Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.BÖLÜM

@sadece_fatma

SLOVİ

Koridordaki adımlarımı odama doğru yönlendirdiğimde tam karşımdan gelen Cihangir'i fark ettim. Bu, yüzümün gülümsemesine sebep olduğunda onu dikkatle inceledim. Cihangir, sarayın güvenliğinden sorumlu askerlerden biriydi. Saraydaki bütün askerler gibi oldukça yapılı ve dikkat çekiciydi, bu bana oldukça güzel bir görsel şölen sunuyordu. Onu diğerlerinden ayıran ise benim takılmalarıma karşılık veriyor olmasıydı, bu durum beni oldukça eğlendiriyordu.

"Selam," dedi, çapkın bir tavırla. Tam karşısında durduğumda ona aynı şekilde cevap vermekten çekinmedim, o da benim çekingen biri olmadığımı anlamış olmalı ki bu tavırlarıma alışıktı.

"Yine çok güzel gözüküyorsun." Dediğinde, benden etkilendiğini birkez daha saklamadı. Bunu bu kadar belli ediyor olması ara ara gözlerimi baymama sebep olsa da beni eğlendiriyordu.

"Bana bilmediğim bir şey söyle Cihangir." Alaylı tavrıma karşılık güldü. Görünen o ki bende onu eğlendiriyordum.

"Hem bu kadar tatlı olup hemde nasıl bu kadar ateşli olabiliyorsun anlamıyorum." Dedi, bana biraz daha yaklaşarak.

Minyon suratıma aldanmamak gerekirdi tabi.

"Henüz çözebilen olmadı, ama sen yinede fazla düşünme, bu bana olan hayranlığını arttırabilir." Dedim, ona göz kırparak. Tavırlarım onu daha da keyiflendirirken çekinmeden onu bir kez daha süzdüm, yakışıklı bir adamdı, bu inkar edilemezdi.

Arada garip hareketleri olsa da ona takılmaktan keyif alıyordum, hem hangimizin gariplikleri yoktu ki.

"Beraber bi-" Cihangir'in konuşmasını bölen şey Tuğrul'un odasından çıkmasıydı. Açılan kapıyla beraber ikimiz de bakışlarımızı oraya çevirdik. Odadan çıkan Tuğrul'un bakışları bizi buldu. Bakışları uzun süre ikimizin üzerinde gidip geldiğinde buna bir son vererek Cihangir'e döndüm.

"Sonra görüşürüz yakışıklı." Dedim, gözlerimin kırpıp oradan ayrılmadan hemen önce. Adımlarımı odama yönlendirdiğimde tam odamın karşısındaki kapıda dikiliyor olan Tuğrul'un bakışları hala üzerimdeydi. Yüzüne bakma gereği duymadan odama girip ardımdan kapıyı kapattım. Odalarımızın karşı karşıya olmasına gerek yoktu!

Kendisini görmek istediğim pek söylenemezdi. Her ne kadar Meva iyi olsa da durumundan beni sorumlu tutuyor olması ve daha bir kaç gün önceki tartışmamızı henüz unutabilmiş değildim. Benim Baratlı Ayısı'yla ne derdim olabilirdi?!

Yemeklerde ve sarayın içinde sürekli yan yana geliyor olsak da birbirimizin yüzüne bakmıyorduk. İkimizde sessizliğimizi korurken bu durum başkaları tarafından oldukça dikkat çekiyordu. Çünkü normalde birbirimizle uğraşmadan duramazdık, şimdi ise yüz yüze bile gelmiyorduk.

Tam üzerimdeki kamuflajı üzerimden sıyıracağım sırada kapım çalındı. Yerdeki atık olan kıyafetlere ve az önce çıkarmış olduğum çelik yeleğe baktım, dağınıklığım kimseyi ilgilendirmezdi sonuçta. Kapıya yönelip açtığımda karşımda görmeyi beklemediğim tek kişi Tuğruldu.

