Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm - En Güzel Hediye

@sadecelerden_s

Aile nedir? Anne, baba ve çocuğun oluşturduğu bir yuva olmadığı kesin.

Aile nedir? Eğitimin ilk başladığı yer olmadığı kesin.

 

Peki aile nedir? Ben bunun gerçek cevabını hiçbir zaman kendime verememiştim çünkü hiçbir zaman gerçek bir ailem olmamıştı. Bir ailem olmuştu. Bir annem, bir babam vardı ama onlar hiçbir zaman bana gerçek birer ebeveyn olamamışlardı.

 

Ben sevgiyi hep ailem dışında kişilerden görmüştüm. Ben güven duygusunu hep ailem dışında kişilerden öğrenmiştim.

 

İçimde asla büyümeyen ve sevgiye muhtaç olan küçük bir kız çocuğu vardı. Ve her şeye inat, o hala ailesinden sevgi görmeyi bekliyordu.

 

Şimdi, bu hastane odasının içinde sadece bir kişi vardı. Hep ailem dışında gördüğüm o sevginin sahibi.

 

Çınar...

 

Ölmemiştim ve yaşıyordum.

 

Yaşıyordum.

 

Gerçekten de yaşadığıma seviniyordum çünkü ölseydim annem ile babam bile belki de ateşler içinde ki bir evde can verdiğimden bihaber olacaklardı. Kızlarını yaşıyor sanacaklardı...

 

Ne acı değil mi? Benden haberleri bile yok. Hayır bu beni üzmüyor. Bu beni üzmeyi bırakalı çok oldu.

 

Ama içimde ki o küçük kız çocuğu çok üzülüyor...

 

O evdeyken Çınar bana ilk yangın çıktığını söylemeden önce, meğersem çoktan itfaiyeyi aramıştı. Hatta ben daha yeni bilincimi kaybederken, ekipler belki de çoktan yoldalardı.

 

Dumandan fazla etkilendiğim için ciğerlerim olumsuz etkilenmişti ve bu yüzden de bana hava veriyorlardı. Çınar ise onu ambulansa bindirdikten 10 dakika kadar sonra uyanmış ve ona erkenden havayı vermişlerdi.

 

Ben ise hastaneye geldikten sonra uyanmıştım çünkü Çınar'a göre daha fazla etkilenmiştim. Bunda bağışıklık sistemimin biraz zayıf olmasının da etkisi vardı.

 

Ben uyandığım da yanı başımda Çınar vardı. Olanları bana o anlatmıştı.

 

Tekrar hatırlatmak isterim.

 

Ben ölmemiştim ve yaşıyordum.

 

Ve kaldığım yerden devam edecektim.

 

"Daha iyisin değil mi?" diye soran Çınar'ı başımı sallayarak onayladım.

 

Hafifçe öksürdüğünü görünce ağzımdan oksijen maskesini çıkartıp kenara koydum. "Sen nasılsın?" diye sordum. O da "İyiyim." dedi kısaca.

 

Odanın kapısının açılmasıyla beraber bakışlarımız gelene dikkat kesildi. Gelen Ozan'dı. Galiba Çınar ona haber vermişti.

 

Odaya girip bizi gördüğün de rahatlamış gibi derin bir oh çekti ve yanımıza gelip tam Çınar'ın yanında durdu.

 

"Çok şükür iyisiniz ya ödüm koptu size bir şey oldu diye!" Sesinden de ne kadar telaşlandığı anlaşılıyordu.

 

Ozan hep gevşek, kız peşinde koşan değişik biriydi ama onun içinde bunların tam tersini gösteren tertemiz bir kalp atıyordu. Bu yüzden onu da çok seviyordum.

 

"Harbi çok mu merak ettin lan bizi? Ben, benden kurtulamadın diye sevinirsin sanmıştım oysa." diyen Çınar'ı Ozan sinirli bir şekilde cevapladı.

 

"Oğlum saçmalama ya şakanın da bir yeri var değil mi?" dedi. Bir süre sustu fakat bir durgunlukta geldi üstüne. Sonra tekrar konuştu.

