Yeni Üyelik
39.
Bölüm

Motorcu: Adı Bela 12. Bölüm - Kalbe Bağlı Zincirler

@sadecelerden_s

1 Ay Sonra...

 

Bugün 4 Mayıs'tı. Mayıs. Mayıs'ın 4'ü. Ayın dörtleri hep azap mı olmalıydı? Oysa bir ay önce bugün doğum günümü kutluyordum.

 

Pardon... Yanlışım var. Öyle bir girişimde bulunmuştuk fakat günün ilerleyen saatlerinde olanlar gerçekten azaptı. Geçen iki ayın ardından o çıkıp gelmişti ve her şey bir anda alt üst olmuştu. Olmayada devam ediyordu fakat bugün farklıydı. Bugün her şeyin belli olacağı o gündü.

 

Bugün mahkeme vardı. Aras'ın mahkemesi. Gidecekti o. Artık yüzünü bile görmeyecektim. Ki zaten şu geçen bir ayda hiç görmemiştim onu. Benim için sıradışı bir durumdu belkide. Gerçi onu görmeden ve varlığını bile hissetmeden iki ay daha geçirmiştim ben. Bir ay çok sıradan geliyordu bana. Yine de bir ay bir gün değildi ve koskoca otuz güne eşitti. Otuz güne sığdırmıştım duygularımı.

 

Saat tam 14:00'daydı mahkeme. Tam o saatte orada olmalıydım. Erken kalkma ümidiyle yattığım yatağımdan sabahın 6'sında kalkmıştım. Zaten zar zor uykuya daldığımı da hesaba katarsak pek uyuyabildiğim de söylenemezdi.

 

Uykusuz muydum? Aslında, hayır. Ne gözlerimde bir ağırlık hissediyordum ne de vücudumda bir halsizlik. Hiçbiri yoktu. Aklım ve kalbim sadece saatin öğleden sonra ikisindeydi.

 

Gitmek istemiyordum. Onu görmek istemiyordum. Bir yanım her şeye rağmen deli gibi onu son bir kez görmeyi arzularken diğer yanım onu bir daha görmemem gerektiğini bastıra bastıra kulağıma fısıldıyordu sanki.

 

Birçok konuda kendimle çelişirken balkona çıktım. Temiz hava almaktı amacım ama aldığım tek şey geçmişten aklıma doluşan anılarımdı. Her şey bir bir canlanıyordu şimdi zihnimde.

 

Evine ilk gidişimi. Ya da daha öncesi... Onu ilk gördüğüm zaman. Daha da öncesi... Hiç tanımadığı birine, yani bana, nasıl olduğumu sorduğu zaman. Daha öncesi yoktu. Sonrası olmuştu fakat bundan sonrası olmayacaktı.

 

Balkon korkuluklarından destek alıp dışarıya bakarken aşağıda apartmanın girişine daldı gözlerim.

 

"Seni... Seni istiyorum."

 

Bir film karesi gibiydi ve gözümde canlanıyordu sadece. Oysa ben yaşamıştım o sahneyi. O filmin başrolü bendim. O ise başrol sandığım kötü karakterdi bu hikayede. Hikayenin sonu nasıl biterdi, nasıl sonlanırdı bilmiyordum. Sadece artık mutluluğu hissetmek istiyordum.

 

Gitmeyecektim. Mahkemeye zorunlu olmadığım sürece gitmeyecektim. Normal ve sıradan bir gün gibi... İşime gidecektim. İşim bitince evime geri gelecektim. Bu kadardı. Bunu yapmazsam bir daha duygularıma sahip çıkamazdım. Görmemeliydim onu.

 

Geçen bir saatin ardından hazırlanmaya karar verdim. Son kez eve bir bakış atıp kapıya yöneldiğimde telefonum çalınca durdum. Çantamın içinde koyduğum telefonu çıkarıp Çınar'dan gelen aramayı yanıtladım.

 

"Efendim Çınar?"

 

"Çıktın mı evden?"

 

"Şu an çıkıyorum." dedim sadece.

 

"Tamam. Hızlı olmaya çalış." dedi fakat neden dediğinin farkındaydım. Mahkemeye gideceğimi düşünüyordu. Ona bunun hakkında hiçbir şey söylememiştim.

 

Ne tepki vereceğini düşünmüyordum çünkü kararımdan dönmeyecektim.

 

Evden normal hızımla çıkıp apartman merdivenlerini indim ve dışarıya attım kendimi. Balkonda alamadığım havayı dışarıda tam anlamıyla alabildiğimde derin bir nefes çektim ciğerime.