"Ne var, niye geldin?" Dedim, bütün misafirperverliğimle!

"Bakıyorum da yine çok misafirperversin!" Dedi, tavrıma göz devirerek. İzin almadan içeri geçtiğinde bezgin bir nefes vererek kapıyı kapattım.

"Çok da düzenli!" O bana pasaklı mı demeye çalıştı?

"Adamına göre muamele," dedim, yapmacık bir şekilde gülümseyerek. Etrafta olan gözleri bana döndü. "Odama girmeden önce izin alman gerekirdi, bay laftan anlamaz."

Cıkladı, "Yok bunu sevmedim, ne diyordun sen?" Bir kaç saniye duraksadı. "Ha, Baratlı Devi, bak bu daha güzel." Dedi, bütün uyuzluğuyla. Kesinlikle beni sinirlendirmeyi çok iyi biliyordu, zira onun yanında sakin kalmak mümkün değildi.

"Neden geldin?" Dedim, asıl meseleye dönerek. "Ne diyordun sen? Ha, ben sorumsuz insanlardan hoşlanmam!" Onun gibi konuşmaya başladığımda yüzündeki ifade ciddileşti. "İşte ben tam da öyle bir insanım ya hani, ne işin var burada?" Dediğimde, bir kaç gün önceki laflarımı tekrar etmiş oldum. Yüzündeki pişmanlığı görsem de bu benim için hiçbir şeyi değiştirmedi.

⏳️

"Slovi!" Diye, bağırdı arkamdaki ses.

"Defol, Tuğrul!" Diye ,cevap verdiğimde adımlarımı hızlandırıp ulaştığım kapıyı ardımdan sertçe kapattım.

Az sonra kapı aynı hızda açıldığında öfke saçan gözlerim gözlerini buldu. "Sana defol dedim!"

"Dinle beni, "dedi, sesimin aksine oldukça sakin çıkan sesi.

"Söyleyeceğin hiçbir şeyin benim için önemi yok!" Dedim, oldukça net çıkan bir sesimle. Ona yaklaşıp aramızdaki uzun mesafeyi kapattığımda aklıma az önce sarf ettiği sözler düştü. "Ben sorumsuz insanlardan hoşlanmam demiştin ya hani," konuşmaya yeltenecekken onu durdurdum. "İşte ben tam da öyle bir insanım, şimdi çık odamdan!" Ağzımdan çıkan her söz gözlerimdeki nefretle buluştuğunda ortalığı yakıp yıkarken,Tuğrul buna karşılık sessiz kalarak odayı terk etti.

⏳️

"Slovi be-"

"Önemi yok artık," dedim, umursamazca. İstediğim bir özür değildi, bu bir şeyi değiştirmezdi.

"Beni dinle!" Dedi, sert ve otoriter çıkan sesiyle. "Kendi kendine hüküm vermeyi kes ve beni dinle." Sustum.

Benden daha koyu olan mavileri, mavilerimi bulduğunda konuşmasına devam etti.

"Oldukça sıkıntılı günler geçiriyoruz bunu zaten biliyorsun, amacım o sözleri sarf edip seni kırmak değildi. Öfkeliydim, ve senin öyle davranman beni daha da öfkelendirdi." Duraksadı, özür dilemek istediğini ama bunu kabul etmeyeceğimi biliyordu. "Bu sessizlik hoşuma gitmiyor, susma. Tekrar eskisi gibi olsak," dedi ondan beklenmeyecek derecede sevimlilikle. Sevimi olmak ve Tuğrul kesinlikle yan yana gelemicek kelimelerdi, sanırım iyi bir manipülatördü.

Elimi uzatıp anlına koydum. "Ateşin mi var?" Kaşlarımı çattığımda bu tepkime güldü.

"Ciddiyim," dedi elimi anlından çekerek. "Bir kere de ciddi ol be kızım!"

Cıkladım, "yapıma ters, böyle hayran bırakıyorum insanları kendime."

