Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Bölüm - Komiser Ve Şüpheli

@sadecelerden_s

Hayat, bazen bizi bir şeylere zorlar.

 

Veya insanlar.

 

Beni de zorluyorlar, bir şeyleri sorgulamam, araştırmam ve üstelemem için. Ama kaçmıyorum. Korkmuyorum da başıma gelebilecek ihtimallerden.

 

Çünkü sen korkarsan, korkun senin üstüne üstüne yürür. Bu yüzden tek kural;

Korkunun üstüne git.

 

Korkun senden korksun. Sen değil onlar korksunlar.

 

Elimde ipucu diye tanımladığım birtakım şeyler vardı. Belki de kendimi kandırıyordum.

 

O dernekte yarışan motorcuları sorguya almam gerekiyordu. Fakat ilk önce biriyle görüşmem gerekiyor.

 

Gizli şahısla.

 

Benden istediği gibi ona ulaştım. Daha önce beni aradığı numarayı aradım ve ne tesadüf ki anında açıldı telefon. Açar açmaz bana tek bir şey söyleyip telefonu yüzüme kapattı.

 

"Şu her zaman gittiğin cafeye gel Komiser. Öğleden sonra saat 2'de."

 

Beni takip ediyordu. Her yerde. Bundan artık o kadar emindim ki. Her zaman gittiğim cafeye kadar bildiğine göre.

 

Arabayı uygun bir yere park edip indim ve uzaktan kumandamla kilitledim. Kapının da kilitlendiğinden emin olduktan sonra yönümü cafeye çevirdim. Yavaş adımlarla ve sakince içeriye girdim ve beni klimanın üflediği o sıcak hava karşıladı.

 

Boş bir masaya oturdum ve beklemeye başladım. Bir yandan da saate bakıyordum. Yaklaşık 10 dakika vardı saatin 2 olmasına. Erken gelmiştim ama o belli ki tam vaktinde gelmeyi düşünüyordu.

 

Bana en tuhaf gelen şey ise şuydu.

 

Cidden kendi mi gelecekti?

 

Bana yüzünü açık açık göstermeyi mi düşünüyordu yani? Benim işime gelirdi ama yine de çok saçma geliyordu.

 

Saat ikiye 5 var iken gözlerim cafenin girişinde ki takım elbiseli adama takıldı. Telefonla konuşuyordu ve..

 

Bana bakarak mı konuşuyor o?

 

Kaşlarım çatılırken adam ona baktığımı fark etmiş olacak ki anında bakışlarını caddeye çevirdi. Belki de onun adamıydı.

 

Birkaç dakika kadar daha dikildi orda adam. Sonra hızlı adımlarla bu tarafa doğru yürümeye başladı.

 

Evet, başlıyoruz. Konuşalım bakalım şu adamla.

 

"Başak Hanım?" Gelen sesi duyduğum da başımı sesin sahibine çevirdim ve az önce gördüğüm adamın olduğunu da anlayınca başımla onay verdim.

 

Sonra hiçbir şey söylemeden elinde ki telefonu bana uzattı. Almamı istediğini anladığım da yavaşça aldım elinden telefonu ve ekrana baktım.

 

Gizli Numara.

 

Adam hiçbir şekilde açık vermiyor.

 

"Alo?"

 

"Hoşgeldin Komiser. Bana hoşgeldin demeni çok isterdim ama maalesef ben gelmedim. Adamım geldi. Umarım alınmamışsındır."

 

Çok komik.

 

"Kısa kes. Ne konuşacaksak konuşalım." dedim sert bir tavırla.

 

O ise alaylı bir şekilde konuşarak uzatmaya devam etti.

 

"Ah, Komiser, ah. İlerde bana çok teşekkür edeceksin de haberin yok. Neyse neyse. Kızdırmayalım seni şimdi. Hediyemi beğendin mi onu söyle sen bana?"

 

Sorma, ne çok beğendim.

 

"Dalga mı geçiyorsun benimle. O paketi göndermenin amacı ne? Bana ney ima etmeye çalışıyorsun."

 

Tam o konuşacakken lafını kesip tekrar konuştum.