 

Nefes içimi yaksa da daha çok çektim. Sadece hayatta olduğumu ve bunların yaşandığını kabullenmek istedim. Bunların geçeceğine olan inancımı yaşatmak istedim.

 

Emniyete geldiğimde Çınar ve Ozan dışarıdalardı ve hararetli bir şekilde bir şey konuşuyorlardı. Yanlarına gittiğimde bana döndüler. İkiside gergin görünüyordu.

 

"Ne konuşuyordunuz hararetli hararetli?" dedim kaş göz yaparak.

 

"Hiç ya." dedi Ozan. "Bugün şey var ya..." dediğinde araya girdim. "Dava mı?"

 

"Nasılsın?" diye sordu Çınar bu sefer.

 

"İyiyim. Kötü mü olmam gerekiyor?" Artık iyi olmam gerekmez miydi?

 

"Yok... İyi ol da. Mahkeme var ya bugün." dediğinde hızla söyledim içimden geçenleri. "Ben gitmeyeceğim mahkemeye." dediğimde ikisi de hayretle bana baktılar.

 

"Ne dedin ne dedin? Gitmeyeceğim mi dedin az önce?" dedi Ozan.

 

"Ne demek gitmeyeceğim?" dedi Çınar da.

 

Omuz silktim. "Gitmemem daha doğru olur." diyebildim sadece.

 

"Kızım sen beyninden kalan son parçayı da evinde mi bırakıp geldin?" dedi Ozan.

 

"Dalga geçmiyorum Ozan. Ciddiyim. Gitmek istemiyorum. Bu kadar." dedim ve yanlarından geçip gittim. Peşimden gelmemişlerdi ve ben de odama geçip kapıyı kapatmıştım.

 

Başım ağrıyordu. Düşünmekten başım ağrıyordu. Yorgundum. Gerçekten. Çok yorgundum. Yaşadığım her şey ve söylediğim, ağzımdan çıkan her söz yük olup sırtıma biniyordu sanki. O gittiğinde geçecek miydi bunlar? Eğer geçecekse mahkemeye gerçekten gitmemeye kararlıydım. Bir aydır görmüyorsam bugün de görmeyebilirdim. Yarın zaten bambaşka bir yerde olacaktı.

 

Çantamdan telefonumu çıkardığımda Müge'den gelen cevapsız arama bildirimini gördüm. Evden çıkarken sessize almıştım. Tekrar sesini açıp Müge'yi geri aradım.

 

"Beni aramışsın."

 

"Evet aradım! Ve çatladım meraktan, nerdesin sen evde misin yoksa karakolda mı?" Art arda sorularını sorarken onun aksine sakin bir şekilde yanıtladım sorusunu.

 

"Karakoldayım da sen niye telaşlandın? Bir şey mi oldu iyi misin?"

 

"Sana saçma gelebilir ama bir şey anlatacağım. Ben bir rüya gördüm. Daha doğrusu rüya mı yoksa ben bir kâhin miyim inan bilmiyorum."

 

"Kâhin mi? Buna mı inanıyorsun Müge?"

 

"Yok kızım inanmıyorum da. Elimde deliller var susarsan anlatacağım." dediğimde susmayı ve dinlemeyi tercih ettim.

 

"Ya rüyada iki kişi vardı. Ama yüzleri görünmüyor. Kim olduklarını bilmiyorum. İkisi de kalplerinden zincirlenmiş ve zincirler birbirlerine bağlı. Sonra... Bir şey oluyor. İkisinden biri kalbini tutarak yere düşüyor. Ne bileyim daha önce böyle olmasa da farklı şeyler görmüştüm ve o gün birinin başına bir şey gelmişti. Sahi ben kâhin falan mıyım acaba?"

 

İlk başta gergin gergin gördüklerini anlatırken son dediğine gülmüştü. "Ne yani biri ben miyim?" diye sordum.

 

"Ben nerden bileyim. Gördüğümü anlattım." dedi. "Bu hikayeden ne sonuç çıkarıyoruz peki?" diye sordum bu sefer de.

 

"Valla ben bir şey çıkaramadım ama tek tek birilerine telefon ediyorum. Seni de arayayım dedim." dediğinde bu sefer göz devirdim o görmese de.

 

"Saçmalama Müge. Bir rüyadan dolayı kendimizi eve mi hapsedelim? İnanma böyle şeylere."

 

"Daha önce de yaşadım ama bunu ben. Tesadüf müydü onlar Allah aşkına?"

