Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.BÖLÜM

@sadece_fatma

SLOVİ

Yemyeşil bir orman, rengarenk çiçeklerle çevrili ağaçlar, masmavi bir gökyüzü, tepede ışıl ışıl parlayan bir güneş, küçük bedenim sevinç nidalarıyla koşuşturuyor. Bulutlar beyaz değil de pembe gibi gözüküyor gözüme. Bütün renkler canlılığını korurken her detay bir güzellik simgesi, öyle güzel öyle masum...

Duraksıyorum, simsiyah bir kuş, öyle karanlık ki ürkmeme sebep oluyor. Konduğu ağacın üzerinden kanatlanmaya başladığında merakıma yenik düşüp peşinden koşuyorum. Hissediyorum, bir dürtü bütün bedenimi çevreliyor, engel olamıyorum.

Küçük bir yokuş çıkıyorum peşinden. Kulağımı tırmalayan bir kahkaha sesi işitiyorum, tanıdık. Hemen yokuşun ardında gözlerimle takip ettiğim geceden daha karanlık bir görünüme sahip kuş, bir ağacın üzerine konuyor. Konduğu anda kuşun rengine bürünen ağaç, bir kez daha ürkmeme neden olurken bedenimi oraya doğru gitmekten alıkoyamıyorum. Yokuşun ardı karanlık, birden gündüz yerini geceye bırakıyor. Yanına ulaştığım ağaçla beraber bütün renklerin yerini siyaha bıraktığını görüyorum, teker teker soluyor çiçekler.

Karşıma düşen görüntü olduğum yerden bir adım geriye sendelememe neden oluyor. Tutunacak bir yer bulamıyorum. Karşımda gördüğüm iki ceset ve boyunlarına dolanmış olan iki urgan, küçük bedenimle onlarla beraber olmak isteyeceğim kadar tanıdık. Ölü bedenlerine inat açık kalan gözler beni binbir parçaya ayırıyor ve bir daha asla unutamayacağım şekilde hafızama yerleşiyor. Gördüğüm görüntüyle aynanda ağzımdan firar eden çığlık ve yanaklarıma hücum eden yaşlarla beraber onlara doğru koşmak istiyorum. Ağzıma kapanan el bana engel olurken çığlıklarım yakarışlara dönüşüyor.

Hayır... hayır...hayır...

Benimde canımı alın, beni de onların yanına gönderin. Gözlerim, artık göremeyecek kadar buğulansa da zihnimde yer edinmiş görüntüyü silemiyorum.

Etrafımdaki her şey yerini karanlığa bırakırken benim dudaklarımda tek bir cümle kalıyor.

Beni de... beni de...

Beni de...

"Uyan, kabus görüyorsun, uyan." Yüzümün her iki yanında da hissettiğim eller beni sarsarken güçlükle gözlerimi araladım. Karşımda gördüğüm adamla beraber yorgun bedenimi doğrultmaya çalıştım. Bana attığı endişeli bakışlar arasında yüzümü elleri arasından kurtardığında ellerindeki bana ait olan izleri fark ettim. Sanırım ona zarar vermiştim. Elinin yüzeyinde gördüğüm kanayan ince çizgilere odaklandığımda ellerini gözümün önünden çekerek saklama çabasına girdi. Hala daha bilincim tam anlamıyla yerinde değilken yüzüme değen soğuk rüzgarla beraber terden sırılsıklam olmuş saçlarımı elimle yüzümden çekmeye çalıştım.

Bana doğru uzattığı tokayla beraber ne zaman düşürdüğümü bilmediğim tokamı ondan aldım. Yavaş hareketlerle saçlarımı toplarken büyük bir sessizlikle karşımda usulca beni izleyen adam kendime gelmemi bekliyor gibiydi. Saçlarımı toplamayı bitirdiğimde aramızdaki sessizliği bozdu.

"İyi misin?" Konuşmak bile bana yorucu gelirken kısık gözlerimin ardından usulca kafamı sallamakla yetindim. Yaslı olduğum ağaç gövdesinden biraz daha doğrulurken kendimi oldukça yorgun hissediyorum. Görmüş olduğum kabusun bir süre daha etkisini göstereceğini bildiğimden tek istediğim karşımdaki adamın gitmesiydi.

