Yeni Üyelik
27.
Bölüm

İKİNCİ KISIM - 11.BÖLÜM

@sabahattinali

Şahinde’nin kendine göre biraz da kurnazlığı vardı ve Muazzez için Edremit’te evlenme yollarının, bir tek çare müstesna, kapanmış olduğunu fark ediyordu. Bu bir tek çare, onun eskiden beri istediği şeydi: Muazzez’i Şakir’e vermek...

Kübra hikâyesinden haberi olmayan Şahinde’nin bunu öğrense bile fikrini ne dereceye kadar değiştireceği tayin edilemezdi. Fakat ne Yusuf ne Salâhattin Bey, artık bu meseleyi tekrar eşelemeye lüzum görmüyorlar, Şakir işinin tamamen kapanmış olduğunu sanıyorlardı. Bu meselede Şahinde’nin planları olması ve kendi kendine işler çevirmesi ihtimali hiçbirinin aklına gelmiyordu.

Halbuki Şahinde, Salâhattin Bey’in artık uzun zaman başlarında kalamayacağını, kendi kendine itiraf etmese de, seziyor ve ondan sonra da ayakta durabilecek çareler arıyordu.

Bir zeytinlik ile yanındaki bir tarla üç kişiyi senenin bir ayında bile doyurmazdı. Yusuf’un eline bakmak ise, hepsinden ağırdı. Bu mağrur ve dikkafalı oğlanın ekmeğini yemek ve onun emri altında olmak Şahinde’nin tahammül edemeyeceği şeylerdendi. Hem bakalım Yusuf, kendi ekmeğini kazanabilecek miydi? Hiçbir iş tutmayan ve boşta gezen bu “evlatlığa” yüzsuyu dökmektense, aslan gibi bir damat bulup köşeye kurulmak herhalde çok daha akıllı işiydi.

Şakir’in serseriliği, sarhoşluğu artık unutulmuş gibiydi. Fakat bunları unutturan hadise, yani onun bir adam öldürmüş olması, Şahinde’ye hiç de korkunç görünmüyordu.

Belki bu şehirde adam öldürmenin biraz şerefli ve kahramanca bir şey gibi telakki edilmesi, belki de bu katlin kendi kızı için olduğunu bilmesi, ona Şakir’i daha sıcak gösteriyordu.

Sonra Şakir’in annesiyle arasında günden güne artan ve hudutlarının tamamıyla çizilmesi güç olan bir dostluk onu bu aileye bağlamaktaydı.

Hilmi Beylerin konağının ihtişamı, kendisine ana ve oğuldan tekrar yağmaya başlayan hediyelerin cazibesi de bu yaklaşmada ayrıca amil olmaktaydı.

Fakat Muazzez, bu sefer iki-üç ay evvelki kadar kararsız ve annesine tabi değildi. İçinde kendisini idare eden, ona hareketlerinin ana istikametlerini gösteren ve günden güne büyüyen bir ihtiras vardı.

Yusuf’un kendisine karşı gösterdiği soğuk tavırdan doğan infial zamanla azalıyor, yerini, Yusuf’un böyle yapışının sebeplerini anlamak isteyen bir meraka bırakıyordu. Çocukluğundan beri hayatta en yakını olan Yusuf, her yerde, her zaman kendisine destek olan Yusuf ve nihayet o akşam kendisine o kadar içten bakan ve onu o kadar iyi anlayan Yusuf, şimdi Muazzez’i hiç sebepsiz unutmuş olamazdı. Ondan bu kadar ısrarla kaçmasında bile bir fevkaladelik vardı.

Bu düşüncelere rağmen genç kız, annesiyle birlikte gezmekte devam ediyordu. Birkaç kereler de Hilmi Beylere gittiler. Muazzez burada kendisine karşı yapılan muameleye yabancı olmadığını hissetti. Son vakalardan evvel, Şakir Bey’in kendisini ısrarla istediği ve reddedileceğini aklına getirmediği sıralarda, bu evde yine böyle candan karşılanıyor, hanım tarafından öpülüp yanına oturtuluyor, her ziyaretten bir hediye ile ayrılıyordu.

Tekerrür eden bu gönül avlama usulleri nedense onu bu sefer sıkmaya başladı.

Sırf evde yalnız kapanıp kalmamak, düşünmeye mecbur olmamak için annesiyle arkadaşlık ediyor, fakat Hilmi Beylere gitmek istemiyordu.

Hele bir gün Cennetayağı’ndaki bağa davet edilip orada, uzaklarda dolaşan ve gözlerini kendisine diken Şakir Bey’e rastlayınca, bu aileden büsbütün soğudu, içini bir ürperme kapladı ve korkmaya başladı.

Bu hayata daha fazla tahammül edemeyecekti. Annesinin zevk aldığı şeylerden hoşlanmıyor, gittiği yerlerdeki akranlarıyla ise artık konuşacak laf bulamıyordu.

Hayal ve düşüncelerle dolu ve yalnızlık içinde geçen bir hayat, bu on beş yaşındaki kızı, kendi yaşındakilerden ayrı yapmıştı. O, şimdi bir kadın gibi düşünüyor, dertlerine tek başına çareler arıyordu.

Bir şeyler yapmak, artık her şeye bir son vermek lazımdı. Bunu nasıl yapacağını tasarlarken bir gün evde Yusuf’la karşılaştı. Belki haftalardan beri onu yakından görmemişti. Yüzünün sarılığı, Muazzez’i korkuttu. Bütün söylemeye hazırlandığı şeyleri unutarak, “Yusuf Ağabey, sana ne olmuş?” diye sordu.

“Ne var kızım?”

“Benzin pek sararmış... Hasta mısın?”

“Değilim... Babama üzülüyorum. Sonra yalnızlık, işsizlik... Can sıkıntısı!..”

“Babam nasıl?.. Son günlerde iyice, değil mi?”

Yusuf, kızın, “Babam nasıl?” diye bu kadar tabii bir şekilde soruşuna güldü:

“Yatağa düşmüyor...” dedi. Sonra kendi kendine söylenir gibi ilave etti: “Belki de düşmeyecek!”

“Ne demek istedin?”

Yusuf tekrar güldü. Lafı değiştirerek, “Annen nerede, gene gezmekte mi?” diye sordu.

“Evet!”

“Sen neden gitmedin?”

“Canım istemedi...”

Biraz bekledikten ve Yusuf’un yüzüne dikkatle baktıktan sonra, kelimelerin üzerinde durarak tekrar etti:

“Canım istemedi!”

Bu konuşma sırasında Yusuf, sokak kapısının yanında ayakkabılarını giymeye uğraşıyor, Muazzez de yanında, ayakta duruyordu.

Genç kız, onun gitmekteki acelesini seyrederken, birdenbire içinden gelen bir teessürle, “Ama belki bir gün canım isteyecek!” dedi.

Yusuf, hemen doğrularak sordu:

“Neyi?”

Muazzez omuzlarını silkti.

Yusuf tekrar sormak ve ısrar etmek için ağzını açtı, sonra vazgeçerek arkasını döndü. Kapıyı aralayıp sokağa çıktı.

Loading...
0%