"Hep böyle kal," diye, mırıldandığını işittim. Dudaklarının arasında gevelediği bu kelimeyi duyduğumu bilmese de ben duymuştum.

Anlamsız bir göz temasına tutulmuşken, "iyi miyiz?" Diye sordu.

Demekki devimiz istediği zaman nazik biri olabiliyordu. "Neden bu kadar önemli bu?" Neden gönlümü almak için peşimde dolanıyordu günlerdir? Cevap vermesine izin vermeden tekrar konuştum. "Bak ben sana demiştim, dayanamadın işte aurama." Hararetli konuşmamı bölen şey gülüşü oldu. Sanırım bu koca devin gülüşüne alışamamıştım.

Ben ona bakakalırken, "Slovi, merak etme aşık falan değilim sana. Korkma başına dert olmam." Dedi.

Omuz silktim. "Ben senin için diyorum, üzülen sen olursun koca adam." Dediğimde, sözlerimi pek takıyormuş gibi değildi.

"Tamam hadi git, sıkıldım senden." Dedim, bıkmış bir edayla. O da bana hiç alınmış gibi durmuyordu. Sözlerimi ciddiye almamış olmalı ki yerinden kıbırdamadı. Onu boşverip kendimi yatağa attığımda, kovmanın bir çözüm olmadığını anlayarak bütün nezaketimle (!) konuşmaya başladım.

"Duş alacağım, eşlik etmiceksen çık odamdan." Dediğimde, olabildiğim kadar nazik olmaya çalışmıştım. Gözleri önce yatakta uzanan beni süzdü.

"Dilinin ayarı yok mu senin?" Dediğinde, bana sen iflah olmazsın bakışları atıyordu.

"Yok, verebilirsin ama." Dedim, göz kırparak. Beni aldırmayıp odadan çıktığında kapanan kapıyla birlikte yattığım yerden doğruldum. Yüzümde anlam veremediğim bir gülümseme oluştuğunda buna takılmadan üzerimdeki kamuflajdan kurtuldum. Az sonra kendimi soğuk suyun altına bıraktığımda tek istediğim rahatlamaktı.

 

 

⛓️⛓️⛓️

MEVA

Üzerimde hissettiğim ağırlıkla yattığım yerde rahatsızca kıbırdandım. Hareket etmeye çalıştığımda üzerimdeki beden buna izin vermedi. Gözlerimi kırpıştırıp yavaşça araladığımda gece Aybars'la beraber uyuduğumuzu anımsadım. Kalkmak için yeltendiğim sırada bedenimi saran kolu sıkılaştı, huysuzca mırıldandığında onu dürterek konuştum. "Aybars, nefes alamıyorum." Bedenim, koca bedeni altında ezilirken gerçekten de nefes almak zordu. Boynuma gömdüğü kafasını kaldırdığında, gözlerim aralamakta zorlandığı gözlerini buldu.

"Afedersin, biraz dağınık uyurum da ben." Dedi, eliyle ensesini ovuştururken. Boğuk çıkan sesi ve bu dağınık hali bile beni etkilemek için yeterli olurken, sabahları ne kadar yakışıklı olduğunu düşünüyordum. Üzerimden çekilip kendini yan tarafıma attığında aklına bir şey gelmiş gibi gözleri tekrar gözlerimi buldu.

"Canın acımıyor değil mi?" Diye, sorduğunda, kafamı iki yana sallayıp onu reddettim.

"Hayır, iyiyim," dedim, gülümseyerek.

O da bana karşılık verip gülümsediğinde dağılan saçlarını eliyle düzeltmeye çalıştı. Ben ise şuan nasıl gözüktüğümü bile bilmiyordum. Gözlerim kendi saçlarımı bulduğunda yaramdan dolayı bir kaç gün duş alamicağımı biliyordum, ama belki saçlarımı yıkayabilirdim. Aybars bakışlarımdan düşündüklerimi anlamış gibi, "Saçlarını yıkamamızı ister misin?" Diye, sordu.

