Yeni Üyelik
6.
Bölüm

AYŞEN ABLA (3.Bölüm Devamı)

@sabriyildiz

Geçmiş, toprak altına gömülen bir tohum gibiydi; zamanla filizleniyor, dalları bugünün üzerine eğiliyordu. Ayşen’in geçmişi de böyleydi: İzmir’in dar sokaklarında yeşeren bir hayat, zamanla uzaklara kök salmış, ama gölgeleri hiçbir zaman tam anlamıyla yok olmamıştı. Kökler derinde, dallar ise bu apartmanın karanlık koridorlarına kadar uzanıyordu.

İzmir’in bir semtinde, taş duvarlı bir evde büyümüştü Ayşen. Babası, denizle evli bir balıkçıydı; sabahları kayığını hazırlarken eline bulaşan deniz kokusu, eve döndüğünde sofraya karışırdı. Annesi ise kendi halinde, sessiz bir kadındı. Sessizlik, o evin duvarları arasında bir dua gibi yankılanırdı. Bu huzurlu sessizlik, bir sabah yerini acıya ve belirsizliğe bıraktı. Babası kayığıyla denize açıldı ve bir daha dönmedi. Ardında bıraktığı boşluk, Ayşen’in omuzlarına genç yaşında ağır bir yük olarak bindi.

O günden sonra, evin direği Ayşen oldu. Kardeşlerini büyütmek, annenin çöken ruhunu toparlamak ve hayatın hiç bitmeyen taleplerine cevap vermek için çırpındı durdu. Ama İzmir’in sıcak havası, denizin tuzlu kokusu ve güneşin altında geçen o zor günler, onun içindeki sessiz gücü hiç tüketemedi.

Annesi, babasının kaybolmasından sonra giderek sessizleşmişti. Sessizlik, o evin duvarları arasında artık huzurun değil, hüzün ve çaresizliğin yankısıydı. Ayşen, annesinin sessiz çöküşüne tanık olurken, hem kendi hayallerinden hem de gençliğinden ödün vererek kardeşlerini büyütmeye çalıştı. Ama ne kadar çabalarsa çabalasın, bazı şeyleri değiştiremedi.

Annesi, yıllar süren sessiz çırpınışın ardından, bir kış sabahı yatağında gözlerini bir daha açmadı. O gün, Ayşen sadece bir annesini değil, çocukluğundan kalan son bağı da kaybetti. İzmir artık dayanılmaz bir şehir olmuştu. Geriye, ayakta tutmaya çalıştığı iki kardeşi kalmıştı: Gönül ve Halit.

Gönül, Ayşen’in en küçük kardeşiydi. Babasının kaybolduğu günlerde henüz yedi yaşındaydı. O günlerden sonra ablasını bir anne gibi görmeye başlamıştı. Sessiz, içine kapanık bir çocuktu, ama büyüdükçe çevresine daha kolay uyum sağlamayı başardı. Ayşen, Gönül’ün geleceği için hep bir şeyler hayal etmişti. Ama annelerinin ölümünden sonra, Gönül’ü İzmir’de tutmanın bir anlamı kalmadığını düşündü.

Halit ise daha farklıydı. Ayşen’in tam tersi bir karakterdi. Genç yaşında, bir yandan ablasının himayesine minnet duyar gibi görünürken, diğer yandan kendi kurallarını yazmaya çalışan asi bir gençti. Annesinin ölümünden sonra Halit, İzmir’den kurtulmak isteyen ilk kişi olmuştu. Ama kurtulmak, onun için farklı bir anlam taşıyordu.

Ankara’ya Göç

Ankara’ya taşınma kararı, Ayşen’in hayatında verdiği en büyük kararlardan biriydi. Kardeşlerini toplayıp, annesinden geriye kalan birkaç küçük hatıra eşyasıyla birlikte İzmir’i terk etti. Ankara, onun için bir kaçış, bir yeniden başlama umuduydu. Gönül ve Halit, istemeye istemeye bu karara uymuşlardı. Ama bu, herkes için farklı bir anlam taşıyordu.

