@sadece_fatma
|
Gözlerimi güçlükle araladığımda etrafım karanlıktı.Yattığım yerden doğruldum. Gözlerim bulunduğum odada ardından karşımda oturur vaziyette uyuya kalan Aybars'ın üzerinde gezindi. Yorulmuş olmalıydı. Gün aydınlıkken Baratlıların yaşadıkları topraklara gelmiştik. Slovi ve ben, iki gün boyunca zorlu bir yolculuğun ardından nihayet buraya varabilmiştik. Aybars'ın yönlendirdiği odalara dağılmıştık. Odaya geldiğimde o da benimle gelmiş bir kaç karışım ve merhem getirip yaralarıma sürmüştü. Bir kaos'un içinden çıktıktan sonra bu oldukça iyi gelmişti. Zira kapıdan çıkar çıkmaz daha öpücüğün etkisini atlatamamışken kendimi bir gürültünün içerisinde bulmuştum. Ülkeyi birbirine katmışlardı, her ne kadar Slovi bu durumdan büyük bir keyif alıyor gibi konuşsa da ben işlerin daha da kötüye gideceğini düşünüyordum. Kaçışım resmen bir savaş ilanıydı. Öpücük demişken...resmen beni öpmüştü. Bu bir kaç saniyelik bir şey bile olsa çok etkileyiciydi. İki gün boyunca bir kaç kelime dışında hiç konuşmamıştık. Slovi'nin alttan alttan bize gülmesi ve bulduğu her fırsatta ima yapması dışında konu hiç açılmamıştı. Yalnız da kalamamıştık hiç. Sıkıntıyla iç çektim, kahretsin bu gerçekten etkileyiciydi. Tekrar ne zaman odaya geldiği hakkında bir fikrim yoktu. Gözlerini bir kaç defa kırpıştırarak araladı. Gözleri beni bulduğunda oturuşunu düzeltti. "Ne zaman uyandın?" Boğuk çıkan sesi beni afallatırken yutkundum. Gözlerim dağınık saçlarında, hafif kızarık gözlerinde ve kurumuş dudaklarında gezindi. Dudakları...ah kahretsin. "Çok olmadı." Beni onaylayarak yerinden kalktı. Adımları bana doğru geldiğinde yatağın ucuna hemen yanıma oturdu. Gözleriyle önce yüzümü sonra bedenimi taradı. "Ağrın var mı?" Kafamı iki yana salladım. "Hayır, iyiyim." Muhtemelen beni merak ettiği için tekrar odaya dönmüştü. " Sen?" Oldukça yorgun görünüyordu. Parmakları önüme düşen saç tutamlarımda gezindi. " Buradasın, daha iyi olamam." Sözleri kalbimi hızlandırdığında kalp atışlarımı duymasından korktum. Parmakları saçlarımda gezinmeye devam ederken etrafımı ufak bir heycan sardı. Parmakları yüzüme ordan da dudaklarıma geldiğinde elinin tersiyle dudağımı okşadı. Titrek bir nefes bıraktım. Gözleri yüzümün her ayrıntısını zihnine kazıyor gibi uzun uzun baktığında, gözlerini dudaklarımdan ayırmadan konuştu. "Tekrarlamak istediğim bir durum var." Çıkan boğuk ve kısık kesi yutkunmama sebep oldu. "Fakat bu kez nazik olamamaktan korkuyorum." Ürperdiğimi hissettim. "Bu seni incitir mi Meva?" Daha çok kendiyle konuşuyor gibiydi. Bana değişik duygular hissettiriyordu. Bu fikrin hoşuma gittiğini düşündüm. Ah, bu adam beni bambaşka yönlerimle tanıştırıyordu. Düşüncelerimle beraber yanaklarım alev alırken bana mümkünmüş gibi biraz daha yaklaştı. Gözlerimi yumdum. Bu ufak dokunuşlar nasıl beni bu kadar etkileyebiliyordu? Saniyeler içinde konuşamayacak duruma gelmiştim. Üzerimdeki etkisi inkar edilemezdi. Elleri yüzümün iki yanına tutunduğu sırada kapı tıklatıldı. Onu itmemle beraber geri çekilip bir şeyler mırıldandı. Ne dediğini duymamıştım. Aybars'ın gel komutuyla beraber içeriye orta yaşlarda, tombul, tatlı bir kadın girdi. "Umarım rahatsız etmiyorumdur, geldiğini duyunca seni görmek istedim Meva." Aybars'ın tıpkısı olan gözlerine baktım, yanılmıyorsam annesiydi. Sevecen ve sıcak tavrı karşısında gülümsedim. "Hayır, gelebilirsiniz tabiki." Gülümseyerek yanımıza geldi. "Senin burada olduğunu bilmiyordum Aybars." İmayla