"Bazen düşüncelerimi okuyabildiğini düşünüyorum."

Kaşlarımı çatarak söylediğim cümleye karşılık önce sırıttı, ardından, "sadece seni iyi tanıyorum diyelim." Dedi, ukala bir tavırla.

"Sen yine de o kadar emin olma." Dedim, kendimden emin bir şekilde. Yüzündeki gülümsemesini korumaya devam etti.

"Öyle mi?" Dedi, gülümsemesini koruyup üzerime doğru eğilirken. Bende onun gibi sırıtmaya başladığımda dayanamayıp yanağına ufak bir öpücük kondurdum.

"Bu neydi şimdi?"

​​'Tatlı krizine girdik Aybars'cığım.'

"Gecikmiş günaydın öpücüğüydü." Dedim, bütün sevimliliğimle.

"Hmm," dedi, burnunu yanağıma sürterken. "Bunu saymam ama." Dediğinde, yanağını öpmem için tekrar uzatıp beklemeye başladı. Bu durum daha çok sırıtmama sebep olurken artık yanaklarım acıyordu.

"Neden sen beni öpmüyorsun?" Dediğimde, kafasını çevirip bana baktı.

"Meva, bebeğim," dedi, parmakları yüzümü okşarken. "Ben öpersem duramam." Dediğinde, itirafı karşısında sesli bir şekilde yutkundum.

'Durma kocam,durma hurma gözlüm.'

​​​​"Hadi öp bakalım," dedi, yanağını tekrar bana uzatarak. Yüzümdeki şaşkın ifadeyi dağıtıp yanağına ufak bir öpücük daha kondurdum.

Bundan memnun olmuş bir şekilde geri çekildi. "Kahvaltını buraya getirmelerini ister misin, yoksa aşağıya inebilecek misin?"

"İnebilirim, yatmaktan çok sıkıldım zaten."

Gözlerimin içine bakarak, "emin misin?" Diye, sordu.

"Eminim Aybars, hasta muamelesi yapmayın bana." Dedim, bu durumdan oldukça sıkıldığımı belli ederek. "Odama gideceğim." Dedim, yattığım yerden kalkmak için doğrulduğum sırada. O da benim gibi kalktığında yanıma geldi, birden ayaklarımı yerden kesmesiyle dudaklarımdan ufak bir çığlığın kaçmasına engel olamadım.

"Aybars, napıyorsun?" Dedim, kucağından ona bakarken. O, beni daha çok kendine çekip kucağına sabitlediğinde keyifli sırıtması hala yüzündeki varlığını koruyordu.

"Seni odana götürüyorum."

"Hepiniz delisiniz biliyorsun değil mi?" Dediğimde, gür kahkahası kulaklarımı doldurdu. Kucağında benimle beraber yürüyüp kapıya vardığında, kapıyı bizim için açtım. "Biri görecek şimdi, indirir misin beni. "Dediğimde, bu durum pekte umrundaymış gibi gözükmüyordu. Koridorda adımlayıp hemen ilerimizdeki odama vardığımızda uzanıp kapıyı açtım. Odaya girip beni yatağa bıraktığında kendisi de yatağın karşısındaki dolaba yöneldi.

Dolabı açtığında elleri elbiselerin üzerinde dolaştı. Bir kaç saniye gözleri kıyafetlerimin üzerinde gezindiğinde, "elbise giymek ister misin?" Diye, sordu bakışları bana dönerken.

"Hayır," dedim, istemediğimi belirterek. Açıkçası kendimi onları giyebilecek kadar iyi hissetmiyordum. Anladığını umuyordum ki soru sormadı. Dolabın alt rafında duran haki yeşili korsemi ve kamuflaj pantolonu işaret ederek, "onları verir misin?" Dedim.

