Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.BÖLÜM

@sadece_fatma

 

"Sen ne dediğinin farkında mısın?" Diye kelimenin tam anlamıyla kükreyen Rika, oldukça sarsılmış gözüküyordu. Benim için beklenmedik bir tepki değildi.

 

"Evet, doğru duydunuz elçi Rika, size bana verdiğiniz görevi yerine getirmeyeceğimi söyledim. Bunu yapmayacağım, bu kez değil." Sözlerim üzerine öfkesi daha da artarken bunun onun için beklenmedik olduğu belliydi.

 

"Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi Meva?" Tabiki biliyordum. Bu bile isteye kendimi idama sürüklemek demekti. Kural basitti, karşı gelirsen idam edilirdin. Hiçbir duygu içermeyen gözlerimle ona baktım. Bunu onlar kendi elleriyle yapmışlardı. Hayatı başkalarının elinde olan bir insan içinse son hiçbir anlam ifade etmiyordu.

 

22 yıllık hayatım boyunca bana yanında yaşadığımı hissettiren bir insanı intikam uğruna harcamicaktım. Enazından onun belki yaşaması gereken bir hayatı vardır. Bense doğduğum ilk andan beri zaten bu hayatı hiçbir zaman sevmemiştim.

 

"Bu senin sonun olur! Sen bunun için yetiştirildin şimdi buna karşı gelmekte ne demek oluyor? Her şeyi berbat ederek ne yapmaya çalışıyorsun sen! Ölmek mi istiyorsun? Öldürülürsün Meva." Başı boş tehditlerine ve kendini beğenmiş tavrına her ne kadar göz devirmek istesem de kendimi tuttum. Onlara yaşadığımı düşündürten neydi?

 

Kendime hakim olamayarak sesimi yükselttim."Size yaşadığımı düşündürten nedir elçi Rika? Üzerimizdeki tek bir isimle büyüdük biz. Daha doğar doğmaz sen bir Marazlısın dediler. Burada yaşayan herkesi kendinize bağladınız. Soruyorum size, size yaşadığımızı düşündüren nedir? Biz sadece savaşıyoruz kendimizi bildik bileli ölüyoruz ve öldürüyoruz. Bu bir yaşam değil elçi Rika. Siz sadece bizi değil zihinlerimizi de, duygularımızı da yönetiyorsunuz. İşkenceyle büyütülmüş çocuklar olarak sizce de tepkiniz biraz fazla değil mi? Bunun olması gerekiyordu, ben ya da başka biri bir gün buna dur diyecekti zaten."

 

"Sen... Sen sadece nankörlük ediyorsun Meva! Onlar senin aileni senden aldı. Sende baştaki veliahtı öldürerek onları sarsacaktın, onlara büyük bir zarar vermiş olacaktık. Güçleri azalacaktı. Kazanan biz olacaktık Meva! Her şeyi berbat ediyorsun." Bağırmasıyla aynı oranda sesimi yükselttim.

 

"Asıl siz anlamıyorsunuz! Söylediklerinizin hiçbir mantıklı tarafı yok." Kendime hakim olamayıp bağırmaya başladığımda bu ikimiz için de son noktaydı. "Anne ve babam sizin yüzünüzden öldü. Onlar benim anne ve babam olduğu için öldürülmedi, siz zamanında birinin anne ve babasını öldürdüğünüz için öldürüldü! Yine siz birinin çocuğunu öldürdüğünüz için öldürüldü, ne yaptıysanız siz yaptınız! " Nefes alma ihtiyacıyla bir kaç saniye duraksadım. Ellerim titriyordu.

 

"Karşınızda anne ve babasını kullanarak kandırıp, nefretle besleyeceğiniz o küçük çocuk yok! Bir sebepsiz ölüme daha izin vermeyeceğim, enazından ben yapmayacağım."

 

Sinirden parmakları üzerinde durduğu masayı sıktığında tekrar konuştum. "Üzgünüm Rika esaretin olduğu yerde kazanç olmaz."

