Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. Bölüm - Adım Adım Gerçeklere

@sadecelerden_s

Karanlık. Çokça karanlık... Hayır, her yer karanlık.

 

Hayat. Hayat denilen şey bu mu?

Hayır.

Acı, acı, ve çokça acı. İnsan öldüren zaman ve ölüme yalvarış seansı.

Hayat bu.

 

Kulaklarım da ki uğultu, beni gerçekliğe davet ediyordu. Sanki, daha çok şey göreceksin. Bu yüzden aç gözlerini ve kaldığın yerden devam et der gibi.

 

Yorgundum. Bitkindim. Kimsesiz de gibiydim sanki.

 

Kimsesiz miydim ben? Hayır. Dostlarım vardı. Çevrem vardı. Beni sevenlerim vardı. Sevdiklerim vardı.

 

Kim yoktu? Ailem.

 

Acıları abartmak mıydı bu, yoksa acıları kabartmak mı?

 

Mutlu olmak istiyordum. Huzuru tatmak istiyordum. Nerde bulabilirdim ki?

 

Belki sevdiğim bir müzikte, belki okuduğum güzel bir kitapta. Belki de sadece bir çift kolda. Muhtaç duyduğum, o sarıp sarmalayan sıcacık bedende.

 

Göz kapaklarım aralandı ama ben hâlâ koyu karanlıktan başka hiçbir şey göremiyordum.

 

Karanlığım da mı boğulmuştum?

 

Duyduğum adım sesleri kulağımda yankı yaparken, bir elimle başımı ovaladım. Başımda ki ağrının sebebi neydi? Veya kapanmayı arzulayan göz kapaklarım?

 

Hangi derdime yanmalıydım?

 

Açılan kapı ve içeri vuran ışık gözlerimi acıttı fakat hemen ardından içinde bulunduğum odanın açılan ışığı, elimle direkt gözlerimi kapatmama sebep oldu.

 

"Başak! Şükürler olsun. Aras!.. Buraya gel." Bu Mügeydi.

 

Ve ben Aras'ın evindeydim.

 

Müge'nin hemen yanıma gelip, uzanır vaziyette olduğum yatağa oturmasıyla olduğum yerde doğrulup, sırtımı yatağın başlığına yasladım.

 

"Dur, dur. Rahatına bak sen. İyisin değil mi? Aras bir anda bağırmaya başladı korkudan ne yapcağını bilemedi beni çağırdı, bayılmışsın meğer sonra da işte seni buraya taşıdı..." derken durdu ve derin bir nefes verdi. Durmaksızın konuşmuştu çünkü.

 

"Tamam sakin ol iyiyim. Yorgun düştüm büyük ihtimalle. Aras nerde?"Dememle Aras'ın kapıda belirmesi bir oldu.

 

Beni görür görmez derin bir nefes verdi ve hızlıca yanıma gelip bana sarıldı sıkıca. Ben de aynı şekilde ona sarıldım.

 

"Çok korktum. Çok korktum Başak. Çok korktum." Sürekli bunu söyleyip duruyordu. Sesi titriyordu. Neden bu kadar korkmuştu?

 

Sonra onu kendimden ayırdım ve bana bakmasını sağladım.

 

Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Ağlıyordu. Neden ağlıyordu?

 

"Aras, tamam ağlama iyiyim ben. Tansiyonum düştü büyük ihtimalle."

 

Müge girdi araya ve "Aras sen bir lavaboya gidip elini yüzünü yıka istersen." dedi Aras'a bakarak.

 

Arasta anında ayağa kalktı ve lavaboya ilerledi. Müge ile tek kaldık.

 

"Neden bu kadar kötü oldu Aras?" diye sordum Mügeye.

 

İlk başta sıkıntıyla nefes verdi. Sonra konuştu:

 

"Yani nasıl desem... Aras... Babasını küçük yaşta kaybetti Başak. Çok severdi babasını. Yani demem o ki... Travması var. Bir yakınını daha kaybetme düşüncesi onu mahvediyor."

 

Bir yakınını daha kaybetme düşüncesi onu mahvediyor...

 

Aras... Dışarıdan bakıldığında dik duruşuyla, yeri geldi sert, yeri geldi yumuşak bakışlarıyla, ve daha birçok şeyiyle mükemmel bir insan. Ama herşeyin dışında onun içinde yaralı bir çocuk var. Yarası çok derinlerden geliyor. Asla geçmeyen bir yara.