 

"Olamaz mı?" dedim.

 

"Neyse şu günü sağ salim atlatayım da. Bu arada... Gideceksin değil mi mahkemeye?" diyerek konuyu değiştirdiğinde dışarıya sıkıntılı bir nefes verdim.

 

"Ben gitmeyeceğim Müge." dedim.

 

"Anlamadım?"

 

"Gitmeyeceğim dedim işte. Niye herkes aynı tepkiyi vermek zorunda!?"

 

"Tamam ya sakin ol bi'. Neden gitmiyorsun ki? Belki..."

 

"Onu en son bir ay önce gördüm. O gün bir daha onu görmememin daha doğru olduğunu düşündüm. Ve bugün de bu kararı aldım. Böylesi daha doğrudur belki Müge."

 

"Emin misin peki?" diye sordu teyit etmek istercesine.

 

"Evet." diyebildim.

 

"Peki. Senin için hangisi iyiyse o olsun."

 

"Sağol Müge. Sen peki? Gidecek misin?"

 

"Sanırım. Gitmek istiyorum. Çınar'a söylemiştim gitmek istediğimi. İlk başta gitmemin gereksiz olduğunu söyleyip durdu. Sonra ikna ettim ama. Karşı çıkmadı daha fazla."

 

"Tamam o zaman."

 

"Ben seni bilgilendirmek için ararım öyleyse. Davadan sonra." dediğinde tamam dedim. Kapatıp telefonu masaya koyduktan sonra duvarda ki saate baktım. Saat henüz 8'e yeni gelmek üzereydi. Akrep ve yelkovanı takip edecektim saatlerce. Vakit nasıl geçecekti bilmiyordum. Sadece bu işin bir an önce bitmesini istiyordum.

 

Ozan dan diye içeri girdiğinde olduğum yerde korkudan zıpladım. Sinirle ona baktığımda "Ozan, öyle pat diye niye giriyorsun!?"

 

Benim aksime rahat bir tavırla masamın karşısında ki koltuğa geçtiğinde sırıttı. "Bu kadar gergin olma be kızım. Niye korkuyorsun ayrıca? Benden başka bu odaya pat diye giren var mı?" dediğinde haklılık payı verdim son dediği için.

 

"Aynen. Senden başka kimse gelmiyor böyle odama. İyi ki varsın ne diyeyim." dediğinde tebessüm edip sustu. O an bir ay öncesinden aklıma doluşan anıyla daha fazla dayanamayıp Ozan'a sordum. Bunu sormam gerekiyordu. Şu an bunu sormazsam daha sonrasında soramazdım. Şu an aklıma bir anda gelmesi bana bir işaretti belki de.

 

"Ozan hani sana geldiğimiz günü hatırlıyor musun? Bana kar küresini verdiğin..." dediğimde kaşlarını çatıp başını salladı. "He, hatırlıyorum. Hayırdır kayıp mı ettin küreyi?" dedi kaş göz yaparak.

 

"Yok. Kaybetmedim. Bir şey aklıma takıldı da." dediğimde tek gözünü kırptı sorarcasına. "O gün dedin ya... Bana kimse iyi ki varsın demedi diye. Neden öyle dedin?"

 

Nihayet uzun zamandır bekleyen o soruyu sorduğumda çatık olan kaşları serbest kaldı. O an belki de duyguları da serbest kaldı. Nereye bakacağını şaşırırken gözlerini kaçırarak "Hiç ya! Lafın gelişi demiştim. Onu mu üstüne alındın?"

 

"Emin misin?" diye sordum. "Emin değilim Ozan'ım." dediğinde göz devirdim.

 

"Ciddiyim Ozan. Uzun zamandır bunu düşünüyorum. Yanlış anlama ama uzun zamandır tanıyoruz birbirimizi. Bize hiç ailen hakkında şeyler söylemediğini farkettim. Belki ben kuruyorum kafamda ama-" derken araya girdi hızlıca ve ayağa kalktı.

 

"Kuruyormuşsun demek ki kafanda. Ufuk çağırmıştı beni unutmuşum. Ona bakayım ben." derken kapıya yöneldi fakat hemen önüne geçip durdurdum onu.

 

"Dur, Ozan! Bekle. Yanlış bir şey mi söyledim şu an?"

 

Başını salladı iki yana. "Yok söylemedin. Diyorum ya yanlış anlamışsın diye. İşim var benim gidiyoru-" derken geriye ittirdim onu hafifçe. "İşin falan yok farkındayım. Oturur musun şuraya? Konuşmak istiyorum sadece."