konuşması üzerine Aybars elini ensesine götürdü. "Bende Meva'ya bakmaya gelmiştim anne." Dedi, hafif uyarır bir tonda. Yanaklarımın kızarmasına engel olamadım, utanç vericiydi. Aybars'ı pek aldırmadan bana döndüğünde yüzünde yine o sevecen gülümsemesi oluştu. "Ne kadar da güzelsin. Aybars senden çok bahsetti. Ben Beril, Aybars'ın annesiyim. Nazik tavrı karşısında gülümsemem daha da genişledi. "Teşekkür ederim, bende Meva. Biliyormuşsunuz zaten." Güldü, çok neşeli bir kadına benziyordu. "Bilmem mi güzel kızım, ay ne kadar tatlısın sen öyle." Aybars annesinin bu tavrına karşı kafasını iki yana salladı. Bu beni güldürmüştü. Eğer annesi gelmeseydi... bunu düşünmek istemiyordum. "Senin için kıyafet hazırlattım üzerini değiştirmek istersin belki. Dolaplarda ihtiyacın olabilecek her şey var, istediğini kullanabilirsin çekinmene gerek yok hepsi senin için hazırlandı." Sorar ifadem Aybars'ın üzerinde gezindiğinde annesi konuşmaya devam etti. "Aybars buraya geleceğinden emindi." Gülümsedi. O, her şeyi düşünmüştü. "Neyse, ben sizi yalnız bırakayım. Aybars'ın bakışlarına bakacak olursak bir şeyi bölmüşüm galiba." Düzeltmek için hemen atladım." Hayır, hayır yanlış anladınız. Biz bir şey yapmıyorduk." Sanırım düzeltmek isterken daha da berbat etmiştim. "Ben bir şey yapıyordunuz demedim ki canım. Ama yapabilirsiniz ne var bunda ayol yapın yani." Tavrına karşı şaşkın şaşkın yüzüne baktım. "Aaa şaşkın kız, ben gideyim de siz devam edin." Gülerek odadan çıktı. Kıpkırmızı kesilmiştim. Hayatımda bir deli vardı zaten ikincisine gerek yoktu. "Annem biraz böyledir." Delidir demek istiyordu herhalde. Kesinlikle öyleydi. Anlıyorum dercesine kafamı salladım. "Bizi yanlış anladı." "Bu sorun değil." Bu kesinlikle bir sorundu! Ama onun bunu pek taktığı söylenemezdi. Tekrar yanıma oturup yüzümü avuçları arasına aldı. Sürekli bana dokunup durması dengemi bozuyordu. Uzak kalamıyor gibiydi, acaba temas bağımlısı falan mıydı? "Biraz dışarı çıkmak ister misin?" "Temas bağımlısı mısın?" "Ne?" Düşüncelerimin dilime dökülmesine engel olamamıştım. Öyle ki o tepki verene kadar bunu sesli dile getirdiğimi bile bilmiyordum. Bi anda napıcağımı bilemeyerek ayaklandım. Bir saçmalığın diğerini getirdiği bu noktada hareketlerimin mantıklı bir açıklaması olduğu söylenemezdi. O da anlam verememiş olmalı ki oturduğu yerden şaşkınca bana bakıyordu. "İsterim, duş alıp üzerimi değiştirmem gerekiyor sonra çıkabiliriz." Yavaşça yerinden ayaklandı. "Bekliyor olacağım." Ardından kapıyı kapatıp çıktı. Benim için hazırlanılan dolaba yöneldim. Dolabı açtığımda gerçekten de ihtiyacım olabilecek her şeyin içerisine konulduğunu gördüm. Her şey düşünülmüştü. Elim renkli elbiselerin arasında dolaştı, hayatında siyahtan başka renk olmayan bir insan için bunlar biraz fazlaydı. Giyebileceğim konusunda tereddütteydim. İçlerinden beyaz olanın üzerinde elim durduğunda çekip aldım. Altın işlemeleri vardı ve çok güzel gözüküyordu. Bir kaç dakika düşündükten sonra giymeye karar verdim. Bu bile benim için büyük bir başlangıçtı. Çocukken törenlerde ve kutlamalarda bize giydirdikleri elbiseler dışında bu yaşıma dek hiç giymemiştim. Uzun zaman oluyordu. Yöneticilerin eşleri üzerinde gördüğüm bu asil parçalar her zaman bana çok etkileyici gelmişlerdir. Ama açıkçası kendimi içlerinde hiçbir zaman düşünmemiştim. Yeni şeyler denemek o kadar da kötü olmasa gerek. Daha fazla oyalanmamak adına dolabın kapağını kapatıp elbiseyi yatağımın üzerine bıraktım.
