@sadecelerden_s
|
Şüphe, tek gerçektir. İnsan herhangi bir konuda bir şüphe duyuyorsa veya başka bir insandan yine herhangi bir konuda şüpheleniyorsa bildiği birşeyler elbet vardır.
Ama insan en güvendiklerinden şüphelenince işler değişiyordu. Çünkü güveniyordu. Bu kişi en yakını, sevdiği, dostu, annesi veya babası... Her şeyi olabilirdi ve gerçekten güvendiği biriyse şayet insan o kişiden şüphelenmek istemiyordu. Öyle bir şey olsa bile bunu kendine itiraf edemiyor ve kendini kandırmaya devam ediyordu.
Aras benim sevdiğim. Özelimi anlattığım, özelini dinlediğim, güvendiğim, tanıdığım, sırdaşım. O benim sevgilim.
Şimdi siz söyleyin bana, ben nasıl şüphelenebilirdim ondan?
Her şeyi öğrenmek istiyordum. Bütün gerçekleri. O gizli numaranın kim olduğunu, tam olarak neyi bildiğini veya neden bana böyle oyunlar oynadığını.
Bela'nın kim olduğunu biliyordu. Ama neden ben? Neden bunu benim öğrenmemi istiyordu? Beni nerden tanıyordu?
Aklımda türlü türlü sorular vardı ve az önce bir soru daha eklenmişti bunların üstüne.
Olabilir mi?
Aras... Aras'ın ne bağlantısı vardı o evle? Neden o adam benim o eve gitmemi istemişti. O eve gittiğimizde bütün odaları tek tek gözden geçirmiştim. Köşe bucak her yeri karıştırmış ve herhangi bir şey aramıştım ne aradığımı bile bilmiyorken. Bir ipucu... Sadece işime yarayacak herhangi bir şey.
Fakat elime tek bir şey geçmişti. Bu mektup.
Kahraman Bey'in Menekşe denen kadına yazdığı mektup. Kim bilir kaç yıl öncesine aitti. Ama en önemlisi neden bu mektup ordaydı? Veya mektuplar...
Çünkü orda aslında bir sürü mektup vardı fakat ben sadece bir tanesini alabilmiştim.
Aslında açık ve netti. Mektuplar o evdeydi çünkü bir zamanlar o ev Arasların eviydi. Babasıyla yaşadığı ev.
Neden benim oraya gitmemi istemişti o adam? Elime bu mektuptan başka hiçbir şey geçmemişti. Aras'ın ne bağlantısı olabilirdi bu olaylarla?
Bir çok ihtimal gezinip duruyordu zihnimde fakat aralarından sadece bir tanesi beni böylesine korkutuyordu. Dile getirmek dahi istemeyeceğim tek ihtimal.
Aras'a bunu gidipte soramazdım. Eminim ki Aras'ın o mektuplardan dahi haberi yoktu.
Peki şu an ne yapacaktım?
Hiçbir şey olmamış gibi... Devam mı edecektim?
Yoksa zaten bir oyunun içinde değilmişim gibi rol mü yapacaktım?
Cevabım belliydi. Hayatta yalan söylemeden veya rol yapmadan bazı şeyler halledilemez maalesef.
Mektubu çantamın içine koydum ve aldığım yere geri bıraktım. Dopdolu bir zihinle beraber kendimi yatağa attım ve uykunun beni bu evrenden bir süreliğine alıp götürmesine izin verdim.
~•°•°•°~
Gece nerdeyse hiç düzgün uyuyamamıştım. Sürekli düşünmüştüm ve kafamda bir şeyler kurmuştum. Bu da uyumama engel olmuştu ne yazık ki.
Sabah hiç kalkmak istemeyerekten kendimi evden dışarı attım ve arabama binip karakola sürdüm.
Her zaman ki yere arabayı park ettikten sonra kapıyı açıp indim ve girişe doğru yürümeye başladım. Her zaman oturduğum bankta yine Çınar'ı görünce gülümsemeye çalıştım ve "Günaydın." dedim.
"Günaydın da hayırdır bir uykulu gibisin?" diye sordu.
"Uyuyamadım gece." dedim.
"Bu akşam nöbet var biliyorsun değil mi?"
Hayır ya...
"Şaka de."
"Maalesef. Bilmiyor muydun zaten?" diye sordu çatık kaşlarıyla.
Omuz silktim. "Unutmuşum."