"Git!" Dudaklarımın arasından zar zor çıkarabildiğim kelime bir fısıltıdan daha kısık çıksa da o, bunu duyabilmişti. İlkinde kaşlarını çatsa da yüzüme bir kaç saniye baktıktan sonra karşımdaki yerini terk etmişti. Gözyaşlarım aradığı fırsatı bulup akmaya başladığında bunun bir süre daha süreceğini biliyordum.

Bu asla silinmeyecek bir yaraydı.

 

 

 

 

⛓️⛓️⛓️

"Bana bak Baratlı Devi çek şu atını önümden!" Büyük bir öfkeyle sarf ettiğim sözler karşımdaki koca devi hiç etkilemese de dakikalardır yaptığım gibi çemkirmeye devam ettim.

"Ben orada durmasında hiçbir sakınca görmüyorum." Sakin tavrı sözleriyle beraber beni daha da sinirlendirirken öfkeyle soludum. Ben ona ölümcül bakışlar atarken o ukala bir şekilde sırıtmaya devam ediyordu.

"Ya sen ne laftan anlamaz bir insansın!" Bağırışımla beraber yüzünü buruşturduğunda onu rahatsız etmenin keyifiyle daha çok bağırdım. Belimden çektiğim kılıçla beraber atının ipini kestiğimde bu, öfkeyle yerinden kalkıp karşıma dikilmesine sebep oldu.

"Napıyorsun sen!" Diye dibimde cırlayan sese yapmacık bir şekilde gülümsedim. İşte şimdi bende eğleniyordum. O çekemezse ben çektirirdim.

"Sen çekmezsen ben çektiririm!" Diyip içimden geçenleri sesli bir şekilde dile getirdiğimde kaşlarını mümkünmüş gibi daha da çattı. Bu benim için keyifli bir görüntüydü. En sonunda pes etmiş olmalı ki dakikalardır süren tartışmamıza son vererek oldukça bezgin bir tavırla atını da alıp gözümün önünden çekildi.

Arkasından, "Marazlı Keçisi" diye mırıldandığını duyabiliyordum. Bu gülümsememe sebep olurken gülüşümü bastırmaya çalıştım.

"Hey! Sarı dev, seni duyabiliyorum." Sözlerim kafasını yana çevirip bana bakmasına sağladığında kafasını bıkmış bir şekilde iki yana salladı. Sanırım tanrıdan sabır diliyordu, bunu kesinlikle bende onun için diliyordum.

Henüz hava kararmadan dinlenmek için bir yerde durduğumuzda atımdan inip benim için ayırdıkları yere kuruldum. Sanırım tam anlamıyla iki gündür yoldaydık. Aybars'ın söylediğine göre gitmemiz gereken çok az bir mesafe kalmıştı. Uzaklaşmış olmak bana şimdiden iyi hissettiriyordu. Üzerimde hissettiğim bakışlarla gözlerimi bakışların sahibine çevirdim. Bu kişi Tuğrul'dan başkası değildi. Açıkçası ondan hiç hoşlanmamıştım çok uyuz bir insandı. Fazlasıyla sinir bozucuydu, üstelik kabaydı da. Yine de dün gece benimle ilgili kısa bir ana şahit olmuş ve bundan kimseye bahsetmemişti. Konusunu açmaması ve bunun hakkında bahsetmemesi benim için oldukça iyi bir şeydi. Kabus görmeye alışıktım, onlarla mücadele etmeye de öyle. İlk defa biri bu ana şahit olmuştu. Bunu unutmasını diliyordum.

Gözlerini gözlerimden ayırmazken aynı şekilde bende gözlerimi çekmedim. Aklından neler geçtiğini merak ediyordum tıpkı şuan neden bakışlarını üzerimden ayırmadığını merak ettiğim gibi.

Bu saçmalığa bir son vererek konuştum. "Ne o, aşık mı oldun?" Pek de ciddi bir şey söyleyeceğime zaten ihtimal vermiyor olmalı ki kafasını iki yana sallayıp güldü. Bu yaptığı her iki yanağında da bulunan küçük çukurların ortaya çıkmasına neden olmuştu.

