Yeni Üyelik
40.
Bölüm

ÜÇÜNCÜ KISIM - 10.BÖLÜM

@sabahattinali

Zeytin mevsimine daha vakit vardı. Yusuf mahsulü şimdiden satmak için kime başvurduysa, ret cevabı aldı. Hiç kimse, ağaçları ve üzerindeki mahsulü yakından görmeden bir alışverişe girmek istemiyordu.

Muazzez’in ve Yusuf’un satacak başka malları da yoktu. Babasının bir zamanlar aldığı birkaç mücevher Şahinde’nin çekmecesinde kapalı duruyor ve ne Yusuf ne de Muazzez bunu istemeye cesaret edemiyordu. Vaziyetleri ne kadar sıkışırsa sıkışsın, Şahinde ile aleni bir münakaşaya meydan verecek böyle bir talep ikisinin de elinden gelmiyordu.

Yusuf bir arkadaşından bulduğu iki mecidiyeyi Muazzez’e bırakarak tekrar köylere çıkmış ve on günden beri gelmemişti. Bu kırk kuruştan bir şey kalmadığı için, Muazzez, Yusuf’un dönmesini üzüntü içinde bekliyor, fakat o geldikten sonra da vaziyetin düzelmeyeceğini düşünerek bu bekleyişine acı acı gülüyordu.

Şahinde ise eve akşamdan akşama uğruyor ve zamanını daha ziyade komşularda ve ahbaplarda geçiriyordu.

Kızıyla hemen hemen hiç konuşmuyor, onun süzgün ve altları çürümüş gözlerle evin içinde bir hayalet gibi
dolaşmasını, çokbilmiş bakışlarla takip ediyordu. Şahin­de’nin hali, bir şey bekliyormuş hissini veriyordu. Üşenmeden ve sabırla bekliyor, hiç acele etmiyordu.

Elbet kızı inadını kıracak ve anasına gelip yalvaracaktı. Şahinde’nin de istediği buydu. Bu evde kendisine sorulmadan yapılan işlerin neticesi olan bu sıkıntılardan dolayı kendini asla suçlu tutmuyor ve suçlu olanların ona gelip yalvaracakları günü bekliyordu.

Yusuf’u aklına getirdiği bile yoktu. Fakat kızını bu hayattan kurtarmak isteyeceği tabiiydi. Nasıl? Bunu hiç düşünmemişti, fakat herhalde bir kolayını bulacaktı.

Bu evde ikinci planda kalmaktan bıkmış, çocukların kendisine hiç ehemmiyet vermeyen tavırlarından sinirlenir olmuştu: Bu sıkıntılı ve feci hallerinde bile kendisine gelip danışmayı, hiç olmazsa onunla bir çare düşünmeyi akıl edemeyişlerine büsbütün kızıyordu.

Kendisi bu işin sonunun buraya varacağını çoktan söylemişti. Daha Yusuf bu eve getirildiği gün, onunla birlikte bir felaketin de geleceğini sezmişti. Oğlan evvela velinimetinin kızına göz koymaktan işe başlamış, rahmetli de bunlara hep göz yummuş, hep müsaade etmişti. Ah kabahatin çoğu da ondaydı ya!..

“Nur içinde yatsın, kendini bu Yusuf’a pek kaptırmıştı!..” diye söyleniyor ve kendisinden çok Yusuf’a bağlanan kocasına adamakıllı kızıyordu.

Yusuf’un gittiğinin onuncu günü akşamıydı. Şahinde aşağıda oturup, bir entarisinin sökülen eteğini dikiyor, Muazzez yukarda mindere uzanmış, yavaş sesle şarkılar mırıldanıyordu.

Kulakları kaç günden beri sokaktaydı. Yusuf hiç bu kadar uzun müddet ondan ayrılmış değildi. Onu müthiş göreceği geldiğini hissediyordu.

Fakat akşam olduğu, yemek hazırlamak icap ettiği aklına gelince yüzü buruştu. Boş sofranın başına, kendisine nispet verir gibi alaycı gözlerle bakan annesinin karşısına, tekrar oturmak ona pek acı geldi. Bu kadına karşı son günlerde adeta kine benzeyen hisler duymaya başlamıştı. Artık ölse ona açılamaz, ona dert yanamaz sanıyordu.

Aynı evde, yan yana ve birbirine tamamen yabancı olarak yaşamak, feci bir şeydi. Halbuki bu yabancı onun anasıydı.

Bir aralık düşünceleri istikametini değiştirdi. Anasına bu kadar hücum etmekte, onu bu kadar haksız görmekte biraz ileri gitmiş olmaktan korktu. Öyle ya, kendisi Yusuf’u seviyor ve onun için her sıkıntıya tahammül ediyordu, fakat hayatında oldukça iyi günler görmüş olan anasının şimdi hiç sebepsiz bu kadar mahrumiyete katlanması onu biraz kızdırabilirdi.

Sonra dertlerine anasının ortak olmayışında da bütün kabahat onda mıydı? Onu adam yerine koyup bir derdini söylemiş miydi? Hele Yusuf, o soğuk ve çatık kaşlı tavrıyla, bu evde sanki bir de Şahinde yaşadığını bilmemezlikten geliyor, kati bir lüzum olmadıkça ona bir kelime ile olsun hitap etmiyordu. Halbuki bu kadın, ne de olsa büyükleri ve analarıydı. Aralarındaki buzun çözülmesi için ilk adımı çocukların atması lazımdı.

Yusuf gelince bunu söylemeye karar verdi. Bu evin içindeki maddi ve manevi sıkıntıyı bölüşecek bir insana muhtaçtı ve bu günlerce süren mutlak yalnızlık onu neredeyse boğacaktı.