 

"Sen öldürmemek için ölümü göze mi aldığını söylüyorsun?" Öfkeyle kafasını iki yana salladı. "Hayatından vaz mı geçiyorsun?"

 

Oynamaya çalıştığı son kozu üzerine gülmek istedim. "O hayatı siz benden alalı çok oluyor Rika!" Yaptığı tek bir işaretle kollarıma zincir vurulmadan önce son söylediğim sözler bunlardı.

 

 

⛓️⛓️⛓️

 

Günler Sonra

 

Bana ters ters bakan nöbetçiden bakışlarımı ayırdım. Yeterince günlük nefret dozumu almıştım, fazlasına gerek yoktu. Oturduğum yerin rahatsızlığıyla bir kez daha oturuşumu düzelttim. Bunu kaç defa yaptığımı bilmiyordum. Boynumda boyunluğa benzer bir zincir vardı. Kollarım ve bacaklarımdakini anlasam da onun sebebini hala çözememiştim. Bulabildiğim tek sebep bu insanların manyak olduğuydu. İlk günler çekiştirmekten kollarımda ve bacaklarımda morluklar oluşmuştu, boynumdaysa yara olduğundan nerdeyse emindim.

 

Canımın acısından çok neler olup bittiğini düşünüyordum. Dışarıda neler olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Slovi'nin şimdiye kadar bir yol bulup içeri girmesi gerekiyordu. Onu en son beni odadan çıkartırlarken görmüştüm. Sessizliğini korumuştu, böyle konuşmuştuk. Birimizin dışarıda kalması gerekiyordu. Aradan günler geçmişti, şimdiye kadar bir şeyler olması gerekiyordu ama etraf hala sessizliğini koruyordu. Can sıkıcıydı.

 

Parmaklıkların ardında nerdeyse dökülmek üzere olan kapıdan bir nöbetçi girdi. Baştan aşağıya simsiyah giyimli nöbetçi'nin burnunun üstüne kadar yüzünü örten bir maskesi vardı. Arkası dönük olduğundan onu tam göremiyordum.

 

"Nöbet değişim saati, sen çıkabilirsin." Diye bağırdı, ismini bilmediğim diğer nöbetçiye. Yüzündeki maskeden olsa gerek boğuk çıkan sesiyle yüzümü buruşturdum.

 

Her gece yer değiştirip iki üç kişi başıma dikiliyorlardı. İki kişi kapıda bir kişi içeride bekliyordu. Sanki kaçabilecek halim varmış gibi bir de başıma nöbetçi dikmişlerdi.

 

Tam diğer nöbetçi kapıdan çıkacakken içeriye Slovi girdi. Tamam gelmesini bekliyordum ama bu kadar rahat değil. Elinde duran tepsiyi nöbetçiye göstererek konuştu. "Şunun yemeğini getirdim. Elimde olsa getirmemeyi tercih ederdim de elçi Rika böyle istedi." Eğer onu tanımıyor olsaydım gerçekten benden nefret ettiğini düşünebilirdim.

 

"Çabuk ol!" Nöbetçi onu onaylayıp çıktığında diğeri de yerine oturup arkasına yaslanmıştı. Enazından gelir gelmez gözlerini üzerime dikmemişti, bu iyiydi. Slovi elindeki anahtarla parmaklıkların demir kapısını açtığında, tepsiyi yanıma bırakıp diğer tarafıma çöktü."

 

"Güzel oyunculuk." Dedim, az önceki tavrını kastederek. Bunu söylerken sesimi kısmak zorunda kalmıştım." Nasıl razı oldu bu duruma Rika?"

 

"Sorma günlerdir nefret kusuyor, bende öyle. İşte napayım kollarımda teselli ediyorum onu." Bunu derken gülmüştü. Kafamı çevirip nöbetçiyi işaret ettim. "Merak etme sorun yok." Rahatlığı beni şaşırtmıştı. Zira değil burada oturması içeriye nöbetçi ve askerler dışında başka birinin adım atması dahi yasaktı. "Git yemeğini sen götür de dostunun bile ona karşı olduğunu görsün falan dedi. Yazık üzülüyorum ben bu adama çok hayal kuruyor."