 

"Ayrıca bir kere emniyete başvurmadım diye ikinci kez de aynı hatayı yapacağımı falan mı düşünüyorsun. Bir telefonuma bakar."

 

"Seni çok akıllı sanmıştım biliyor musun Komiser? Ama değilmişsin. Beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattın. " dedi ve tekrar konuştu.

 

"Diyelim ki gittin şikayet ettin beni. Peki sonra ne olcak? Beni bulabileceğinizi falan mı düşünüyorsun? Ne yazık ne yazık!"

 

Neden bulamıyormuşuz?

 

"Neden bulamazmışız peki?"

 

"Çünkü beni kimse göremez, bilemez. Dolayısıyla da bulamaz."

 

Nesin sen, görünmez falan mı?

 

"Ya bulursam?"

 

"Bulamazsın. Ancak ben karşına çıkarsam. Onda da sen bulmuş olmazsın ben kendimi sana göstermiş olurum maalesef ki." Çokta şakacı.

 

Ama komik olmayan türden.

 

"O paketi göndermemin bir amacı tabiki de var. İçindekileri gördün zaten. Notlarımı da okumuşsundur. Neyin ne işe yarayacağını biliyorsun yani." dedi konuyu değiştirerek.

 

"O gönderdiğin birtakım fotoğraflarla ve ne işe yaradığını dâhi bilmediğim bir anahtarla neyi bulmamı düşünüyorsun, çok merak ediyorum!?" dedim sitemli bir şekilde.

 

"Notta da dediğim gibi Komiser. O fotoğraflar gerçeklerin kapısını aralayacak olan o anahtar. Pardon, anahtarlardan sadece birisi. Çünkü bu kapının birden fazla kilidi var."

 

Anlık sinirimle sesimi yüksekterek konuştum. " Bana şifreli konuşmayı kes!"

 

"Ah, Komiser Hanım çok özür dilerim. Lütfen kusuruma bakmayın." dedi alaylı bir şekilde ve bir anda gülmeye başladı. Ama ne gülme. Kahkaha atıyordu âdeta.

 

Delinin teki. Ben de deliyle deli oluyorum resmen.

 

"Sana kalmış. Ya tek tek anahtarları bulup kapıyı açarsın ya da o kapı daima kilitli kalır. Birkaç gün olamam yalnız."

 

Tam bir şey diyeceğim sırada tekrar konuştu. "Amma velakin," dedi.

 

"Gözüm üstünde. Her zaman ki gibi." dedi peşinden.

 

"Her neyse Komiser. Bir sonra ki konuşmamızda görüşmek üzere.Bu arada adamım varya, onu şikayet edeyim deme sakın. O bile beni bir kere görmemişken onu kullanarak hiç bulamazsınız beni."

 

Adam çok özgüvenliydi. Aslında özgüven de değildi bu. Sadece bazı şeylerin ne olup ne olamayacağını bilir gibi. Onu bulmam konusunda mesela.

 

Şerefsiz.

 

Sonra bir anda yanımda ki takım elbiseli adam da gitti ve masa da bir başıma kaldım.

 

Kapı, anahtar... O kadar kafam allak bullak olmuştu ki...

 

Telefonumdan yükselen zil sesiyle masanın üzerinde ki telefonumun ekranına baktım ve Çınar'ın aradığını gördüm. Hemen kabul ettim aramayı.

 

"Başak, noldu? Konuştun mu adamla?"

 

Alaylı bir şekilde gülerek cevap verdim. "O adamın cidden karşıma geçip bak ben buyum diyeceğini falan mı düşündün? Konuştum ama telefonla."

 

"Her ne boksa. Ee, ne konuştunuz?"

 

Sıkıntılı bir şekilde nefesimi verdim dışarı. "Yok işte o fotoğraflar bizim kapıyı açıp, gerçekleri bulmamızı sağlayacak olan o anahtarlardan birisiymiş. Sonra istesekte onu bulamazmışız, kimse bulamazmış. Saçma saçma üstü kapalı birşeyler zırvaladı. "

 

"Pardon da niye bulamıyormuşuz. Kızım polisiz biz polis. Arkamızda koca bir karakol var, emniyet var, ekip var. İstesek arama kayıtlarından şundan bundan mutlaka buluruz."