 

Gergince kalktığı yere geri otururken bana bakmıyordu. Yanına oturduğumda ona baktım. "Seni zorlamak istemiyorum ama sakladığın bir şeyler varsa eğer saklamanı da istemiyorum. Seni yargılamam Ozan." dediğimde gözlerime bakıp yutkundu.

 

"Ne merak ediyorsun?" diye sordu. İlk defa bu kadar ciddi görüyordum onu. Buz kestim.

 

"Sorsam cevalayacak mısın?" diye sordum.

 

Omuz silkti. Bir şeyler gizliyordu.

 

"Ailen nerede yaşıyor?" diye sordum.

 

Tekrar omuz silkti. "Bilmiyorum. Haberim yok." dediğinde kaşlarımı çattım.

 

Aklıma gelen ihtimalle korkuyla sordum. "Aileni... Tanımıyor musun?" diye sordum.

 

Omuz silkti. "Görmedim onları ben. Tanımıyorum. Belki ölmüşlerdir. Yetimhanede büyüdüm zaten. 18'ime bastıktan sonra polisliğe atandım. Devlet destekte bulundu bana." Bir anda bunları söylediğinde kalbime bir şey batırıyorlar gibi hissettim.

 

"Ozan..."

 

Devam etti. "Yetimhanenin müdürü beni bir evin kapısının önünde bulduklarını söylemişti. Beni bırakıp gitmişler herhalde. Kızmıyorum da. Belki bana bakacak durumları yoktu. Belki beni istemiyorlardı. Olabilir yani, lafım yok."

 

"Aradın mı hiç?" dedim dolan gözlerimle ona bakmayı reddederken.

 

"Yok ya. Niye arayayım ki? Onlar zaten unutmuşlardır beni." dedi. "Beni hep unuturlar zaten. Yetimhanedeyken hasta olurdum. Yemek yemek için inmezdim aşağı kata. Kimse gelip sormazdı bu çocuk nerede diye. Ben de belki tek başıma iyileşirim diye beklerdim. Şu anda öyle zaten. Bir gün olmasam kimse gelip Ozan nerede diye sormaz." dediğinde araya girdim.

 

"Saçmalama. Biz merak etmez miyiz seni sanıyorsun?"

 

Beklentiyle sordu. "Eder misiniz ki?"

 

Ona sarıldığımda o tepkisiz kaldı. "Ederiz. Niye etmeyelim? Sen bir gün boyunca başımızın etini yemeyeceksin ve biz seni merak etmeyeceğiz yani öyle mi?"

 

Kendimi geri çektiğimde konuşmaya devam etti. "Niye ağlıyorsun?" diye sordu bana. Sadece baktım yüzüne. Cevap vermedim. Gülmemi mi bekliyordu?

 

"Güleyim mi?" diye sordum sonra.

 

"Ben ağlıyor muyum sanki kızım? Ben terk edildim sen değil. Ben niye gülüyorum hep?" dedi yine her zaman ki gibi gülerken.

 

"Tek değilsin sen. Biliyorsun bunu değil mi? Kendini soyutlama bizden. Sakın Ozan." dediğimde yine güldü. "Sizin tapunuz bende zaten. Bırakmam sizi." dediğinde ben de güldüm. İçim kan ağlıyordu.

 

 

~•°•°•°•~

 

14:00.

Saat iki

Tam şu an belki de mahkeme başlayacaktı. Saatler gelip geçmişti. Bir yandan aklımda Ozan ile konuştuğumuz şeyler film özeti gibi dönüp duruyordu.

 

Müge ve Çınar oradalardı. Ben ise hâlâ karakoldaydım. Onlardan tek bir haber bekliyordum sadece. Tek bir telefon birçok şeyi ifade ediyordu bu saatten sonra.

 

Yerimde dönüp duruyordum ve sürekli saate bakıp duruyordum.

 

14:10.

14:11.

14:12.

 

Sayıyordum. Vakit geçmiyordu. Şu an o adliyede neler dönüyordu bilmiyordum. Her şey oluyor olabilirdi. Uzun süreceğinin de farkındaydım fakat say say bitmiyordu.

 

Hayat, say say bitmiyordu.

 

Sayıyordum ama nereye kadardı?

 

Kaça kadar sayacaktım bu hayatı?

 

Dışarı çıktığımda havada biriken bulutları gördüm. En son baktığımda hava daha iyiydi ama şu an rüzgarla beraber gelen bir soğuk hava dalgası vardı. Üşüyordum.

