@s_t_yzr
|
I
☽
Doğumdan ölüme kadar olan yolda ölüme bir kala yaşıyordum. Dışarıda unutulup giden hayatların kalıntıları rüzgarla savrulurken benim bahtsız ruhum bu eve, bu ana hapsolmuş gibiydi. Bu hayatı ben seçmediysem neden yaşamaya zorlanıyordum ki? Her nefes aldığımda ciğerlerimin kırıp geçtiği göğüs kafesim tenime amansız bir acıyla batıyordu. Düşlerimdeki ölülerden geriye kalan kemikleri bir çuval içinde yıllarca sırtımda taşımıştım ve gittikçe zihnime çöken bu ağırlık ruhumun kambur kalmasına neden oluyordu. Hayat bana ne kadar acımasız olabileceğini annemin rahminde göstermişti. Başarısız bir kürtaj hem annemi hem de beni bu sefil hayatı yaşamaya zorlamıştı. Benim hayatımda iyi olan hiçbir anıya yer yoktu. Zihnim, prangalarla ruhuma tutturulmuş bir et torbasından farksız bedenim her yeni güne uyandığında cehenneme bir o kadar yaklaştığının bilincindeydi. Yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgide yaşamak bana hayatın ne kadar kötü ve ne kadar iyi olabileceğini gösteriyordu. Sürekli diken üstünde, sürekli aşağılanan, sürekli hor görülen olarak. Dünyadan kaybolup gitsem ve tanrı beni sorguya çekecek kadar uzun kalsam emin olun bu süre zarfı içinde beni kimse aramazdı. Ailem bana değersiz olmayı öğreteli çok olmuştu, neredeyse bir on sekiz sene... "Sana ablan nerede dedim Asu! Kızım nerede?!" Annemin sinirli sesi bulunduğum odanın duvarlarında yankılandı. Kızım... Bir kez bana böyle seslenseydi herhalde düşüp bayılırdım. Ama konu şu an bu değildi. Annemin biricik kızı ablam Ahu kayıptı. Daha çok içip içip kendinden geçtiği bir partide ya da hiç tanımadığı bir herifin altında olabilirdi. Ama bu konuda sanki ben suçluymuşum, ablam benim yüzümden yokmuş gibi davranıyordu. "Bilmiyorum anne, sabah çıktıktan sonra onu hiç görmedim." Annem oradan oraya dönüp durmayı bir anda kesti. İşaret parmağını bana doğru salladı ve ağzından tükürükler saçarak konuşmaya başladı. "Orada oturup benim sinirlerimi iyice bozacağına kalk ve baban gelmeden ablanı bul." Yavaşça oturduğum üçlü koltuktan kalktım. Oturmam bile kadına batıyordu. Küçük adımlarla salonu terk edip dış kapıya yöneldiğimde arkamdan sesi yükseldi. "Ablanı bulmadan eve gelme. Cehennemin dibine bile girse bul ve getir onu. Ahh aptal şey!" Son cümlesini sessizce söylemiş olsa bile duyduğuma emindi. Kalbimin belki de bir milyonuncu kez kırılmasını göz ardı ettim. Sonuçta artık alışmış olması gerekiyordu, bu kadar acıtmamalıydı. Kapının yanına okuldan dönünce bıraktığım çantamı alıp üstünde duran montumu üzerime geçirdim. Botlarımı ayağıma geçirip bağcıklarını sıkıca bağladım. Gözümden akan küçük bir yaş yavaşça botumun ucuna düştü. Doğrulurken gözümü elimin tersi ile silip evden çıktım. Arabanın içinde, elimde telefon; rehberimde bir elin parmağını geçmeyecek sayıda olan ablamın arkadaşlarının hepsini aramıştım ama hiçbirine ulaşamamıştım. Yine aramam kendi kendine sonlanınca sinirle direksiyona vurup kafamı vurduğum yere yasladım. Elde sıfırla eve dönersem annemin gazabı beni çok geçmeden bulurdu. Şu an ki tek duam babamın metresi ile daha uzun vakit geçirmek