⛓️⛓️⛓️ Gözlerim etrafta gezindi. Burası gerçekten de eşsiz bir güzellikteydi, öyle ki gözlerimi etraftan alamıyordum. Esen soğuk rüzgarla birlikte üşüdüğümü hissettim. Dışarıya çıkarken üzerime bir şey almamıştım. Giydiğim beyaz elbise omuzlarımı dışarıda bırakırken nemli saçlarım önüme düşüyordu. Hala kendimi biraz garip hissediyordum. Aybars beni gördüğünde ilk bir kaç dakika konuşmamış ve beni uzun uzun süzmüştü. Evet, bunu açık açık yapmıştı. Rahatsız olmamıştım, ondan rahatsız olmazdım. İçimde ona karşı çocukluktan kalma bir güven vardı. Şimdi ise bahçe gibi bir yerin içerisinde yürüyorduk. Gecenin karanlığında etrafı aydınlatan tek şey ayın ışığıydı. Yürüdüğümüz yolun ilerisinde akan suyun sesi kulaklarıma ulaşırken buranın ne kadar huzur verici olduğunu düşündüm. "Temas bağımlısı değilim." Hemen yanımda yürüyen Aybars sessizliğini bozduğunda bu bakışlarımı ona çevirmeme sebep oldu. "Yanımdayken senden uzak duramıyorum, bu bir dürtü gibi. Eğer rahatsız oluyorsan bunu yapmayı kesebilirim." Ah, hayır ne dicektim, rahatsız olmuyorum ama etkileniyorum mu? Yanlış bir düşünceye kapılmasına engel olmak için konuştum. "Hayır, rahatsız olmuyorum." Bu yeterli bir açıklama olmalıydı. Bunu duyduğundan memnun oluşçasına gülümsedi. Çiçeklerle çevrili taştan yapılmış bir oturağın olduğu yeri işaret ederek, "oturalım mı?" Diye sordu. Kafamı salladım eli, elimi bulduğunda o tarafa doğru yürümeye başladık. Elim tekrar elinin içinde kaybolmuştu, bu durum gülümsememe sebep oldu. Komik duruyordu. Oturduğunda hemen yanına kuruldum. Eli, elimden ayrılmadı. Baş parmağıyla tutuğu elimin üzerini hafifçe okşuyordu. "Bi gelişme var mı?" "Hayır, şaşırtıcı bir şekilde sessizler." "Bir şeyler planlıyorlar." "Kesinlikle" "Peki bundan sonra napacağım?" "Ne yapacağız! Demek istedin, öyle değil mi?" Diyerek beni düzeltti." "Eğer burada yanımdaysan Meva, ne yapacağız demelisin ne yapacağım değil. Bu ikimizin savaşı. O kapıdan beraber çıktığımız andan beri bu böyle." Oldukça baskın çıkan ses tonuyla beraber bütün bunları tane tane söylemişti. Öyleydi, bu daha biz adını koymadan ikimizin savaşıydı. Savaşacaksak beraber, bunun sonucunda öleceksek beraber, ve yaşicaksak yine beraber demişti. Sözleri bütün söylediklerini hatırlatmak ister nitelikteydi. Asıl esaretin onsuzluk olduğunu idrak ettiğimden beri onunla bir ölümü, onsuz bir yaşama tercih etmiştim. Bu henüz iki gün önce ben o kapıdan çıkmadan hemen önce zaten belliydi. Zira içinde olduğum süre boyunca beni rahatsız etmeyen parmaklıklar ve zincirler bana, asıl zincirin yıllar önce zihnime dolandığının bir kanıtıydı. Varsak beraber vardık, eğer birimiz yoksa savaşın da zaferin de hiçbir anlamı yoktu. Bu ikimizin savaşıydı. Kader bir kez daha kalemini oynattığında yazılacak olan yazı onlar için sonun, bizim içinse bir başlangıcın yazısı olacaktı. "Anlaşıldı mı?" Kafamı aşağı yukarı salladım. Gözleri kısa bi an gözlerimden dudaklarıma indiğinde iç çekti. "Ne kadar güzel gözüktüğünden