Bu sırada merdivenlerde bir ayak sesi duydu. Elbiseleri hışırdayarak annesi geliyordu. Yüreği hopladı. Manasını anlamadığı bir heyecan duydu.

Şahinde odaya girince Muazzez hemen doğruldu.

Kadın, “Yat kızım, rahatına bak!” diyerek onun yanına oturuverdi.

Bir müddet konuşmadan bekleştiler.

Sonra Şahinde sükûtu bozarak, “Kocan kaç gündür nerede kaldı ki?” dedi.

“Vallahi bilmem, anneciğim! Ben de merak etmeye başladım!”

“Yok... Merak edecek bir şey değil. Onların işleri böyledir. Yalnız bu sefer biraz fazla uzadı!”

Muazzez cevap vermedi.

Uzun bir sükûttan sonra Şahinde tekrar, “O kadar söylüyorum, benimle hiç komşuya bile gitmiyor, evde kapanıyorsun! Bu hep böyle devam ederse senin halin ne olur? Alimallah perili olursun!” dedi.

“Ne yapayım anne?”

“Benimle gel... Birkaç insan yüzü görüp derdini avut!”

“Sıkılıyorum!”

“Burada pek mi eğleniyorsun?”

Hakikaten burda pek mi eğleniyordu? Mütemadiyen gülen ve şarkı söyleyen arkadaşların yanı bu sessiz ve soğuk evden daha mı sıkıcıydı!

Bu düşünce bir anda Muazzez’in zihninden geçti. Anasına verecek bir cevap bulamayarak, “Ne bileyim ben, anneciğim, yapamıyorum işte!” dedi.

Şahinde eliyle yavaş yavaş onun dizine vurarak ve sallanarak, “Beni dinle, kızım!” dedi. “Bak, daha yaşın on beş, diri diri mezara girdin. Senin bu halini gördükçe benim yüreğim kan oluyor. Nedir bu körpe yaşta kızımın tecellisi diyorum. Ben de anayım!” Şahinde ağlamaya başladı. Muazzez’in de gözleri yaşarmıştı. Elini annesinin boynuna sardı. Şahinde titrek bir sesle devam etti: “Ben evde durmayıp gidiyorum ama keyfime mi gidiyorum sanıyorsun? Evde kalıp senin halini görmeye yüreğim dayanmıyor da ondan. Bir şeydir başımıza gelmiş, kader böyleymiş deyip çekeceğiz, herhalde sonunda bir hayır vardır. Ama insan derdinin üstüne kapanıp oturursa deli olur. Gelip şu kadın benim anamdır deyip bana içini açmıyorsun... Böyle evlatlık olur mu? Herkes inkâr edilir, ana inkâr edilmezmiş. Ben seni dokuz ay karnımda taşıdım. Sen bana elden beter muamele edersen Allah razı olur mu?”

Muazzez büsbütün ağlamaya başlamıştı. Kollarıyla anasının boynuna sarılıyor, onun boyalı yanaklarını ıslatıyordu. Şahinde de adamakıllı heyecanlıydı. Uzun senelerin, içinde biriktirdiği dertleri döktüğünü sanıyor ve şu anda göğsünde hıçkıran kızına karşı müthiş bir sevgi ve merhamet duyuyordu.

“Kızım, aklını başına topla!” diye tekrar söze başladı. “Gençsin. İnsan içine çıkmaktan kaçarsan kendine yazık edersin. Eski ahbaplar her gidişimde seni sorar dururlar. Böyle zamanlarında insana insandan fayda vardır. Halimizi görüyorsun. Bir tatlı söz duymak bile gönlümüze ferahlık verir. Sen böyle kendini evlere kapayıp, aman biz fakir düştük, aman ekmeğimiz kalmadı, aman kocam gelmedi, derken, kocan olacak herif ne yapıyor dersin? Yumurtayı, tavuğu, manda kaymağını yiyip at üstünde safa sürüyor. Karım ne yapıyor, ne ile karnını doyuruyor diye tasa ettiği var mı?..”

Şahinde fırsat bulduğu için Yusuf hakkında aklına geleni söyleyecek, bütün içindeki zehirleri dökecekti.

Muazzez eliyle onun ağzını kapadı, “Sus anneciğim!” diye hıçkırdı. “Bana Yusuf hakkında fena şeyler söyleme, çok üzülüyorum zaten...”

Şahinde kızını bağrına basarak, “Dilerim Allah’tan, seni üzenler iflah olmasınlar inşallah!” dedi.

Muazzez tekrar onun ağzını kapattı: “Anne, Allah aşkına böyle lafları bırak, her dediğini yapacağım, istediğin yere gideceğim... Yalnız sen Yusuf’a karşı daha iyi ol. Ona düşman gibi bakma... O, benden çok üzülüyor!”

“Üzülecek adam evvelden düşünmeliydi, evladım. İnsanı kaçırmak marifet değil, doyurmak marifet... Ah cahil kız!”

Muazzez bağırdı: “Anne!..”

“Sustum kızım, sustum. Haydi aşağı inelim. Bir-iki lokma bir şey yiyelim. O da varsa...”

Muazzez, annesinin bütün sözlerinin böyle iğneli ve acı olmasına çocukluğundan beri alışıktı. Bunun için, artık cevap vermedi. Gözlerini silerek aşağıya indi. Yeşil tahta sandığın bir köşesinde duran sofra bezini, yarım ekmeği, ocağın yanında asılı duran torbadan kaşıkları aldı, içini çekerek sofrayı hazırlamaya başladı.

Loading...
0%