 

Söyledikleriyle güldüm. Her durumda eğlenmeyi başarabiliyordu. Acıyan boğazım keskin bir şekilde gülüşümü soldururken Slovi'nin üzgün bakışları üzerimdeydi. "Hadi ama bakma öyle, anlat neler oluyor?"

 

"Yöneticiler çok sessiz, elçi Rika ise onlara zıt bir şekilde çok öfkeli ve bunu asla saklayamıyor. Bende bu öfkeyi gayet güzel bir şekilde kullanıyorum orası işime geliyor. Beni onun destekçisi zannediyor. Yöneticiler kendileri bir açıklama yapana kadar olayın gizli kalmasını istediler. Akılları sıra kendileri bir hikaye uydurup, halkı kendi taraflarına çekip senden nefret ettireceklerdi. Ama gel gör ki biri çıkıp herkese yaymış durumu." Sırıttı, bu kesinlikle oydu.

 

"Tabi bunu kimin yaptığı konusunda bir kriz çıktı, tabiki krizi ben çıkardım. Ortalığı nasıl ateşe verdim ama görmen gerekiyordu, ben bile bi an kendimi sorguladım, nerdeyse ben bile inanacaktım kendimin yapmadığına. Suç asker Biçkas'ın üzerine kaldı. Rika onun canını aldı. Kendisini de hiç sevmezdim zaten, ateşler içinde uyusun." Durup soluklandı. Bütün bu anlattıkları dışında gözlerindeki üzüntüyü görebiliyordum. Zincire bağlı olmasaydım ona sarılırdım, çünkü onu gerçekten çok özlemiştim.

 

Sanki hissetmiş gibi canımı acıtmamaya dikkat ederek bana sarıldı. Karşılık verememek bir kez daha tutsak olduğum gerçeğini yüzüme vurduğunda gözlerimi yumdum.

 

"Seni özledim Meva. İnan Rika'yı öldürmemek için kendimi zor tutuyorum. Onlar senin idamını düşünürken orda sessizce oturmaktan başka elimden bir şey gelmemesi çok kötü bir his." Bütün o enerjisine ve pozitifliğine rağmen canının acıdığını görebiliyordum.

 

Kapının açılmasıyla Slovi benden ayrıldı. İçeriye asker olduğunu düşündüğüm bir adam girdiğinde onu daha önce hiç görmediğimi fark ettim. Bedeni İçeriye tamamen girmezken kapı aralığında durarak oturan nöbetçiye bir şeyler söyledi. Nöbetçi yerinden ayaklandığında hemen ardından Slovi de yerinden ayaklandı. Bir şeyler döndüğünü hissettim. Neler oluyordu?

 

"Neler oluyor?" Gözlerim onların arasında gidip gelirken aralarında bilmediğim bir şeyin döndüğünü çok açık görebiliyordum artık.

 

Adam konuşmaya başladı."Dışarıyı hallettik, çıkabiliriz." Bunun üzerine nöbetçi onu onaylandıktan sonra dışarı çıktı. Kaşlarımı çattım, kesinlikle bir şeyler oluyordu.

 

Bize doğru dönen nöbetçinin söylediğinden çok kim olduğu şaşırmama sebep olduğunda şaşkın ifademle bi süre yüzüne baktım. Karşımdaki sarı gözler oldukça tanıdıktı. Aybars, onun burada ne işi vardı?

 

"Vaktimiz var mı?" Diye soran Slovi'yi yanıtladı.

 

"Evet, muhtemelen dışarıdaki sorunu çözmeye çalışmaktan burayı bir süre için unuturlar. Bizi yalnız bırakır mısın?" Slovi kafasını sallayıp dışarı çıktığında hala neler olduğunu çözmeye çalışıyordum.