 

Ofladım ve cevap verdim. " Çınar adam rahat rahat böyle sanki kendinden çok eminmiş gibi konuştu. Bulamazmışız istesekte. Yani tamam kandırıyor da olabilir evet ama..."

 

"Ama...?" diye sorup devamını getirmemi istedi.

 

"Aması, bilmiyorum Çınar. Bu adam birşeyler biliyor. Neyi biliyorda bizim öğrenmemizi istiyor bilmiyorum hâlâ tam olarak ama birşeylerin farkına varmamızı istiyor işte."

 

Sonra tam bir şey diyecekken lafını kestim ve "Ekibi topla Çınar. Sana atacağım konumda buluşalım." dedim

 

"Bir dakka, bir dakka. Ne konumu ne ekibi ne diyorsun?" diye sordu.

 

Kısaca planımdan bahsettikten sonra telefonu kapadım ve hızlıca cafeden çıkıp arabama gittim. Arabaya bindim ve koltuğa oturduktan sonra ilk önce arabayı çalıştırdım. Sonra da telefonumdan Çınar'a gideceğimiz yerin konumunu gönderdim.

 

Konum neresi mi? Bir gidişte yolunu ezberlediğim yer.

 

Konum; Motorcular Derneği

 

~•°•°•°~

Komiser Başak Şahin.

Komiser Çınar Duman.

Komiser Ozan Kancı.

Komiser Ufuk Taşkıran, Cansu Kalkan ve birkaç kişi daha.

 

Bir de, Savcı Gaye Kumrul.

 

Ve başımızda, Mahir Hanlı.

 

Motorcular Derneği'nin önündeydik ve içeriye girmek için bekliyorduk.

Başıma gelen bu olaylardan Mahir amirime ve savcıya söylememiştim. Elimde birtakım şeyler olduğunu söyleyerek bir şekilde onları buraya getirmiştim.

 

Şimdi ise yapacağımız tek bir şey vardı. İçeriye girip burda yarışan bütün motorcuları sorguya çekmek.

 

Dolayısıyla Aras'ı da.

 

O şu an burda mıydı bilmiyordum ama değilse bile onu özel olarak buraya sorgu içinde çağırmam gerekecekti. Fakat burda 50'yi aşkın kişi vardı. Hepsini birden sorguya almak çok uzun vaktimizi alırdı.

 

Arkamızda duran savcıya döndüm ve sordum;

 

"Sayın savcım, ne zaman gireceğiz?"

 

O da bana bakarak normal bir tavırla karşılık verdi. "Öncelikle seninle şu konuyu konuşmak istiyorum. Şüphelendiğim birşeyler var dedin ve bunların doğruluğunu ispatlamak için bizi buraya gelmeye ikna ettin fakat bu öyle senin deyişinle olacak bir şey değil bildiğin üzere."

 

Biliyordum. Ama mecburdum ve ona yaşadıklarımdan bahsedemezdim. Bu yüzden de geçiştirmeye çalıştım.

 

"Bakın, yakın zaman da öldürülen ve ünlü bir iş insanı olan Hasan Bey'in ölümünü duymuşsunuzdur." dedim. Savcı Gaye Hanım da onaylar nitelikte başını salladı. Sonra devam ettim.

 

"Aynı zaman da yine onun öncesinde öldürülen..." dedim ve duraksadım. Dilim varmıyordu. "Melek...Karasu'yu biliyorsunuzdur. İkisinin ölümü de çok gizemli ve ben ikisini öldürenin de aynı kişi olduğunu; en önemlisi de öldürenin şu ünlü katil Bela olduğunu düşünüyorum." diyerek açıkladım. Tam devam edecekken bir soru sordu.

 

Eliyle derneği gösterdi ve "Ama neden burası?" diye sordu.

 

Bir şey diyemedim çünkü ne diyeceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Herşeyi geçtim. Karşımda ki kişi benim kat ve kat üstüm; bir savcıydı ve herşeyde onun sözü geçerdi. Kendi kafama göre onları buraya getiremezdim.

