Yeni Üyelik
17.
Bölüm

İKİNCİ KISIM - 1.BÖLÜM

@sabahattinali

Birkaç gün sonra bir kuşluk vaktiydi. Şakır şakır yağmur yağıyordu. Yusuf gocuğuna bürünmüş, hızlı adımlarla Aşağıçarşı’dan geçerken Hacı Etem’e rast geldi. Beriki, bunu görünce yolunu değiştirecek oldu, fakat Yusuf onu önledi, “Gelsene azıcık!” dedi.

Hacı Etem eliyle tabancasını yokladı ve bir adım ileride giden Yusuf’un hareketlerine dikkat etmeye başladı.

Yusuf ellerini arkasına kavuşturmuş, hızlı hızlı gidiyordu. Yolun kenarına gelince bir dükkân çatısının altına sığındı; Hacı Etem’in yüzüne bakmadan, “Babamdan aldığınız senet yanında mı?” dedi.

Bir kavgaya, bir hesap sormaya hazırlanan, fakat bu suali hiç beklemeyen Hacı Etem, “Bende senet ne gezer, beyin kendisindedir” dedi ve ilave etti: “Ne olacaktı ki?”

“Akşamüstü al da Çınarlı Kahve’ye gel... Parayı ödeyeceğim!..”

Hacı Etem bu sefer kendi karnına bir bıçak yemiş gibi sarardı. Hele bunu hiç beklemiyordu.

“Nereden ödeyeceksin?”

“Üstüne vazife mi? Senedi getir, parayı vereceğim!”

Ve arkasına bakmadan Soğuktulumba tarafına yürüdü; zeytinliğe gidip akşama kadar işçilere göz kulak oldu.

Hacı Etem kahvede pastıra oynamaya gitmek için evden çıkmıştı, fakat Yusuf’la karşılaştıktan sonra hemen döndü, Hilmi Beylerin evine giderek iki saat kadar kaldı.

Baba-oğul, onlar da böyle bir şey beklemiyorlardı. Salâhattin Bey’in bir-iki günde üç yüz lirayı bulabilmesine imkân yoktu. Kaymakam’ın, hepsi memur olan arkadaşları da kendi gibi züğürttü. Yerlilerden ise böyle bir fedakârlığı, hem de karışık bir işe girmek suretiyle, yapmak isteyecek kimse bulunamazdı. Bu işte bir oyun olması ihtimalini en akla yakın buldular.

Hilmi Bey senedi Hacı Etem’e verirken, “Gözünü aç da kâğıdı kaptırma... O oğlanı pek gözüm tutmuyor!..” dedi.

Halbuki akşamüzeri camları nefesten buğulanan Çınarlı Kahve’ye, arkasında iki de adamıyla birlikte giren Hacı Etem’i, Yusuf ayakta karşıladı; ondan senedi alınca, karşısındakinin beklediği gibi, yırtmaya veya kaçmaya kalkacağı yerde, güzelce katlayıp cebine koydu ve gocuğunun cebinden büyükçe bir meşin kese çıkararak beyaz boyalı demir masanın üzerine altınları saymaya başladı.

Üç yüz yirmi lira tamam olunca yine karşısındakinin yüzüne bakmadan ve bir şey söylemeden kapıya gidip yağmurun içinde kayboldu.

Kahvede bulunup, bu manzarayı görünce, tavlalarını bırakarak o tarafa sokulanlar, ağızlarının kenarında ahbapça sırıtmalarla Hacı Etem’e bakıyorlar ve o, liraları avuçlayıp cebine doldururken, aptal bir bakışla dudaklarını yalıyorlardı.

Kahvenin kapısı tekrar aralandı ve içeri Şakir girdi. Hacı Etem’in etrafında toplananlar onu görünce yerlerine dağıldılar ve ikisini yalnız bıraktılar.

Şakir, kapıya yakın bir masaya gitti, tahta iskemleyi külhanbeyce bir tavırla çekip altına aldı. Hacı Etem de karşısına geçti. Evvela ikisi de bir şey söylemediler. Şakir, bir müddet kahvenin içini süzdü: Oldukça geniş olan salon, adamakıllı kalabalıktı. Uzun ve beyaz bıyıklarını oynata oynata bir köşede Rumca muhabbet eden Giritlilerin sesi buradan duyuluyordu. Daha ileride, kahve ocağına yakın bir yerde, dört-beş at cambazı küçük mikyasta bir kavgaya başlamışlardı. Tavanın ortasında sallanan büyükçe bir lambanın ışığı, müşterilerin başlarını aydınlatıyor ve festen keçe külaha, kalpaktan kefiyeye kadar belki yirmi çeşit serpuş, rüzgâr vurmuş bir çiçek bahçesi gibi dalgalanıyordu. Kahve ocağını müşterilerinden ayıran, üst kısmı raflardan müteşekkil tahta bölmede sıra ile dizilmiş nargileler ve dikine konmuş sarı bakır tepsiler parlıyor ve bir kenarda, kabzaları kadifeli kırmızı marpuçlar sallanıyordu.