İşaret ettiğim yere bakıp eline kıyafetleri aldığında hemen yanıma yatağın üzerine bıraktı. Önümde diz çöktüğünde yüzlerimiz karşı karşıya geldi. Parmaklarıyla saçlarımın uçlarını okşarken, "ben yine de sana çok yakışacaklarını düşünüyorum."dedi, benim aksime olan düşüncesini belirtirken. "Hepsi senin için özel olarak dikildi, her ne kadar güzellikleri güzelliğinin yanında sönük kalacak olsa da bence onlara bir şans vermelisin."

Sözleri içime işlerken aksi bir şey söylemek çok zordu. "Deneyeceğim..." enazından bu kadarını söyleyebilirdim. Yüzünde oluşan tatlı gülümsemeye karşılık vererek bende gülümsedim, sarıları içimi ısıtırken aynı zamanda beni duygudan duyguya sürükleyebiliyordu.

O, beni kendi bakışlarının yoğunluğundan kurtarırken ayağa kalkıp elini bana uzattı. Elini tuttuğumda, aklıma yeni gelmiş gibi, "Aybars kılıcım," dedim sorarak.

"Merak etme bende," dedi endişemi gidererek. Bunun aklıma yeni geldiğine inanamıyordum, o kılıç bana babamdan kalan tek şeydi. Her ne kadar savaşlara onunla katılmasam da yanımda taşımak bana kendimi iyi hissettiriyordu. Üzeri işlemelerle kaplanmış bu küçük kılıç oldukça eski gözükse de hala işlevini koruyordu. Güvende olmasına sevinmiştim.

"Hadi gel saçlarını yıkayalım."

"Aybars, bunu kendim yapabilirim." Her ne kadar zorlanacağımı bilsem de benimle bu kadar uğraşmasını istemiyordum.

"Ben yapmak istiyorum." Dedi, ısrar ederek. Bir cevap vermeden bizi banyoya yönlendirdiğinde karşı çıkmanın pekte bir etkisi olacağını düşünmüyordum.

 

 

⛓️⛓️⛓️

Üzerimdeki keskin bakışlara rağmen kafamı çevirip bakışların sahibine dönmedim. Fakat o inatla gözlerini üzerimden çekmediğinde deminden beri sıktığımı fark etmediğim örtüyü yavaşça serbest bıraktım. Buruşmuş örtüye bakıp dudak büzdüğümde yanımdaki sandalye çekildi. "Günaydın Meva," dedi, Tuğrul çektiği sandalyeye otururken. Neşeli tavrına karşılık vermeye çalıştığımda, "günaydın," dedim. Onun neşeli havası üzerimdeki gerginliği biraz da olsa dağıtırken, diğerlerine de selam verdi.

Gözlerim masa'nın baş köşesinde oturan Aybars'ı bulduğunda onun da beni izliyor olduğunu fark ettim. Bakışları üzerimde olan tek kişi Estella değildi demekki. Gözlerim onu süzdüğünde içimden ne kadar uyumlu olduğumuza dair bir düşünce geçti, bu düşünce henüz biz kahvaltı için aşağıya inmediğimizde de aklımı bulandırmıştı.

Hazırlanıp beni almak için tekrar odama döndüğü sırada kemerimi bağlıyordum, aynanın karşısında duran bedenimin arkasına geçtiğinde bunun için bana yardımcı olmuştu. Bir türlü uğraşıp bağlayamadığım korsemin gevşek olan iplerini de benim için bağlamıştı. Canımı acıtmayacak şekilde ipleri sıktığında sanki çok dikkatli olması gereken bir iş yapıyormuşçasına bir süre bununla oyalanmıştı.

Bunu yaparken kalbimin hızlanmasına sebep olacak kelimeleri de sarf etmekten geri durmamıştı tabi. "Her halinle aklımı başımdan alabiliyorsun." Demişti, korsemin son düğümünü atarken. Bu, birkaç saniye ona gözlerimi kırpıştırarak bakmama sebep olsa da kısa sürede kendimi toparlayabilmiştim.