Ankara’ya geldikten sonra, Gönül kısa sürede uyum sağladı. Bir terzi dükkanında çalışmaya başladı ve orada tanıştığı Ömer adında bir gençle evlendi. Bu evlilik, Ayşen’in yükünü hafifletmişti, ama aynı zamanda yalnızlığını derinleştirmişti. Gönül artık başka bir hayata geçmişti ve bu, Ayşen’in geride kalan tek bağının Halit olduğunu düşündürüyordu.

Halit ise çok geçmeden ailesinden tamamen uzaklaştı. Bir gün, Ayşen’in kendisine hazırladığı kahvaltıya oturmadan evden çıkmış ve bir daha geri dönmemişti. Onu aramak için çok uğraşmıştı Ayşen, ama Halit’ten hiçbir haber alınamamıştı. O günden sonra Halit, Ayşen’in hayatında bir yara olarak kaldı. Ne öldüğünü biliyordu ne yaşadığını. Ama bir yerlerde, kardeşinin hâlâ nefes aldığına inanmayı seçmişti.

Ayşen, 30 yaşına geldiğinde artık gençliğini geride bırakmış gibi hissediyordu. Hayat ona ağır bir yük bırakmıştı; İzmir’deki geçmiş, kaybolan babası, annesinin ölümü ve kardeşlerinin kaderleri… Ankara’ya gelişinden bu yana neredeyse on yıl geçmişti, ama o, hâlâ bir yabancı gibi hissediyordu. Mahalledeki insanlara yüzeysel bir sıcaklık göstermiş, ama kimseyi hayatının içine tam anlamıyla almamıştı.

Çalıştığı fırın, onun için bir kaçış yeri gibiydi. Sabahın ilk ışıklarında sıcak ekmeklerin kokusu eşliğinde çalışmak, geçmişin karanlık gölgelerini bir süreliğine uzaklaştırıyordu. Ama bazen, fırının camından dışarıya bakarken, hayatın dışarıda bir yerlerde aktığını ve kendisinin o akışın dışında kaldığını düşünürdü.

Fırının sahibi Ahmet, o zamanlar 32 yaşında, sessiz ve içe dönük bir adamdı. Babasından devraldığı bu küçük fırın, onun hem geçim kaynağı hem de dünyasıydı. Ahmet, geçmişte birkaç kez evlenme teklifi etmiş ama bir türlü hayatına kimseyi kabul ettirememişti. Belki de bu yüzden, Ayşen’in sessiz çalışkanlığı ve yüzündeki derin hüzün onu etkilemişti.

Ayşen ve Ahmet arasındaki ilişki, ilk başlarda tamamen iş ilişkisi gibiydi. Ahmet, işyerinde fazla konuşmayı sevmezdi; Ayşen ise sorulmadıkça bir şey söylemezdi. Ama zamanla, gün içinde paylaştıkları kısa cümleler, sabah kahvelerinde biraz daha uzayan sohbetlere dönüştü.

Aralarındaki bağ yavaş yavaş şekillendi. Ahmet, Ayşen’e kendi hayatından küçük hikayeler anlatmaya başladı; babasından kalan fırını nasıl devraldığını, Ankara’da nasıl yalnızlık çektiğini, ama bu yalnızlığı kabullendiğini… Ayşen ise, İzmir’i, ailesini ve geçmişte kaybettiklerini anlatmasa da Ahmet’in sözlerinin arasında kendini buldu.

Bir gün, Ahmet, Ayşen’e “Bu fırın yalnızca ekmek değil, bir ev gibi benim için,” dedi. “Ama bazen insan, evi paylaşacak birini arar.”

Bu sözler, Ayşen’i hem şaşırtmış hem de kalbinde hafif bir sızı yaratmıştı. Ahmet’in ona olan duygularını ilk kez açıkça hissetmişti. Ve bu duygular, onun kendi yalnızlığının son bulmasına neden olmuştu.

Ayşen, Ahmet’in teklifini kabul ettiğinde, hayatında ilk kez kendi seçimleriyle bir adım atıyormuş gibi hissetti. Bu evlilik, onun için bir sevgi vaatlerinden çok, bir ortaklık ve birbirini anlama üzerine kurulmuştu. Ahmet ise, Ayşen’in varlığıyla hayatında ilk kez geçmişin gölgelerinden uzaklaşabileceğini düşünüyordu.