istemesiydi. Ne olurdu normal bir aileye sahip olsaydım? Evlat ayıran kompleksli bir anne ve sinir hastası, aldatmayı evliliğin bir kuralı sanan bir babayı hak edecek hiçbir şey yapmamıştım. Dışarıdan görülen mükemmel ötesi bir aile iken içerde tuzla buz olmuş ve her biri farklı bir yere savrulmuş cam parçası gibiydik. Keskin ve bir o kadar yalnız... Acı ruhumun en derinliklerine kök salmışken normal kelimesi cennetin yasak meyvesi gibi geliyordu. Arabadaki sessizliği bölen şey telefonumun zil sesiydi. Hızla elime aldığımda arayan kişinin sadece telefon numarası yazıyordu. Açıp karşıdaki kişiye alo diye seslendim. "Alo, Asu sen misin?" Kaşlarımı çatıp sesi çıkarmaya çalıştım fakat soğuktan donan kulaklarım hâlâ çınlıyordu ve sesleri ayırt edemeyecek bir haldeydi. "Pardon çıkartamadım da kimsiniz?" Karşı telefondan bangır bangır müzik ve çığlık sesleri geliyordu. İçime dolan uğursuz his aklıma türlü şeyler getiriyordu. "Benim, Berkay. Ahu'nun bir arkadaşı. Seni benden bir kez aramıştı da oradan biliyorum telefonunu." Yaptığı açıklama umurumda değildi. Aradıysa ablam oradaydı ve bariz bir şekilde başı dertteydi. Gözlerimi kapatıp koltuğa yavaşça yaslandım. "Ablam orada mı?" "Evet ve..." Konuşmasını hızla kestim. "Konum at geliyorum." Bir şey demesine izin vermeden kapattım ve konum atmasını bekledim. Telefonun mesaj sesi iki kez ötünce gelen bildirime tıkladım. Attığı lanet konum merkeze bayağı uzak bir yerdi. Diğeri ise bir videoydu. Videoya tıkladığımda kadraja ilk parkeler dahil oldu ardından yukarı doğru çıktı ve masanın üstüne çıkmış deliler gibi dans eden ablam girdi. Üzerindeki gömleği yavaşça çıkartıp müziğe uygun bir şekilde bedenini kıvırırken kırmızı iç çamaşırı ile kaldı. Etrafın tezahüratı ile onu da çıkarınca belden yukarısı tamamen çıplaktı artık. Etrafta çığlık sesleri yükselince video bitti. Sanki tansiyonum düşmüş gibi elim ayağım boşalmıştı. Telefonu haznesine yerleştirdim ardından konumu etkinleştirip arabayı çalıştırdım. Oraya gitmem saatler sürecekti belki de ama ben vitesi ileri atıp hızımı iki yüze çıkartarak çoktan trafiği birbirine katarak ilerlemeye başlamıştım. Ankara'nın soğuğu ciğerlerimi dağlarken orman yolunun hemen bitişiğinde, kavşağın sonundaki evi bulduğumda içimdeki uğursuz his kat be kat arttı. Arabadan bir hızla inip eve doğru koşar adım ilerledim. Işıkları gibi yüksek sesli müzikte evin duvarlarından taşıp ıssız ormanın derinliklerine sinsi bir ruh gibi yayılıyordu. İçeri girmek için sadece kapıyı hafifçe ittirmem yetmişti. Daha kapıyı aralayamadan holde oturur vaziyette sızmış bir genç adam vardı. Çok fazla üzerinde düşünmeden ilerlemeye devam ettim. Üzerine basmadan, bacaklarının üzerinden atlayıp holün açıkta bıraktığı insan kalabalığına doğru adımladım. İçerisini ağır alkol ve duman kokusu sarmalamıştı. Evin ortasından sağa doğru yeni bir oda vardı. İğrenç müzik ve insanların çığlıkları zaten toparlanamayan beynimi iyice sarsmıştı. Tıklım tıklım insan dolu evde ortada durmuş etrafa göz atan bana sanki ilk defa insan görmüş gibi bakan birkaç kişi vardı. Bu ağır bakışların altında daha fazla durmamak