Yeni Üyelik
28.
Bölüm

Motorcu: Adı Bela 2 / 1. Bölüm - Kalp ve Beyin

@sadecelerden_s

2 ay sonra...

 

Kalp ve beyin, birçok duygunun katilidir. Kalp, her daim aşkının peşinden koşmayı söyler beynine. Fakat beyin onu dinlemez. Beyin, bana güven der. Elbet bir gün yaralar seni, elbet bir gün üzer, kırar kalbini.

 

Birçok gerçeği inkar etmiştim kendime. Beynim sürekli zihnimde bana bunları hatırlatsa da ben aşkımdan vazgeçememiştim. Çünkü... Aşktı işte. Sevgiydi, huzurdu, mutluluktu. Heyecandı. Bütün güzel duyguların harmalanmış haliydi. Karanlığın içerisinde ki tek bir ışık huzmesiydi bazen. En kötü anında bile yüzünde tebessüm oluşturan duyguydu bazen de.

 

Aşk, insanın gözünü kör ediyordu. Bütün gerçekleri perde arkasına saklıyordu ve birkaç güzellikle çıkıyordu sahneye. Gözümüze güzel görünüyor, hoşumuza gidiyordu fakat sadece sahnede olanı görebildiğimiz için diğer kötülükleri göremiyorduk.

 

Perdeyi çekip arkasındakilere baktığınızda ise tek hissettiğiniz şey pişmanlık oluyordu. Bütün o güzel anılar film şeridi gibi geçiyordu gözünüzün önünden ve hepsi eskide kalıyordu. Gerçekler büyük bir deprem gibi sarsıyordu bedeninizi.

 

Yıllar sonra kalbimi açmıştım bir insana. Yıllar sonra gerçek aşkı bulduğumu ve bana iyi geldiğini düşünmüştüm. Gelmişti. Çok iyi gelmişti hem de. Fakat beraberinde kötülükleri de getirmişti.

 

O gerçeklerin içinde boğulmuştum. O gerçeklerin içinde yanmıştım ama kül olmayı bile becerememiştim. Gerçekler bir silahtı ve ben kalbimin ortasından vurulmuştum.

 

2 ay öncesine kadar her şey normaldi oysa ki. Aslında normal değildi. Fakat sevdiğim adam yanımda olunca bütün zorlukları aşarmışım gibi geliyordu. Her şey güzel gibi geliyordu ama aslında bir enkazdan farkı yokmuş benden habersiz yaşananların...

 

Artık her sabahım, güneş dahi olsa buz gibi geçiyordu. Üşüyordum. Ama beni üşüten şey gerçeklerdi. Gerçekler can da yakardı ama bedeni de üşütürdü.

 

Ben mi çok aptal bir insandım, yoksa insanlar mı benden zekiydiler?

 

O benden daha mı akıllıydı da, ondan mı benim güvenimi böylesine parçalayıp gitmişti...?

 

2 ay kimisine göre sıradan bir zaman dilimiydi fakat bana bir ömür gibi geliyordu artık. Öyle de gelmeye devam ediyordu. 2 ay, 3 aya dönüşür müydü mesela?

 

Neredeydi bilmiyordum. O günden sonra her gün, ekipler tarafından aramıştık. Nasıl ve ne ara kaçmıştı bilmiyordum ama artık bunu düşünmek için bile çok geçti. Çünkü kaçmıştı...

 

Musa ile... Musa Sancak. Pislik Sancak.

 

Aras onunla beraber gitmişti yurt dışına. Gerçekleri bilseydi onun adını dahi anmazdı oysa. Belki de Aras benden daha saftı. Belki de ikimiz de saftık. O Musa'ya güvenmişti. Ben ise ona.

 

Ben ona, o başkasına. İkimizin de elinde kırık cam parçaları kalmıştı.

 

Olan olmuştu. Biten bitmişti. Hayır, hiçbir şey bitmemişti. Yeni başlıyordu her şey. Fakat ipin ucunu elime alamıyordum. Hâlâ hiçbir şeye hazır hissetmiyordum kendimi.

 

Ben güçsüz bir insan mıydım? Hayır. Öyleyse? Bir kez daha güvenmiştim ve bir kez daha pişman olmuştum sadece. Her pişmanlığın ardında temiz sayfalar vardı oysa. Temiz sayfaya geçmem gerekiyordu.

 

Sil baştan başlamam gerekiyordu. İntikam. İntikam duygusunu hiç bu kadar dolu dolu hissetmemiştim.

 

Bütün bunların dışında unuttuğum fakat benim için daha da acı verici olan bir gerçek vardı ki... Kalbimin orta yerinde bir alev yanıyordu o gerçek zihnime düşünce.

 

Melek... Melek'im... Sahi en son ne zaman gitmiştim ben onun mezarına?