 

"Bak Başak Komiser. Biz seninle daha önce çok karşılaştık. Aynı vakalar üzerinde çok çalıştık ve seni az çok tanırım. Açıkçası sen bir şey bilmeden, elinde düzgün bir şeyler olmadığı sürece hareket etmezsin. Ama yine de bizi buraya bir düşüncen üzerine getirmen, pekte kabul edilebilir bir şey değil." dedi. Sonuna kadar haklıydı.Mahcubiyetim karşısında boynumu hafif eğdim.

 

"Ancak... Bu konuyu seninle özel olarak sonradan konuşmak istiyorum. Çünkü sen de bi haller var. Bu olayla ilgili. Şimdilik bu yaptığını görmezden geleceğim." dedi bir anda.

 

Sanırım oldu bu iş.

 

"Neden burası bilmiyorum ama bunun cevabını senden net bir şekilde öğrenmek istiyorum. Bu yüzden de bu işi tamamen sana devrediyorum. Benim şu an daha önemli işlerim ve onlarla ilgilenmem icin adliyeye gitmem şart. Bu yüzden, şu sorgu bittikten sonra hemen benim yanıma geliyorsun. Hemen olmazsa en yakın zamanda. Ama geleceksin. Anlaştık mı?"

 

Anında hızla başımı salladım.

 

"İyi o zaman. Girin bakalım içeri. Mahir Bey de burda zaten. Size yardımcı olur."

 

Tekrar başımı oanylarcasına salladıktan sonra bizimkilerin yanına gittim. O sırada savcıda gitmişti.

 

"Ekip! Toplanın." dedim yüksek sesle.

 

Herkes yanımda toplandı.

 

Kısaca içeridekileri sorguya alacağımızı söyledikten sonra tek tek içeriye girmeye başladık. Mahir Bey en önde gidiyordu. Biz de ekipçe arkasındaydık.

 

Yan taraftan Ozan bana seslenince ona baktım.

 

"Başak! Şu bahsettiğin olay-" dediğinde anında elimi ağzına kapadım ve susmasını işaret ettim.

 

Ah Ozan! Niye sesli konuşursun ki?

 

"Sessiz olsana. Birisi duymasın."

 

"Anlat o zaman. Ne işimiz var burada?" diye sordu.

 

"Şu bizi arayan adam varya. Bana paket göndermiş..." diye diye kısa ve öz bir şekilde anlattım. O sırada çoktan derneğin binasına girmiştik bile. Ve merdivenlerden çıkarak müdürün odasına doğru ilerliyorduk.

 

"Adam ciddi ciddi seninle uğraşıyor ve sen hâlâ susuyorsun? Neden acaba?" diye sordu.

 

"Off Ozan, bilmiyorum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum tamam mı?" dedim en sonunda. "Sonra konuşalım bu konuyu. Geldik zaten." dedim ve konuyu kapattım. Şu an derneğin müdürünün odasının kapısındaydık. Mahir Bey kapıyı çaldı içeriden onay veren bir ses duyduktan sonra birkaç kişi olacak şekilde içeriye girdik.

 

"İyi günler bayım." diyerek konuşmaya başladı Mahir Bey.

 

Adının Sadık olduğunu öğrendiğim adam da "İyi günler amirim. Buyurun, bir sıkıntı yoktur inşaallah." dedi ayağa kalkarak.

 

"Fazla uzatmayacağım. Sizin bu dernekte yarışan motorcu arkadaşları sorguya almamız gerek. Konu mühim." dedi Mahir Bey. Bunu duyan Sadık Bey'in kaşları çatıldı ve daha ciddi bir ifadeyle konuştu.

 

"Hayırdır amirim, konu nedir? Bu derneğin başkanıyım ben. Bu dernektekilerin sorunu beni de ilgilendirir hâliyle."

 

Sonra ben devreye girdim. "Bu konuya başka kişileri eklememiz doğru olmaz. Lütfen bize zorluk çıkartmayın. Size herhangi bir zararı veya faydası olmayacak zaten." dedim.