 

Baba...

 

"Başak, ben özür dilerim. Yani sanırım kötü şeyler yaşamışsın ve ailenle aran iyi değil. Dediğim gibi bilmiyordum. Belki ben sormasam sen bayıl-" derken onun lafını kestim ve elini tutarak konuştum.

 

"Sakın böyle düşünme. Bak sen de diyorsun bilemezdin. Özüre de gerek yok." dedim.

 

Bunun için kendini suçlayamazdı. Suçlanacak biri veya birileri varsa, o da annem ile babamdı.

 

"Bir gün anlatmak istersen seve seve dinlerim. Kendini yalnız hissetme." dedi büyük bir içtenlikle. "Teşekkür ederim." dedim.

 

Bir süre sessizce oturduk orda. Sonra Aras geldi içeri. Onu görür görmez içimden gelen şeyi yaptım. Yerimden kalktım ve gidip ona sarıldım. Birşeyleri düzeltemezdik belki. Ama yine de belki daha iyi hissettirirdik birbirimize, varlığımızla...

 

"Bu sarılmayı neye borçluyuz?" diye sordu alayla. Sanki az önce ki halinden hiç eser kalmamış gibi.

 

"Sen kendini daha iyi hisset diye sarılmıştım ama sanırım sen eski haline dönmüşsün." dedim ben de alayla. Sonra ondan ayrılmak için hamle yaptığım da, beni iki kolumun dirseğinden tuttu ve tekrar kendi bedenine sardı kollarımı. O da kendi kollarını sardı benim bedenime.

 

"Sen biraz daha sarıl yeter ki. Ben yine kötü olurum." dedi bana.

 

Gülümsedim. Onun da gülümsediğini hissettim.

 

Bazen hisler daha gerçekçidir.

 

En sonunda birbirimizden ayrıldık. Saat çok geç olmuştu. Artık eve gitmem gerekiyordu.

 

"Her şey için çok teşekkür ederim. Bir yandan da özür-"

 

"Bunu duymamış olayım." Bıçak gibi kesmişti sözümü Aras. Çok ciddi bakıyordu.

 

Gülümseyerek Müge'ye döndüm ve ona sarıldım.

 

"Çok memnun oldum Müge. En kısa zaman da tekrar görüşmeyi çok isterim."

 

"Görüşeceğiz, merak etme." dedi benden ayrılınca ve göz kırptı.

 

Sonra dış kapıya doğru ilerledik. Ben ayağıma ayakkabılarımı yarım bir şekilde geçirirken Müge de içeriden telefonumu ve anahtarlarımı getirmişti.

 

Ne zaman buraya gelsem bu ikiliyi unutuyordum.

 

"Tekrardan teşekkür ederim. İyi geceler." dedim. Müge'ye baktığım da o da iyi geceler dedi ve el salladı. Aras'a baktığımda genişçe gülümsedi.

Ben de gülümsedim. Ve en sonunda merdivenleri inerek eve geldim.

 

İçeri girip kapıyı içerden kilitledim. Ve direkt odama gittim. Telefonu yatağa rastgele fırlattıktan sonra, olduğum yerde dizlerimi kırıp yere oturdum.

 

Başım ağrıyordu. Başımı ağrıtan bir sürü şey vardı. Bunlardan kurtulmamın bir yolu yok muydu?

 

Fırtına... Fırtına beni beraberinde sürüklüyor. Saçlarım uçuşuyor belki. Yüzüme geliyor, beni huylandırıyor. Veya çok soğuk bir rüzgar esiyor. Üşütüyor bedenimi. Yağmur yağıyor, ıslatıyor zihnimi. Bunların hepsi bir araya gelince...

 

Mahvediyor beni.

 

Zihnim allak bullak. Bulanık bir su misali veya. Nasıl berrak ve temiz hale gelir o su? Veya düzelir mi? Bir yolu var mıdır?

 

Var mıdır bir yolu? Var mıdır bir çözümü? Var mıdır bir çıkış yolu?

 

Üstümdekileri çıkartıp duşa girdim. Şu an tek istediğim şey, sıcak suyun vücudumu gevşetmesiydi.