Daldığım düşüncelerden kurtulmak isterken gözlerim masanın üzerinde duran ellerini buldu. Çok değil, bir saat önce ellerinin saçlarımı nasıl güzel okşadığını düşündüm. Oysa bunları düşünmemeliydim. Büyük bir özenle saçlarımı yıkayışını, özenle taramasını, saçlarımın arasına kondurduğu tüy kadar hafif öpücükleri...

Evet, kesinlikle düşünmemeliydim.

Herkes sessiz bir şekilde kahvaltısını yaparken önüme konulan sütle beraber irkilerek bakışlarımı Aybars'tan aldım. Kafamı kaldırıp önüme sütü koyan hizmetliye baktığımda, bana nazik bir şekilde gülümsedi. Bu talimatı benim dışımda tek bir kişinin verebileceğini düşünerek bakışlarımı ona çevirdim. Aybars bana nazik bir şekilde gülümsediğinde bunu onun yaptığına emin oldum.

Sütü sevdiğimi biliyordu bu, ister istemez dudaklarımın kıvrılmasına sebep olduğunda yüzünde sessiz teşekkürümü kabul ettiğini gösteren bir ifade oluştu.

"Bende süt istiyorum." Dedi, Beril Hanım'ın kucağında oturan Ayana. Oldukça tatlı duran bu küçük kıza bakışlarımı çevirdiğimde utanmış gibi kafasını annesine yasladı. Az sonra onun için de bir bardak süt getirildiğinde, "bunu içersem senin kadar büyük olabilir miyim?" Dedi, tatlı ses tonuyla. Bu beni güldürürken masada oturan diğer kişileri de güldürmüştü, bir kişi hariç. Estella hala soğuk bakışlarıyla gözlerini üzerimizde gezdirmeye devam ediyordu.

Bu durum beni oldukça rahatsız ederken yüzümdeki gülümsemeyi korumaya çalışarak, "İstersen olabilirsin tabi." Diye, konuştum.

"Ayana'cım prensesler asil olurlar." Diye, konuşan Estella'yla beraber farkında olmadan sert bakışlarım onu buldu. Masaya oturduğum andan beri ona çevirmediğim gözlerim gözlerini bulduğunda, alay dolu bakışlarını fark etmem uzun sürmedi.

"Banane, ben prenses olmak istemiyorum! Ben onun gibi asker olacağım." Dedi, Ayana Estella'ya çemkirerek.

O mızmız bir çocuk gibi Aybars'a dönüp, "olabilirim değil mi abi?" Diye, sordu.

Aybars annesinin kucağındaki Ayana'yı kendi kucağına alarak "olabilirsin elbette bebeğim." Dedi, onu göğsüne yasladığı sırada. Bu görüntü içimi ısıtırken yüzümdeki sert ifade silindi. "Asma suratını," dedi, göğsünde yatan Ayana'nın saçlarını okşarken.

Estella bununla beraber yüzündeki bozulmuş ifadeyi saklayamazken keyifle sütümü yudumladım.

​​​​​​'Askerlerin süt içtiği nerede görülmüş?'

Diyen iç sesime omuz silktim, ben seviyordum.

Sessizce kahvaltımızı yapmaya devam ederken üzerimizdeki gerginlikte dağılmıştı. Az sonra herkes yavaş yavaş ayaklandığında, Beril Hanım'la Tuğrul işleri olduğunu söyleyip yanımızdan ayrılmışlardı. Ayana, Slovi'yle benim yanımda kalmak isteyince onu kıramamış annesine onu istediği zaman odasına çıkarabileceğimi söylemiştim. Beril Hanım kızının tatlı isteğini geri çevirememiş büyük bir gülümsemeyle yanımızdan ayrılmıştı.

Ayana bana bakıp, "beni kucağına alır mısın Meva?" Dediğinde, tam onu almak için eğilecektim ki Slovi buna engel olarak Ayana'yı kendi kucağına aldı.