 

Adam pek ikna olmasa da kabul etti ve bütün motorcuları bahçeye çağırttırdı. Zaten küçük bir yarışta düzenleneceği için yarıdan fazla kişi buradaydı. Kalanları da bizzat kendisi arayıp acil gelmeleri gerektiğini söylemişti.

 

Yaklaşık 10-15 dakika sonra aşağıda herkes toplanmıştı.

 

Gözlerim ise tek bir kişiyi arıyordu.

 

Sadık Bey eline bir mikrofon aldı ve herkesi yapacağımız sorgu hakkında bilgilendirdi. Nerdeyse herkes bu konuda tedirgin olsa da hatta itiraz edenler bile olsa, bu sorgu gerçekleşecekti.

 

Konuşma bittiğin de biz de tüm ekip, bahçeye doğru ilerledik. Bir anda arkamdan omzuma dokunan bir elin varlığı ile hızlıca arkama döndüm.

 

Aras gelmişti...

 

"Başak, siz ne yapıyorsunuz burada?" diye sordu direkt. "Herkesi sorguya alacağız." dedim kısaca. Fazla uzatmama gerek yoktu. Zaten onu da sorguya alırken öğrenmiş olacaktı.

 

"Konu ne tam olarak?" diye sordu bu sefer de. İçimde biriken nefesi dışarıya verdim ve konuştum.

 

"Şu anlık bunu kimseyle paylaşamam. Sorgu da öğrenirsin merak etme." dedim.

 

"Nasıl yani? Ben de mi sorguya alınacağım?" diye sordu kaşlarını çatarak. Başımı salladım.

 

"Konu her ne ise, benden şüphelenmiyorsundur umarım." dedi gülerek. Bu dediğine karşılık bende güldüm ve cevap verdim. "İş bu, Aras. Biz polislere göre, herkes birer şüphelidir." dedim. Doğruydu.

 

Ellerini arkasında birleştirdi ve öne eğildi. "Hımm. Peki beni ne zaman sorguya akacaksınız Komiser Hanım?" dedi.

 

"Madem bu kadar meraklısınız Aras Bey," dedim ve elimle boşluğu işaret ederek "buyurun. İlk sizi alalım." dedim.

 

Sonra bir elini yüzümün yanında bıraktığım saçıma uzattı. Hafiften gözümün önüne geliyordu. Uzattığı eliyle perçemimi kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Hay hay efendim!" dedi gülerek ve az önce elimle gösterdiğim tarafa doğru yürümeye başladı.

 

Senden nasıl şüphelenebilirdim ki?

 

Ben de hemen arkasından gittim. Aras benden önce Mahir Bey'in yanına gitmişti bile. Ben yanlarına geldiğimde Aras, Mahir Beyle konuşuyordu.

 

"Komiser Hanım, ilk benim sorguya alınacağımı söyledi de. Onun için geldim yanınıza." dedi tebessüm ederek. Bir yandan da bana kaçamak bakışlar atıyordu. Ben de bu hareketlerine gülümsemeden edemiyordum.

 

"Başak! Bir gelsene." diye arkamdan bana seslenen Çınar'ı duyunca arkamı dönüp gitmeden önce Mahir Bey'e "Amirim ben hemen geliyorum. Sonra sorguya başlayabiliriz." dedim. O da kafasıyla onayladı ve ben de son kez Aras'a baktıktan sonra Çınar'ın yanına gittim.

 

Hemen yanında durduğum da, bana baktı ve konuştu. Sonra çenesiyle arkamda bir yeri gösterdi ve "İlk bu mu alınacak sorguya?" dedi.

 

Arkamı döndüğümde gözlerim ilk, çatık kaşlarıyla bize bakan fakat ona baktığımı görünce başını başka yere çeviren Aras'ı gördü. Sanırım ondan bahsediyordu.

 

"Evet. Bir sorun mu var?" diye sordum. "Yok ondan değil." dedi. Hâlâ arkama bakıyordu. Veya Aras'a. "Bu mal niye bize dik dik bakıyor?" diye sordu bir anda.

