilmiştim sanki. Şu ana kadar hiçbir duygu emaresi göstermeyen Lina bu ufak sohbetimizle beraber ilk duygu tepkimesini göstermiş gibi duruyordu. Hani derler ya tünelin ucundaki ışık göründü diye. Biz o ışığın sadece çok ufak bir kısmını görmüştük. Olacaktı ama daha çok zamana ve beraber geçireceğimiz anlara ihtiyacımız vardı. Lina arkamdan lavaboya doğru gitti elini yüzünü güzelce yıkadı. O esnada hanım sofrayı hazırlamıştı bile. Hemen oturduk sofranın başına. Sofrada derin bir sessizlik hakimdi. Lina iştahsız tavırlar halinde olsa da kendini zorlaya zorlaya yedi. Bu sessizliği bozmam gerek diye düşündüm.
'' Hanım biz yemekten sonra biraz dışarıya çıkacağız. Lina ile bir işimiz var. Sende gelir misin?'' Lina ne işimiz olabilir ki dercesine bir bakış attı.
'' Hayırdır bey. Nereye gideceksiniz. Ne işi bu.''
'' Lina hanıma bir şeyler almaya gideceğiz.''
'' Yok bey. Ben gelmeyeyim. Siz baba kız gidin. Bende biraz evi toparlayayım.'' Bir anda ortam buz kesti. 'Baba kız' kelimesini ikimizde garipsemiş olacağız ki Lina ile bir anlık göz göze geldik. Yemeğimizi yedikten sonra hazırlanıp dışarıya çıktık.
Kapıdan dışarıya çıktığımızda hava bir hayli kasvetliydi. Yerlerin ıslaklığından yeni yağmur yağdığı anlaşılıyordu. Yürümeye başladık. Sokağın köşesinde bir kırtasiye vardı. Lina ile beraber buraya girdik. Buradan defter, kalem, silgi aldık. Yoldan rampa aşağı yürümeye başladık. Birkaç metre gittikten sonra bir kitap mağazasına denk geldik. İçeriye girdik. Burada kitap adına her şey vardı. Gençlik kitaplarından , bilim kurgu kitaplarına, aksiyon ve gerilim kitaplarına kadar bir çok eser bulunmaktaydı. Ve tabi ki çocuk kitapları da. Bizim aradığımız buydu. Çünkü Lina daha bir çocuktu. Diğer kitapları okuyabilmesi pek mümkün görünmüyordu. Kasiyer kıza kitapları nerede bulabileceğimizi sordum. O da bizi 4-8 yaş kitapların bulunduğu rafa doğru götürdü. Burada Lina için birbirinden uygun kitaplar vardı. Lina'nın mutluluktan ağzı kulaklarına varıyordu. Belli ki burayı çok sevmişti. Ne yalan söyleyeyim onu bu kadar mutlu görünce bende çok mutlu olmuştum. Bütün neşe kaynağım bu küçük kızdı. O mutlu olursa bende mutlu oluyordum; o mutsuz olursa bende mutsuz oluyordum. Değişik bir hismiş. Galiba baba olmak böyle bir hismiş.. Lina'nın gözü bir ara çocuk dergilerine kaydı. Sorduğunda ise isterse ona alabileceğimizi söyledim. Çünkü onu dijital hapishaneye kapatmak istemiyordum. Ona bir iki tane çocuk dergisi aldım. İçinde çocuklar için birbirinden güzel zihin geliştirici ve eğlendirici etkinlikler vardı. Böyle şeylerle meşgul olması beni çok memnun ederdi. Dört beş tane çocuk kitabı ve iki tane çocuk dergisi aldıktan sonra ödemesini yapmak için kasaya geçtik. Ödemesini gerçekleştirdik ve eve geçmek üzere çıktık. Biraz çekingen tavırlarla teşekkür etti bana. Lina'yı durdurdum ve onunla bir şey konuşmak istediğimi söyledim. Meraklı gözlerle bana bakıyordu. Konuşmaya başladım.
'' Bizden bir şey isterken- ki ne olduğu hiç önemli değil- çekinme. Sen bizim biricik kızımızsın.'' Onunla bu konuşmayı yapıyordum çünkü kendini hem bize ait hissetsin ve güvende hissetsin diye öyle diyordum. Bu konuşmayı onunla yaparken ona dokunmak ve dokunmamak arasında karasızdım. Ani bir tepki verir mi acaba diye düşündüm. İki elimde iki kolundan biraz çekingen tavırlarla da olsa tuttum. Öyle fevri bir harekette bulunmadı. Konuşmaya devam ettim.
'' Maddi imkanlarımız el verdiği kadarıyla yerine getirmeye çalışacağım. Bundan sonra yaşayacak daha güzel günlerimiz ve beraber atlatacak badirelerimiz olacak ve ben hayatının her anında yanında olmaya çalışacağım. Bunun için sana söz veriyorum canım. Anlaştık.'' Bu konuşmam onda bir hayli etkili olmuştu galiba. Çok mutlu görünüyordu ve şu ana kadar hiç yapmadığı bir şey yaptı. İlk sevgi emaresini göstermişti Lina. Sarıldık birbirimize doya doya. İlk o sarıldığı için bir hayli garip gelmişti. Çok değişik bir histi bu.
'' Sarıldın.'' dedim. '' İlk defa sarıldın.'' Benim mutlu olduğumu görünce o da bir hayli mutlu oldu. Küçük bir çocuğun gözlerinde tebessüm olabilmek öyle güzel bir hismiş ki.
