Yeni Üyelik
1.
Bölüm

İZİN SAHİBİ Giriş Bölümü

@sadeceasli

 

SARNIÇ

Bazı yaraların izi bedene değil yüreğe kazınır. Yara ne kadar geçerse geçsin, izi ne kadar silinirse silinsin yürekte, ilk günkü izini bir annenin yavrusunu koruduğu gibi korur.

Aslı Sıraç

 

Zaman görecelidir… Yeşil örtünün üzerinde göğsü boydan boya yarık bir şekilde yatan kadın bunu iliklerine kadar hissediyordu. Yarı açık bilinci duyduğu sesleri bir yapbozu tamamlarcasına birleştirmeye çalışsa da gücü çekilen zihni bir türlü denilenleri bir ara getiremiyordu. Tek hissettiği acının en saf haliydi bir de öfke…

 

Doktor her geçen saniye başını daha da umutsuzca iki yana sallamaya devam ederken içinden geçenlere inat neşteri her seferinde biraz daha derine batırmak adına büyük bir çaba sarf ediyordu. Tek bir kurşunun bir insanı bu hale düşürmesi ona göre oldukça güçtü lakin işler bu masa da artık öyle yürümüyordu.

Kadının kalp atışları her geçen saniye biraz daha düşerken, elindeki büyük cımbızla damarı delip geçen mermiyi sıkıca tuttu. Onu yuvasından kopardıktan saniyeler sonra ise ameliyathanedeki herkesin yeşil önlüğü kırmızıya boyanmıştı.

Genç kadın ise artık neredeyse acı hissetmiyordu sadece öfke vardı. Yorgun kalbinin kısılan sesi de artık kulağına vurmayacak kadar azdı. Bedeni adete ölüm çığları atarken ölemeyeceğinden emin bir şekilde öylece olup biteni anlamlandırmaya çalıyordu çünkü biliyordu insan bu haldeyken ölmez sadece arafta sallanan ruhunu bedenine kavuşturmak adına boş bir çaba sarf ederdi. Çünkü biliyordu bir insanın ölürken ne kadar acı çektiği… Annesi gözlerinin önünde tamı tamına yedi dakika on altı saniye kıvranıp, kendi kanında boğulurken onu uzunca izlemişti.

Bir yerlerde hâlâ onu savunmaya çalışan melek gözyaşlarını silip yavaşça kulağına ‘başka çaren yoktu ki’ diye fısıldarken onun gerçekleri bambaşkaydı. Başka çaresi vardı, başka yolu vardı sadece yapmak son ana kadar zor gelmişti. Annesi acılar içinde ölmek için yalvarırken o, kendi vicdanına kalacak yükü düşünmüştü ta ki annesinin yeri göğü inleten feryadını duyana denk. Şimdi ise yeşil bir örtünün üzerinde birileri onun yaşaması adına savaşırken, sesini duymaktan hep korktuğu o vicdanı ile baş başaydı.

Annesini o öldürmüştü.

Babasının yaşarken yarım bıraktığı işi tamamlayıp, kendi öz annesini kalbinden vurmuştu.

Katildi.

Bir yerlerde hâlâ masum olduğunu düşünen birileri olsa da o hep katil olarak kalacak ve öyle de ölecekti.

‘’Nabız alamıyorum!’’ Kulağına yarım yamalak gelen ses, yapbozun kayıp parçası ile bütünleşip asıl resmi doğurdu. Kendini kandırması boşunaydı. Ölüm tam da böyle bir şeydi.

Düşündü… Kimin mezarına geleceğini… Ağlayacağını… Ve pişman olacağını?

Kimsesi yoktu, onu evde bekleyen siyah bir kediden başka kimsesi yoktu.

Sevdiği adam o, kan kusarken alnına küçük bir öpücük kondurup öylece çekip gitmişti.

Annesini kendi elleri ile öldürmüştü!

Babası ise can çekişen kızından bir haberdi!