 

Tekrar arkamı döndüm ve Aras'a baktım. Fakat yine ben döndüğümde yere çevirdi bakışlarını.

 

"Bilmem." dedim.

 

"Ben biliyorum bu bilmemleri. Senin sorgunu da sonra alacağız merak etme." dedi. "Ne alaka Çınar? Yine ne anlam çıkardın dediğimden?" diye sordum.

 

"Sen biliyorsun o anlamı da neyse." dedi. Sonra sinirli bir sesle "Yalnız bu bana kötü kötü bakmaya devam ederse ben bunu boğarım haberin olsun." dedi. Bu dediğine güldüm ve kolumu omzuna attım. "Sakin ol Duman. Hadi hadi. Alınacak sorgular var. Ve ilk sorgu Aras'ın." dedim. Sonra beraber Mahir Bey'in yanına yürüdük. Birkaç metre uzağında da Aras vardı.

 

"Başlayabiliriz amirim." dedim Mahir Bey'e bakarak. Sonra beraber binaya girdik. Boş ve kullanılmayan bir odaya götürdü bizi derneğin başkanı Sadık Bey. Odaya geniş bir masa ve birkaç sandalye getirmişlerdi.

 

Birkaç kişinin sorgusu ekipteki diğer kişiler tarafından dışarıda alınıyordu. Biz böyle bir yeri tercih etmiştik çünkü sesli ve açık bir ortamda sorguya alışık değildim. Normal de hep karakolda olurdu böyle işler.

 

Kapıdan içeriye girmeden önce arkamdan gelen Aras'ı durdurdum.

 

Bana baktı noldu dercesine. Elimle kapıyı gösterdim ve konuştum.

 

"Bu kapıdan içeri girdikten sonra, biz Başak ve Aras değil; komiser ve şüpheli olacağız." dedim.

 

Başını salladı yarım yamalak. Bunu dememin altında ki mantığı pek kavramadıgını düşündüğümden tekrar konuştum. "Yani demem o ki, eğer sert bir şekilde konuşur ve biraz fazla üstüne gelirsem, bu iş dolayısıyla olacak. Farklı bir şey değil." dedim.

 

"Emir anlaşıldı Komiserim." dedi gülerek. Son kez Aras'a baktım ve içeriye adımımı attım.

 

Şu andan itibaren ben Aras'a değil sorguya alacağım bir insana bakıyordum. O da kendisini sorguya alacak olan bir komisere bakıyordu.

 

Belki az önce ne demek istediğimi anlamamıştı veya takmamıştı. Ama birazdan neyden bahsettiğimi çok iyi anlayacaktı.

 

Çınar ve ben, masanın bir ucuna, Aras ise tam karşımıza oturdu. Önümde Melek'in ve Hasan Can Aktürk'ün cinayet dosyaları vardı. Melek'in dosyasını açmadan önce diğer dosyayı Çınar'a verdim.

 

Dosyayı tekrardan inceledim. O sırada Çınar da diğer dosyayı inceliyordu. Göz ucuyla Aras'a baktığımda onun da bana baktığını gördüm. Tebessüm etti fakat ben ona ifadesiz bir şekilde baktıktan sonra tekrar önüme döndüm.

 

En sonunda yeri ve zamanı geldi. Başımı kaldırdım ve yerimde dikleştim. Ona baktım.

 

"Aras Arslan?" dedim sorarcasına. Başıyla onayladı.

 

"17 Temmuz Pazartesi gecesi neredeydin?" diye sordum. Soruma karşılık kaşları çatıldı. "Hatırlamıyorum ki. Nasıl hatırlayabilirim?" diye sordu.

 

"Birincisi burda soruları ben sorarım." dedim sert bir şekilde.

 

"İkincisi, şu an bir sorgudasınız. Sorulan sorulara cevap vermeniz şart." dedim.

 

Kaşları havaya kalktı. Şaşırmış gibiydi. Sorgularda kim olursa olsun böyle olma ihtiyacı hissediyordum.

 

Direkt oluyordum da.

 

Gözlerini kapattı ve bir şeyler düşündü. Kısa bir süre sonra gözlerini açtı ve konuştu. "Şu an hatırladım. Ben o gün Türkiye'ye gelmiştim. Yani buraya." dedi.