Gece arada sırada gözüm dalmıştı, belli vakitlerde. Ve o 'belli vakitler' de en fazla bir buçuk saat yapardı.
Üstüne bir de nöbet... Bana huzur bile yoktu şu dünyada.
"Neyse tek değilsin en azından merak etme. Ozan ve ben de varız. Ozan da unutmuş nöbet olduğunu duyunca kafayı yedi." dedi gülerek. Fakat o an düşüncelere dalmıştım ve cevap bile vermek gelmedi aklıma. Yandan omzumu dürtmesiyle hızla ona döndüm.
"N'oldu? Bi' daldın?" diye sordu.
"Yok bir şey." dedim sadece.
Çınar'a bunu söyleyemezdim çünkü açık açık gider bunu Aras'a söylerdi. Söylemese bile ters ters davranırdı ve Aras'ta şüphelenirdi bu durumdan.
Bazı şeyleri içinde tutmak çok zorluyordu insanı. Her kapı farklı bir yere açılıyordu ve her ihtimal daha da kötüye gidiyordu.
"Var bir şey. Uykusuzsun tamam da keyfin de kaçık senin. O zargana mı bir şey yaptı?" diye sordu.
"Zargana kim?"
"Aras."
"Aras hakkında böyle konuşma!" dedim kaşlarımı çatarak. "Ayrıca hayır o bir şey yapmadı ne alaka?"
"Ay hemen de savun sevgilini! Ne bileyim öyle keyifsiz keyifsiz oturuyorsun dün akşam da beraber değil miydiniz hem? Bir şey olmuştur tartışmışsınızdır falan diye dedim." diyerek açıkladı.
"Yok bir şey dedim ya Çınar."
"İyi öyle olsun. Elbet çıkaracağım o ağzında ki baklayı." dedi.
"İyi."
"İyi."
Sonra araya sessizlik girdi. Sadece oturduk öyle. Birkaç dakika sonra bu durumdan rahatsız olarak ayağa kalktım ve Çınar' baktım.
"Hadi girelim içeri." dedim.
Hiçbir şey demeden ayağa kalktı ve önüme geçmeden önce yan gözle bakarak "Çıkaracağım o baklayı gör sen." dedi.
"Aynen Çınar aynen." dedim sesli bir şekilde. Tam içeri girmeden önce de sesli bir şekilde "Komiserim!" diye düzeltti ve beraber içeri girdik.
~•°•°•°•~
"Sana yüz kere diyorum üç şeker al bana diye hâlâ daha bana çay alırken iki tane alıp geliyorsun senin beynine tüküreyim seni nasıl atadılar polis olarak çok merak ediyorum."
Her zaman ki gibi Ozan'ın alışılageldik şikayetlerini dinliyorduk. Şikayet ettiği konu ise saçma sapan bir şeydi ve hep bunun tartışmasını yapıyordu Çınar ile.
Ozan çayı üç şekerle içiyordu. Fakat Çınar ne zaman bize çay almaya gitse, Ozan'a bilerek iki küp şeker alıp getiriyordu.
"Şu an tek sorguladığım şey şeker ile benim polisliğimin arasındaki mantık seviyesi." dedi Çınar.
"Diyorum ki seni bu yarım akıllılıkla nası-" derken Çınar, Ozan'ın ensesine bir şaplak geçirdi.
"Sensin yarım akıllı, gerzek!"
"Kes lan. Başak bari sen bir şey de şuna ya!"
Bıkkınlıkla derin bir nefes verdim ve konuştum. "Ben bıktım sizi dinlemekten siz konuşmaktan bıkmadınız, başka da bir şey demiyorum size."
"Bak dedi." dedi Çınar, Ozan'a bakarak.
Tam o sırada konuşmayı bölen şey çalan telefonumun zil sesi oldu. Cebimden çıkardığım telefonumun ekranına baktım.
Aras arıyordu.
Birkaç saniye boş boş ekrana baktıktan sonra telefonu sessize aldım ve cebime geri koydum.
Ne diyeceğimi veya konuşacağımı gerçekten bilmiyordum. Daha doğrusu nasıl konuşacağımı.
Kafam çok karışıktı. Çıkmaz sokakta gibiydim.
Çınar çayını yudumlarken bana baktı. "Niye açmadın?"
Omuz silktim. "Önemsiz, sonra ararım." dedim sadece.