"Sana mı?" Dedi, kaşlarını kaldırıp imayla. Daha çok dünya üzerinde böyle bir ihtimalin olmadığını söylemek istiyor gibiydi.

Oturduğum yerden kalktım. "Çok bakma, aşık olursun falan uğraşamam seninle. Hayatımda bir dev istemiyorum." Alaylı söylemime karşılık yüzündeki o gıcık olduğum gülümsemesini koruduğunda onu arkamda bırakıp yola doğru döndüm.

İlerlemeye başladığımda bunun henüz daha bir başlangıç olduğunun farkında değildim.

 

 

 

 

⛓️⛓️⛓️

MEVA

Ay'ın ışığı odama vurduğunda içerideki karanlığı biraz da olsa bastırıyordu. Kibrit kutusundan bir kibrit çıkarıp birkaç şamdan yaktığımda gözlerim dışarıda gittikçe hızlanan yağmura takıldı. Odadaki tek ses dışarıda bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun sesiydi. Bir kez daha yatağa uzanıp uyumayı denedim. Birkaç kez olduğum yerde dönüp durduktan sonra başarısız olup tekrar oturur hale geldim. Şimdiye kadar herkesin uyuduğunu düşünüyordum. Ben ne kadar uğraşsam da bi türlü uyuyamıyordum. Aklım tek bir kişide takılı kalırken bi an sadece onun uyuyup uyumadığıyla meşgul oldu.

Acaba uyumuş muydu?

Ya uyumadıysa?

Neden uyumasın ki?

Kafamda dönüp duran bu düşüncelere son verip oturduğum yerden ayaklandım. Adımlarımı kapıya yönlendirdiğimde açtığım kapımla beraber sessiz olmaya dikkat ederek onun odasına doğru ilerledim. Kapıyı direkt açmakla çalmak arasında gidip gelirken çalmanın daha uygun olacağına karar verdim. Kapıyı bir iki kez tıklattığımda aradan çok geçmeden kapı açıldı. Karşımda duran saçları dağınık ve gözleri hafif kızarmış Aybars beni gördüğünde şaşırdı. Uykulu haliyle beni baştan aşağıya süzdüğünde hızla kaşlarını çattı, bu birkaç saniyenin ardından beni tutup içeri çektikten sonra hemen ardımızdan kapıyı kapatmasına sebep olduğunda yüzüne şaşkınlıkla baktım. Bunu o kadar hızlı yapmıştı ki bir kaç saniyede nasıl bütün bunları yaptığını algılamam uzun sürmüştü.

Gözleri bir kez daha beni süzdüğünde konuştu. "Odandan böyle mi çıktın?" Kulaklarıma ulaşan kalın ve boğuk sesi bakışlarımın kendi üzerimde gezinmesine sebep oldu. Üzerimdeki siyah ipek geceliğin bir askısı omuzumdan aşağıya kaymış, dalgalı saçlarımdan bir kaç tutam önüme düşüyordu. Ayaklarıma bir şey giymemiştim, çünkü sevmiyordum bence bu gayet yeterli bir sebepti. Onunda bakışları benimle beraber çıplak bacaklarımda ve ayaklarımda fazlaca oyalandığında kafamı kaldırdım.

"Kimse görmedi." Bu benim için bir sorun teşkil etmezken sanırım onun için ciddi bir sorundu. Öyle ki hala kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu. Gözleri gözlerimi bulduğunda elleri de çıplak kollarımı baştan aşağıya okşadı.

"Üşümüyor musun?" Kafamı iki yana salladım. Üşümüyordum, içerisi yeterince sıcaktı.

"Çıplaksın Meva!"

Göz devirdim. "Abartma Aybars, üzerimde gecelik var."

"Bende onu diyorum, çıplaksın işte." Ne söylersem söyleyeyim ikna olmayacak gibiydi.

Çattığı kaşlarıyla beraber bana bakmaya devam ederken parmaklarımı kaşlarına götürüp düzeltmeye çalıştım." Çatma kaşlarını, uyuyamadım." Çattığı kaşları düzelirken yumuşak söylemime karşılık yüz ifadesi de yumuşamıştı.