için ilerlemeye başladım. Tam sağdan, salon olduğunu tahmin ettiğim yere doğru ilerleyecek iken birisinin koluma elini doladığını hissettim. Dönüp baktığımda gözleri kan çanağı gibi olmuş, elinde corona şişesi ile dikilen bir ayyaş gördüm. Kolumu kurtarmaya çalışmama rağmen bırakmayıp saniyeler içerisinde daha da yaklaştı. Ani yaklaşımı ile zaten titreyen vücudum hipotermi geçirircesine titremeye başladı. " Nereye gidiyorsun güzelim, seni burada daha önce hiç görmedim. Yeni misin?" İğrenç nefes kokusuna ek yayvan yayvan konuşması git gide sinirlerimi bozmaya başlamıştı. "Bırak beni. Derhal!" Yüksek ses ve nefes bile alınmayacak kadar dip dibe girmiş insanların içinde beni duyup duymadığını bile bilmiyordum. İyice beni sinirlendirdiği yetmezmiş gibi gülümsemesi daha da mide bulandırıcı bir hâl alırken bu iğrenç heriften nasıl kurtulup ablamı bulacağımın planını kafamda tartıyordum. Emrim onu sinirlendirmiş gibi değil de daha çok hoşuna gitmiş gibi belime doladığı eline göz devirip daha çok yaklaşmasına izin verdim. “Zoru oynayacağım diyorsun demek ki, peki bebek.” Burada aklı başında kimse yok muydu Allah aşkına? Kimse görmüyor muydu bu şerefsizin beni rahatsız ettiğini ya da şöyle sorayım görenler niye sesini çıkartmıyordu? Dört tarafı denizle çevrili bir ada gibi her yanımda farklı biri vardı! İyice dibime girince en iyi anı kolladım ve o usul usul boynuma yaklaşırken yapabileceğimin en iyisini yapmayı umarak bacak arasına tekmeyi bastım. Ayyaş pezevenk iki büklüm bir şekilde yedi sülaleme söverken kalabalığı yararak ekürisi de yanına gelmişti. O beni rahatsız ederken bir şey yok da ben kendimi savununca kötü mü oluyordum? Tekmeyi bastığım piçin arkadaşı ilk yerdeki ayyaşın yanına gitti ardından kaçmaya hazırlanan bana hesap sorarak üstüme doğru yürürken geri geri adım atmaya çoktan başlamıştım. "Seni adi orospu, sen şimdi görürsün!" Tarzı iğrenç tükürüklerini etrafa saçarak konuşurken aklımda dönüp duran kurtlar derhal buradan kaçmamı ve ablamı kendi akıbetine bırakmamı söylüyordu. Ama eğer eve ablam olmadan dönersem benim akıbetimin de ondan kalır yanı olmayacağını biliyordum. Üzerime yürüyüp çenemi eliyle sıkıca tutunca acıdan gözümden bir damla yaş düştü. Kendimi koruyabilen, güçlü bir kadın olduğumu zannederken; evimden uzakta, tanımadığım insanların arasında ne kadar da savunmasız olduğum yüzüme tokat gibi çarpmıştı. Buraya gelirken ki cesaretim tuzla buz olmuş bir vaziyette ayaklarımın dibindeydi. Daha sonrasında yüzümdeki acı hafifledi. Saniyeler içerisin de bana orospu diyen yavşak yerde yatıyordu. Kim onu yere serdi, ne oldu derken kolumdan çekilip yukarı merdivenlere doğru doğru zorla bileğimden çekildim. Hatırımda ise tok ve gür bir sesin: "Ona bir daha dokunduğunu görürsem senin ecelin olurum." dediği kaldı. Yukarıdaki boş odalardan birine beni ardından kendisini soktu ve ardımızdan kapıyı kapattı. Yatağın ayak ucuna oturup sarma sigarasını, ya da her ne ise, yaktı. Ayakta dikilip onu izlediğimin farkında olmasına rağmen hareketleri o kadar rahat ve umursamazdı ki bir anda sanki görünmez olduğumu hissettim. Huzursuz