 

Yanıma geldi. Cebinden anahtarlarla dolu bir anahtarlık çıkardığında yere çöktü. Önce ellerimdeki, sonra ayaklarımdaki ardından boynumdaki zincirleri çözdü. Tüy kadar hafif dokunuşlarını hissettiğimde canımı acıtmamak için ekstra bir çaba harcıyordu. Oldukça yavaş hareketlerle beni zincirlerimden kurtardığında gözlerimi üstünden ayırmadım. Yüzündeki maskeye rağmen yüzünü buruşturduğunu hissedebiliyordum. Kaşları çatıktı, elleri bileklerimdeki morlukları okşadığında gözlerini onlardan çekip gözlerime kenetledi.

 

"Canın acıyor mu?" Dedi, bu durumdan memnun olmayan ifadesiyle. Burada olması hala gerçek gibi gelmezken kendimi konuşmaya zorladım.

 

"Ne işin var burada?" Diye sordum uyuşan bileklerimi ovuştururken.

 

"Seni almaya geldim, seni burada bırakacağımı düşünmüyordun değil mi Meva?" Dedi, büyük bir kararlılıkla. Neyden bahsediyordu bu? Yakalanırsa sağ çıkamazdı buradan.

 

"Neyden bahsediyorsun Aybars, Hem sen nasıl girdin buraya? Öldürmek istiyorlar seni, gitmelisin."

 

"Seni de öldürmek istiyorlar Meva. Ya beraber ölecez ya da beraber gidecez burdan!" Sert sesi öfkelenmeme sebep oldu.

 

"Oyun mu oynuyoruz burada Aybars, saçmalama!"

 

Sesi yükseldi. "Asıl sen saçmalama Meva, nasıl yaparsın bunu? Ne demek idama razı gelmek. Hiç mi önemi yok senin canının! Ne yapmaya çalışıyorsun sen?" Oldukça öfkelenmiş gözüküyordu.

 

"Asıl sen buraya gelerek ne yapmaya çalışıyorsun? Sana ne ki Aybars, seni ne ilgilendirir benim hayatım?" Ayağa kalktığında hemen ardından bende kalkıp karşısına dikildim. Ellerini sinirle saçlarından geçirdi. Sakinleşmeye çalışıp başaramıyor gibiydi.

 

"Ne hayatı Meva, sen buna hayat mı diyorsun?" Dediğinde, günler önce aynı konuşmayı benim Rika'ya yaptığım aklıma geldi. Bu sinir bozucuydu.

 

"Çok mu umrunda Aybars?" Diye konuştuğumda bunun sadece başlangıç olduğunu biliyordum. İçimde gömülü olan her duygu birer birer ortaya çıkıyormuş gibi konuşmaya başladım. Sözlerimin bir ok misali kalbine saplanacağının bilinciyle.

 

"Neredeydin, 7 yıl boyunca neredeydin? Madem o kadar umrunda, madem ölümü göze alabilecek kadar gözün döndü daha öncesinde neredeydin?" Bana bir adım attığımda onu elimle durdurdum. Bana yaklaşmasına engel oldum. Konuşmalıydım. İçimdeki zehir beni öldürmeden onu akıtmalıydım.

 

"Meva..." konuşmasına engel olarak onu susturdum. Şimdi değildi, şimdi sadece konuşmak istiyordum. Bilsin istiyordum.

 

"Sadece konuşmak istiyorum, izin ver." Yutkundu, bunu bekliyordu. Böyle bir şeyin yaşanacağını ikimiz de biliyorduk.

 

Bütün bunlara rağmen içimde bir yerde ona kızamamanın verdiği acı vardı. Zira üstümüze yüklenen çaresizlik kırgınlıklarımızdan daha ağırdı. Yine de bilsin istedim. Zamanında binbir parçaya bölünen kalbimden haberdar olsun istedim.

 

Beni en iyi onun tanıdığını inkar edemezdim, tıpkı o gittikten sonra bir daha onun tanıdığı kişi olmadığımı inkar etmediğim gibi. Bana büyük bir üzüntüyle bakan gözlerini görmek değildi amacım. Tek istediğim kalbimin üzerindeki bu yükten kurtulmaktı.