 

Kabine girdim ve suyun sıcaklığını ayarladım. Suyun altına geçtim. Önce saçlarım, sonra vücudum. Her yerime su değene dek bekledim o suyun altında. Sıcak su, beni rahatlatıyordu.

 

Keşke her şeyi düzeltebilseydi...

 

Yarım saatlik bir duşun ardından havluma sarılarak banyodan çıktım ve odama gidip giyindim.

 

Saçlarımı gelişigüzel taradıktan sonra odanın ışıklarını kapatıp kendimi yatağa bıraktım. Telefonumun ekranını açtım ve bildirimlere baktım. Çınar beni aramıştı. Meraklandırmamak için geri aradım ve telefon ikinci çalışta açıldı.

 

"Başak? Nasılsın, daha iyi misin?"

 

"İyiyim merak etme. Görmemişim aradığını sessiz de kalmış telefon." diye cevap verdim.

 

"Sorun değil. Ben de uyuduğunu düşündüğüm için fazla irdelemedim zaten."

 

"Anladım. Sen nasılsın peki? Nasıl hissediyorsun kendini?"

 

"İyiyim iyi. Turp gibiyim." dedi hafif gülerek.

 

"İyi bakalım." dedim ben de gülerek.

 

"Neyse ben çok yorgunum. Yatacağım. İyi geceler." dedim Çınar'a.

 

"Yarın gelecek misin emniyete?" diye sordu. "Geleceğim tabii ki. O kadar da değil." dedim. "İyi geceler o zaman." dedi. Ben de aynı şekilde karşılık verdikten sonra kapadım telefonu.

 

Yan tarafta ki komodinin üstüne koydum telefonumu ve üstümde ki yorganı üstüme daha çok çektim.

 

Düşündüm.

 

Melek'i düşündüm.

Cinayeti düşündüm.

Bela'yı düşündüm.

Bugün olanları, ailemi...

Aras' ı düşündüm. En çokta onu düşündüm çünkü onu düşünmek bile bir nebze de olsa beni iyi hissettiriyordu...

 

Ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

 

 

~•°•°•°~

Şu an nerde miydim?

Mezarlıkta...

Melek'imin mezarında.

 

Melek Karasu

D.T 10.12.2002

Ö.T 17.07.2023

 

Mezarı görür görmez, gözlerimin önü ıslak bir perdeyle kapanmış gibiydi. Buğulu ve ıslak.

 

Elimle gözyaşlarımı sildim ve mezarın önünde diz çöktüm.

 

"Melek. Ben geldim. Başak..."

 

Sessizlik.

 

"Nasılsın, miniğim?"

 

Sessizlik.

 

"Ben... İyi olmaya çalışıyorum. "

 

Ölüm sessizliği...

 

"Kim yaptı bunu sana? O mu?"

 

Bela mı?

 

İçime dolan sinir yığınıyla toprağı avucumun içinde sıktım. Elimin kirlenmesini umursamıyordum.

 

Ama kuzenimin bedenini kirletmişlerdi. Kanla... Bunu umursuyordum işte.

 

"Bulacağım. Söz veriyorum sana. Aylar da geçse, yıllar da geçse... Bulacağım. İşte o gün, benim en mutlu günüm olacak. Çünkü o cani, cezasını çekecek..."

 

Yavaşça yerimde doğruldum ve son kez Melek'e baktım. Sanki görecekmiş gibi el salladım ona.

 

Arabama giderken ise bir yandan elimde ki toprağın kokusunu içime çekiyordum.

 

Toprak ölüm kokuyordu.

Toprak Melek kokuyordu.

 

 

~•°•°•°~

Emniyete geldiğimde, Çınar beni her zaman ki bankta bekliyordu. Fakat gergin gibiydi ve tek dizini sallayıp duruyordu. Sakin adımlarla ona doğru ilerledim. Geldiğimi fark etmiş olacak ki hızla ayağa kalktı. "Başak nerde kaldın ya!?" diye söylendi.

 

"Noluyo, ne bu gerginlik?" diye sordum.

 

"Bir paket getirdi kurye. Sanaymış..." dedi ve sustu.

 

"Ee, kim getirmiş?"

 

Ne diyeceğini düşünür gibi gözlerini kapattı kısa süreliğine. Sonra bana baktı ve bir anda söyledi. "Getiren kurye, 'Başak Hanım paketi açtıktan sonra abime ulaşsın.' demiş."