 

"Sizin yeriniz ben de çok ayrı lan. Ben ne yapardım siz olmadan?" dedi kısık sesiyle.

 

Onu böyle görmeye daha fazla dayanamadım ve konuşmaya ben de dahil oldum.

 

"Tamam Ozan. Bak biz iyiyiz endişelenecek bir şey yok." dedim Çınar da bana arka çıkarak "Biz seni bırakır mıyız lan? Hele ben. Sence ben senin yakandan ayrılır mıyım?" dedi ve bir yandan da kolunu Ozan'ın omzuna attı.

 

Eski neşesi yerine gelen Ozan "Ayrılmazsın tabii. Ben olmasam ne bok yiyeceksin?" dedi gülerek.

 

"Ya yeminle... Tam dayaklıksın Ozan." dedi Çınar. Bu hallerine gülemeden edemedim. Hep çocuk gibilerdi.

 

İşte bu yüzden ben gerçek sevgiyi onlar sayesinde keşfetmiştim...

 

"Tamam hadi. Size kıyak geçeceğim bir seferlik. Bütün işlerinizi ben yapacağım bir günlüğüne." diye ortaya atılan Ozan'a cevap verdim

 

"Bence Çınar bunu onaylamadan-" diyecekken Çınar lafımı kesip "Olur olur. Aa, niye olmasın değil mi Başak? İyilikten zarar gelmez ne de olsa. Sevaptır sevap. Ben kabul ediyorum yarın bütün işlerim sana emanet. dedi.

 

Ozanı yarın baya yorucu bir gün bekliyordu. Daha ilk dakikadan pişman olup kaçmaya çalışacağına emindim.

 

"Di mi ya? Sevap. Sevaptır yani." dedi en sonunda korkusunu belli ederek Ozan. Fakat sonra tekrar bir özgüven patlaması geldi kendisine ve göğüs kabartarak konuştu.

 

"Ulan, sizin işinizden ne olacak? Yaparım ben hepsini."

 

"Bizim işimizden ne olcak demek öyle mi?" dedim.

 

"He, nolcak?" dedi Ozan. Onun peşinden Çınar da bana göz kırparak "He, nolcak Başak?" dedi. Ozan'ın sırtına desteklercesine vurarak "Yapar benim kardeşim." dedi.

 

"İyi o zaman. Dediğiniz gibi olsun." dedim ben de pes ederek.

 

Sonra Ozan asıl konuya giriş yaptı.

 

"Siz onu bunu geçin. Ne işiniz vardı dağ evinde? Ne bok yemeye gittiniz oraya?" dedi sesini yükselterek.

 

Gün içerisinde başımıza gelenler aklıma geldi. Çınar'ın da aklına aynı şeyler gelmiş olacak ki aynı anda birbirimize baktık ve göz göze geldik. Sonra tekrar Ozan'a döndüm ve olanları kısaca anlattım. Önceden aldığım o notu, bugün olanları, gizli numarayı...

 

Anlatmayı bitirdiğim de Ozan konuşmaya başladı.

 

"Sizin aklınız kıt mı polis arkadaşlarım? Bak özellikle polis arkadaşlarım diyorum. Polissiniz siz polis. Emniyete gelip niye yardım talep etmediniz lan!?" diye yükseldiğin de araya Çınar girdi.

 

"Birincisi şu sesini bir alçalt. İkincisi, adam bize kolluk kuvvet çağırmayın dedi. Belki bize bir şey yapacaktı? Nerden biliyorsun?" dedi.

 

"Lan evi yakmış siz içerideyken daha ne yapsın adam?" dedi. Cidden o mu yakmıştı evi? Ama ben orda değilim demişti.

 

Kafam karıştı.

 

"Adamın yaktığı ne malum?" dedi Çınar.

 

"Adamın yakmadığı ne malum?" dedi Ozan, ona zıt bir şekilde.

 

Sonra araya girdim. "Hey hey. Durun bir. Böyle bir yere varamayız." dedim. Sonra Ozan "Ne yapacağız peki?" dedi.

 

Bunu ben de bilmiyordum.

 

"Öncelikle bu işi biz çözeceğiz. Emniyettekilere haber salma yok." dedim.

