Yeni Üyelik
4.
Bölüm

2.Bölüm: HAYATLARA KAZINMIŞ KADERLER

@sadece_fatma

7 YIL ÖNCE

⏳️

"Ya nasıl ineceğim ben burdan?" Dedim. Kafasını kaldırmış, gülmemek için kendini zorlarken cevap verdi. "Nasıl çıktıysan öyle ineceksin." Kendini tutamayıp gülmeye başladığında," Sahi nasıl becerdin sen oraya çıkmayı?" Sinirle gözlerimi ovuşturdum. "Senin yüzünden oldu, ne diye bu kadar iyi oynuyorsun ki bu oyunu? Bide gülüyorsun, yardım etsene." Yarım saattir aynı tartışmada olmamızdan bıkmış olmalı ki bezmiş bir sesle; " Atla diyorum sana yarım saattir. Atla hadi, hem bak bir şey olmaz ben tutarım seni." İnanmaz gözlerle ona baktım. "Nasıl atliyayım, delirdin mi sen, hem sen mi beni tutacakasın? Saçmalama sen daha çocuksun." Kollarını kaldırıp olmayan kol kaslarını göstererek; " Hiçte bile ben çok güçlüyüm bikere kızım, baksana şu kaslarıma." Göz devirdim.

 

Aybarsla beraber oyun oynarken ağaca çıkmış şimdi ise inemiyordum. Yaklaşık yarım saattir beni atlamam konusunda ikna etmeye çalışıyor , eğer düşersem beni tutacağını söyleyip , çok güçlü olduğundan bahsedip duruyordu. Ha bide kollarını kaldırıp olmayan kol kaslarını gösterip güçlü gözükmeye çalışıyordu. Bu komikti, ama şuan buna gülebilecek bir vaziyette değildim.

 

Atlamaktan başka çarem olmadığını anlayıp ona baktım tekrar." Tamam atlayacağım, ama tut beni olur mu?" Gözlerimdeki endişeye bakarak kafasını aşağı yukarı salladı. Oturduğum ağaçtan kalkarak aşağıya doğru baktım tekrar, korkuyordum. Korku beni ele geçirip vazgeçirmeden önce gözlerimi kapayıp bütün cesaretimle olduğum yerden aşağı atladım.

 

Gözlerimi başımın acısıyla açtığımda Aybarsın üstündeydim. " Ah, kafamı kırdın be kızım, ne kadar ağırsın sen." Aybarsın üstüne düşmüş, düşerken de kafalarımız birbirine çarpmıştı. "Hani tutacaktın beni?" Dedim, sinirle üstünden kalkarak." Ayrıca ağır değilim ben, sen güçsüzsün." İnanamaz gibi baktı suratıma." Ben mi güçsüzüm? Seni tutmasaydım yerdeydin şuan."

"Uyuzsun Aybars." Yere çöküp dağılan saçlarımı elimle düzelttim.

" Sende suratsızsın."

"Oynamasana ozaman sen de benimle, niye yapıyorsun istediklerimi?" Kendisi de bunun cevabını bilmiyormuş gibi baktı yüzüme. Oyun oynayacak yaşı çoktan geçmiştik. Ben 15, Aybars 17 yaşındaydı. Karşılaştığımız ilk günden yaklaşık 1 ay sonra tekrar ormanda karşılaşmıştık. O gün neden ormana geldiğimi bilmiyordum, sadece kötü hissediyordum. İçimde bi his ayaklarımı ormana doğru yönlendirmişti sanki. Garipti, bir gariplik ancak bu kadar güzel sonuçlanabilirdi. O günden beri tekrar karşılaşmış. 5 yıldır hep bu ormanda buluşuyor olmuştuk. Zamanla birbirimize buluşmak için tarihler veriyor, her buluştuğumuzda oyunlar oynuyor, ormanı dolaşıyorduk. Her buluşmamızın sonu istisnasız tartışmayla bitiyor, ama biz yine de birdahaki buluşma tarihinde burada oluyorduk.

 

Onunla zaman geçirmeyi seviyordum, onunla tartışmayı da, tartıştıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi çocuksu bir ihtiyaçla tekrar buraya gelmeyi de. Her ikimiz de itiraf edememiş olsak da çok iyi biliyorduk. Bize çocuk olmak yasaktı, bize oyun oynamak yasaktı, bize eğlenmek yasaktı. Biz sadece bu ormanda çocuk olabilmiştik. Ve yine ikimizde yan yana olmamızın yasak olduğunu biliyorduk. Biz biliyorduk, söyleyemediklerimizi ve konuşamadıklarımızı. O yüzden bazı şeyleri hiç konuşmamıştık Aybarsla. Ama anlamıştık birbirimizi. Bu ormanda sessiz bir söz verilmişti. Biliyorduk, ama dile getirmiyorduk.

 

Ormana girdiğimizden itibaren her şey siliniyordu sanki. Kim olduğumuz, nereden geldiğimiz. Hiçbirinin bir önemi kalmıyordu. Sadece ben ve o vardık burada.

Aybars ve Meva.

Hayatlarına kazınmış kaderlerden bir kaç saatliğine de olsa kurtulabilmiş olan iki beden.

"Asma şu suratını çirkin oluyorsun" O cevap vermemişti ama ben anlamıştım. "Zaten çirkin değil miyim?öyle söylemiştin." Kafasını salladı." Somurtunca daha çirkin oluyorsun."