 

Ne?

 

"N-nasıl yani? Abisi kim ben anlamadım. Şu paket nerde bana onu göster ya!"

 

Sonra hiçbir şey demeden hızla içeri yöneldi Çınar. Ben de hemen arkasından hızla ilerledim.

 

Sonra asistanım olan Damla'nın masasına gittik. "Damla günaydın. Bana bir paket bırakmışlar. Nerde acaba?" diye sordum hızlıca.

 

Hemen çekmecesinden bir paket çıkardı ve bana uzattı. Elinden alır almaz odama geçtim ve Çınar da girdikten sonra kapıyı kapattım.

 

Paket iki el büyüklüğünde olmakla birlikte, tam 3 kez farklı renkte ki hediye paketlerine sarılmıştı.

 

Kimin gönderdiğini ise anlamam pekte zor olmamıştı.

 

Dün bizi arayan ve bizi o yangın çıkan eve yönlendiren adam.

Belki de yangını çıkaran adam...

 

"Bu bizimle dalga mı geçiyor? Dün yaşattıkları yetmezmiş gibi şimdi de bir kutuyla mı aklımızı çelicek?"

 

Haklıydı Çınar. Ama bir yandan da bu adam bizimle boşuna uğraşıyor olamazdı. Bir amacı vardı? Ama ne?

 

Sessiz kalarak paketin ilk katını açtım. Yere düşen şeyin varlığını ayak uçlarımda hissettiğim de, düşen şeye baktım. Paketi masaya bırakıp biraz eğilerek onu aldım. Beyaz küçük bir not kağıdı ve üstünde yazan birkaç cümle.

 

İkiye katlanmış kağıdı açıp içinde yazana baktım;

 

"Günaydın Komiser. Öncelikle bu hediyemi dün yaşananların özrü olarak görmeni rica eder ve çok üzgün olduğumu da belirtmek isterim."

 

Hah, bu cidden sapıtmaya başladı.

 

Çınar ise sinirden odanın içinde dört dönüyordu. "Sakinliğine hayranım. Hayran... Gerçekten."

 

Dışarıdan bakıldığında çok sakin, içime girildiğinde neler neler...

 

"Sakin falan değilim Çınar. Duygularımı dışa vurmadığımı biliyorsun."

 

"Vur o zaman Başak! Bir tepki ver. Senin sakinliğin beni de delirtiyor. Ben burda iki kişinin duygularını tek bir bedene sıkıştırıyor gibi hissediyorum kendimi."

 

"Buna gerek yok..."

 

"Şu diğer katı da aç."

 

Dediğiyle beraber, paketin diğer katını açıp yine içinden çıkan ve beni şaşırtmayan o nota baktım.

 

"Şu konuya da açıklık getireyim. Yangını çıkartan ben değildim ama kimin çıkarttığını biliyorum. Fakat bunu size söylemem pekte doğru olmaz gibime geliyor, ne dersin?"

 

Gözlerim notta takılı kalırken bir yandan ise düşünüyordum.

 

Neden ben?

 

Kim çıkarttı o zaman bu yangını? Bizden başka kimse yoktu orada.

 

"Bizden başka birisi varmış orada. Kahretsin, nasıl görmedim?"

 

"Nasıl görecektik Başak? Belli ki adam saklanmış bizden."

 

Paketin son katını ise Çınar açtı. Bu sefer bir not yerine asıl paket çıkmıştı ortaya.

 

Bir kutu.

 

Kim bilir bunun içinde ne tür bir saçmalık vardı?

 

Çınar hızla kutunun kapağını açıp içindekileri, kutuyu ters çevirerek masaya boşalttı.

 

"Yavaş!" diye uyardım. Fazla sinirli görünüyordu ve Çınar'ın eskiden kalma öfke sorunu vardı. Bunun açığa çıkmasını istemiyordum.

 

Gerçi içinde pekte bir şey yoktu. Birkaç fotoğraf, yine az öncekiler gibi bir not ve...

 

Anahtar?

 

Elim ilk önce küçük anahtara gitti. O sırada da Çınar fotoğrafları inceliyordu.

 

"Bu çocuk kim ya? Dün ki evde de vardı bunun fotoğrafları."