bir halde uzun kazağımın kollarını ellerimin üzerine kadar çekip kollarımı bedenime sararak etrafa üstün körü bir bakış attım. İçimden geçen tek şey ablamın bulup gitmekten dışarıya tek bir adım dahi atmak istemiyordum. Gözlerim tekrardan yerde oturan adama iliştiğinde iri cüssesi gözümü daha da korkuttu. Bana saldırmaya kalkarsa kendimi savunamadan boynumu kırabilecek bir güce sahipti. Gözleri beni bulduğunda ağzındaki sigaradan dumanlar yükseldi ve çok kısa bir an içinde gözlerini kıstı. Şu an aklımda ne ablam vardı ne de annem... Tek düşünebildiğim bu yabancıydı. Küçük adımlarla yanına ilerlerken, o kafasını yatağa yaslamış bir vaziyette sigarasının tadını çıkarıyordu. Yere doğru çömelip, dizlerimi kırarak bacaklarımın üstüne oturdum. Burada olduğumun yeni farkına varmış gibi gözlerini açınca içimden korku bir ürperti gibi geçip gitti. Açık yeşil ve kehribar arası gözlerinin beyaz tarafı neredeyse görünmeyecek kadar kızarmış ve su içinde gezen elektrikli yılan balığı gibi kan oturmuş damarları ortaya çıkmıştı. Karanlığı andıran simsiyah göz bebekleri kocaman olduğunu görünce elindekinin sadece sigara olmadığını fark ettim. Korkmam gerekirken yerde bacaklarımı sürterek ona daha çok yaklaştım. "Neden buradasın küçük?" Ses tonu ifadesiz çıkarken ağzımı açıp tek kelime etmeden onu seyretmeye devam ettim. Gözlerimi alamadığım yüz hatları beni bir girdap gibi içine çekiyordu, onu bir sapık gibi izlemekten utansam da kendimi alıkoyamıyordum. Yüzüne tam oturan, kemiğinde hafif çıkıntısıyla güzel bir burnu vardı. Onu daha çok tehlikeli gösteren köşeli çenesi ve onu çerçeveleyen kirli sakalı... Ben onu izledikçe, yutkunurken oynayan âdem elması ve belirgin şah damarı... Siktir! "Ablamı almaya geldim." diye sessizce mırıldandım. Sigarasından bir nefes çekip dumanı dışarı üfleyerek konuşmaya başladı. "Burada olmaman gerekiyor!" Neye sinirlendi anlamasam da ses tonu hiç hayra alamet değildi. "Eğer benimle aşağıya gelirsen emin ol ablamı aldığım gibi buradan gideceğim." Belki kabul eder diye dua eden iç sesimin şeytani gülümsemesi ile sesi soluğu saniyesinde kesildi. Karşısında oturmaktan vazgeçip yanına, sırtım yatağa dayanacak şekilde oturdum. Elindekinden derin bir nefes almasını sessizce izlemeye devam ettim. Sanki kafası güzel bir ressam uyuşturucunun zararlarını anlatayım derken ortaya onu yüceleştiren bir resim çıkmış gibi değişik bir çehresi vardı. Elindeki her ne ise ondan nefret ediyordum, bu yaşıma kadar. Aldığı hayatların, kararttığı güneşlerin haddi hesabı yoktu. Ama şimdi... Kıskanıyordum. Arsız duygular zihnimi istila ederken odanın içine göz atmaya karar verdim. İki kişilik bir yatak, gömme ahşap bir dolap, bir boy aynası ve eski ahşap bir saatten başka hiçbir şey yoktu. Saat ikiyi gösterse de çoktan durmuş olduğu için doğru olup olmadığını bilmiyordum. Aşağıdan gelen boğuk müzik ve insanların çığlıkları ablamı tekrardan aklıma getirdi. Onu bulmak istesem de bu yabancının yanında kalma isteği daha ağır basıyordu. "Normalde ablanın seni buralardan toplaması gerekmiyor mu?" Söylediği şey beni güldürse de küçük bir iğneyi tenime