Elimi yüzünden çekip elleri arasına aldı. "Gel," tutmuş olduğu elimle beraber beni yatağına doğru götürdüğünde odasının benim odamdan kat ve kat daha büyük olduğunu fark ettim. Açıkçası fazlasıyla ihtişamlı gözüküyordu. Bu ilgi çekiciydi.

Yatağa oturmamı sağladığında ilgimi odasından alıp ona verdim. Elimi bırakıp yatağın çevresinde dönüp hemen diğer tarafıma yerleşti. Örtüyü kaldırıp altına girdiğimde gözleri üzerimde dolandı. Terddütlü bakışlarını görüp yerimden biraz kıbırdanarak ona yaklaştığımda kolları belime dolandı. Çenemi göğsüne yaslayıp ona alttan bakışlar attığımda gözlerimi kırpıştırdım bu, onun sert ifadesinden kurtulup biraz daha yumuşamasına sebep olduğunda gülümsedim.

Yaklaşıp burnumun ucuna ufak bir öpücük kondurduğunda gülümsemem daha da genişledi. Ufak hareketleri bile aklımı başımdan almaya yetebiliyordu. Sanırım bu tehlikeli bir durumdu. Ben hayatımda böyle güzel bir tehlike görmemiştim.

Yatağın baş ucunda duran şamdanı söndürmek için yöneleceği sırada ona engel olarak durdurdum. "Karanlıkta uyuyamam." Ben hep ışıkla uyurdum. Bu çocukluktan kalma bir alışkanlıktı. Gözlerime anlayışla baktıktan sonra bedenimi daha sıkı sararak kendine biraz daha yaklaştırdı. Sözlerimi pek sorgulamasa da içten içe bunu merak ettiğini ve kafasında türlü senaryoların döndüğünü biliyordum. Şimdi olmasa da belki daha sonra buna bir cevap verebilirdim. Şimdilik ikimiz de sessizliğimizi koruduk.

"Seni uyandırdım mı?"

"Bu sorun değil." Dedi, gerçekten sorun olmadığını belirtmek isteyen bir tavırla. Kafamı göğsüne yasladığımda kokusunu daha çok soludum. Bu bağımlılık yapacak türden bir kokuydu, ve ben bununla nasıl başedeceğimi bilmiyordum.

Üzerimizdeki örtüyü biraz daha omuzlarıma doğru çektiğinde kaymış olan askımı da düzeltti. "Üşümüyorum," dedim, bir kez daha ikna olmasını umarak.

"Onu görebiliyorum." Dedi, imayla. Giymiş olduğum geceliği kastettiğini biliyordum.

Omuz silktim. "Senin gibi nazik bir adama hiç yakışıyor mu böyle şeyler?" Alaylı sözlerimi aldırmadı. Tamam, gerçekten de bundan hiç hoşnut olmuşa benzemiyordu. Hoşnutsuz ifadesine karşılık kıkırdadım. "Huysuz bir çocuk gibi gözüküyorsun." Kafamı yasladığım omuzundan kaldırdım. Yüzlerimiz aynı hizaya geldiğinde ona yavru kedi bakışlarımı attım. "Sadece uyumak istiyorum." Dediğimde, yüzündeki ifade dağıldı ve beni alıp tekrar göğsüne yasladı.

"Neden uyuyamadın?" Gecenin bir yarısına kadar uyuyamamam ona garip gelmiş olmalıydı.

"Uykuya dalmam uzun sürüyor, çoğu zaman da boş bir çaba olarak kalıyor sadece." Parmakları saçlarımın arasında gezinmeye başladığında esnememe engel olamadım.

"Hep böyle miydi?"

"Hep böyleydi." Saçlarımla oynaması kokusuyla beraber beni daha da mayıştırırken yaslı olduğum bedene daha da sokuldum. Gözlerim, biraz önce sarf ettiğim sözlerimi yalanlamak istercesine kapanmaya başladığında uykunun bedenimi ele geçirmesine izin verdim. Uykuya dalmadan önce son hissettiğim şey başımın üzerine konulan dudakların baskısıydı.