Sol gözünün yanından kayıp düşen yaş, kulağına doğru keskin bir yol alırken bedenini soğuk bir titreme ardından ise kalbine doğru soluk bir uyuşukluk esir aldı.

Biliyordu. Bu masadan kalmayacaktı.

Bir daha asla evine gidip sevdiği adam ile oturamayacak ve o çok sevdiği kedisine dokunamayacaktı. Ciğerleri acı ile kasılırken gözünün önüne bir umut mutlu olduğu anlar geldi.

Sevdiği adamı ilk gördüğü o an da sallanıp durdu bedeni. Havanın yağdığı, saçlarının uzun olduğu ve o ela gözler. İlk gördüğü an yüreğinde filizlenen aşkın tohumları şimdi birer canavar olup, bulundukları yerden kurtulmak adına kalbini parçalıyorlardı.

‘’Hocam hastayı kaybediyoruz!’’

Gözünden bir damla daha yaş düşüp, gitti.

Öleceği için ağlamıyordu. Hâlâ çok sevdiği için ağlıyordu. Canını alan bu adamı uğrunda ölecek kadar değil aksine yaşayacak kadar çok seviyordu lakin ne elinden ne de kalbinden hiçbir şey gelmiyordu.

O, tıpkı annesi gibi ölüyordu.

‘’Lütfen’’ dedi içinden ‘’ lütfen mezarıma gelmesin, lütfen öldüğümü görmesin’’. Oysa biliyordu, bileğinin içinde adı yazan bu adam ondan çoktan vazgeçmişti. Ne demişti, ‘’ Benim yaşamam için senin ölmen gerek!’’

Yaşamak adına belki de bu yüzden direnmiyordu çünkü ölürken bile aşıktı. Bir kere değil bin kere daha ölse yine severdi ama yine de sevilmezdi.

Doktor ise tüm bu olanlardan habersiz yeşil örtünün üzerinde yatan kadının kalbine bir kere daha sert yumruğunu indirdi. Saatler önce üzerinde gelinliği ile polisin kollarında hastaneye gelen bu kızın bir sevdiği olduğunu, bekleyeni olduğunu düşünüp tüm gücü ile bir kere daha ve sonra bir kere daha…

Oysa onu bekleyenler sevdiği adam da dahil buradan ölüsünün çıkacağını biliyorlardı. Zaten bu yüzden yatmıyor muydu bu soğuk ameliyathanede?

‘’Hadi be kızım biraz daha dayan!’’ Adam tüm çaresizliği ile kıza yalvarırken hemşire, gözünün kenarında düşmeyi öylece bekleyen yaşı kolunun tersi ile silip boğazını temizledi.

‘’Ölüm saati iki on beş!’’

‘’Ölmedi, biraz daha dayanabilir!’’ Çabasının bir sonuç vereceğinden emindi. Kendini geçen üç saatte buna hazırlamıştı. Göğsünü yarıp içindeki kurşunu ararken tek düşündüğü uyandığında ona ne kadar güçlü bir kadın olduğunu söyleyeceğiyken şimdi ise ailesine öldüğünü nasıl söyleyeceğini düşünüyordu.

Kadın ise ne göğsüne inen yumrukların ne de bedenine sayısız kere verilen elektroşokun farkındaydı. Tek farkında olduğu yedinci dakikanın sonunda onu, bir kere daha sırtından, kalbine nişan alarak vuraranın sevdiği adam olmasıydı.

Dakika bitti. Dakika devam etti.

Bir ses duyuldu ardından tüm sesler sustu.

Bazen ölmek yaşamaktan daha iyidir. Her şeye rağmen hayatta kalmak bazen insanı sırtında bir cesetle ya da bir mezar taşı ile yaşamaya mahkûm eder.

Yakut’tun kalbi her şeye rağmen bir kere daha ve sonra sayısız kere daha atmaya devam ederken diri bedeni, ölü bedenine bir söz verdi. Sevdiği adamı öldüremezdi ama onu öldürebilirdi.

‘’Nabız geldi, tansiyon normale dönüyor!’’

 

 

Loading...
0%