 

Tanıştığımız gün buraya yeni geldiği hakkında bir şeyler söylemişti evet.

 

"Öncesinde neredeydin?" diye sordum.

 

"Yurt dışında. Amerika'da." dedi. Bunu beklemiyordum.

 

"Neden buraya geldin?" diye sordu Çınar.

 

"Birkaç yıldır orda yaşıyordum. Motor yarışları için geldim buraya. Ama geri dönmeyi de düşünmüyorum." dedi.

 

"Neden?" diye sordu Çınar.

 

"Beni burda tutan bir şey var." dedi bana bakarak.

 

Beni mi kastediyordu?

 

Tepki vermedim ve soru sormaya devam ettim.

 

"O gün uçağın kaçta indi?" diye sordum.

 

"Akşam üstü, saat yedi civarı." dedi.

 

Ellerini benim gibi masanın üstüne koyarak birleştirdi Çınar ve sözü o devraldı. "Sonra nereye gittin?" diye sordu. "Otele." diye cevap verdi Aras.

 

Masanın üstünde duran kağıdı ve kalemi elime alıp "Hangi otel?" diye sordu. Otelin adını kağıda not aldım.

 

"O gece otelden başka bir yere gittin mi?" diye sordu Çınar.

 

"Hayır. Dediğim gibi otele gittim ve zaten yorgun olduğum için de gider gitmez uyudum. " diye cevapladı Aras.

 

"Hasan Can Aktürk hakkında ne biliyorsun?" diye sordum.

 

"Ünlü bir iş adamı diye biliyorum." dedi.

 

"Başka?" diye sordum.

 

"Başka bir şey bilmiyorum."

 

"Öldürüldüğünü duymuşsundur." dedi Çınar.

 

Kaşlarını çattı ve "Nasıl? Öldüğünü biliyordum ama... Cinayet miydi o?"diye sordu.

 

Tek kaşım havaya kalkarken "Bilmiyor muydun?" dedim.

 

Başını hayır anlamında salladı. "Haberleri pek takip etmem." dedi.

 

"Ama öldüğünü biliyorsun?" diye sordu Çınar. "Bir arkadaşımdan duymuştum." dedi.

 

"Arkadaşının ismi ne?" diye sordum.

 

"Müge Uysal." dedi. Müge mi?

 

"Yakın arkadaşın mı?" diye sordum.

 

"Bunu zaten-" biliyorsun diyecekti ki kaşlarımı çatarak devamını getirmesine engel oldum.

 

"Evet. Yakın arkadaşım." dedi.

 

"Hasan Can Aktürk'ün öldürüldüğü gün neredeydin peki?" diye sordu Çınar.

 

"Tarihi söyle-"

 

"26 Ağustos." dedim.

 

"O gün, arkadaşım Müge'nin doğum günüydü. Ben de akşam üstü ona gittim." dedi.

 

"Saat?"

 

"Akşam sekiz gibi gittim." dedi.

 

"Dönüş?" diye sordu Çınar.

 

"O gece orda kaldım." dedi. Ne?

 

"Neden?" diye sordum farkında bile olmadan. İkisi birden bana dönüp baktılar. Çınar'a baktığımda "Noluyor?" anlamında bir bakış attı. Aras'a baktığımda ise dudakları hafif yana kıvrılmıştı. Gülmek istiyor ama kendini tutuyor gibiydi.

 

Aras'a öyle bir baktım ki, hemen dudakları dümdüz oldu ve bakışlarını masaya çevirdi.

 

Sonra aklıma yanımda getirdiğim fotoğraflar geldi. Hepsini tek tek masaya dizdim ve Aras'ın görmesini sağladım.

 

"Bu fotoğraflar sana bir şeyi ifade ediyor mu?" diye sordum.

 

Kaşları çatıldı. Bir süre foroğrafları inceledi. En sonunda "Hayır." dedi. Fakat sesi titrer gibi oldu.