 

Beni üşüten gerçeklerin dondurucu soğukluğuydu. O gün Melek için morga gittiğimde dediğim gibi.

 

Gerçeklerin dondurucu soğukluğu.

 

Ozan yanıma geldiğinde bana baktı. "Aradılar mı seni?" diye sordu. "Hayır. Sen niye gitmedin onlarla?" diye sordum.

 

"Senin yanında kalmamı istedi Çınar. Dolayısıyla emrimden çıkmak yasak." dedi yanağımdan bir makas alırken.

 

Gülmeye çalıştım fakat yapamadım. Stresliydim. Korkuyordum ve içimde kötü bir his vardı sanki. Kalbime bir ağrı saplanır gibi oldu. Derin nefes alıp verirken bunu Ozan'a belli etmemeye çalıştım. Sonrasında eski hâlime geri dönerken orda durmaya devam ettik. Sanki birini bekliyor gibi dikiliyordum burada. Beklediğim şey bir insan değil bir haberdi.

 

"Tamam kızım sakin ol. Bitecek illa ki, ararlar birazdan öğreniriz."

 

Tam o esnada Ozan'ın telefonu çaldığında açtı ve ona hoparlöre almasını söyledim. Dediğimi yaptığında telefonu ortamıza tuttu. "Çıktınız mı?' diye sordu direkt Ozan.

Arayan Çınar'dı.

 

"Ozan, Başak yanında mı? Onu aradım ama açmadı. Garip şeyler oluyor." dediğinde telefonu elime aldım. "Ne oluyor Çınar? Telefon odada kaldı."

 

Dışarıya verdiği nefesi duyarken konuştu. "Bayadır bekliyoruz ama hâlâ Aras'ı getirmedi Jandarma. Haber alamıyoruz ve başka bir davaya geçmek üzereler. Eğer gelmezlerse en az iki ay daha beklemek zorunda kalacağız." dediğinde kaşlarımı çattım.

 

"Nasıl gelmediler? Ben yarım saat önce gördüm onları çıktılar Jandarma arabasıyla." diyerek araya girdi Ozan.

 

"Ne bileyim oğlum. Neyse gelirlerse mesaj atarım. Bekliyoruz biz Müge'yle." dediğinde onayladım ve Ozan telefonu kapattı.

 

"Nasıl geç kalıyorlar ya?" diye sordum kendi kendime. "Kızım trafik falan var. Belli olmaz her şey olabilir." dedi Ozan. Haklıydı.

 

Beklemeye devam ederken 10 dakika daha geçmişti, geçen her dakika daha da baskı altında hissediyordum kendimi.

 

Telefon tekrar çaldığında Ozan'ın elinden alıp ben açtım fakat arayan Müge'ydi. "Alo? Müge geldiler mi?" diye sordum hemen.

 

"B-başak... Bir şey diyeceğim ama sakin ol tamam mı? Lütfen..." dediğinde korkum giderek arttı.

 

"Ne... Ne oldu? Gelmediler mi? İptal mi oldu dava cidden?"

 

"Hayır... Aras'ı getiren Jandarma arabası. K-kaza geçirmişler... Çınar'ı aradılar. Biz şimdi hastaneye gidiyoruz..."

 

Telefon elimden kayıp giderken Ozan'ın sesini duyar gibi oldum fakat netleşmiyordu hiçbir şey.

İki silüet. İkisi de birbirlerine kalplerinden zincirle bağlı. Birinin kalbini zincir sıkıyor olmalı ki, yere düşüyor. Diğeri tepksisiz.

 

Kalbi zincirle sıkışan bendim. Ama asıl acıyı çeken Aras'tı.

 

Müge haklıydı. Bazı şeyler tesadüf olamayacak kadar gerçekti.

 

Zincir kalbime vurmuştu. Ben onun kalbine bağlıydım.

 

 

~•°•°•°•~

Uzun zamanın ardından tekrar ben geldim. Bu kadar beklettiğim için özür dilerim. Tatile girdiğimiz için bu bir haftada iki bölüm daha atmak istiyorum vaktim olduğu sürece.

Nasılsınız?

Sınavlarim çok şükür güzeldi. Korktuğum gibi geçmedi. İnşaallah sizinkiler de güzel gecmistir.

Normalde bir sonra ki bölüm 1 ay sonrasına geçiş yapmayı düşünüyordum fakat daha fazla bekletmek istemedim. Umarım doğru bir karar almisimdir.

Diğer bölümde görüşmek dileğiyle

 

Yt hesabım; @sadecesudeew

 

 

 

 

Loading...
0%