Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.BÖLÜM

@sadece_fatma

Çaresizlik bir yük misali omuzlarıma binmişti şimdi. Bir çıkış kapısı arıyor ama bulamıyordum. Gitmek, uzaklaşmak istiyor ama hiçbir yere hareket edemiyordum. Uyuşmuş gibiydi bedenim. Onlarca duygu hissediyor, biri bile yüzüme uğramıyordu. Hissettiklerim altında eziliyorken hiçbir tepki veremiyordum.

Bu bana verilmiş olan bir ceza gibiydi. Gibisi fazlaydı, bu bana verilmiş olan en büyük cezaydı. Hiçbir duygu hissetmemen gereken yerde bütün duyguları dibine kadar hissetmek. Öldürürken onunla beraber ölmek. Acıtırken, dönüp bir de kendine acımak.

Benim için hissediyor olmak hiçbir şey hissetmemekten daha kötüydü. Bir şey hissetmiyor olmayı dilerdim. Tıpkı diğerleri gibi acımasız olmayı, duygusuzca savaşabilmeyi. Çünkü savaş bu demekti, savaşta duygu olmazdı. Ben ise intikam için yetiştirilmiş bir çocuk için fazla duygusaldım. Böylesi beni yavaş yavaş öldürüyor acıdır ki bu ölümden kimsenin haberi olmuyordu.

İçeride yıkılan duvarları, kırılan camları, bir kağıt misali kesilen umutları kimse bilmiyordu. Bütün bunlarla tek başıma hesaplaşıyor çoğu zaman altından kalkamıyordum. Ne anlatabilirdim ki, kime ne diyebilirdim? Bu bir intihardı sadece dışarıdan yaşam olarak gözüküyordu. Bu bir savaştı, bu en çok da benim kendimle olan savaşımdı. Ölüm ise bu savaşta kaçınılmazdı.

Yüzüme vuran soğuk havayla beraber dağılan saçlarımı elimle düzelttim. Gözlerim kısa bir an gecenin karanlığında etrafı süzdü. Dışarıda nöbetçiler dışında kimse yoktu. Yanımda benimle beraber yürüyen Slovi sessizliğini koruyordu. Olayın ciddiyetinden olsa gerek evden çıktığımızdan beri ikimizde tek kelime etmemiştik. Pekte konuşacak bir şeyimiz olduğu söylenemezdi açıkçası konuşulacak ne varsa her şeyi konuşup bir karara varmıştık.

Adar amca'nın evinin önüne geldiğimizde Slovi bir kez daha emin olup olmadığımı anlamak istercesine gözlerime baktı. Emin olduğumu göstermek istercesine kafamı salladım. Hemen ardından Slovi kapıya dönüp bir iki kez kapıyı tıklattı.

Adar amca Marazlıların en yaşlısıydı. Öyle ki her şeyi bildiği söyleniyordu. Buranın en bilge kişisi olarak kabul ediliyor herkes ona saygı gösteriyordu. Henüz küçük yaşta onunla tanışma fırsatı yakalamıştım. Daha o zamanlarda beni büyük bir sevgiyle karşılayıp bana anne ve babamın gençliğini anlatması içimde ona karşı bir güven oluşturmuştu. Onunla bir çok sohbetimiz olmuştu. Hiç görmediğim anne ve babamı bana o anlatmıştı. Gençliklerini, birbirlerine nasıl aşık olduklarını, annemin bana hamile olduğu ilk anı, babamın mutluluğunu bana o anlatmış, varlıklarını bilmediğim bu insanlarla beni o tanıştırmıştı.

Anlatmadığı, anlatmasını istemediğim tek anı onların ölümleriydi. Şimdi ise bunu dinlemek için buradaydım. Kapı aralandı ve anlına düşmüş kır saçları, beyazlamış sakalına rağmen hala dinç gözüken Adar amca bizi büyük bir gülümsemeyle karşıladı.