 

 

 

 

⛓️⛓️⛓️

"Hadi gel Meva, şuraya da bakalım." Beni sürükleyen Slovi'ye uyup arkasından adımladım. Israrına dayanamayıp beni peşinden sürüklemesine izin vermiştim. Sabahtan beri ordan oraya gidip duruyorduk. Bu benim için sıkıcıydı, çünkü yaptığımız tek şey meydanda bulunan dükkanları gezmekti. Başta el yapımı işlemeler ve birbirinden güzel tasarımlar ilgimi çeksede bu ilgim oldukça kısa sürmüştü. El yapımı işlemelerin arasından sıyrılıp kendimizi dışarı attığımızda derin bir nefes aldım. Nihayet...

"Tamam, benden bu kadar." Dedim, bezginlikle. Alışveriş kesinlikle bana göre bir şey değildi, hem ben alışveriş yapmazdım ki. Bu Slovi'nin sevdiği bir aktiviteydi. Bir kez daha neden sevmediğimi deneyimlemiş olmuştum. Artık daha çok sevmiyorum.

"Hadi ama Meva bu kadar çabuk sıkılmış olamazsın." Dedi, onlarca dükkan gezmemişiz gibi. Gözlerine bakarak ona ne kadar sıkıldığımı anlatmaya çalıştığımda sonunda pes etmiş olmalı ki ısrar etmedi.

"Tamam son biryere daha gidelim sonra döneriz, olmaz mı?" Bana yavru kedi bakışları attığında onu kıramadım. Gerçi ben gitmesem bile o ne yapar eder kendi giderdi. Buralarda henüz yeni olduğumuz için tek başına dolaşmasını güvenli bulmadığım için onayladım.

"Peki," dediğimde, gitmek istediği yere doğru adımladık. Daha çok ben onun adımlarını takip ediyordum. Gökyüzünde, gecenin yağmurundan eser yoktu. Bulutlar yerini güneşe bırakmış ve gökyüzü oldukça açıktı. Tepede ışıl ışıl parlayan güneş bana tek bir kişiyi hatırlatıyordu.

O... her neyse bundan bahsetmek istemiyordum.

Dışarı çıktığım andan beri üzerimdeki bakışları hissetsem de bunu pek aldırmadım. Henüz kötü bir karşılaşma yaşamamıştım ama insanların içten içe bizi sevmediklerini biliyordum. Bu, gözle görülür bir nefretti. Yine de kimse açık bir şekilde nefretini dile getirmemişti, bunun Aybars'tan dolayı olduğunu düşünüyordum. Ne yaptığını bilmiyordum ama böyle bir şeyi ön görmüş olmalı ki bir şeyler yapmıştı. Bu açıkça belliydi. Bir kaç bakış ve fısıldaşmaların arasından sıyrılıp sonunda bir dükkana girebilmiştik.

Slovi ardından ben beraber ahşap kapıdan içeri girdiğimizde oldukça göz alıcı bir yere geldiğimizi fark edebilmiştim. Burası bir mücevher dükkanıydı. Slovi, dükkanın sahibi olduğunu düşündüğüm yaşlı bir adamla sohbete girdiğinde, benim gözlerim birbirinden renkli mücevherlerin üstündeydi. Aralarından sarı bir taş dikkatimi çektiğinde onu elime aldım. Üzerinde minik işleme detayları olan bu taş, zincire geçirilmiş bir kolyeydi.

Resmen gözlerimi ondan alamıyordum. Öyle ki Slovi'nin yanıma ne zaman geldiğini bile anlamamıştım. "Senin şu sarı tutkun," sözlerinin altında yatan imayı anlamamazlıktan gelerek omuz silktim.

 

Taşı yerine bıraktığımda, "sence de çok güzel değil mi?" Diye sordum. Gözlerim hala taşın üzerindeyken o da dikkatini taşa vermişti.

"Gerçekten de öyle." Alaylı tavrından sıyrılıp samimi bir şekilde konuştuğunda gülümsedim. Biz taşı incelerken araya giren ses ikimizin de dikkatini ona vermesine sebep oldu.

