@sabahattinali
|
Sokağın başından iki jandarma ile genç bir jandarma çavuşu belirdi. Hürriyetin ilanından beri oldukça kendilerini gösteren bu devlet kuvvetlerine karşı halk, eski zaptiyelere yaptığı gibi laubalilik gösteremiyor ve bir tanesi bir yerde görününce herkes işine gücüne gidip üstüne iş açmamayı tercih ediyordu. Bu sefer de onların görünmesiyle meydanın boşalması bir oldu. Yolları tutmaya koşan jandarmalar, şahit yazmak için ancak dört-beş kişiyi orada alıkoyabildiler. Bu şahitlerden ikisi, adlarını jandarmalardan birine yazdırdıktan sonra, belediye doktoruna ve Ali’nin babasına gönderildiler. Ve Şakir, koluna giren bir jandarma ile birlikte, ağır ağır yürümeye başladı. Hacı Etem kargaşalık sırasında birdenbire ortadan kayboluvermişti. Tavşanbayırı’nın eteklerindeki karakola kadar hiçbiri ağzını açıp bir şey söylemedi. Pembe boyalı ahşap binaya girince şahitlerle Şakir sofada kaldı. Çavuş, odasına girerek kâğıt kalem hazırladı. Şakir’in elinden alınan kocaman, toplu tabanca masanın üstünde uzanıyordu. İlk önce içeri çağrılan Şakir ifade verecek halde değildi. Şaşkın ve hâlâ sarhoştu. Çavuşun verdiği tabakadan kalın bir cigara sarmaya çalışıyor, fakat titrek parmaklarının arasından cigara kâğıdı mütemadiyen kayıyordu. Çavuş önündeki kâğıtlara, duvardan alıp masanın üstüne koyduğu aynalı, küçük lambanın ışığında, katilin ancak hüviyetini yazabildi. Sonra kapının yanında bekleyen candarmaya, “Al götür; şahitlerden biri gelsin!” dedi ve arkasına yaslanarak esnedi. Şakir, ayaklarını sürükleyerek, kapıya gitti, fakat dışarı çıkarken Hacı Etem’le göğüs göğüse geldi: Bu, sanki Şakir’i görmemiş yahut onu tanımıyormuş gibi, başını bile çevirmeden çavuşa doğru yürüdü: “Nasılsın bakalım, Cemal Çavuş?” dedi ve sonra başını sallayarak ilave etti: “Yazık oldu aslan gibi delikanlıya, billahi... Çok yazık oldu!.” Cemal Çavuş genç ve meslekte yeni bir jandarmaydı, fakat Hacı Etem’in buraya Ali’ye yanıp yakılmak için gelmediğini anlamayacak kadar da saf ve acemi değildi. Şüpheli gözlerle karşısındakine baktı. Hacı Etem, dışarı çıkmayıp kapıda bekleyen ve lakayt gözlerini kendisine diken Şakir’i göstererek: “Bu oğlana anası yatak yorgan gönderdi, onları getirdim. Yolunuyor zavallı kadın; pek perişan oldu.” Sonra Şakir’e dönerek “Git yatağını ser de uyu... Sabah ola hayır ola... Bir kazadır oldu artık... Dikkatsizlik ettin. Sarhoşlukta insan daha çok sağına soluna bakmalı!” dedi. Şakir bu sözlerin manasını düşünerek yavaş yavaş dışarı çıktı. İçerde Hacı Etem’le çavuş yalnız kalınca bir müddet sustular. Sonra çavuş gözlerini Hacı Etem’e çevirerek, “Ne var?” der gibi bir işaret yaptı. Öteki susmakta ve derin derin düşünmekte devam ediyordu. Nihayet uzun hesaplar yapıp yekûnunu toplamış gibi başını silkti. “Ne olacak bu oğlanın hali?” dedi. “Allah bilir!.. Bir de Koca Reis bilir!” Koca Reis dediği, Ağır Ceza, o zamanki ismiyle Mahkeme-i Cinayet Reisi’ydi. İriyarı ve oldukça yaşlı bir adam olduğu için halk, daha doğrusu mahkemeye işi düşenler, ona bu adı takmışlardı. Hacı Etem hafifçe tebessüm etti ve karşısındakine manalı gözlerle bakarak, “Koca Reis ne edecek ki? Bir kazadır oldu. İşte tasmim, tasavvur yok. Cinayet değil...” Çavuş eliyle işaret ederek, “Yapma canım!” dedi. “Bu kadarını bize bari anlatma... Şahitler dışarda. Şimdi hepsine soracağım...” “İki gözüm; elmas çavuşum, bir beni dinle de sonra şahitlerini çağır!.. Zaten ben de şahit