"Slovi, Meva? Sizi görmeyi beklemiyordum. Çok mutlu oldum." Mutluluğu yüzünden okunuyordu. Yanına gelmeyeli aylar oluyordu, haliyle biraz şaşkındı. "Dikilmeyin orda hadi geçin içeri." Dediğinde, Slovi önden ben arkasından içeri adımladık.

Geçip içeri oturduğumuzda Adar amca da karşımızdaki yerini aldı. "Söyleyin bakalım gecenin bu saatinde sizi buraya getiren nedir?" Sorgulayıcı bakışları üstümüzde dolanırken ilk konuşan ben oldum.

"Adar amca hikayemi benden daha iyi biliyorsun, çoğu zaman kendi hikayemi ben senden dinledim." Derin bir nefes aldım.

"Bilmediğim hiçbir şey kalmasın istiyorum. Senden bana her şeyi anlatmanı istiyorum." Gülümsemesi soldu, hüznün yüzünü yavaş yavaş ele geçirdiğine şahit oldum.

"Meva tatlım sen bunu duymaya-"

"Hazırım." Dedim sözlerine devam etmesine engel olarak. "Hazırım Adar amca, bu kez bütün gerçekliğiyle senden duymak istiyorum. Bir amaç uğruna sarf edilen nefretle doldurulmuş söylemlerden uzak, sadece gerçekleri duymak istiyorum. Bu zamana kadar seni susturduğum için üzgünüm, bu zamana dek kaçtıklarım için de öyle. Umarım bütün bunlar için beni affetmişsindir."

"Meva, başka çaren olmadığını kendimden biliyorum kızım. Eğer çare olsaydı ben bu yaşıma dek bu düzene susmazdım. Seni anlıyorum. Ve eğer duymak istiyorsan sana her şeyi anlatırım." Minnetle baktım yüzüne. Hiçbir zaman yapılanları onaylamamıştı o, hep yanlış olduğunun farkındaydı. Ama burada yaşayan herkesin kaderinde olduğu gibi ses çıkaramamış karşı gelememişti. Ne söylendiyse yapmaya mahkum bırakılmıştı.

"Meva, babanın çok yakın arkadaşım olduğunu daha önce de anlatmıştım sana. Annen henüz sana hamileyken yine bir savaş duyurusu yapıldı. Savaş için baban da görevlendirilmişti, onun yanında görevlendirilenler arasında bende vardım. Fakat annen babanın gitmesini istemiyor sürekli başına bir şey geleceğinden içinde kötü bir his olduğundan bahsediyordu. Açıkçası bende babanda annenin hamileliğinden dolayı fazla duygusal davrandığını düşünüyorduk. Ta ki ben olaya şahit olana kadar."

Kafasını eğdi ve anlatmaya devam etti. "Layla işte, inadı tuttu. Sen gidersen bende gelirim dedi babana. Böyle bir şeyin mümkünatı yoktu hamileydi savaşamazdı, üstelik doğumuna çok az bir süre kalmıştı. Baban ne dedene yani baş yöneticiye karşı gelebiliyor ne de anneni inadından vazgeçirebiliyordu. Annenin savaş meydanından uzak durması şartıyla bizimle gelmesini kabul ettik. Onu civardaki evlerden birine bırakıp güvenliğinden emin olduktan sonra görevimizi yerine getirmek üzere askerlerin yanına geçtik. Atladığımız tek noktaysa annenin peşimizden gelme ihtimaliydi. Bunu ancak baban bir Baratlı tarafından vurulduğunda annenin yanımıza koşup gelmesiyle ilk fark eden ben oldum. Babanı çalıların arkasına kadar sürükledik. Bulunduğumuz alana düşmanın girmesini engellemek için alanı korumaya çalıştığımızda, hemen ardımdan babanın ikinci bıçak darbesini kalbine yediğinden ve annenin onu korumak için çırpınırken sesi çıkmasın diye öldürüldüğünden habersizdim. Ta ki yanlarına dönüp yanlarındaki iki askerle beraber onların cansız bedenini görene dek."