batırır gibi ufak bir acıda vermişti. Ablam şu an beni hatırlamıyordu bile. Yüzümdeki aptal gülümsemem ile birlikte bacaklarımı kendime doğru çekip kollarımı etrafına doladım. "Bilmem" dercesine omuzlarımı kaldırıp indirdim ardından yanağımı dizlerime yaslayıp ona alttan, salak salak bakmaya devam ettim. Elini kaldırıp gözüme inatla girmek isteyen kâkülümü kenara çekti. İlk dikkatimi çeken şey elinin boyutunun yüzüm kadar olmasıydı. İkincisi ise bu kadar kaba görünümlü bir adamın nasıl bu kadar nahif bir şekilde dokunuyor olabileceği ihtimaliydi. Zarar vermekten korkarmış, kıyamıyormuş gibi... Ya da ben sadece götümden uyduruyordum. Hareketlerinin hafifliği ile gözlerimi kapayınca sanki bana dokunmak hoşuna gitmiş gibi parmak uçlarıyla saçlarımı ve yüzümü sevmeye devam etti. "Korkmuyor musun benimle, burada, yalnız başına olmaya?" O hala yüzümü tüy kadar hafif hareketlerle sevmeye devam ederken hiç ağzımı açıp cevap veresim gelmiyordu. Ama benimle konuşmaya devam etsin diye sorusuna soru ile yanıt verdim. "Korkmalı mıyım?" "Kötü bir adam olabilirim. Bir katil veya küçük kız çocuklarını yiyen bir canavar..." Söylediği şeye kocaman gülümserken onun da dudaklarında hafif bir kıvrılma gördüm. Saçma bir şekilde onu güldürmek beni gururlandırmıştı. "O zaman korkmamalıyım. Küçük bir kız çocuğu değilim nasıl olsa." Söylediğim şeye hafifçe gülümseyerek elini yüzümden çekerek göz devirip kafasını diğer tarafa çevirdi ve sigarasından son bir fırt çekip izmariti parkede söndürdü. "Peki ya katilsem?" Yüzüme bile bakmadan sorduğu soru o kadar korkunçtu ki... Bir katille aynı odadaydım fakat şu kısacık ömrümde kendimi hiç bu kadar güvende hissetmemiştim. Katil olması bir şeyi değiştirmiyordu. Benim babam da bir katildi. "Katil olsaydın şimdiye kadar beni öldürmez miydin?" Yüzündeki o küçük dağları ben yarattım kibrine ek cehennemi bile buz tutturacak ifadesiz gülümsemesi hem ödümü koparıyordu hem de ona daha çok çekilmeme yol açıyordu. Kimdi bu adam? Nerden çıkmıştı karşıma? Kader ağlarını bir örümcek timsali örerken bu adamın karşıma tesadüfen çıkmış olmasına asla inanmıyordum. Hayatımın bundan sonraki kalanında bir yeri yoksa neden şimdi yanımdaydı? Sürekli kötü biri olduğunu söylüyordu, hem de bir katil! Zihnimde kocaman eline tam sığan bir silahla o vardı. Dağ gibi dikilmiş, merhametten yoksun bir şekilde. Karşısındakini değil ama yanında olan kişiyi görebiliyordum. Ben... Tanrım ben ultra geri zekâlıyım haberin olsun, dermişim gibi hayaller kuruyordum. Dizlerimde olan kafamı kaldırıp çenemi yasladım ve beyaz parkelerle bakışmaya başladım. "Belki de tatlıyı sona saklamak istiyorumdur." Söylediği şeyle damarlarımda akan kanın buz tuttuğunu hissettim. Kafamı kaldırıp ona çevirdiğimde yüzümdeki dehşet ifadesini görünce gerçekten büyük bir kahkaha patlattı. Sanki hayatı boyunca ilk kez kahkaha atıyormuş gibi acemiydi. Bir o kadar da kusursuz. Kahkahası yavaş yavaş sonlanırken hâlâ bir anda ayağa kalkıp boynumu kırmasını bekleyen bir tarafım vardı. Ve sürekli bana ablamı hatırlatıyordu. Onu bulmam gerekiyordu ama inanın o aşağıdaki aşağılık