"Uyuzsun Aybars!"

"Suratsızsın Meva!"

"Uyuz!"

"Suratsız!"

"Uyuz!"

"Suratsız!"

Önüme düşen bir tutam saçı tutup canımı acıtmicak bir şekilde çekti. " Ya yapmasana şunu!" Diye çemkirmeme karşılık yüzünü buruşturdu. "Cırlama be kızım"

"Sende yapma şunu."

Bizim anlaşma biçimimiz böyleydi, tabi buna anlaşma denilirse. Bıkınlıkla nefesimi verdim. Yüzümü gökyüzüne doğru kaldırıp gün batımına baktım. Benimle beraber o da kafasını kaldırıp baktı. İkimizde aynı şeyi düşünüyor olmalıyız ki aynanda birbirimize baktık. Birazdan hava kararacaktı, bu da bizim için gitme vaktinin geldiğini gösteriyordu.

Konuşmadan sessizce ayaklandık. Bugün diğer günlere nazaran başka bir şey vardı Aybarsta. Farklı bakıyordu, uzun uzun susuyor konuşmuyordu. Ara ara dalıp gidiyordu. Ne düşündüğünü, aklından nelerin geçtiğini merak ediyordum. Fazla suskundu. Gözlerinde anlamlandıramadığım bir şey vardı.

"Meva," dedi yutkunarak. Konuşmakta zorlanıyor gibiydi. Duraksadı, gözlerinin içine baktım. Tedirgindi. Bir şeyler söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi. İçime kötü bir his düştü. Böyle olmazdı ki. Biz birbirimize takılır sonra güler ve ayrılırdık. Şimdi neden aynısını yapmıyorduk?

"Meva," dedi tekrar.

"Sarılalım mı?" İçimdeki kötü his kendini daha çok belli etti. Öyle nedenini bilmediğim bir şekilde çocukça sormuştu ki bunu. Sanki başka bir şey söyleyecekken vazgeçmiş ve ağzından istemsiz bu istek çıkmış gibiydi.

Teredütle bana baktığını fark ettiğimde parmak uçlarımda yükselip kollarımı boynuna dolayıp ona sarıldım. Bi an şaşırmış olmalı ki hareketsiz kaldı, daha sonra o da kollarını belime sardı.

Tam 5 yıl. 5 yıl boyunca sürekli beraber vakit geçirmiştik. Ama bu onunla ilk sarılışımızdı.

Bu, bu sanki...

Bu bir vedaydı.

Hissettiğim gerçekle tam göğsümün ortasında bir ağrı hissettim.

Ne kadar öyle kaldığımızı bilmiyordum. Sonunda geri çekilip yüzüne baktım. Bir şey arıyordum. Bana takılsın, Gülüp eğlensin, bütün bunların şaka olduğunu söyleyerek yüz ifademle dalga geçsin istiyordum.

Bir şey desin istiyordum.

İhtiyaçla gözlerine baktım.

Eğilip sol yanağıma ufak bir buse bıraktı.

Bu-bunu ilk defa yapmıştı, Aybars böyle davranmazdı ki.

"Gitmemiz gerekiyor suratsız." Keyiften uzak sesi daha da kötü hissetmemi sağladığında hoşnutsuz bir şekilde konuştum. " Aybars..."

"Meva, bazı şeyler anlatılmaz." Dedi, konuşmama izin vermeden. Bahsettiği şeyin ağırlığıyla ve bütün sustuklarımızla beraber bir kez daha susup sessiz kalmayı seçtim onunla beraber.

Yanılmıyordum, bu bir vedaydı.

Bu, olabilecek en sessiz vedaydı.

Canım yanıyordu. Bu, bu çok acıydı.

Tutuğunu yeni fark ettiğim ellerimi bıraktı ve bir adım geriye gitti. Aynı şekilde bir adım geriye adımladım. Bunun bir sonu gelmesi gerekiyormuş gibi uzaklaşıp göz temasımızı kesti. Arkasını döndü, ve adımlamaya başladı.

Orda durmuş sadece ardından bakıyordum. Ne konuşabiliyor, ne de bir şey yapabiliyordum, sadece öylece bakıyordum.

Henüz fazla uzaklaşmamışken olduğum yere dönüp bağırdı :" Meva!

Yalan söyledim. Sen... sen çok güzelsin."

Tekrar arkasını dönüp uzaklaştığında, gözümden bir damla yaşın akmasına engel olamadım.

 

 

⏳️⛓️

 

 

Bir umut yeşertir bütün solmuş çiçekleri, yine bir umut çekip alır bizi siyaha boyanmış hayatlarımızdan.

Her veda içimizden bir insanı da beraberinde götürür. Biz, bir kez daha hayatla tanışırız her vedanın sonunda.

Acı damarlarımızdan akarken dile mühür vurulması, çaresizliğimizi haykırır suratımıza.

Ben, onunla beraber veda ettim çocukluğuma. Bir daha çocuk olmamak üzere.

O gün bir matem yankılandı o ormanda, biz dışında kimse duymadı.

İstesek de konuşmazdık. Biz, henüz çocukken vurulmuştu o mühür dilimize. Biz daha doğmadan alınmıştı ellerimizden her şey.

Biz daha doğmadan oynatmıştı kader kalemini. Kazımıştı hayatlarımıza bizden öncekilerin yazılarını.

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%