Sonlara doğru kısılan sesiyle devam etti. "Annen ve baban, dostlarım hiçbir zaman savaşı desteklemediler Meva. Annen bir yabancı baban ise yöneticinin oğluydu. Karşı gelemezlerdi, üstelik annen hamileyken bu olanaksızdı." Son nefesini hep sevdiği adamla beraber vereceğini söylerdi, öyle de oldu. İsmin sen daha doğmadan belliydi. Cinsiyetin bilinmiyordu ama annen isminin Meva olmasını çok istiyordu. Deden anneni pek sevmese de onun bu isteğini son isteğiymiş gibi kabul etti ve adının Meva olmasına karar verdi. Doğumun bir mucizeydi, çünkü herkes öldüğünü düşünüyordu, ama sen yaşıyordun. Daha o zamandan annen gibi inatçı olduğun belliydi." Buruk bir tebessümle gülümsedi.

Eğdiği başını kaldırarak kızarmış gözleriyle bana baktı. "Kaderin bu yaşına dek Marazlılar tarafından yazıldı. Onlar tarafından yönetildin. Kader kalemin onların elindeydi, her yönünü onlar belirledi. Bütün gidişata onlar karar verdi. Deden ölmeden önce buna böyle karar verdi. Onun ardındakilerse talimata uydu ve bunu devam ettirdi. Senin hikayen onların çıkarları uğruna onlar tarafından yazıldı. Sen, kullanabilecekleri en iyi kurbanlarıydın. Ve şimdi yıllardır alamadıkları intikamı senin almanı istiyorlar. Vaktinin geldiğini biliyordum. Vakti geldiğinde yanıma gelip gerçekleri öğrenmek isteyeceğini de. Şimdi ise senden Baratlıların büyük veliahtı Aybars Baratlıyı öldürmeni istiyorlar. Sana ne yapıp yapmayacağını söylemeyeceğim güzel kızım. Sana sadece kaderinin kalemini kendi elinde tutmanı söyleyeceğim. Annen de baban da bunu isterdi."

Duyduklarım bir ok misali kalbime saplanırken kendimi daha çok kaybolmuş hissediyordum. İşte şimdi ordan oraya savrulup bir çıkış kapısı ararken bir kapı olmadığını fark etmiştim. Nefes alma ihtiyacıyla ayağa kalkıp pencereye doğru adımladım. Sadece duvarlar vardı, uzun taştan duvarlar. Slovi ilk defa duydukları karşısındaki şokunu atlatmış olmalı ki konuşmaya başladı.

"Meva'yı bir piyon olarak kullandıklarını mı söylüyorsunuz? İyi de Meva'yı onlar büyüttü. Bize onlar baktı." İçime çektiğim derin nefesle beraber tekrar onlara döndüm.

"Çocukluğumdan beri bunun farkındayım Slovi. Ben onlar için sadece bir piyonum, kendi çıkarları için büyütüp yetiştirdikleri bir piyon. Sadece ben değil onlar için herkes öyle. Ben sadece daha güçlü bir piyonum onların gözünde, enazından daha rahat kullanıp yönetebilecekleri.

Sıkıntıyla iç çekti. "Ne yapacaksın Meva?" Bilmiyorum dercesine kafamı iki yana salladım. Duygularımı kontrol etmekte zorlanıyordum. " Peki ya bu Aybars, o kim?" Duyduğum isimle beraber daha da içim sıkılırken tekrar yönümü pencereye çevirip gökyüzünü izledim.

O sırada Adar amca Slovi'yi yanıtsız bırakmadı. "Layla ve Göktuğ'un Katilinin oğlu, Meva'nın öldürmesini istedikleri kişi."

Anne ve babamın ismini bir kez daha duyduğumda gözlerimi yumdum. Hangisini hazmetmem gerektiğini bilmiyordum. Aybars'ın anne ve babamın katilinin oğlu olmasını mı, yoksa onu öldürmem gerektiğini mi?

Odaya sığamaz bir ruh haliyle kendimi dışarıya attığımda ardımdan gelmek isteyen Slovi'yi Adar amcanın durdurup yalnız kalmam gerektiğini söylemesini işittim.