Yıllar, Ahmet ve Ayşen’in üzerinden sessizce geçip gitti. Evliliklerinin ilk yıllarındaki hareketli hayat, çocukların büyümesiyle yerini daha sakin ve rutin bir hayata bıraktı. Ayşen, yüzündeki kırışıklıklarla birlikte olgunlaştı, ama gözlerindeki o derin hüzün hiçbir zaman silinmedi. Ahmet ise işine bağlılığıyla yıllarca fırını ayakta tuttu. Mahallede “Ahmet Usta” olarak anılmaya başlamıştı, ama yaşı ilerledikçe vücudu onun hızına ayak uyduramıyordu.

Duygu, yıllar içinde çalışkan bir öğrenci oldu ve öğretmenlik mesleğini seçti. Üniversiteden mezun olduktan sonra, Anadolu’nun küçük bir köyünde öğretmenlik yapmaya başladı. İlk maaşıyla annesine bir fular almış ve telefonun diğer ucundan, “Sana daha güzel şeyler alacağım anne,” demişti. Bu, Ayşen’in hayatında duyduğu en gurur verici anlardan biriydi. Ama her telefon konuşmasında, kızının yanında olamamanın hafif sızısını hissediyordu.

Taner ise Duygu’nun tam tersi bir yol çizdi. Eğitim hayatında bir türlü istikrar sağlayamamış, genç yaşında çalışmak için farklı işlere girip çıkmıştı. Babasının ona yardım etmeye çalıştığı her an, Taner daha da içine kapanmış gibi görünüyordu. İş bulmakta zorlanıyor, bulduğu işleri de uzun süre sürdüremiyordu. Ayşen ve Ahmet, Taner için endişelenseler de, onun inatçı ve asi tavırları karşısında ellerinden pek bir şey gelmiyordu.

Yıllar ilerledikçe, Ayşen ve Ahmet yaşlanmaya başladılar. Ahmet, fırını devralması için oğluna teklif etmiş, ama Taner bunu kabul etmemişti. “Kendi yolumu bulacağım,” demişti, ama bu yolun nerede olduğunu kimse bilmiyordu.

 

Ahmet Beyin Hastalığı

Ahmet, yıllar süren yoğun çalışma temposunun ardından yavaş yavaş sağlık sorunları yaşamaya başladı. İlk başlarda bunu kimseye söylememiş, hatta Ayşen’e bile belli etmemeye çalışmıştı. Ama bir gün, sabah fırına gitmek için hazırlanırken nefes almakta zorlandığını fark etti. Bu, onun için bir dönüm noktasıydı.

Doktorun teşhisi netti: kalp yetmezliği. Artık eski temposunda çalışamayacaktı. Ahmet, bunu bir tür başarısızlık olarak görüyordu. Yıllarca ailesini geçindirmek için didinmişti ve şimdi, onlara ayak bağı olacağını düşünüyordu. Ama Ayşen için bu hastalık, Ahmet’e olan sevgisini daha da derinleştirmişti. Onun yanında olmak, ona destek olmak, Ayşen’in hayatının en büyük amacı haline gelmişti.

Ahmet, hastalığıyla geçen birkaç yılın ardından, bir sonbahar akşamında veda etti. O gece, Ayşen onun yatağının yanında oturmuş, ellerini tutmuştu. Ahmet’in yüzündeki huzuru ve gözlerindeki o sessiz veda edişi hiç unutamadı.

Yalnızlık

Ahmet’in ardından, Ayşen’in hayatında derin bir sessizlik kaldı. Ev, bir zamanlar çocuk sesleri ve ekmek kokularıyla doluyken, şimdi sadece eski bir saatin tik takları duyuluyordu. Duygu, işinin yoğunluğu nedeniyle sık sık gelemez olmuştu. Taner ise hâlâ hayatında bir düzen kuramamış, annesiyle iletişimi giderek azalmıştı.

Ayşen, apartman boşluğunda yankılanan ayak seslerini dinleyerek uzun saatler geçiriyor, kimi zaman mutfakta oturup çay içerken geçmişini düşünüyordu. Ahmet’in kaybı, onun yalnızlığını daha derinleştirmişti…

Loading...
0%