 

"Tamam. Hadi ona da tamam. Ne yapmayı düşünüyorsun peki Başak?" dedi Ozan.

 

Sonra tam ben konuşacakken Çınar araya girdi. "Orasına da bir zahmet hastaneden çıktıktan sonra bakalım. Ne dersiniz?" dedi. Haklıydı. Önce burdan çıkmak istiyordum.

 

 

 

 

~•°•°•°~

 

Yarım saat kadar daha hastane de kaldıktan sonra taburcu olmuştum ve beraber hastaneden çıkmıştık. Ozan kendi arabasıyla eve giderken, ben de kendi arabamla Çınar'ı kendi evine bırakmıştım.

 

Arabamı yangından sonra Çınar'a ambulansta müdahale yapıldıktan sonra, Çınar kendisi getirmişti. Nasıl bu kadar dayanıklıydı bilmiyordum.

 

Eve geldiğim de büyük bir nefes verdim ve kendimi koltuğun üstüne attım. Aklıma telefonum gelince, çantamdan telefonumu çıkardım ve gelen bildirimlere baktım.

 

Birkaç mesaj ve önemsiz bildirim dışında arayan iki kişi vardı. Müge ve Aras.

 

Müge beni niye aradı diye düşünürken aklıma gelenlerle içimden "Tabii ya." dedim.

 

Müge, dün beni arayıp bu akşam için Aras'ın evine gideceğini ve benimle tanışmak istediğini söylemişti. Dolayısıyla beni de Aras'ın evine davet etmişti.

 

Saate baktığımda akrep ile yelkovan birlikte, 21.09'u gösteriyordu. Bence hala vaktim vardı.

 

Rehbere girip Müge'yi aradım. Kısa bir müddet çaldıktan sonra telefon açıldı ve ilk ses Müge den geldi.

 

"Alo? Başak-" diyecekken onun lafını böldüm ve konuşmaya başladım.

 

"Kusura bakma Müge aramışsın da küçük bir olay yaşadım. O yüzden cevaplayamadım. Sen hala Aras'ta mısın?" diye sordum.

 

"Evet. Geliyor musun sen?"

 

"Evet ama çok kalamam. Biraz yorucu bir gündü de. Ama seninle tanışmayı çok istiyordum o yüzden bir yarım saatten zarar gelmez."

 

"Eğer yorgunsan sonra da görüşebiliriz." dedi. "Hayır hayır sıkıntı yok. Geliyorum ben şimdi." dedim ve telefonu kapattım.

 

Telefonumu ve anahtarımı elime alıp evden çıktım ve merdivenlere yöneldim.

 

Aras'ın evinin önüne geldim ve elimi kapıyı çalmak için uzattım fakat tam o anda kapı hızla açıldı ve görüş açıma onun siyah saçları ile onunla aynı renk olan siyah gözleri girdi.

 

Gözleri ve saçları birbirini çok iyi tamamlıyordu.

 

"Hoşgeldin." dedi gülümseyerek. "Hoşbuldum." dedim ve içeriye girdim.

 

Sonra karşımda bir kız gördüm. Mügeydi. Simsiyah saçları yukarda at kuyruğu şeklinde toplanmıştı. Fazlasıyla güzel bir kızdı.

 

"Selam Başak. Müge ben." dedi beni görünce elini bana uzatarak. Gülümseyerek elini tuttum. "Çok memnun oldum Müge." dedim. O da gülümseyerek "Ben de." dedi. Sonra "Ee hadi. Burda beklemeyelim. İçeri geçelim." dedi ve beraber salona yöneldik.

 

Salona geldiğimiz de, ben tekli koltuğa oturdum ve Aras'la Müge de çaprazım da ki geniş koltuğa oturdular.

 

İlk konuşmayı başlatan Mügeydi.

 

"Bunu söylemeden edemeyeceğim. Cidden güzel kızsın Başak. Duyduğuma göre polismişsin. Doğru mu?" diye sordu.

 

Bana iltifat etmişti. Samimi bir kızdı aslında. Bana daha farklı biridir gibi gelmişti.