haberin var mı?" Sözleriyle beraber heycan etrafımı sardığında gülümseyip kafamı eğdim. Parmakları çenemi tutup tekrar bizi yüz yüze getirdiğinde, "benden utanma," dedi. Kolaysa sen utanma dememek için kendimi zor tuttum. Üzerimdeki etkisinden haberi var mıydı? Peki ya o, o da aynı şekilde benden etkileniyor muydu? Kısa bi an düşündüm, deneyip görebilirdim. Elimi elinden ayırdım, bu onun duraksayıp parmaklarını çenemden çekmesine sebep oldu. "Aybars," dedim sesimden daha alçak bir tonda. İç çekti. "Kucağına oturabilir miyim?" Söylediklerim afallamasına sebep olurken şaşkın ifadesi karşısında gülme isteğimi bastırdım. Bir cevap beklemeden yerimden doğrulup kucağına oturdum. Yutkundu, elleri düşmemem için belimi sardığında ona doğru sokuldum. "Üşüdüm." Dedim, bir açıklama yapma ihtiyacı duyarak. Yaptıklarımın üşümemle ilgisi yoktu. Ellerim tıpkı onun bana yaptığı gibi yüzünü avuçladı. Baş parmağımla yanağını okşadığımda zorlanıyormuş gibi bir hali vardı. Gülmemi bastırmak için alt dudağımı ısırdığımda gözleri dudaklarıma düştü. "Meva," dedi fısıltı gibi çıkan sesiyle. "Hım?" "Napıyorsun?" Dudaklarımı önce sol ardından sağ yanağına hafifçe bastırdıktan sonra geri çekilip bu sefer dudaklarına yöneldiğimde duraksayıp geri çekildim. "Hiiiiç," dedim "i" harfini uzatarak. Tam kucağından kalkacakken beni daha sıkı tutarak otutturdu. Kendine çektiğinde, burnu boynuma sürtündü. "Eğleniyor musun?" "Oldukça" Gülümsememi daha fazla bastıramayıp gür bir kahkaha attığımda kafam geriye doğru düştü. Bu hareketim ona daha çok yer açmıştı. Gözleri dudaklarıma takılı kaldığında, sarılarının koyulaştığına yemin edebilirdim. Gülümsemem kesildi, bakışları yutkunmama sebep oldu. Sadece eğlenmek istemiştim. Dudaklarını elbisemin açık bıraktığı omzuma bastırdı. Tüy kadar hafif bir öpücüğü bir kez daha yutkunmama sebep oldu. Heycanım yerini arzuya bıraktığında ona daha çok sokulma isteğiyle yanıp tutuştum. "Bana öyle bakmamalısın Meva." Sesi kulaklarıma ulaştığında arzu dolu gözlerimi ondan çekmedim. Gözlerim içimdeki bir dürtüye engel olamadan dudaklarına düştüğünde, o yumuşak hissi tekrar hissetmek istediğimi fark ettim. Beni öpsün istiyordum. "Öp beni Aybars!" Sadece bir kaç saniye ardından dudaklarıma değen dudaklarını hissettim. Yavaştı, beni yavaş yavaş tüketiyordu. Kollarımı boynunun etrafına doladığımda beni kendine bastırdı. Bu, dudaklarımın arasından ufak bir iniltinin kaçmasına sebep olduğunda öpüşü sertleşti. Nefes alma ihtiyacıyla geri çekildik. Bu, bu çok güzeldi. Aklımı başımdan almıştı. Dudaklarımın sızladığını hissettim. Anlını anlıma yaslayarak soluklandı. Gülümseyerek yanağına ufak bir öpücük kondurdum. Onu seviyordum. "Ah, Meva,Meva,Meva..." Kafamı göğsüne yaslayıp sarıldım. "Seninle olmayı seviyorum." "Sen nasıl bir şeysin böyle?" Sözleri gözlerimi kırpıştırmama sebep olduğunda elleriyle elbisemin açıkta bıraktığı tenimi okşadı." Bakışların, bende aklımdan geçen her şeyi yapma arzusu uyandırıyorken bir yandan da seni incitip canını acıtmaktan korkuyorum." O hep çok nazik bir adamdı, tersini merak etmiyor değildim. Neler geçiyordu aklından? 