 

Çınar'ın dediğini duyunca ben de elinde ki fotoğraflardan birini alıp baktım.

 

Gerçekten de dün gittiğimiz evde de bunların aynıları vardı. Bizim zaten gördüğümüz şeyi bize tekrar mı göstermekti amacı?

 

Bu çocuk kim? Ne var bu kadar önemli bu çocukta ve bu çocuğun benle ne ilgisi olabilir?

 

"Başak şuna da bir baksan iyi olur."

 

Uzattığı şeye baktığımda bunun da bir fotoğraf olduğunu ve fotoğrafta, yine aynı çocukla babasının bir motorun üstünde olduğunu gördüm.

 

Birkaç saniye fotoğrafta kilitli kalınca gözlerim, elimde ki anahtar geldi aklıma. Ve bakışlarımı ordan ayırıp önce anahtara, sonra da Çınar'a çevirdim. "Bir de bu anahtar çıktı." dedim.

 

Elimden aldı anahtarı Çınar ve elinde çevirip dikkatlice baktı. Öyle bir evin kapısının anahtarı gibi durmuyordu. Küçük bir şeydi.

 

Notu okumak için masadan notu aldım. Diğerlerine kıyasla biraz daha uzundu.

 

"Hediyelerini beğendin mi Komiser? Bence bayıldın..."

 

Bir de bana sor.

 

"Fotoğraflar senin ipucun. Anahtar adı üstünde gerçekleri ortaya çıkarak olan o anahtar. Ve fotoğraftakiler ise gerçekler. Şimdilik fotoğraflar üstünde düşünüp kafayı yesen yeter. Anahtarın ömrü uzun merak etme. Onun zamanına daha var. Benden bu kadar... Ha bir de, seninle söyle karşılıklı bir kahve içelim diyorum. Ne dersin?"

 

Şaka. Bunların her biri şaka olmalıydı çünkü ben artık kaldıramıyordum.

 

Not farkında olmadan ellerimin arasından kayıp gittiğinde refleks olarak elim hemen fotoğraflara gitti. Daha dikkatli baktım.

 

1. Fotoğraf; çocuk ve baba.

2. Fotoğraf; çocuk ve baba.

3. Fotoğraf; çocuk ve baba.

4. Fotoğraf; çocuk ve baba.

 

Hayır. 4. Fotoğraf; çocuk, baba ve motor.

 

İşte fark bu. Motor...

 

Motorcular derneği...

 

"Başak, ne tilkiler dönüyor o kafanda. Ben bu bakışları tanıyorum." diyen Çınar'a döndü bakışlarım. Gülümsedim. Ama bu normal bir gülümsemeden farksız; sinsi bir gülümsemeydi.

 

"Hiç. Kısa bir misafirliğe gideceğiz alt tarafı."

 

"Nereye?" diye sordu şaşkınca.

 

Elimde ki 4. Fotoğrafı kaldırıp gösterdim ve konuştum. "Motorcular Derneğine." dedim.

 

Çınar dediğimden hiçbir şey anlamazken ben kafamda plan kurmaya başlamıştım bile.

 

Kısa bir ziyaretten zarar gelmezdi bence. Pardon kısa demişim. Uzun bir ziyaret. Çünkü işimiz oldukça uzun sürecekti.

 

Ve kuryenin de dediği gibi, bu şahısa ulaşmam gerekiyordu.

 

Çünkü bana bir kahve borcu var...

 

 

~•°•°•°~

 

Günaydınlar efenim, yeni bölümle geldim anında. Yazdığım kurgulara gelen yorumları okumayı çok seven biri olarak, dün baya bir yorum geldi ve gerçekten seve seve okudum hepsini puahjhajahajha umarım kitabı sevmişsinizdir.

 

Bugün de 10 bölüm atıp yarın da kalan son 10 bölümü attıktan sonra ertesi gün ikinci kitabın ilk bölümünü yayınlayacağım. Onu yayınladıktan sonra bölüm atma zamanlarım olucak demiştim ve bu yüzden de biraz bekletebilirim sizi. Çünkü ikinci kitabı yazmak daha zor olucak.

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

​​​​​​Birazdan diğer bölümü de atacağım. İyi okumalar dilerim...

 

YouTube hesabım; @sadecesudeew

Loading...
0%