 

"Teşekkür ederim. Sen de çok güzelsin. Ve, evet polisim. Sen de yanılmıyorsam Aras gibi motorcusun değil mi?" dedim.

 

"Evet. Aslında benim asıl mesleğim işletme. Ama ben motorculuk üzerinden hayatıma devam etmek istedim." dedi.

 

"Sen telefon da bir olay yaşadım demiştin. Kötü bir şey olmadı değil mi?" diye sordu sonra.

 

Bunu duyunca anında oturduğu yerde duruşunu dikleştiren Aras endişeli bir tavırla "Ne olayı? Bir şey mi oldu Başak? İyi misin?" dedi. Sonra hem Aras'ı sakinleştirir hem de Müge'nin sorusunu cevaplar nitelikte "Hayır hayır. Bir şeyim yok şu an." dedim. Bütün yaşananları anlatamazdım.

 

"Şu an yok diyorsun. Kötü bir şey mi oldu Başak?" diye üsteleyen Aras'ı şöyle cevapladım.

 

"Bir şeyler oldu evet ama maalesef anlatabileceğim şeyler değil Aras. Kusura bakma ama sadece şunu bilseniz yeter." dedim ve biraz duraksayıp sonrasında olanları kısa ve öz bir şekilde anlattım.

 

"Bir yangının ortasında kaldım fakat beni ordan kurtarıp hastaneye getirdiler zaten. İyiyim yani bir şeyim yok." dedim. Bir şey demezsem daha fazla üstelerler diye en azından bunu söyleme gereği duydum.

 

Bunu duyunca Aras hızla ayağa kalktı ve daha da korkmuş gibi konuştu.

 

"Ne yangını? Nerde yangın çıktı ya? Sen niye ordaydın o zaman. Başak bu kadar rahat olamazsın." derken Mügeyle beraber ayağa kalktık.

 

"Tamam Aras. Kız bir şeyim yok diyor sakin olur musun biraz? Otur şuraya." dedi ve zorlada olsa Aras'ı kalktığı yere geri oturtturdu. Ben de Aras'ın yanına oturdum.

 

"Görev dolayısıyla gittiğim bir ev diyebilirim. Dediğim gibi daha fazla bir şey diyemem ama cidden sen bir sakin olur musun?" dedim. Bir yandan da elim koluna gitti.

 

"Ya nasıl sakin olayım. Korktum işte Başak." dedi. Benim için endişelenmesi neden böyle hoşuma gidiyordu?

 

Alaylı bir ifadeyle "Tamam merak etme. Hala senin komşunum. " dedim.

 

Müge de bu dediğime güldü. Ve kolunu Aras'ın omzuna attı.

 

Bunlar tam olarak neydi şimdi?

 

"Evet başkan. Merak etme bırakmadı seni komşun." dedi o da gülerek.

 

Aras'ın yüzünde ise hala endişeli bakışlar vardı ve bana bakıyordu. Ne ben gözlerimi gözlerinden ayırdım ne de o. 5 saniye kadar bakıştık fakat en sonunda gözlerini ayıran o oldu.

 

Neydi bu bakışlar? Bu endişesi tamamen komşusu olmamdan mı kaynaklanıyordu?

 

Başka şeyler olamaz mıydı?

 

Galiba başka şeyler olmasını isterdim.

 

"Neyse hadi bu konuyu kapatalım." diyen Müge'ye döndü gözlerim.

 

"Ben o zaman bir kahve yapayım bize. Başak sen içersin değil mi?"

 

"Olur içerim." diyerek cevapladım Müge'yi. "Tamam o zaman." dedi sonra. Kalkıp salondan çıktı ve mutfağa gitti.

 

Dolayısıyla da Aras ile tek kalmıştık.

 

"İyi olduğuna eminsin değil mi?" diye sordu bir anda Aras.

 

Oturduğum yerde tamamen ona dönerek "Evet Aras. İyiyim merak etme gerçekten." dedim.

 

Sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı. Koltuğun üzerinde duran elimi tuttu.

Ve gözlerimin içine bakarak"Sen hep iyi ol." dedi.

 

Daha önce ben de onun elini tutmuştum. Ama o zaman bu kadar heyecan yoktu içimde. Şimdi ne değişmişti.

