@sabahattinali
|
Salâhattin Bey ertesi gün vazifeye ancak öğleden sonra gidebildi. Yüzü hâlâ sarı ve tıraşlıydı. Evde Şahinde ile şiddetli bir kavga etmiş ve zihni büsbütün karışmıştı. Dairede avukat Hulusi Bey’i kendisini bekler buldu. Hazin hazin gülerek, “Görünmez kaza işte buna derler iki gözüm...” dedi. “Duracak zaman değil. İşin çaresine bakmalı!” “Çaresine bakılacak tarafı mı var? Elimdeki zeytinliği satsam ve bir senelik maaşımı kırdırıp buna ilave etsem yine yetmez; 320 altın bu... Bitti Hulusi Bey, her şey bitti. Düşün ki buradan tası tarağı toplayıp gitmek bile mümkün değil, burada kalıp sefil ve kepaze olmaya mahkûmum. Üç senede, beş senede, elbet ödemeye çalışacağız!” İçeri eshabı mesalihten birkaç kişi girdiği için sözü kestiler. Kaymakam birdenbire bunların arkasında Hacı Etem’in yüzünü görür gibi oldu ve şaşırdı. Etem, diğerlerini iterek öne doğru sokuldu ve Kaymakam’ın önüne bir kâğıt sürdü. Salâhattin Bey, kâğıda bir göz atınca sapsarı oldu; eli titremeye başladı. Yavaşça sordu: “Neden icap etti bu?” “Hani beyim, aklınıza bir şey gelmesin... Lüzumu da yoktu ya, âdettir de onun için; siz bir imza buyurun!” Kaymakam önündeki kâğıda titrek bir imza attı ve Hacı Etem gözlerini Hulusi Bey’inkilerle karşılaştırmamaya çalışarak süratle çıktı. Kaymakam diğerlerinin kâğıtlarını da, bir kere göz bile gezdirmeden, imzaladıktan sonra yavaşça Hulusi Bey’e döndü, “Dün akşamki para için bir senet imzalattılar!” dedi. “Niçin imzaladınız?” “Ne yapayım? Hem görmüyor musun, ne biçimsiz zamanda geldi. Muhakkak kerata bir saattir içerisinin dolmasını beklemiş. Her şey bitti dedim ya sana!” “A iki gözüm, senin bu Hilmi Bey’e bir kötülüğün dokunmuş değildir. Senden intikam almak istemesine filan imkân yok. Herhalde başka bir maksatları olacak. Ya senden mühim bir çıkarları var yahut da başka bir şey. Hilmi Bey senden bu üç yüz bilmem ne kadar lirayı alamayacağını pek iyi bilir. Kaymakam Bey’i kendisine borçlu etmek zevki için de bu kadar paraya kıyamaz. Dur bakalım, bir müddet bekleyelim. Herhalde bir kokusu çıkacak. Sen yalnız aklını başına topla ve hiç itidalini kaybetme. Dünyada düzelmeyecek iş mi olur?” Salâhattin Bey bu gibi sözlerin ona teselli vermekten uzak olduğunu ima eden bir tavırla başını salladı. Akşam eve döndüğü zaman Şahinde, kendisini gülerek karşıladı. Bir-iki saat evvelki kavgadan sonra bu fevkalade iltifat onu hayrete düşürdü. Şahinde onu kolundan tutarak kulağına fısıldadı: “Ayol sana mühim havadislerim var!” “Hayrola!” “Sorma, bugün bize Hilmi Bey’inkiler geldi. Ama öyle senin bildiğin gelişmelerden değil, adeta şöyle görücüye gelir gibi bir şey!” “Ne görücüsü? Kimin için?” “Kimin için olacak a bey, gelinlik kızın olduğunu unuttun mu?” “Muazzez için mi geldiler? O daha çocuk, demedin mi?” “Ne çocuğu, ilahi Salâhattin Bey, ben sana vardığım