Ben bunu dedikten hemen sonra da Çınar'ın telefonu çaldı. Açar açmaz kulağına götürdü ve karşı tarafa konuştu.
"Alo... Efendim."
Onlar konuşurlarken Ozan ise bana bakarak sessizce bir şeyler söylüyordu. Ben anlamayınca Çınar'ın yanından kalktı ve benim yanıma oturdu.
"Kızla konuşuyor kızla." dedi.
Göz devirdim ve "Yani, ne olmuş?" diye sordum.
"Ya şu Müge varya o. Telefonu açarken ekranda ismini gördüm." dedi.
Müge aramıştı yani.
"Ya bu akşam bizim nöbetimiz var ama... Yarın akşam olur mu? Hem Başak'a sorarım." diyince kaşlarımı çatarak ona baktım. Noluyor dercesine bir bakış attım fakat işaret parmağıyla bekle işareti yapınca sustum.
"Ne boklar dönüyor lan?" Ozan böyle deyince elimle bacağına yandan vurdum. "Sana yanımda şöyle konuşma diye kaç kere diyeceğim?" dedim.
"İyi be!" dedi ve sustu.
Çınar telefonu kapatınca oturduğum yerde doğruldum ve ona döndüm. "Ne diyor?" diye sordum.
"Bu akşam bana gelsenize takılırız, falan dedi. Ben de nöbet olduğunu falan söyledim işte. Yarın akşam olabilir dedim. Gider miyiz?" diyerek konuştu.
Olabilirdi aslında.
Ben düşünürken Çınar tekrar konuştu. "Arasta gelecekmiş." dedi.
Şu anda şunu anlamıştım. Kaçış yolum yoktu. Yine aynı şekilde kaldığım yerden devam etmek zorundaydım. Sanki şüphelerim beni dört bir yandan sıkıştırmıyormuş gibi...
"Olur, gideriz." dedim.
"Tamam o zaman. Ben mesaj atarım ona." dedi. Başımla onayladım.
"Pişt, sen bana bak bi'. Sen ve Müge ne ayak?" dedi sonra Ozan. Çınar bıkkın bir ifadeyle cevapladı.
"Sana arkadaşız diyorum anlamıyorsun. Bana yarım akıllı diyene bak. Hem sen niye bu kadar taktın bu kızla aramdaki ilişkiye?"
Ozan oturduğu yerde sırtını dikleştirdi ve sırıtarak konuştu. "Kızın resmini gördüm ya. Sonra böyle seninle onu yan yana hayal ettim tamam mı?"
"Ee?"
"Sonra içimden dedim ki, bunlar kesin olurlar yan yana durunca bile tencere kapak gibi birbirlerini tamamlıyorlar..."
Ozan böyle konuşurken ben kendimi gülmemek için sıkıyordum resmen. Ta ki Çınar öldürücü bakışlarıyla bize bakana kadar.
Onlar kendi aralarında tartışırlarken ben de telefonuma art arda gelen mesajlara baktım.
Aras yazmıştı.
Motorcu; Günaydın sevgilim.
Motorcu; Aradım ama açmadın.
Motorcu; Müsait olunca arar mısın?
Daha fazla beklememin bir anlamı yoktu. Aras benim sevgilimdi. Hayatımın bir parçası haline gelen o kişi. Daha bu konu hakkında henüz kesin bir şey bilmeden ondan böyle kaçmamın bir mantığı yoktu.
Rehbere girip adını buldum ve çaldırdım. Birkaç saniye sonra açtı ve o hoş sesini duydum.
"Günaydın sevgilim."
"Günaydın. Şey, aramışsın da meşguldüm o sıra. Kusura bakma." dedim.
Güzel yalan. Kafanda kurduklarını böyle mi saklıyorsun çevrenden Başak Şahin?
"Sorun değil güzelim. Ee ne yapıyorsun?" diye sordu.
"Çınarların yanındaydım. Çay içiyorduk, moladayız da. Sen?"
"Dışarda bir işim var evden şimdi çıktım. Oraya gidecğim. Seni arayayım önce dedim. Pek müsait olamayabilirim bugün." Ne işi vardı ki?
"Ne işi?" diye sordum.
"Önemli bir şey değil boşver. Uzun sürecek sadece. O yüzden vaktim olmayabilir diye şimdi arayıp haber vereyim dedim."
Söylese nolurdu sanki?