Yalnız kalmak istemiyordum. Ben yine çocuk olmak, yine o ormana kaçmak, yine Aybars'ın yanına gitmek istiyordum. İçimdeki ona gitme isteğini yıllardır ilk defa bastıramıyordum. İçeride duyduklarımdan sonra bu o kadar yanlıştı ki.

Ne vardı yine çocuk olsaydık, hiçbir şeyden haberimiz olmasaydı. Biz yine birbirimizle uğraşıp dursaydık. O gün son olduğunu bilseydim, eğer sana öğrendiklerimden sonra bir daha sarılamicağımı bilseydim o gün daha çok sarılırdım.

İçimdeki tarif edemediğim acıyla beraber nereye olduğunu bilmeden yürümeye devam ettim. Adımlarım beni ormana getirdiğinde bu kez kendimi tutamayarak ağlamaya başladım. Ne kadar yol yürüdüğümü, buraya nasıl geldiğimi bilmiyordum. Ayaklarım artık beni taşımazken bir ağaca tutunarak dibine çöktüm. Yanımdan hiç ayırmadığım ona ait mendili cebimden çıkararak son kez onun beni teselli etmesine izin verdim. Küçükken ne zaman ağlayacak olsam bu mendile bakıyor, anılarımızı anımsadıkça gözyaşlarım yerini ufak bir tebessüme bırakıyordu. Bu kez öyle olmadı. Bu kez gözyaşlarım daha da hızlandı.

Buna bir son vermek istercesine cebimden bir kibrit kutusu çıkartıp içinden bir tane kibrit aldım. Kibriti ateşe verdiğimde mendile yaklaştırıp mendilin ateş almasını sağladım.

Tutuşmuş mendile bakarken ağlamam daha da şiddetlendi. Elimde olan ufacık hatırayı da yok etmiştim. Olması gereken buydu, böyle olmalıydı. Biz birbirimize daha doğduğumuz ilk andan yasaktık.

Kalbimin tam ortasına sanki tutuşturduğum bir mendil değil de içimdeki bir evmiş gibi bir ağrı yayıldı. Ağlamam artık iç çekişlere döndüğünde ellerimde mendilden geriye kalan tek şey küllerdi.

Geriye küller kaldı, tıpkı bizden geriye de sadece küllerin kaldığı gibi. Mendilden düşen her kül ateş oldu kalbimin ortasına düştü. Geriye bir şey kalmamıştı, geriye bir şey kalmayacağı gibi. Ev diye adlandırdığım artık sadece külden ibaretti.

Madem doğru buydu, canımı bu kadar yakan neydi?

Yüzümü ellerimle silip olduğum yerden ayaklandım. Dolunay'ın aydınlattığı yolda geldiğim yöne dönerek, geldiğim yolu tekrar yürümeye başladım. Düşünüyor, düşünüyor ve düşünüyordum.

Yürürken bastığım taşların sesi kafamdaki sesleri bastıramazken, tam çaprazımda duran siyah atı fark ettim. Birinin olmalıydı. Kim gecenin köründe ormana gelir ki diye düşündüm, gecenin köründe ormana gelen ben değilmişim gibi.

Adımlarımı atın olduğu tarafa doğru çevirdiğimde karşıdan gelen tanıdık simayla beraber duraksadım. Dağılmış siyah saçları giydiği simsiyah kamuflajına uyum sağlarken oldukça yorgun gözüküyordu. Dağınıklığını pek umursuyormuş gibi gözükmezken kafasını yürüdüğü yoldan kaldırdı.

Göz göze geldik. Kısa bir an afalladığını hissettim. Bakışları yüzümde dolandı. Kaşları çatıldı, muhtemelen suratım ağlamaktan kızarmıştı.

⏳️

​​​​​​"Meva hadi ağlama artık, bak ne istersen yaparım." Islak kirpiklerimi kırpıştırıp alttan alttan ona baktım.

​​​​​​"Gerçekten mi?" Kafasını salladı hızla.

"Ne istersem mi?"

​​​​"Evet, ne istersen," dedi.

Cebinden çıkardığı mendille yüzümü sildi, hemen ardından yüzüme yapışan saçlarımı parmaklarıyla düzeltti." Sen ağlama yeter, ben sen ne istersen yaparım."