sayılırım. Hem oradaydım hem de sarhoş değildim!..” Yerinden kalkıp çavuşun masasına gitti. Ellerini kavuşturup oraya, Cemal Çavuş’un önüne dayandı; başını ileri uzatarak yavaş sesle, fakat hiç durmadan ve cümleleri birbiri arkasına sıralayarak birçok şeyler söyledi, bu meyanda, Ali’nin ölümünün bir kaza eseri olduğuna çavuşu ikna etti. Sonra doğrularak gitmeye hazırlandı. Bu sırada gözleri, masanın kenarında duran iri Smith Wesson tabancaya ilişti. “İki gözüm” dedi, “bu iş bir kaza... Fakat bu kazayı Şakir’in yaptığı muhakkak mı?” Cemal Çavuş bu kadarını anlamaya, deminki mükâlemenin ve onun sonunda masanın üstüne bırakılan ufak bir torbacığın kâfi olmadığını bildiren bir baş silkmesi ile cevap verdi. O zaman Hacı Etem elini ceketinin sağ cebine atarak bir küçük torba daha aldı, masanın üstüne, diğerinin yanına bıraktı. Sonra pantolonunun cebinden ufakça bir Browning tabancası çıkarıp çavuşa uzattı. Karşısındaki hayretle silahı alıp bunun ne demek olduğunu sorarken, Hacı Etem masanın üstündeki iri, toplu tabancayı beline yerleştirdi. Cemal Çavuş hep o sükûti ve anlayışlı tavrıyla karşısındakini süzüyordu. Dışarı çıkarken arkasından seslendi: “Bir falso verip benim de başımı belaya sokmayın... İşinizi sağlam tutun!” “Sen merak etme... Müsaade et de dışarda şahitlere birer cigara vereyim.” Çavuş tekrar gülümsedi ve masanın üstündeki torbacıkları ceketinin iç cebine yerleştirdi; elinde tuttuğu Browning tabancayı da, çekmecelerden birini çekerek, oradaki kâğıtların üstüne bıraktı ve gözü kilitleyip anahtarı yanına aldı. Odadan dışarı çıkan Hacı Etem, dördü de oturdukları sıranın üstünde uykuya dalmış bulunan şahitleri dürterek uyandırdı. Hepsine birer tutam kaçak tütün ikram ederek havadan sudan ve Ali’yi kimin öldürdüğünden bahsetti. Bu şahitlerin üçü, gelinin geldiği Çoruk Köyü’ndendi. Hacı Etem’in öğrettiği şekilde şahitlik ederlerse mahkemeye daha az gelip gideceklerini ve başlarına daha az bela sardıracaklarını düşünerek başlarını tasvip ile sallıyorlardı. Dördüncüsü, davulcu Çingenelerden biriydi. Hem jandarma eline düştüm diye korkudan titriyor, hem de bu işten ne vurabileceğini hesaplıyordu. Fakat Hacı Etem, Çavuş’a gösterdiği eli açıklığı bunlara da göstermek Davulcu oturduğu yerden kalkıp elini bağrına basarak, “Aha namusum hakkı için dediğin gibi ifade vereceğim... Ama bizim kışlak buraya uzaktır. Gelip gitmesi güç olur, işler yüzüstü kalır, onun için telaşe ediyorum!” dedi. Hacı Etem ona bir tutam daha tütün uzatarak kalktı, karakoldan çıktı ve gecenin bu vaktinden sonra Hilmi Beylerin evinin yolunu tuttu. Çavuşun yanına giren şahitler hep aynı şeyi söylediler: “Bir şey görmedik, bir şey duymadık! Herkes içip oynuyor, keyfine bakıyordu. Bir aralık Ali aman deyip yere yıkıldı. Meğerleyim vurulmuş...” Hepsi ifadelerinin altına parmak bastılar. Sonra onlar da karakoldan çıkıp üçü bir tarafa, biri başka tarafa, yollarına gittiler. Cemal Çavuş nöbetçi olduğu için, geceyi orada geçirecekti. Odanın bir köşesinde duran yayları bozuk kanepeye uzanarak, kaputunu sırtına çekti. Şakir, jandarmaların koğuşundaki iki katlı tahta kerevetlerden birinin alt kısmına yatağını sermiş ve yatıp uyumuştu. O kadar derin bir uykudaydı ki, ne saatte bir koğuşa girip nöbet değiştiren jandarmaların gürültüsü ne de dışarda, kapının önünde dolaşan nöbetçinin sokağın taşlarında çın çın öten nalçalı ayakkabılarının sesi onu uyandıramıyordu. |
0% |