"Peki, öyle diyorsan. Ha bu arada, Müge, Çınarla beni evine davet etmiş bu akşam için. Haberin vardır herhalde?"
"Evet var. Ama Çınar nöbetinizin olduğunu söylemiş. Yarın akşam gelir misiniz peki?" diye sordu.
"Geliriz büyük ihtimal. Sen gelecek misin?" diye sordum.
"Sen gelirsen ben zaten gelirim."
Güldüm.
"Öyle diyorsan... Tamam o zaman, geliriz." dedim.
"Güzel. Ben kapatıyorum şimdi. Akşam ararım." dedi.
"Tamam. Dikkat et."
O da aynı şekilde cevap verdi ve sonra kapattım.
Akşama kadar hiç konuşmadık. Öğleden sonra yine bir cinayet vakası için Beykoz'a gittik. İşimiz baya bir uzun sürdü bu yüzden karakola geri dönmemiz akşam yediyi buldu.
Yekta Çıran. Yakın zamanda emekli olmuş tanındık bir iş adamı. Beykoz'da ki yazlık evinde ölü bulunmuş.
Şüpheliyi söylememe gerek yok bence.
Hava kararmış, gece olmuştu. Saat 10'u geçmişti. Ve benim aşırı uykum vardı. Dün gece uyuyamadığım uyku, şimdi bedenime saldırıyordu. Oturduğum yerde anında uyuyacak durumdaydım. Bu yüzden bir yandan kahve alıp içiyor, bir yandan da odamda dolaşıp duruyordum.
Telefonuma gelen mesajla, uykusuzluktan acıyan gözlerimi ovuşturdum ve ekranı açıp mesaja baktım.
Motorcu; Dışarıya çıkar mısın güzelim?
Nasıl, burda mıydı?
Hızlı adımlarla çıkışa yöneldim ve dışarıya çıktım. Her zaman ki oturduğum bankta Aras oturuyordu ve elinde iki kahve bardağı vardı.
Geldiğimi hissetmiş olacak ki yerde olan bakışları direkt benden tarafa döndü ve bakışları benimle buluştuğunda gülümsedi.
Yanına vardığımda ayağa kalktı sarıldı.
"Bu saatte neden geldin?" diye sordum bir yandan ona sarılırken.
Geriye çekilirken yanağımdan öptü ve bana baktı. "Özledim, yetmez mi?"
Gülümsedim. "Yeter." dedim.
Az önce banka bıraktığı kahve bardağından birini alıp bana uzattı ve elimden tuttu. Beraber banka oturup kahvemizi yudumladık. Üçüncü yudumu aldıktan sonra ona bakarak konuştum.
"Bu bugün ki bilmem kaçıncı kahvem. Kahve içe içe bir hâl oldum ama uykumu da biraz olsun kaçırıyor işte."
Gülerek konuştu. "Her nöbetinde böyleysen, sana sürekli böyle kahve getirmem şart olucak desene."
"Öyle bir şey yapmana gerek yok biliyorsun. Ayrıca bu uykusuzluğum bugüne mahsus. Dün gece uyuyamadım da..."
Elini kaldırıp perçemimi kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Öyle bir şey yapmama gerek var çünkü benim sevgilim burda uykuyla cebelleşiyorken ben evde rahatıma bakamam. O yüzden bu konu tartışmaya kapalı. Tamam?"
Gülümsedim. Seviyordum. Aşıktım.
Ve aşık olduğum, hayatımın merkezi haline gelen o insan hakkında kafamda böylesine soru işaretlerinin oluşması beni yoruyordu.
"Dün gece neden uyuyamadın?" diye sordu.
Dilim sustu, içim konuştu.
Omuz silktim. "Bilmem. Uyku tutmadı. Nöbet olduğunu da unutmuşum zaten. Bilsem ilaç içip uyurdum bir şekilde." dedim.
"Ne ilacı?"
"Uyku ilacı."
Uyku ilacı kullanmıştım çocukken. Fakat sonrasında bağımlısı olmuştum ve onsuz uyuyamaz hâle gelmiştim. Bırakması zor olmuştu ama bir şekilde bırakmıştım. Bazen lazım olduğunda kullanıyordum.
"Uyku ilacıyla mı uyuyorsun?" dedi kaşlarını çatarak.
"Hayır. Çocukken kullanıyordum. Şu an çok nadiren kullanıyorum." dedim kısaca.