'Yoldan çıkardın adamı.' Elimin üzerinde bir su damlası hissettiğimde gözlerimi gökyüzüne çevirdim. "Yağmur yağıyor." Dedim, ona dönerek. "Kalkalım," dediğinde ayaklandık. Yağmur damlaları yavaş yavaş gökyüzünden düşüp toprağa karıştığında adımlarımızı dönmek için hızlandırdık. Islanıyorduk, ve bu beni hiç rahatsız etmiyordu. Biz eve yaklaştığımızda Yağmur da hızlanmaya başlamıştı. Üzerimdeki elbisenin ince kumaşı ıslaklığından dolayı üzerime yapıştığında kollarımı etrafıma doladım. Sanırım ufak bir sorunum vardı. Bahçedeki demir kapıya geldiğimizde önden geçmem için bana yer açtığında içeri adımladım. Sarayın kapısında duran nöbetçilerin bakışları bana döndü. Bu, Aybars'ın kaşlarını çatarak onlara bakmasına sebep olduğunda kafaları hızla öne eğildi. 'Etkilendin kabul et.' Tamam, bu etkileyiciydi. Buranın gerçekten de saraydan farkı yoktu, her ne kadar Aybars bunu inkar etse de. Merdivenlerden çıkıp tam odama yöneleceğim sırada beni tutup kendi odasına yönlendirdi. Ardımızdan kapıyı örttüğünde sorar bir şekilde yüzüne baktım. "Aybars?" "Beraber uyuyabilir miyiz?" Gözüme tıpkı küçük bir çocuk gibi gelen tavrı karşısında bir kaç defa gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. "Islağım ve ıslaksın?" "Bu bir engel mi?" "Değil mi?" "Olmalı mı?" Bu tavrı beni güldürürken dudaklarımdan ufak bir kıkırtının dökülmesine engel olamadım. Bu kafasını yana eğip bana bakmasına sebep oldu. Bunu yapmayı kesmeliydi. Dudaklarına takındığı muzip gülümse aynı şekilde ona karşılık vermeme sebep oldu. Sarıları ışıl ışıldı. 'Al tablo diye sarayına as.' Diye konuşan iç sesime hak verdim. Bu gerçektende... ah tanrım, aklıma hakim olmalıydım. Gözleri etrafıma sardığım kollarıma düştüğünde, "üşüyor musun? diye sordu. Kafamı iki yana salladım. 'Rezillik!' Sus lütfen! "Peki neden kollarını serbest bırakmıyorsun?" Demesiyle beraber etrafıma sardığım kollarımı çözdüm. Bu zaten halihazırda kollarımın üzerinde olan gözlerinin kollarımı çözdüğümde elbisemin göğüs kısmına bakmasına sebep oldu. 'Bir dakika bunu bende beklemiyordum.' "Bu yüzden," yutkunduktan sonra bakışlarını üzerimden çekti. "Anlıyorum." Elbisemin kumaşı ıslaklığından dolayı tenime yapıştığı için göğüslerimi açık bir şekilde belli ediyordu. Parmak uçlarıma kadar kızardığımı hissettim. "Kurulanmam gerekiyor, gitsem iyi olur." Odanın içerisinde bir yere doğru yöneldiğinde tam gitmek için kapıya yöneleceğim sırada elinden örtüye benzer bir şeyle geri döndü. Yanıma yaklaşıp siyah kumaşı bedenime sardı. "Sadece bir kaç adımlık mesafe." "Biri görebilir," kafasında bunu tasarlamış gibi kaşlarını çattı. "Bu düşünce hoşuma gitmiyor." Yüzü bunu destekler nitelikteydi. Elimle anlına düşen ıslak saç tutamlarını geriye doğru çektiğimde gülümseyerek ona bakıyordum. Yanağına ufak bir öpücük kondurup, "iyi geceler," dedikten sonra oradan hızla ayrıldım.