insanları görmeyi de bir o kadar istemiyordum. Belki de ablam ben buraya gelene kadar çoktan gitmişti. Ya da en kötüsü babam eve gelmişti. Eteklerimin tutuştuğunu hissettiğimde telaş tüm bedenimde dolanıyordu. Yüzüme bakarak bir şeylerin ters gittiğini fark edince kaşlarını çattı. "Ne oldu?" "Gerçekten, seninle burada oturup sohbet etmeyi aşağıya inmeye tercih ederdim ama gitmem gerek." Ben hızla ayaklanınca oda oturduğu yerden kalktı. Normal bir esrarkeşin kafası güzelken ayağa kalkınca sendelerdi ama o anormal bir esrarkeş olduğu için sapa sağlam karşımda duruyordu. "Ablanın burada olduğuna emin misin?" Boy farkından dolayı kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Boynumun acısını görmezden gelip birazcık daha ona bakmak için orada öylece dikildim. "Arkadaşı aradı burada diye. Sonra da buranın konumunu attı." Ben konuşurken yüzümde gezinen gözleri hafifte olsa utanmama neden oldu. Çok fazla dikkatli bakıyordu, sanki hafızasına kazımak ister gibi. Yüzüme hücum eden kanın sıcaklığını hissediyordum. Kafamı eğip arkamı döndüm. Birkaç adım atıp tekrardan ona döndüm. Benimle gelmeyecek miydi? "Benimle gelmeyecek misin?" Gelmesi için içimden dualar ederken onun duygudan yoksun yüzü tüm ümidimi kırıyordu. "Hayır. Benimle görünmen..." cümleyi bitiremeden sustu. Neden onunla görünmem kötü gibi bir şeydi ki? Buraya çıkarken zaten bizi gören görmüştü hem herkesin kafası bir dünyaydı... Zihnimde benimle gelmesi için mazeretler uydururken o bir şey söyleyecek gibi ağzını açıp sonra vaz geçip kapattı. "Olmaz, git hadi." deyip arkasını döndü. Cebinden çıkardığı telefonu görünce istenmediğimi anladım. Birkaç saniyelik hissettiğim güven duygusu da sırtına çarpıp parçalara ayrılarak ayaklarının dibine düştü. İçimdeki cam parçasından bir parça daha düştü ve daha keskin olup tenime batmaya devam etti. Odadan sessizce çıkıp koridorda yiyişen çifti göz ardı ederek merdivenlerden aşağıya indim. Merdivenlerin sonunda, sağ tarafta, bir odanın kapısına yaslanmış bir adam telefonla konuşuyordu. Normalde ilgimi çekmezdi fakat bana bakarak telefondaki kişiye bir şeyler söyleyip ardından tamam diyerek kapattı. Bana doğru attığı büyük adımları sadece merdivenlerin ikinci basamağında durup izlemekle yetindim. Kimin bu adamı aradığını biliyordum. En azından tahmin ediyordum. Yanıma geldiğinde aynı onun gibi bu adamında gözleri kan çanağı gibiydi. Fakat bu da çok sağlam ve sanki hiç kafayı çekmemiş gibi gözüküyordu. "Seni o mu gönderdi?" Soruma evet diyerek eli ile geçmemi işaret etti. İlk olarak son basamakları da inerken şöyle bir etrafa bakındım. Ablama benzeyen kimsenin olmadığını fark edince asıl müziğin geldiği odaya doğru ilerledim. Çocukta arkamda beni takip ediyordu. "Ablanın ismi ne?" Çocuğun sesi müzikten dolayı boğuk gelse de ne dediğini anlamıştım. "Adı Ahu. Beline kadar gelen platin sarısı saçları var. Boyu uzun biri ve sabah erkek arkadaşı Cengiz ile çıktı. Oda burada olmalı ." diye de ek bilgi verip gözümle etrafı izlemeye devam ettim. Ablamla tamamen zıt iki kutup gibiydik. O Güneşti ben ise Ay. Benim yaptığım sadece ondan gelen ışıkları