"Meva yaralı olduğu için seni kucağına alamaz. Ama ben alabilirim, hizmetimden memnun kalacağına eminim küçük hanım." Dediğinde, Ayana onun bu haline gülüyordu.

Küçük bir an yaralı olduğumu unutmuş olsam da ben dışında kimse unutmuş değildi. "Söyle bakalım, nereye gidiyoruz?" Dedi, Slovi Ayana'yla gülüşmelerinin arasında. O, Ayana'nın tabiriyle uçarak bir yöne doğru ilerlediğinde peşlerinden gelmemi söylemişti.

"Az sonra size katılıyor olacağım." Dedim, arkalarından bağırarak. Onlar bahçe kapısından çıkmadan önce kahkahaları sarayın içinde yankılandı. Yüzümdeki gülümsemeyle odanın içinde duran Aybars'a döndüm.

"Kendine dikkat etmelisin." Dediğinde, az önce Ayana'yı kucağıma almak istediğim ânı kastettiğini anlayarak başımı salladım.

"Artık konuşabilir miyiz Aybars?" Aramıza giren sesle beraber bakışlarım sesin sahibini buldu. Onu ilk gördüğüm günden beri içimde oluşan rahatsız edici duyguya engel olamıyordum. Onda beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Kendisi de benden hoşlanmadığını kapıdan geçtiğim ilk an belli etmeye başladığında, kahvaltı boyunca beni süzmüştü. Üzerindeki gül kurusunu andıran renkteki elbise ona oldukça yakışırken, özenle yaptığı belli olan saçlarını eliyle arkaya attı. Yeşil gözleri bir cevap beklercesine Aybars'ın sarılarında dolaştı.

Aybars kafasını sallarken onu onayladı. "Salon kısmında bekle lütfen." Dediğinde, o da olduğu yerden doğrulmuştu. Aldığı cevaptan memnun bir şekilde yanımdan geçen Estella, boyu benden kısa olmasına rağmen bana üstten bir bakış attı. Ya da atmaya çalıştı, çünkü üzerimde bir etkisi olduğu söylenemezdi.

Odadan çıktığında Aybars'la başbaşa kalmıştık. Adımlarını bana doğru yönlendirdiğinde kollarını hafif bir şekilde belime sardı. "Bir sorun mu var?" Dedi.

"Hayır, her şey yolunda," dedim içimdeki rahatsızlığı saklayarak. Bundan emin olması için kollarımı onun boynuna dolayıp gülümsediğimde, "gidecek misin?" Diye, sordum.

"Hemen döneceğim." Dediğinde, gitmesini istemediğimi fark ettim. Ne konuşacaklarını deli gibi merak etsem de bunu ona hangi hakla sorabileceğimi bilemeyerek sessiz kaldım.

Ona biraz daha sokulduğumda, "çabuk gel," dedim. İçimi ısıtan kıkırtısı kulaklarımı doldurduğunda bunu duymayı ne kadar çok sevdiğimi düşünüyordum.

"Sen benim gitmemi istemiyor musun?" Dedi, çenemi tutup gözlerini gözlerime sabitlediğinde.

"Belki biraz," dedim, nazlanır gibi. Bu istemeden gösterdiğim tavır beni şaşırtırken onun yüzünde muzip bir ifade oluştu. Bu, sanki hoşuna gitmiş gibiydi, ya da ben öyle hissediyordum.

"Halletmem gereken küçük bir mesele var, sonra yanında olacağım. Ve söz veriyorum uzun sürmeyecek." Dedi, burnumun ucuna öpücük kondururken.

​​​​​'Ay bi hoş olduk şimdi.'

Diyen iç sesime hak veriyordum.

Ondan ayrılmam gerektiğini bilsem de bu oldukça zor geliyordu. Nihayet kollarının arasından sıyrılabildiğimde, "tamam, ben kızların yanında olacağım." Dedim. Beni onayladığında geçmem için öncelik verdi, ona ufak bir bakış attıktan sonra adımlarımı bahçe kapısına yönlendirip yanından ayrıldım.