 

"Bir şey bilmediğine emin misin?" dedim. Bana bakarak "Eminim. Neden ki? Benden mi şüpheleniyorsunuz?" dedi. Sorgunun başından beri ilk defa sesi soğuk çıkmıştı.

 

"Herkesten şüpheleniyoruz, bu bir." dedim. "Az önce 'Hayır' derken sesin titrer gibi oldu. O yüzden sordum. Bu da iki." dedim. Sonra Çınar telefonundan yangın çıkan evin fotoğraflarını gösterdi Aras'a.

 

"Bu ev sana bir yerden tanıdık geliyor mu?" diye sordu.

 

Tek tek fotoğraflara baktı Aras. "Hayır. Neresi burası?" diye sordu.

 

"Soruları sadece-"

 

"Tamam anladım." dedi en sonunda pes ederek.

 

Bir süre sessiz kaldım. Sonra dayanamadım ve sorusunu cevapladım. "Şehre uzak, dağın başında bir yer." dedim.

 

Bana baktı ve başını salladı.

 

"Tamam. Buraya kadardı. Çıkabilirsin." dedim.

 

Son kez bana baktı ve odadan çıktı.

 

"Ona karşı bu kadar sert olmanı beklemiyordum." dedi Çınar.

 

"Kim olursa olsun, söz konusu bir cinayet." dedim kısaca.

 

Sonra başka biri geldi. Ve akşama kadar sorgulara devam ettik.

 

Kimse. Kimse bir şey bilmiyordu. Belki de bizi ayakta uyutuyorlardı.

 

Akşam sekiz olmuştu ve hava kararmıştı. Yarın devam etmek şartıyla, çıkışa doğru ilerledik.

 

Sorgudan sonra Aras'ı bir daha hiç görmedim. Bana kızgın mıydı acaba, bu kadar üstüne geldiğim için?

 

Ama böyle olması gerekiyordu. İşim konusunda çok ciddi bir insanım.

 

Ve...

 

Konu Melek olunca, biraz daha sert davrandım.

 

Arabamla apartmanın önüne geldim ve uygun bir yere arabamı park ettim.

 

Tam o sırada arkamdan vuran ışığa karşılık o tarafa döndüm. Bu motoruyla gelen Aras'tı.

 

Motorunu park edip, indi. Ve gözleri direkt beni buldu. Kaskını kafasından çıkardı ve yanıma geldi.

 

"Selam." dedi.

 

"Selam." dedim. Başka ne diyeceğimi bilemediğim için öylece baktım yüzüne.

 

"Sorgu nasıldı?" diye sordu sonra.

 

"Şimdilik bir şey bulamadık." dedim kısaca.

 

"Anladım. Çıkalım mı?" diye sordu eliyle binayı göstererek. "Olur." dedim ve önden ben, arkadan o yukarı çıktık.

 

Evimin kapısına geldiğimizde ona döndüm. "İyi geceler." dedi gülümsemeye çalışarak ve merdivenlere yöneldi. Fakat benim onu kolundan tutup durdurmamla beraber geri döndü.

 

"Aras... Ben. Özür dilerim. Sorguda biraz fazla üstüne geldim. Ama konu benim..." diyecektim ki sustum.

 

"Senin?"

 

Akmayı bekleyen gözyaşlarımı geriye ittim ve bir anda söyledim. "Kuzenim."

 

Kaşları havaya kalktı. Tanıştığımız gün bir yakınımı kaybettiğimi söylemiştim fakat kim olduğunu bilmiyordu.

 

"Öldürülen kız, senin kuzenin miydi?" diye sordu. Başımı salladım.

 

"Ben tekrardan özür dilerim. Sadece sana karşı değil orda ki herkese karşı böyleydim." dedim. Sonra cevap vermesini beklemeden "İyi geceler." dedim ve arkamı döndüm.

 

Beni durduran şey ise, Aras' ın beni kolumdan tutup kendine çekmesi ve bir anda dudaklarıma kapanması oldu...

 

~•°•°•°~

 

Favori bölümlerimdennn💞

 

Sorgu hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Yorumlarınızı bekliyorum...

 

YouTube hesabım; @sadecesudeew

Loading...
0%