Küçük dişlerimi gösterecek derecede gülümseyip ona baktığımda, "benimle oyun da oynar mısın Aybars?" Diye sordum.

⏳️

 

Zihnime dolan anıyla beraber bir kaç saniye gözlerimi yumdum. Gözlerimi açtığımda bakışlarının hala üzerimde olduğunu fark ettim. Bana doğru adımlamaya başladığında tam aramızda iki adımlık mesafe kalmışken bir adım geriye giderek duraksamasına sebep oldum.

"Meva?" Dedi, sorgulayıcı bir sesle. Ben ondan uzak durmazdım ki. Duyduğum sesiyle beraber tekrar gözlerimin dolmasına engel olamadım. Kaşları daha da çatıldı.

"Biliyor muydun?" Sessiz kaldı. "Biliyor muydun Aybars!" Anladı. Neyden bahsettiğimi, neden bu halde olduğumu. O zaten küçükken de böyle tek bakışıyla anlardı beni. Sinirimi bozan düşüncemle beraber gözyaşlarım akmaya başladı.

"Meva-" Konuşmasına izin vermedim.

"Neden Aybars, neden, Neden söylemedin bana?"

"O gün öğrendim." Gözlerine baktım. Gittiği gün, o gün mü öğrenmişti? Bu yüzden miydi o tavırları, bu yüzden miydi o sessiz terk edişi?

"O yüzden mi?" Sesim duyulmicak kadar kısık çıkmıştı. Kafasını salladı. "Neden söylemedin bana?"

"Neden?" Acıyan boğazıma rağmen bağırmıştım bu kez. Hem bağırıyor hem ağlıyordum.

"Ne diyebilirdim ki Meva, benim babam aşağılık bir adam anne ve babanı o öldürmüş mü?" Duraksadı, "nasıl söylenir bu?" Dedi, çaresizlik içinde.

"Kaçtım, bir korkak gibi kaçtım. Babamın yaptığı öyle ağır bir şekilde konuldu ki üstüme karşına çıkacak yüzü kendimde bulamadım. Her şeyden, herkesten kaçtım da ben bi senden kaçamadım Meva. Yıllarca seni sadece uzaktan izleyebildim. Ne karşına çıkacak yüzüm vardı, ne de senden gidebilecek bir kalbim."

Duyduklarımla ağlamam daha da şiddetlenirken en son ne zaman bu kadar çok ağladığımı düşünüyordum.

"Yalvarırım ağlama." Dedi içi gidiyormuş gibi. Bunun üstüne daha çok ağladım. Napacağını bilmiyormuş gibi baktı bana, ellerini koyacak bir yer bulamıyormuş gibi hareket ettirdi. En sonunda bir karara varmış olmalı ki bir kaç adım atıp dibimde durdu. Kafamı kaldırıp ona baktım. Elleri tedirgin bir şekilde yüzümü avuçladı. Bir tepki göstermediğimi görünce usul usul gözyaşlarımı sildi. O sildikçe ben daha çok ağladım.

"Biliyorum, senden istedikleri şeyi de yapacaklarını da biliyorum. İnan önemli değil Meva. Hiçbiri senden önemli değil." Elleri yüzümü okşarken devam etti.

"Meva, ben senin için ölürüm ama sen benim için yaşa."

Zamanında bir ölüm ekilmişti toprağa tohum fidan olacak topraktan ayrılacak, zamanı geldiğinde yine bir ceset olarak o toprağa gömülecekti. Tıpkı daha öncekiler gibi.

Bir yemin edilmişti bu uğurda, binlerce can alınmıştı.

Peki ya şimdi ben karşımdaki bu adamla napacaktım?

Bildiğim tek bir şey vardı. İkimizden birinin sağ çıkması gibi bir ihtimal yoktu. Ya beraber yanacak, ya da beraber yakacaktık. Her ne olacaksa ikimize olacaktı. Ortada bir kül varsa bu bize ait olacaktı.

 

 

Loading...
0%