yansıtmaktı. Yoksa sadece bir gölge gibiydim. Fakat zıt kutuplar birbirini çeker derler ya aynısı ablamla bizdik. Bazen annemin bile vermediği sevgiyi, özeni, şefkati bana ablam gösteriyordu. Düşünceler omuzumda bir yükken çocuk beni elimden tutup mutfağa ardından mutfağın diğer kapısından arka bahçeye çıkardı. Havuzda çırılçıplak iki bedeni görünce elim ayağım boşalmış gibi hissettim. Çocuk kenarda duran şezlonglardan iki tane havlu alıp ilerlemeye başladı. Bende arkasından onu takip ettim. Çocuk: "Cengiz!" diye bağırınca ablamın dudaklarını sömüren yavşak pezevenk dönüp bize baktı. Ablamın başına ne geldiyse bu şerefsiz puşt yüzünden gelmişti. Ablam: "Asu..." diyerek bana doğru yüzecekken şerefsiz Cengiz onu belinden yakalayıp kendine yapıştırdı. "Ooo Uğur Bey, hangi rüzgâr attı sizi buraya?" diye yayvan yayvan konuşurken yanımdaki çocuğun isminin Uğur olduğunu anladım. Acaba onun ismi neydi? Onu düşünmek şu anda yapacağım en son şeydi fakat aklımdan bir türlü onunla ilgili düşünceler çıkmıyordu. "Bırak ablamı!" diye bağırsam da puştun umurunda bile değildim. Ama ablam ondan sıyrılarak bize doğru yüzmeye başlayınca yüzündeki göt oluşu tebessümle izledim. Uğur'un elinden bir tane havluyu alıp çıkan ablamı sardım. "Senin ne işin var burada Asu?" Ablam tamamen havlu ile sarınınca o puştta havuzdan dışarı çıktı. Uğur onu görmeyeyim diye önüme geçtiyse de dönüp bir kez bile ablama bakmadı. "Sonra görüşeceğiz Ahu." deyip beline bağladığı havlu ile mutfak kapısına doğru yürüyüp gözden kayboldu. "Annem gönderdi. Babam 'iş seyahatinden' erken dönebilirmiş." İş seyahati filan yoktu aslında. Babamın canı eve gelmek çekmiş ve annemi aramıştı. Normalde hafta sonları pek evde olmazdı. Ablam bunun için bu kadar rahat davranmıştı. Oda babamın eve geleceğini anlayınca kenarda duran iç çamaşırları ve şortunu alıp giymeye başladı. O üzerini giyinirken bende Uğur'a döndüm. "Her şey için teşekkürler." deyip küçük bir tebessüm dudaklarımda yerini buldu. Kafasını eğerek konuşmadan eyvallah deyip son kez şortun düğmesini bağlayan ablama bir göz atıp gitti. O gidince ablama dönüp işini bitirmesini bekledim. Saçındaki suyu sıkarken bende montumu çıkartıp ona doğru uzattım. Minik bir gülümseme ile montu alıp üzerine geçirdi. Soğuk hava beni gafil avlarken çoktan dişlerim takırdamaya başlamıştı. Ablamın koluna girip evin az ilerisindeki yolun ortasında park dilmiş arabaya doğru yürüdüm. İkimizde arabanın içinde yer alınca, ki ablam arka koltukta çoktan sızmıştı, eve doğru bir bakış attım.
Üst kattaki bir camda dikilmiş arabaya bakıyordu. Sanki içinde beni görebiliyormuş gibi arabaya kitlenmişti. Adını, kim olduğunu, neden burada olduğunu ve neden bana yardım ettiğini bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey varsa oda artık hayatında bir yerlerde olacağımdı. Arabayı çalıştırıp sinyalleri yakıp söndürdüm. Belki de yaptığım şey o güzel yüzünde bir tebessüm oluşturmuştur, kim bilir. Arabayı boş yolda tersi yöne döndürüp sürmeye devam ettim. Gelecekte ne olacağını bilmeden onunla tekrardan karşılaşacağım günü bekleyecektim farkında olmadan.
|
0% |