⛓️⛓️⛓️ Kapımın tıklatılmasıyla, "gir," komutunu verdim. İçeriye bütün asaletiyle giren Aybars bir kaç saniye boyunca onu süzmeme sebep oldu. Baştan aşağıya simsiyah giyimi ona oldukça yakışmıştı. Karşımda tıpkı bir asker gibi duruyordu, sadece onlardan farklı olarak daha özenliydi. Bu, bu sanki... 'Tıpkı bir prens...' Aynen öyle, tıpkı bir prens gibiydi. Özenle taranmış gibi duran siyah saçları ve pürüzsüz yüzünde ışıl ışıl parlayan sarı hareleriyle oldukça çekici duruyordu. Üzerimdeki siyah kamuflaj onu andırırken nerdeyse aynı giyindiğimizi fark ettim. Bu görüntü hoşuna gitmiş olmalı ki beni baştan aşağıya süzdüğünde memnuniyetle gülümsedi. Bu aynı şekilde benimde ona gülümsememe sebep olmuştu. Kesinlikle bir aptal gibi gözüküyordum. "Günaydın," dedi kalın erkeksi ses tonuyla. Aynı şekilde cevap verdiğimde adımlarını bana doğru yönlendirdi. Bu, düzeltmeye çalıştığım yatak örtüsünün ucunu bırakmama sebep olduğunda doğruldum. "Bende çıkmak için hazırlanıyordum." Tam karşımda durup kollarını belime sardığında yüzümdeki gülümsemeden kurtulamıyordum. Dişlerimi alt dudağıma geçirip buna bir son vermeye çalıştım. Hareketimle beraber gözleri dudaklarıma düştü. Toparlamak yerine daha çok berbat ediyordum. Parmakları dudağımı bulduğunda ısırdığım dudağımı serbest bıraktım. "Bunu yapmamalısın." Dedi uyarır bir tonda. Bunu daha çok kendi için ister gibi bir hali vardı. "Neden?" diye sordum, kendimden beklemediğim fazlasıyla tatlı bir tonda çıkan sesimle. Bana yaklaştığında burnunu burnuma sürttü. "Bu bende aynısını yapma isteği uyandırıyor, kabalaşabilirim küçük oyuncu. Dudaklarına ufak bir işkence çektirdikten sonra dişlerimi sertçe onlara geçirebilirim." Saçlarımdan parmak uçlarıma kadar ürperdiğimi hissettim. Sözleri sertçe yutkunmama sebep olduğunda zihnimde bunun hayali dönüyordu. Gözlerini tepkimi ölçmek istercesine gözlerimden ayırmadı. Bundan etkilendiğimi belli etmek istemiyordum ama kahretsin ki bu çok etkileyici gelmişti, bunun nedeni bütün bunları onun sesinden duymamda olabilirdi. Kendisi zaten yeterince etkileyiciyken bütün bunlara ne gerek vardı. 'Hakettin ama şimdi:)' Her ne kadar iç sesimi inkar etmek istesem de galiba haklıydı, haketmiştim. Ama o da suçluydu, dengemi bozuyordu. Hatta en çok o suçluydu. Zihnimde dönüp duran görüntüye son vermek istiyordum. Düşünme Meva, düşünme. 'Yapsa ya bizi sertçe...' "Nefes al Meva." Diyen sesle beraber düşüncelerimden sıyrıldım, o söyleyene kadar nefesimi tuttuğumdan bile haberim yoktu. Ne kadar edepsiz bir iç sesim vardı öyle. 'Ayıp!' Sensin ayıp, kendi kendime bir tartışmaya girdiğime inanamıyordum. Bu da kesinlikle Aybars yüzündendi, ne diye hala dibimde duruyordu. Geri çekilerek kollarının arasından ayrıldım. O bana şaşkınca bakarken çattığım kaşlarımı düzelttim. Tamam, biraz daha kontrollü davranmalıydım. Delirdiğimi düşünmesini istemezdim sonuçta. Nerden geldiğini bilemediğim bir cesaretle elimi ensesine götürüp dudaklarımı dudaklarına bastırdım. 