'' Sana bir şey itiraf edeyim mi ufaklık. Sen uyuduğunda ben hep senin o güzel saçlarını okşuyordum. Uyanıkken yapamıyordum. Çünkü daha çok çekingendin ve teması sevmiyordun.''
'' Gerçekten mi? '' Daha çok mutlu olmuştu. O ilk zamanlardaki donuk ve somurtkan hallerinden eser kalmamıştı.
'' Bende sana bir şey itiraf edeyim mi!'' diye lafa girdi Lina. Daha çok meraklanmıştım.
'' Ben seni rüyamda gördüm. Beni denizin içine çekmek isteyen kötü bir adamın elinden kurtarıyordun rüyamda. Beni oradan aldığın gün ise vardır bir hikmeti dedim. '' Ben daha hayretler içerisindeydim. Birden büyük bir gürültü koptu. Belli ki yağmur yağacaktı bir an önce eve gitmeliydik. Lina ile beraber evin yolunu tuttuk.
Evin kapısını açmamızla eve girmemiz bir olmuştu. Biraz da yağmura yakalanmıştık. Ama Lina bu durumdan pekte şikayetçi görünmüyordu aksine çokta mutluydu. Sevim merakla ne olduğunu sorduğu esnada göz göze geldik. Üstümüz başımız bira ıslaktı. Sorunun cevabını almıştı. Annemlerin geldiğini söyledi. İçeriye geçtik. Her ne kadar Lina bize alışmaya başlasa da kalabalık karşısında hala çok çekingendi. Direk odaya geçti. Annem dediğime bakmayın. Ben ailemi çok küçük yaşta kaybettim. Eşimin ailesiydi. Ama öz ailem gibi sahiplenmişlerdi beni. Bu çok güzel bir şeydi. Ama küçük bir çocuk azarlarcasına azarlamıştı bizi. Ondan habersiz evlat sahiplenmemiz onu biraz kızdırmış gibiydi. Annemin bazı konularda ön yargıları çok doruk noktalara çıkabiliyordu. Evlat edinme hadisesi de bunlardan biri. Ona sorsak el alemin çocuğuna mı bakacakmışız, gerek mi vardı falan filan. Tabi o bunu biraz daha argo şekilde söylemişti. Tabi bunu Lina'nın duymama ihtimali var mı tabi ki de yok. Kız zaten çekingen daha da iç dünyasına çekilmişti. Her ne kadar hanımla beraber uyarsak ta yüksek sesle laflarını dizmeye devam ediyordu. Lina'nın ruh halini anlayabiliyordum. Çünkü bende benzer yollardan geçmiştim zamanında. Beni akrabalarım büyüttü. Evlenip yuva kurduktan sonrada eşimin ailesi sağ olsunlar kendi ailemin yokluğunu hissettirmediler hiçbir zaman. O gün ilk defa kızdım belki de. Çünkü korumam gereken bir kızım vardı. Onun psikolojisini olumsuz yönde etkileyen ne kadar kişi ve olaylar varsa hepsine karşı onu korumalıydım.
Hafifçe kilolu, yuvarlak suratlı, renkli gözlü ve kirli sakallı adam neredeyse ucu bucağı belli olmayan, görüntüsü korku filmlerini andıracak derecede ürkütücü olan bir koridorda yürüyordu. Koridorun sonunda sol tarafta bulunan ahşap merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladı. Atmış olduğu her adımda merdivenler korkunç bir sesle gıcırdıyordu. Her gıcırdamada sanki biri onu izliyormuş, onu takip ediyormuş gibi bir hissiyata kapılıyordu. Üst kata vardığında cebinden bir anahtar çıkardı ve kapıyı açtı. Kapı büyük bir salonu andıran bir yere açılmıştı. Ortalık zifiri karanlıktı. Odanın karanlığını salonun ortasında bulunan odun şöminesinin ateşi kırıyordu. Ama yine de karanlıktı. Şöminenin başında ise bir adam oturuyordu. '' Boşuna uğraşma lambayı yakabileceğin bir buton yok.'' Bakmasıyla şöminenin başında oturan bir adam gördü. Fakat yüzü kapüşonlu olduğu için kim olduğu seçilemiyordu. Onun yanına doğru ilerledi. Şöminenin başında oturan adamla konuşmaya başladılar.
'' Efendim! Çoğu Avrupa ülkeleri yana yakıla sizi arıyor. Türkiye'de kırmızı bültendesiniz. Aldığımız bilgilere göre en son Belçika'da görülmüşsünüz. Belçika hükümeti ise Türkiye ile sıkı ilişkilerini de düşünerek sizi gördükleri yerde iade edeceklerini duyurdu.'' Nejdet bakışlarını hiç ateşten ayırmadan sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
'' Onlar beni istekleri yerde aramaya devam etsinler. Beni bulabilmeleri mümkün değil. Biz kaybettiğimiz itibarı geri kazanmaya çalışalım. Türkiye'deki adamlarımıza haber yollayın. Öncelikle kendimizi mali açıdan güçlendirmemiz şart. Ondan sonra ne kadar dost; ne kadar düşman varsa hepsinin karşısına çıkar hepsiyle hesabımızı görürüz.
'' Peki efendim! Mümtaz ne olacak. Onunla alakalı da bir planınız vardır.''
'' Mümtazla alakalı şuanda bir şey yapmayı düşünmüyorum. Onunla hesabımı yıllar öncesinde gördüm. Bir gün karşıma dikilirse eski defterleri yeniden açar ona da bir tarife uygularız.'' |
0% |