"Meva, nihayet gelebildin," diyen Slovi, nefes nefese kalmış bir şekilde Ayana'nın arkasından koşturuyordu. Bundan büyük bir keyif alıyormuş gibi koşuşturmaya devam eden Ayana, sarayın önünde dikilen askerlerin etrafında döndü. Bu, onların yüzünde mimik oynatmazken Ayana oyunbaz bir tavırla dönüp durmaya devam ediyordu. Sanırım buna alışıklardı.

Bahçedeki çiçeklerin üzerine basmamaya dikkat ederek yanıma ulaşan Ayana, "abim neden gelmedi ki?" Diye tatlı bir şekilde sorduğunda, az sonra yanımızda olacağı cevabını verdim. Bununla beraber tekrar Slovi'nin yanına döndü. Kendime bir yer bulup onları izlemeye başladığımda eğlence konusunda birbirlerini bulduklarını düşünüyordum.

"Slovi, buraya çıkalım mı?" Dedi Ayana, parmak ucuyla gözetim kulesini işaret ederek. Slovi dünden razı olduğundan benim onaylamaz bakışlarımı aldırmadan onu onayladı.

Ben hareketlerinin hızını takip edemezken onlar soluğu başka bir tarafta aldılar, kesinlikle onlara yetişmek zordu. İkisi beraber askerlere takılmaya başladığında Slovi'nin cilveli tavrı gözümden kaçmamıştı. Ah, bu kız kesinlikle iflah olmazdı. Karşılarındaki asker duruşunu bozmazken gülme isteğimi bastırdım. Çünkü Slovi cilveli tavrına rağmen karşısında tepkisiz duran askere gayet rahat bir tavırla takılmaya devam ediyordu. Asker çok kısa bir an gülümser gibi olduğunda buna izin vermeyerek hemen tavrını düzeltti. Bu kız kesinlikle ne yapacağını iyi biliyordu.

Onlar tekrar bir şeylerle uğraşmaya başladığında bir süre onları izledim. Ardından aklımı kurcalayıp duran Aybars, kısa bir süre içinde tekrar düşüncelerimi ele geçirdi. Ben dalgın bir şekilde onların başbaşa kaldığı düşüncesiyle savaşırken Ayana'nın bana seslenmesiyle bakışlarımı ona çevirdim.

"Efendim tatlım?"

"Abim hala neden gelmedi Meva?"

İşte bunu ben senden daha çok merak ediyorum Ayana. Neden hala gelmemişti?

"Onu benim için çağırabilir misin lütfen?" Diyen Ayana'ya karşılık bunu bekliyormuş gibi yerimden doğruldum.

"Tamam, ben bi bakıp geleyim." İçimdeki rahatsızlık duygusu artarken derin bir nefes aldım. Fazla abartıyor olmalıydım, kesinlikle fazla abartıyordum. Ben böyle düşünceler içinde salon kapısına kadar geldiğim sırada kapının aralık olduğunu fark ettim. Aralık kapının önüne geçtiğim sırada bakışlarımı yerden kaldırıp karşıma diktim. Buraya kadar geldiğim için beni pişman eden zihnim görmek istemeyeceği bir görüntüyle karşılaştı.

Kalbimin ortasına bir ok saplanmış gibi keskin bir acı hissettiğimde, bunun fiziksel acıdan daha katlanılmaz bir sızı olduğunu fark ettim. Karşımda gördüğüm dudaklarını Aybars'ın dudaklarına yaslamış Estella ile gözlerimin dolmasına engel olamadım. Bir adım geriye doğru sendelediğimde geri çekilip sırtımı duvara yasladım. Bütün bunların bir kabustan ibaret olmasını dilerken içimdeki acı, kabus olamayacak kadar gerçekti.

 

 

⛓️⛓️⛓️

Loading...
0%