 

Belki de bu sefer elimi tutan o olduğu için.

 

Belki de saçmalıyordum.

 

Veya hayır. Saçmalamıyordum. Bizzat olanı söylüyordum. Hissettiklerimi. Hislerimi.

 

Kalbimin bu denli hızlı atması çok mu anormaldi?

 

Bence değildi.

 

Ne hissediyordum ben ona karşı?

 

Sanırım çok şey.

 

Ne tepki vereceğimi bilemedim bir an. Sadece gülümsemekle yetindim.

 

Gülümsedim.

 

Gülümsedi.

 

Orda ne kadar ona baktım veya o ne kadar bana baktı bilmiyorum. Ama buna son verdiğimiz an, Mügenin elinde tepsi ve tepsi de kahvelerde geldiği o andı.

         

 

 

 

~•°•°•°~

 

"Kac yıldır polislik yapıyorsun sen?" dedi bana Müge. "2 yıldır." dedim kısaca. 2 yıl önce başlamıştım işe.

 

"Nasıl peki, zor mu? Valla hep merak etmişimdir. Böyle bir yerden başka yere falan. Sonra siz sorgulara da giriyorsunuz sanırım." Baya meraklı olduğu belli oluyordu.

 

"Bazı sorgulara girdiğimiz oluyor evet. Cinayet büroda çalışıyorum ben. Yani bu şüpheli ölüm vakaları olur veya direkt cinayet vakası olur. Onlarla biz ilgileniyoruz." dedim.

 

"Ciddi misin? Baya iyiymiş."

 

Aslında pekte iyi değil ama.

 

Polislik...Zordur. Hiç dışarıdan görüldüğü gibi değildir. Mesela birisi ölür. Veya öldürülür. Suçluyu bulmaya çalışırsın. Günlerce belki de aylarca o katili hapse tıkmak için on takla atarsın. Ama en kötüsü de, kurbanların ailelerinin bitmeyen feryatlarıdır.

 

Yalvarışlar, yakarışlar, 'gitme' 'bırakma bizi' deyişler. Nicesi...

 

Bunlara şahit olmak ise bir o kadar acıdır. Ama bunları göze alarak polis olduk biz. İşimizi gururla yapıyoruz.

 

"Yani dışarıdan göründüğü gibi değil tabiki. Zor bir meslek ve bazı şeyleri göze alarak alıyorsun o rütbeyi." dedim.

 

"Orası öyle tabiki." dedi Müge. Aras ise dört gözle bizi izliyor ve dinliyordu. Bazen bakışlarım saniyelik ona kayıyordu. Her baktığımda ise göz göze geliyorduk.

 

Gözleri... Çok anlamlı bakıyor gibiydi.

 

"Siz nasıl başladınız peki? Bu motorculuğa yani." diye bir soru attım ortaya. Hem merak ediyordum, hem de Aras'ın konuşması için sormuştum.

 

Tahmin ettiğim gibi oldu ve sorumu cevaplayan Aras oldu.

 

"Ben 16 yaşımdan beri, Müge de 18 yaşından beri. Biz de, o yarış için gittiğimiz dernek varya, orda tanıştık zaten." diye açıkladı.

 

"Hâlâ balonumu almadın?" dedi bir anda Müge.

 

"Allah aşkına kaç yaşına geldin hâlâ balon mu istiyorsun benden?" diye cevapladı Aras Mügeyi.

 

"Bölüyorum ama balon mevzusu ne?" diye sordum dayanamayarak. Sonra Müge konuştu:

 

"Biz bir iddia sonucunda tanıştık. Ben o zamanlar başka bir motorcunun hayranıydım. Yarış olduğunda falan hep onu tutardım. O gün ilk defa Arasta gelip katılmıştı o yarışa. Ben o çocuğu izlerken bir anda Aras geldi yanıma. Dedi işte 'Çok heveslenme. Bugün ki yarışın birincisi benim.' Öyle öyle biz orda konuştuk ettik falan bir anda kendimi iddiaya girerken buldum." diyerek anlattı.