Esmer duvarlarda başları taçlı, göğüsleri kat kat incili şişman Acem güzelleri duruyor ve mütemadiyen kımıldayan bu insan başı bahçesini seyrediyordu. Bunların karşı sırasında diğerleri gibi renkli taş basması iki “Othello” sahnesi vardı. Bunlardan biri, yere eğilip Desdemona’nın düşürdüğü mendili alan Iago’yu, diğeri de muhteşem bir yatağa serilen Desdemona ile hançeri kendi gırtlağına saplamak için kolunu kaldıran aksakallı, kıskanç zenciyi gösteriyordu.

Fakat Şakir, ömrünün yarısını geçirdiği bu kahvede, bu anlattığımız şeylere bakmıyor, sadece Hacı Etem’in daha evvel söze başlaması için gözlerini etrafta dolaştırıyordu.

Nihayet onun da sustuğunu görünce gözünün birini kapayıp başını sallayarak, “Ne var ne yok?” demek isteyen bir işaret yaptı.

Hacı Etem, bunu bekliyormuş gibi hemen, “Fena!” dedi.

“Parayı verdi mi?”

“Tastamam!..”

“Ne halt edeceğiz?”

“Bilmem.”

“Sen bir çare düşünmedin mi?”

“Vallahi zor iş. Aralıkta benim başım da nâre yanacak. Bana kalırsa kızı buralardan aşırmaya bakmalı, kaçırmalı.”

Şakir, gözleri parlayarak ona doğru eğildi: “Babam?.. Bu işe onu razı edebilir misin?”

Hacı Etem, “Bu ne biçim laf” der gibi Şakir’in yüzüne baktı: “Canı isterse... Yoksa üçümüz birden damı boylarız!..”

Şakir, karşısındakinin sözlerini artık dinlemiyordu. Bir şey düşünmeye dalmıştı. Yavaşça sordu: “Hemen bu işi yapabilir miyiz?”

“Kolay değil... Nereye götürürüz?..”

Şakir onun sözünü kesti. “Bizim yaylaya” dedi. “Ben götürürüm...”

Hacı Etem canı sıkılmış bir tavırla ve yan yan ona baktı: “Ya anasını ne yapacağız?..”

Şakir onun ne demek istediğini pek anlayamadı: “Anasını mı? Evinde otursun anası... Bana ne... Bana kızı lazım!”

Hacı Etem’in yüzü büsbütün içerlemiş bir ifade aldı: “Sen kimi diyorsun, Allah aşkına!”

“Kaymakam’ın kızını...”

Hacı Etem altına alıp oturmuş olduğu sağ ayağını yere indirdi ve eliyle bir şey fırlatıp atar gibi bir işaret yaptı: “Bırak Allah’ını seversen Şakir Bey... Hep keyfinin havasındasın. Ben, şu başımıza sardığımız derdi, Kübra mıdır nedir, onu söylüyorum. Sen sevdalık peşindesin. Öbür işi
temizlemezsek başımıza gelmedik bela kalmaz. Hele şimdi Kaymakam, kendini serbest bulunca var kuvvetiyle bize dayanacaktır. Memlekette kepaze olduğumuza mı yanarsın, mahkemelerde süründüğümüze mi yanarsın...”

“Hani sen o işi düzenlemiştin ya!”

“Senin dünyadan haberin yok Şakir Bey... Senin gözünü mü boyadılar, nedir? Düzene koyduk dediğin iş yüzünden az daha ben sizden evvel damı boylayacaktım. Biz belayı Yusuf’un başına sardıralım derken, kahpenin kızı mostrayı meydana vurdu, ne edeceğimi şaşırdım. İşin içine bir de bıçak oyunu girdi. Bakalım ne olacak. Bütün ümidim şu paradaydı, onu da ödedikten sonra, herifin bizden ne korkusu olacak? Hele şu yere bakan oğlan, şu Yusuf yok mu, onun hesabını da görecek zaman gelir helbette. Bütün açmazlar onun başının altından çıkıyor. Üç yüz yirmi lirayı nereden denkleştirdi, bilemedim, gitti. Yol mu kesti dersin?”

Şakir, ifadesiz gözlerle ona baktı. “Peki, Muazzez ne olacak?.. O meseleyi ne yapacağız?” dedi.

Hacı Etem yerinden kalktı. Şakir de doğruldu. Kapıya doğru yürüdüler. Dışarda yağmur azalmıştı. Kapının önünde birbirlerinden ayrılırlarken Hacı Etem, “Senin gözünü sevda bürümüş, Bey...” dedi. “Sen bir İzmir’e git de gönlünü eğle!”

Loading...
0%