 

Sessizliğini koruduğunda konuşmaya başladım. "Sen Aybars, benim için bir başlangıçtın ve inan bana bir son olamicak kadar sonsuzdun benim için. Öyle ki bu 7 yıl benden duygularımı değil yalnızca seni aldı. Değiştim, değiştin, hatta öyle ki yıllar sonra bile değişmeyen tek şey birbirimize hala aynı çocuksu masumiyetiyle bakan bu gözlerimizdi." Konuşurken gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Gözlerindeki ifadeden emin olduğum tek bir şey vardı ki, o da ben ne kadar acı çektiysem onun da o kadar acı çekiyor olduğuydu.

 

Tavrını bozmayıp sessizliğini korumaya devam etti. İçimde hiçbir şey kalmasın istiyordu. Konuşmaya devam ettim. "Küçükken gözlerini güneşe benzetirdim hatırlıyor musun?" Hatırlıyordu, o konuşmasa da anladım.

 

"Sarıların güneşti Aybars, sen gittikten sonra ise bir daha güneş doğmadı topraklarımda. Karanlık her tarafımı sardı. Sen varken katlandığım bütün o işkenceler, yokluğunda bedenimle beraber ruhumu da acıttı. O sihirli örtü kalktı sanki."

 

" Meva..." sözünü kestim. Önce beni dinlemeliydi.

 

"Bütün bunlara rağmen ben yine de sana kızamıyorum Aybars. Söylesene bana kime kızmam gerekiyor, kime bağırıp çağırayım? Bütün bunların hesabını kime sormam gerekiyor? "Yükselen sesimi alçaltarak konuşmaya devam ettim.

 

"Yine de sen bütün bu söylediklerime üzülme olur mu? Kelimelerim canını yakmasın. Çünkü bunları sadece artık içimde tutamadığım için söylüyorum." Gözlerimi gözlerinden çekip etrafımızda gezdirdim. Burada kaldığım süre boyunca kendime itiraf ettiğim bir şey vardı. İçinde bulunduğum duruma bakınca bunu ona da itiraf etmem gerektiğini düşündüm.

 

Gözlerimi tekrar yüzüne çevirdiğimde ona yaklaştım. Ne kadar vaktim olduğunu bilmiyordum, neler olacağını da. "Seni seviyorum Aybars."

 

Gözlerinde gördüğüm ifade değişirken bunu beklemediği oldukça açıktı. Kısa bir an duraksayıp devam ettim. " Kendime itiraf ettiğim bu gerçeği sana da itiraf etmekte hiçbir sakınca görmüyorum."

 

İhtiyaçla derin bir nefes aldım. "Öyle ki 7 yıllık kırgınlık ve özlemin üstüne ağır basan bu sevgiyi inkar etmek pekte akıl karı değil."

 

Elleri yüzüme tutundu." Ah, Meva, naptın sen? Söylesene bütün bunların üstüne nasıl uzak duracağım senden, nasıl arkamı dönüp gidebilirim? "

 

"Aybars..." Dediğimde beni susturdu. Bedeni bana daha da yaklaşıp beni kollarıyla sardığında konuşmasına devam etti.

 

"Şşş, şimdi değil Meva, beni dinle. Şimdi seninle beraber bu kapıdan çıkacağız ve sen benimle beraber geleceksin. Seni burada bırakmayacağım."

 

Ondan uzaklaştım. "Hayır, sen gideceksin ve ben burada kalacağım."

 

"Meva, hayır! Seni burada nasıl bırakırım." Öfkelenmişti, ama gitmesi gerekiyordu.

 

"Aybars beraber gidersek bir savaş başlatmış olursun, bu her şeyi daha da berbat eder." Söylediklerimi anlamıyor gibiydi.

 

"Savaş umrumda değil Meva! Seni burada bırakmayacağım, anlıyor musun? Seni almadan hiçbir yere gitmiyorum!" Yükselen sesiyle beraber bağırmaya başladım. Beni anlamıyordu. Bu ikimizin de sonu olurdu.

 

"Sadece bize değil, masum insanlara da zarar verirler. Anlamıyor musun?"

 

"Sen de masumsun Meva! "

 

Kafamı iki yana salladım. " Hayır, ben o masum kız değilim. Ben o düşündüğün kişi değilim. Değiştim Aybars." İnkar etmek istiyor gibiydi.