"Uyku problemin mi vardı?" diye sordu bu sefer de.
Gözler tek bir noktaya kilitli. Zihin tek bir anda. Hisler darmadağın.
Annem ve babam... Çok kavga ederlerdi. Evlilerken. Bazen onların sesinden dolayı uyuyamaz ve ağlardım. Evde uyku ilacı vardı o zamanlar. Annemin içtiğini görürdüm ara sıra. Ondan kullanır ve hemen uykuya dalardım.
Fakat bir süre sonra annemler bunu öğrenmişti ve çok kızmışlardı bana. Bir süre sonra kullanmayı bırakmıştım.
Sonra da boşanmışlardı.
"Güzelim? Daldın." Aras'ın sesiyle bakışlarımı ona çıkardım.
"Dalmışım. Kullanıyordum, sonra onsuz uyuyamaz hâle gelince bırakmak zorunda kaldım." dedim.
"Başka bir şey yoktu yani?" diye sordu bu sefer de. Durgunluk vardı üstümde. Anlamıştı bir şeyleri.
Derin bir nefes alıp verdim. "Annemle babam bazı akşamlar kavga ederlerdi. Onların sesinden dolayı uyuyamazdım. Ben de... Annemin uyku ilacından içmeye başladım."
Devamını getirmedim.
Bir anda beni kendine çekip sarılmasıyla afalladım. Sonra ben de kollarımı ona sardım. Kokusunu içime çektim. Huzuru tattım.
Geriye çekildiğinde yüzümü elleri arasına aldı. "Özür dilerim kapatalım bu konuyu, olur mu?"
"Özür dileme sen bir şey yapmadın ki."
"Ben açtım konuyu. Ben sordum. Sen de cevaplama ihtiyacı hissettin..." Elleriyle ellerimi tuttu.
"Benim yüzümden en ufak bir şey için bile üzülürsen biterim. Her şeyimsin kızım sen benim."
Bu sefer ben sarıldım. Hep ona böyle sarılmayı ve ondan hiç ayrılmamayı diledim.
Birkaç dakika daha oturduk orda. Artık içeri geçmem gerekiyordu. Bu yüzden ayaklandık. Tam o sırada ilerden buraya doğru gelen, elinde bir buket çiçek tutan bir adam gördüm.
Kurye.
Tam karakolun girişine adımlıyordum ki ben araya girdim. "Pardon?"
Kurye olan adam bana baktı. Üzerimde ki üniformanın iç cebinden polis kartımı çıkarıp gösterdim.
"Komiser Başak Şahin ben. Kime bakmıştınız?" diye sordum.
"Başak Şahin siz misiniz?" diye sordu.
"Evet?"
Elinde ki buketi bana doğru uzattı. "Bu size." dedi.
Bana mı?
Arkamda duran Aras öne doğru adımladı ve bana verilen buketi aldı. "Sana mı? Kim gönderdi bunu acaba?" dedi kuryeye dönerek.
"Bilgi veremiyorum maalesef. İyi akşamlar." dedi ve hızlıca uzaklaştı.
"Ne demek bilgi veremiyoruz la-" Aras tam arkasından gidecekti ki kolundan tutup çektim.
"Tamam bir sakin ol. Kart falan vardır belki ne bileyim isim yazıyordur." dedim sakinleştirmeye çalışarak fakat nafile.
"Biri sana çiçek gönderiyor Başak. Ne sakini!?"
Hâlâ elinde duran buketin içine baktı. Beyaz papatyaların arasında ki küçük kartı çıkardı.
"Ne yazıyor?" diye sordum çekinerekten. Kaşları çatık bir şekilde yazılanı okudu.
"Siktir. Kim bu puşt Başak!?" deyince daha fazla durmadım ve elinden kartı alıp yazanı okudum.
"O aklından ne tür şeyler geçtiğini tahmin ediyorum Komiser. Şüphe, tek gerçektir. Bir gün gerçeğe ulaşman ümidiyle... Papatyaları sevmişsindir umarım. Nöbetine güzellik katsın istedim:)" ~G.N
G.N?
Gizli numara...
~•°•°•°•~
Yine aksiyon ve yine ben sksksks
İkinci kitap daha beter olacak
Bölümü nasi buldunuz? Diğer bölümü de birazdan atacagimm YouTube hesabım; @sadecesudeew |
0% |