'Kesinlikle çok kontrollü davranıyorsun!' Kes sesini! Dudaklarım bir süre haraketsizce dururken. Şaşkınlığını üzerinden atmış olmalı ki geri çekilip konuştu. "Dudaklarını arala bebeğim," dedikten hemen sonra yüzümü avuçları içine hapsedip bu sefer o beni öptü. Konu yine nasıl buraya gelmişti? Bunu bilmiyordum ama içimde sürekli ona yakın olmak isteyen bir taraf vardı. Ve bu asla geçmiyordu, aksine yaklaştıkça daha da artıyor gibiydi. Öpüşmemizi bölen Slovi'nin büyük bir neşeyle kapıyı açıp "Meva," diye bağırmasıydı. Bu, hızla Aybars'ı itip ondan uzaklaşmama sebep oldu. Bi bu eksikti, basılmıştık. Slovi gözlerini irice açtığında hızla eliyle gözlerinin üzerini örttü. Soluk soluğa kalmıştım, ne kadar uğraşsam da dağılmış ifademi gizleyememiştim. Yanaklarımın alev aldığını hissedebiliyordum, utanç verici bir durum daha. Aybars bir kaç kaş göz işaretimden sonra odadan çıkıp bizi yalnız bıraktığında Slovi'nin onaylamaz bakışları beni buldu. Kafasını iki yana sallayıp cık cıkladı. İçine düştüğüm durumdan kaçmak istercesine hızla konuştum. " Birkaç işim var bekle sonra beraber ineriz aşağıya, çok sürmez." Her ne kadar durumu geçiştirmek için söylediklerimi pek ciddiye almış gibi gözükmese de beni onaylayıp kafasını salladı. Onu orda yalnız bırakıp bir kaç dakikalığına uğraşabileceğim bir iş bulmak için odanın içerisinde banyoya doğru ilerledim.
⛓️⛓️⛓️ Gözlerim masa da oturan herkesin üzerinde teker teker dolaştığında önce masa'nın hemen baş köşesinde oturan Aybars'ı buldu. Bütün heybetiyle baş köşede duruyordu. Gözlerimi üzerinde hissetmiş olmalı ki bakışlarını önüne konulan tabaklardan alıp bana çevirdi. Bu bakışlarımı ondan çekip Aybars'ın sol tarafında oturan annesine çevirmeme neden oldu, o da tıpkı oğlu gibi bütün ihtişamıyla oturuyordu. Henüz birkaç dakika önce Slovi'yle beraber kapıdan içeri girdiğimizde beni baştan aşağıya süzmüş ve memnuniyetini açıkça belli etmişti. Bana karşı bu kadar açık olup düşüncelerini her koşulda belli ediyor olması utanmama sebep oluyordu. Onun hemen yanında oturan kızı Ayana'nın hayranlık dolu bakışlarıyla karşılaştım. Henüz 4 yaşında olan bu küçük kızla eğer tanışmasaydım Aybars'ın kardeşi olduğuna inanmazdım, ona aksi bir şekilde bu küçük kız sarışındı. Küçük gözlerini kırpıştırdı, sanırım hepsinin ortak tek özelliği sarı gözleriydi. Karşısında oturduğum Ayana dişlerini göstererek genişçe gülümsediğinde bu, dudaklarımda ufak bir gülümsemenin oluşmasına sebep oldu. Az sonra kapı açıldığında bu masa da oturan herkesin bakışlarını oraya çevirmesine neden oldu. İçeriye tıpkı bizim gibi simsiyah giyinmiş bir şekilde giren Tuğrul herkese selam verip Ayana'nın yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. "Geldi Baratlı devi," diyen Slovi'nin kısık çıkan mırıltısını yanımda oturduğu için sadece ben duymuştum. Birbirlerinden pek hoşlandıkları söylenemezdi. Nedenini henüz çözemesem de bu ikisi buldukları her fırsatta birbirlerine kötü kötü bakışlar atıyorlardı. O gün ordan çıkmamız için bizi almaya gelen Tuğrul, Aybars'ın anlattığına göre Slovi'yle ufak bir tartışma yaşamış. Yani birbirlerine olan öfkeleri henüz benim tutsak olduğum güne dayanıyordu. Slovi'ye katıldığım bir nokta vardı ki o da Tuğrul'un gerçekten de dev gibi olduğuydu. 