 

"Neden balon peki?" diye sordum. "Balona bir tık takıntım olabilir. Bir tık ama." dedi Müge.

 

"Aynen kesin bir tıktır o." dedi ardından Aras gülerek.

 

"Gıcıklık yapmasana!" dedi sonra Müge. Arasta ağzına hayali bir fermuar çekip sustu.

 

"Yani yarışı Aras kazandı?" dedim sorar nitelikte.

 

Aras ise "Tabiki ne sandın." dedi gülümseyerek. Kazanmayacağına şüphem yoktu zaten.

 

"Sen aslen buralı mısın Başak?" diye soran Mügeyi "Yok. Doğma büyüme Aydın'lıyım." diyerek cevapladım.

 

"Annenler falan hâlâ orda sanırım. Yoksa onlarda mı burada?"

 

Bir anda sorulan bu soru, zihnimi dağıtmaya yetmişti. Doğruyu rahatça söyleyebilirdim. Belki de geçiştirebilirdim. Neden susuyordum?

 

Ben küçük yaştayken boşandılar. Sebebini ise hiçbir zaman öğrenemedim. İkisi de şu an farklı şehirlerde, farklı kişilerle, farklı hayatlar yaşıyor. Evli, mutlu ve çocuklular. Benim varlığımdan bihaberler. Beni unuttular. Belki de ben, onlara birbirlerini hatırlatıyorumdur.

 

"Başak, daldın gittin, hey!"

 

Belki de ben onlar için bir pişmanlık duygusuydum. Öyle miydim?

 

"Başak. İyi misin?"

 

Düşüncelerimin, hayatımın, geçmişimin denizinde boğuluyordum. Ama beni kurtaran yoktu.

 

İkisine cevap vermek yerine su içme bahanesiyle mutfağa gittim. Arkamdan seslendiler fakat umursamadım.İçeri girip kapıyı yavaşça kapattım. Ellerimi tezgaha yaslayıp başımı eğdim ve gözümde akmaya hazır bekleyen yaşları saldım.

 

Belki bazı insanlar daha ağır şeyler yaşıyordu. Belki benden kat ve kat daha ağır durumlara maruz kalıyorlardı. Ama herkesin ki acıdır. Değil mi? Acının ağırı hafifi, çoğu azı olmaz ki?

 

Herkes farklı şeylerle sınanır. Herkes farklı acılar çeker. Ama herkesin ki acıdır...

 

Orda kaç dakika sabit bir şekilde durdum bilmiyorum. Fakat arkamdan belime sarılan kollar ve az çok tanıdığım o koku, beni kendime getiren şeydi.

 

"Şşt. Ağlama. Sana ağlamak yakışmaz. Bir bana döner misin?" Dediklerini duymamla hem daha çok ağlamaya başladım, hem de yüzümü ona döner dönmez ben ona sıkıca sarıldım.

 

Artık Aras'ın göğsünde sadece ağlayıp acı çekmiyordum. Sadece onun bedeninde huzur duygusunu tadıyordum.

 

"Tamam, geçti. Bak ben buradayım. Ağlama Başak. Lütfen. "

 

Ne dediğimin farkında olmadan birşeyler söyleyip durdum orda ona.

 

"Ben onlar için bir pişmanlik mıyımdır sence?"

 

Sonra saçlarımda ellerinin gezinişini hissettim. "Hayır tabiki de. Böyle düşünme. Hatta..." diyordu fakat devamını duyamadım çünkü bir anda gözlerimin kararmasıyla bilincim de kapandı.

 

"Hatta sen bu dünyada birine verilebilecek en güzel hediyesin Başak..."

 

 

 

 

~•°•°•°•~

 

Son cümlede öyle bir eridim ki pauhwkahwkje kurban olurum Aras'ıma

 

Normalde 11. bölüm ve devamını yarın atacaktım fakat bu saatte çok sıkıldım ve devam etmeye karar verdim. Ne kadar çabuk biterse elimde ki bölümleri buraya geçirmek benim için o kdar iyi olur

Bölümü nasıl buldunuz? Kitap nasıl ilerliyor şu an size göre?

 

YouTube hesabım; @sadecesudeew

Loading...
0%