 

"Esirsin Meva!"

 

"Bu hiçbir şey Aybars! İnan bana bu esaret değil." Yutkundum. "Asıl esaret neydi biliyor musun?" Daha fazla bir şey duymak istemiyor gibiydi. Gözlerinin üzüntüsüne rağmen yüzü öfkeli gözüküyordu.

 

"Asıl esaret sensizlikti ! Asıl esaret koşup kaçacak bir yer bulamamaktı. Benim için asıl çaresizlik sırf sen yanımda yoksun diye ağlayamamaktı. Bakma şimdi böyle çaresiz parmaklıklar arkasında olduğuma. Benim için dışarısı buradan daha karanlık."

 

"Meva, kolay mıydı zannediyorsun, öylece dönüp gittiğimi mi sanıyorsun? Sana zarar gelmemesi için senden uzak duruyordum. Öldüm Meva! Senden uzak durduğum her an öldüm. Bana uzak duracaksın dediler, ağzımı açıp tek bir kelime etmeme izin vermediler. Yüzünü anımsadığım her saniye biraz daha acı çektim ben. Aynı şeyin bir daha olmasına izin vermeyeceğim. Seni burada bırakamam, sonucu ne olursa olsun. " Oldukça kararlı çıkan sesi ne olursa olsun beni almadan buradan gitmeyeceğinin kanıtıydı.

 

"Ölümse ölüm Meva, seninle beraber ölürüm. Çünkü ben sensiz bir yaşamı daha istemiyorum. Eğer Savaşsa inan umrumda değil. Senin için öldürmekten geri durmam. Kimse umrumda değil Meva, senin dışında hiç kimse umrumda değil anla." Kalırsam ölürdük, gidersem... derin bir nefes aldım.

 

Avcu yanağıma yerleştiğinde parmakları yüzümü okşadı. Gözlerimi kapatmamak için direndim. "Çok küçüktün Meva, şimdi şu haline bak. Sana ne yaptılar böyle?" Gözlerindeki kızarıklıkları görebiliyordum. Acı çekiyordu. " Benim küçük Meva'ma ne yaptılar?" Dayanamayıp ona sarıldığımda akan göz yaşlarıma hakim olamadım. Bir haftadır güçlü durmaya çalışan tavrım onu görünce yıkılmıştı.

 

Dudaklarını saçlarımın arasına bastırdı. Kendimi rahatlamış hissediyordum." Benimle gel Meva, biliyorum burda da savaşırsın boyun eğmezsin, sen bunun uğruna ölümü bile göze alırsın. Gel bu savaş ikimizin savaşı olsun. Savaşacaksak beraber savaşalım, öleceksek yine beraber ölelim. Bu bir zafer de olsa yenilgi de olsa bizim olsun, yalnızca ikimizin olsun. Sana yalvarırım beni sensiz bırakma." Bana yalvarıyordu. Karşımdaki koca adam bir çocuk gibi bana yalvarıyordu.

 

Açılan kapıyla ikimiz de bakışlarımızı oraya çevirdik. Soluk soluğa kapıda duran Slovi, " gitmemiz gerekiyor!" Diyince Aybars bakışlarını sorar bir ifadeyle bana çevirdi. Kafamı sallayıp onu onayladım. Gidecektim.

 

Aldığı cevaptan memnun olmuş bir şekilde gülümsedi. Rahatlamış gözüküyordu. Az sonra ellerini ellerime kenetlediğinde kapıya doğru beni kendiyle beraber yürüttü. Kapıya vardığımızda duraksadı. Ben daha ne olduğunu anlamadan bana dönüp dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bütün bunlar saniyeler içinde gerçekleşirken hiçbir tepki verememiştim.

 

 

Her bitiş bir başlangıç falan değildi, bu hikayede her bitiş bir yıkımdı.

 

Önce hayat verdiler, sonra o hayatı zehir ettiler.

 

Zehirleneceklerinden habersiz...⛓️

 

 

Loading...
0%