 

Melek... Onu, o mu öldürmüştü? Yapmış mıydı bunu? Bunu gerçekten ona yapabilmiş miydi gözü kapalı?

 

Bir anda boğazıma kadar gelen büyük sinir yığınıyla kendimi evimden dışarı attım. Arabama bindim ve mezarlığa gittim. Önceden burda nefes dahi alamıyorken şimdi ise ciğerlerimin burda temizleneceğine inanıyordum.

 

Melek'in mezarının başına geldiğimde bir an hareket edemedim. Göz kapaklarım hareket edemedi. Buğulandı önleri fakat elimi kaldırıp silemedim orayı. Sadece baktım. Her şey bir ölümle başlamıştı. Sonrası ise koca bir enkazdan başka bir şey olmamıştı.

 

"Melek... Ben geldim." Konuşma yetimi geri kazanabildiğimde gözümden akan yaşları da hızlıca elimin tersiyle sildim ve dudaklarımı araladım tekrardan.

 

"Bunu sana o mu yaptı? Neden söylemedin bana?" Ölüler, diri değil Başak... Ölülerin ne dili var ne de dirisi.

 

Ölüler, ölüydü.

 

"Özür dilerim... Çok özür dilerim senden. Ben bilmiyordum. Fark edemedim. Bu kadar kör olduğumu da bilmiyordum ben. Özür dilerim Melek. Affet beni nolur..."

 

Başka bir evrende affet beni. Toprağın altında ki ölü bedenin affedemez belki ama başka bir dünyada, başka bir hayatta anla beni. Affet...

 

"Bulacağım. O'nu bulacağım. Bu sefer söz veriyorum sana. Belki o zaman affedersin beni, ha?"

 

Daha fazla duramadım orda. Kalbim, göğüs kafesimin içinden fırlayıp çıkmak ve bir daha oraya girmemek istercesine atıyordu sanki. O bile ağırlık veriyordu bedenime.

 

O'nu demir parmaklıklar arasına attırırsam bu ağırlık geçer miydi?

 

Ben mezarlıktan çıkarken çalan telefonumu cebimden alıp ekrana baktım. Çınar arıyordu.

 

Aramayı yanıtlayıp kulağıma götürdüm ve sesimi düzeltmek için öksürdüm.

 

"Efendim Çınar?"

 

"Evde değilsin?" dedi sorarcasına. Galiba şu an apartmanın önündeydi.

 

"Geliyorum. Bekle beni." dedim. Ondan da tamam cevabını aldığımda kapattım ve telefonu tekrar cebime koydum.

 

Arabama binip kısa sürede apartmanımın önüne geldiğimde Çınar'ın arabasını ve şoför koltuğunda oturan Çınar'ı gördüm.

 

Çınar... Uzun zamandır birçok şeyin farkındaymış meğersem. Aramızda en akıllı insan Çınar'dı belkide. Zaten onun zekasına dair herhangi bir şüphem de yoktu. Fakat o gün bana anlattığı gerçekler... Gerçek gibi değildi.

 

Çınar, bir gece tesadüfen Aras'ı siyahlar içerisinde ki kıyafetleriyle mezarlığa giderken gördüğünü anlatmıştı. Aras oraya babasının mezarına gitmişti. Fakat o oraya geldiğinde mezarın başında bir silüet daha vardı. Musa...

 

 

Aras ile olan kısa diyalogunu dinlediğini ve Aras gittikten sonra Musa'nın mezarın içinde ki adama söylediği kan dondurucu sözleri söylemişti bana bir bir.

 

Kahraman Arslan'ı öldüren Musa Sancak'tı. Bir yarış uğruna canice öldüren... Aras'ın yıllardır intikamını almayı beklediği o adamla, Aras zaten yıllarını geçirmişti. Ve hâlâ bundan habersiz bir şekilde onunla bilmediğim bir yerde saklanıyordu.

 

Nereye gittiğine dair hiçbir iz bulunamamıştı çünkü sanki birileri kasıtlı bir şekilde o ikisinin arkasını topluyordu.

 

Kendi arabamı park edip Çınar'ın arabasına yöneldiğimde önde ki koltuğun kapısını açıp bir ayağımı içeriye attım ve kendimi tamamen koltuğa bırakarak oturup kapıyı kapattım.

 

"Neredeydin bu saatte?" diye sordu biner binmez. "Sana da günaydın." dedim emniyet kemerimi bağkarken.

 

"Dalga geçme Başak." dediğinde ofladım ve yüzümü ona döndüm.

 

"Mezarlıktaydım. Oldu mu?" dedim ve tekrar önüme dönüp arkama yaslandım. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve bakışlarımı ön camda sabitledim.

 

Bir şey demedi ve arabayı çalıştırdı. Park yerinden ayrıldık ve asfalt yolda ilerlemeye başladık. Uzun bir süre ikimizden de çıt çıkmadı.