"Sitrin... özel bir taş, nadir bulunan taşlarımızdandır. Halk arasında mutluluk ve enerji taşı olarak bilinse de asıl anlamı sadakattir." Yaşlı adam sözlerini tamamladığında Slovi'yle bakışlarımız birbirini buldu. Ne düşündüğünü tahmin etmek zor değildi. Düşüncelerini dile getirmesine izin vermeden yönümü başka bir tarafa çevirerek dükkanın içerisinde dolaşmaya devam ettim. Sanırım bu yaptığımı Slovi buradan sıkılana kadar tekrarlayacaktım. Ya da ben artık dayanamayıp onu buradan sürükliyecektim. Slovi odağını değiştirmiş, yaşlı adamla yeni bir sohbete girdiği sırada dükkanın kapısı aralandı.

İçeriye yaşlı bir kadın girdiğinde gözlerimi oradan çekip tekrar taşların üzerinde dolaştırmaya devam ettim. Yanlarından biraz daha uzaklaşıp iç taraflara gittiğim sırada asılı duran inciler dikkatimi çekmişti. Bunları sudan çıkarmak zor olsa gerekti.

Ben incileri incelerken yaşlı kadının yanıma ne ara geldiğini anlamamıştım. Sessizliği beni ürkütse de sesimi çıkarmadım. Yanından ayrılacağım sırada konuşmaya başlaması duraksamama sebep oldu. "Ah, umarım korkutmamışımdır."

"Hayır," dedim, sakinliğimi koruyarak.

"Ne kadar da güzelsiniz." Dedi, tatlı ve sevecen bir tınıyla. Bu samimi tavrı karşısında kafamı eğip nazikçe teşekkür ettim. Hareketim gülümsemesine sebep olduğunda yaşlılık çizgileri gerildi. Yüzünü incelemek için bir kaç saniye fırsat bulduğumda bunu kullandım. Gözlerimi hızla yüzünde ve üzerinde dolaştırdım. Küçülmüş kara gözleri, ve birçok çizgisi olan yüzüyle oldukça yaşlı gözüktüğünü fark ettim.

Hemen bir kaç adım arkamı işaret ederek yerdeki torbayı gösterdiğinde, "ağırlıklarından dolayı onları yanımda taşıyamadığım için geri döndüğümde alırım diye yüklerimi buraya bırakmıştım." Elini havaya doğru salladı. "Eh yaşlılık işte," dedi daha çok bu durumdan büyük bir hüzün duyuyormuş gibi. Ona anlayışla baktığımda konuşmaya devam etti. "Onları benim için getirir misin eğilmekte zorluk çekiyorum." Dediğinde, onu onayladım.

"Tabiki, hemen döneceğim." Dediğimde bana karşılığında o tatlı gülümsemesini sundu. Onu orada bırakıp yaşlı kadının yüklerini getirmek için bir kaç adım ötemizdeki dükkanın depo olduğunu düşündüğüm yerine yürüdüm.

Buradaki rutubet kokusu beni rahatsız ederken, etraf oldukça kirli gözüküyordu. Tam önünde durduğum siyah torbaları almak için eğildim. Torbaları elime geçirdiğimde kalkmak için doğrulacaktım ki sırtımda keskin bir sızı hissettim. Sızı yerini ağır bir acıya bıraktığında kalkmak için doğrulduğum dizlerimin üzerine düştüm, ağrı yavaş yavaş bütün bedenimi ele geçirirken ses çıkaracak gücü kendimde bulamıyordum. Bedenim büyük bir acıyla uyuşmuş gibiydi. Bağırmak istedim ama ortaya çıkan tek şey boğuk sesimdi. Gözlerim yavaş yavaş kararırken göz kapaklarım ağırlaştı. Bütün bunlar birkaç saniye içerisinde yaşanırken, daha fazla direnemedim ve bedenim kendini karanlığa teslim etti.

 

 

 

 

 

⛓️⛓️⛓️

 

 

 

 

Aksiyon dolu satırlar bizi bekliyor..✒️

 

 

Loading...
0%