'Sarı dev!" Yerli yersiz ortaya çıkan iç sesime bir kez daha hak verdim. Geniş cüssesi, sarı saçlarıyla gerçekten de öyleydi. Aybars, onun en güvendiği askerlerinden biri olduğunu söylemişti, onlarla beraber aynı sofraya oturduğuna bakacak olursak bu aralarındaki ilişkinin daha büyük bir anlam taşıdığının göstergesiydi. İçecek servisi yapan hizmetlilerden biri hemen baş ucumda durup "süt mü, çay mı?" Diye sordu. Tam cevap verecekken benim cevap vermeme fırsat vermeden Slovi konuştu. "Çay koyun siz harareti alır, bazılarının ihtiyacı var." Diyen Slovi'nin sözleriyle beraber gözlerim irice açıldı. Öksürdüğümde masadaki bakışlar bize dönmüştü, bi sorun olmadığını göstermek istercesine dudaklarıma yalancı bir gülümseme kondurdum. Pek takılmamış olmalılar ki bakışlarını tekrar tabaklarına çevirdiler. Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan hizmetliyi daha fazla bekletmemek adına ona doğru dönüp süt istedim. Tekrar önüme dönerken Slovi'ye de uyarı dolu bakışlarımı atmaktan geri kalmamıştım. Bu onun daha çok sırıtmasına sebep oldu, bende ne zaman gördüklerinin imasını yapacak diyordum. Herkes yemeğini bitirdiğinde, Aybars'ın annesi Beril Hanım yanında Ayana'yı da alarak bizi yalnız bıraktı. Bu konuşmamız gereken şeylerin olduğunun bir göstergesiydi. Aybars oturduğu yerden arkasına yaslandığında Tuğrul'la bir konuşma içerisine girmişti bile. "Farklı bakıyorsun." Diyen Slovi'yle beraber kaşlarımı çattım. Ne demek istediğini anlayamamıştım. Oturduğum yerde tamamen ona dönerek konuşmasına devam etmesini bekledim. Sesinde alay veya herhangi bir şey yoktu, daha çok aklından ne geçtiyse onu söylemiş gibi duran bir hali vardı. "Donuk değil bakışların, kaşlarını çatmıyorsun, gülümsüyorsun hemde uzun uzun, gözlerinde huzur dolu bir bakış var. Sen mutlusun Meva farkettin mi bilmiyorum ama benim orada gördüğüm Meva'yla buradaki bir değil, hatta birbirlerine oldukça yabancılar. Düşündüm, sanki gözlerim bedenimden ayrıldı ve ben kendime dışarıdan bir gözle baktım. Uzun uzun izledim kendimi, dudaklarımda asılı duran gülümseme hiçte zorlama gibi durmuyordu. Farklı mı davranıyordum? Hayır, ben olmak istediğim gibi davranıyordum, hiçbir zorlama olmadan kendimi, görünüşümü umursamadan. Ben aslında olduğum gibi davranıyordum. Yüzümde taşımak zorunda olduğum bir maskem yoktu. Ben kendimi ilk defa özgür hissetmiyordum, ben kendimi hayatım boyunca bir tek onun yanında özgür hissettiğim adamın yanındaydım. O, buna yabancı değildi çünkü bu onun etkisiydi. Ama beni daha önce böyle görmemiş bir insanın şaşırması oldukça normaldi. Bakışlarım üzerimde binbir etkisi olan Aybars'ın üzerinde gezindi. Konuşurken takındığı ciddi tavrı onu daha da etkileyici gösterirken kısa bi an düşündüm. Ya o bir gün diğer tarafımla karşılaşırsa? Ya içime damla damla akıttıkları zehir bir gün, benim kadar ona da zarar verirse? İçine doğduğum savaş benden onu da alırsa? Asıl esaret onsuzluksa savaşmaya değer ne kalırdı? Bizi savaşa iten kendi özgürlüklerimizdi, benim özgürlüğüm bunun ondan ibaret olduğunu anlayıncaya kadardı. Söylediği gibi bu ikimizin savaşıydı. Sarıları bana döndüğünde bir kez daha kalbimden geçirdim aynı kelimeleri. Bu ikimizin savaşı Aybars, ve yemin ederim ki seni öldürmek için doğdum söylenen bu topraklarda seni yaşatmak için son nefesime kadar savaşacağım.
⛓️⛓️⛓️
Burada bitirir ve gelecek bölümü yazmaya gider.🫡✒️
|
0% |