zaman kaç yaşındaydım?” “Benim şimdilik kimseye verilecek kızım yok. Gelenlere böyle söylersin. Hem bu işlere sen pek karışma.” “Karışmaz olur muyum? Anası değil miyim? Neyse, bağırıp durma; ben zaten, babasıyla görüşeyim demiştim. Fakat herhalde kızı yirmisine kadar evde tutup kocakarı yapmaya niyetin yoktur.” Salâhattin Bey odasına gidince uzun uzun düşünerek bu iki günün vukuatını birbirine bağlamaya, onlara mana vermeye çalıştı. Bir şeyler sezer gibi oluyor, fakat içinden çıkamıyordu. Eğer Hilmi Bey, Muazzez’i oğluna almak istiyorsa neden önce dün akşamki gibi bir plana lüzum görüyordu? Doğrudan doğruya isteyemez miydi? Şehrin zengin ve asil bir ailesinin oğlu, herhalde reddedileceğini düşünerek babasını böyle yollara sevk etmiş olamazdı. Fakat ertesi gün Şakir’i şuradan, buradan soruşturunca niçin evvela kendisinin eli ayağı bağlanmak istendiğini anladı. Hulusi Bey de havadisi duyunca yüzünü buruşturdu, “Bak bu hiç aklıma gelmemişti” dedi. “Yazık olacak kıza!” “Ne diye yazık olacakmış? Ben öylesine kız filan vermem!” “Onlar da herhalde senin böyle diyeceğini düşünmüşlerdir. Ne diye akşam sana üç yüz lira verdiler? Hem dur bakalım, bu daha bir şey değil; onlar bir dolap çevirmeye başlamasınlar yoksa, bu hiçtir. Bu parayı sana Edremit’i bırakıp gidemeyesin diye verdiler. Üst tarafı için başka tedarikleri olacağını tahmin ediyorum. Yalnız bir şeye aklım ermiyor: Şakir; zevkinde, safasında bir serseriydi; evlenmek aklına nereden geldi acaba?” Salâhattin Bey tekrar düşünmeye daldı. Kızını kendine anlatılan şekilde bir ite vermek mecburiyetinde kalacağını aklı almıyordu. Hulusi Bey: “Mamafih, belki de bu, Şakir’in delice heveslerinden biridir. Yarın öbür gün geçer. Şimdilik işi mümkün olduğu kadar uzatmaya bak. Kaçamaklı cevaplar ver; belki bıktırıp bu işin arkasını bıraktırırsın. Üç yüz lira meselesine gelince, dediğim gibi bunu senden alamayacaklarını bilirler. Hem sen ne zaman olsa onlara lazımsın. Sonra Hacı Etem demek Şakir demektir. Hilmi Bey’den çıkan para pek yabancı yere gitmedi ki!” Salâhattin Bey de şimdilik işi savsaklamayı en uygun çare buldu. Yusuf’a hiçbir şey açmamayı tercih etti. Deli oğlan gidip bir taşkınlık yapar, kendini tutamayıp bir vaka çıkarır, işi düzelmez bir hale sokardı. Bayramda Şakir’le ikisi arasında cereyan eden hadiseyi de bir parça bildiği için, Yusuf’un bu işten haberi olmasını şimdilik münasip bulmadı. Böylece on-on beş gün kadar bir zaman geçti ve tam bu sıralarda Yusuf’u bir gece eve getirdiler. Getirenler Yunus Ağa isminde ihtiyar bir pabuççu ile otuz beş yaşlarında, perişan kıyafetli bir kadın ve onun yanında mütemadiyen Yusuf’un sarı çehresine bakan ve durmadan ağlayan hasta kılıklı bir kızdı. Bu kızla anası, o gece ve ondan sonraki geceler Yusuf’un başucundan ayrılmadılar ve Kaymakam’ın evinde kaldılar. |
0% |