 

Çınar'ın sorduğu soruyla hem sessizlik sona erdi, hem de haftalardır aklıma uğramayan şey bir anda kafama dank etti.

 

"Şu gizli numaralı adam... Seni arıyor mu artık?"

 

Hayır... Sahi, aramıyordu. Yoksa amacına ulaşmış mıydı?

 

Başımı iki yana salladım. Konuşmasına devam etti. "Bizimkiler adamın seni aradığı numaraları teker teker bulup incelemişler ve ulaşmaya çalışmışlar fakat numaraların hiçbiri kullanılmıyor. Piç kurusu anında yok etmiş hepsini. Hâlâ bulamadık şu adamı..."

 

Kafamı sola çevirdim ve Çınar'a baktım. "Bulmamız gerekeni bulmadık mı zaten?"

 

"Bulduk mu Başak?" Bulmamıştık.

 

Bulmamız gereken kişi nerede bilmiyorduk.

 

"Hani Aras'ın evine girmiştik ya..." dediğinde gözlerimi kapattım. Açmak istemedim. Artık her eylem bir mecburiyetten ibaretti benim için. Mecburiyetten geri açtım gözlerimi. Onaylarcasına başımı salladım ve devam etmesi için bekledim.

 

"O gün duvarda yazılı isimlerden birisi... Adem, Yılmaz soyismiydi yanlış hatırlamıyorsam." dediğinde ona döndüm tekrar.

 

"Yılmazlar Yapım Şirketi'nin genel müdürü. Bir de yakında onun yerine geçecek olan oğlu varmış. Efekan Yılmaz." dediğinde kaşlarımı çattım. "O da Motorcular Derneğinde yarışmış uzun zaman. Aras'ın bir sonra ki kurbanı eğer kaçmasaydı, onun babası olacaktı."

 

Aras'ın bir sonra ki kurbanı...

 

Kulağımda yankılanan bu söz, benim yüzüme tokat gibi çarpıyordu bir yandan.

 

O gün düştü zihnime. Aras'ın evine ekipler eşliğinde girdiğimiz gün...

 

~•°•°•°~

2 ay önce...

Yazar...

 

7 numaralı kapının önünde durdu ekiptekiler. Başak ve Çınar en arkadan geliyorlardı. Başak henüz olanların şokunu dahi atlatamazken şimdi ise onu bu hâle getiren adamın evine girecekti. Günler önce gülerek girdiği bu eve, öğrendiği acı gerçeklerin ağırlığıyle yüzleşerek girecekti bu sefer.

 

Yağmur yağıyordu, acıları silip götürmek istercesine. Fakat yağmur damlaları dışarda ki her şeyi götürüp ortadan yok edebilirken, insanın içinde ki fazlalık duyguları ve zihnine yük yapan düşünceler yığınını yerinden bile kıpırdatamazdı.

 

Yine de delicesine düşüyordu yeryüzüne yağmur damlaları. Savaşıyordu belki de. Başak'ta savaşacaktı. Güçsüz bir insan değildi Başak. Onun yerinde belki de kim olsa aynı duyguları yaşar, aynı bunalımın içine girerdi.

 

Kilitli olan kapı kırıldığında ekipler içeriye doluştular ve arkalarından da ağır adımlarla önce Başak girdi. Hemen arkasından Çınar onu kolluyordu. Çınar onu hep kollardı. Başak yoksa Çınar zaten yoktu. Birbirlerinin dayanağıydılar.

 

Ekipler odaları incelerlerken Başak yatak odasına yöneldi. Aklını başına bir an önce toplamalı ve işlerin daha da karmaşıklaşması ihtimalini yok etmeliydi.

 

İki komodinden birinin üstünde ki çerçeveyi aldığında gördüğü resim gözlerinde yaşlar biriktirdi. Bu Aras ile onun fotoğrafıydı. Aras'ın bunu çerçevelettiğinden bile haberi yoktu Başak'ın. Oysa bunu bu şekilde de öğrenmek istemezdi.

 

Diğer komodinin üstünde ki çerçeveyi aldığında gördüğü fotoğraf ise ona bir yerden çok tanıdık geliyordu. Öylesine tanıdık ama bir hayli uzak.

 

Bir adam vardı fotoğrafta. Eski bir fotoğraftı. Adamın kirli sakalları ve gür siyah saçları vardı. Omzunda ise tıpkı onunki gibi siyah saçları olan 4-5 yaşlarında bir oğlan çocuğu. O adamın kim olduğunu biliyordu.

 

O çocuğun kim olduğunu bilmek ise, artık Başak'a acıdan başka bir şey vermiyordu.

 

O saniyelerde Çınar, kulpunu çevirdiği ve zorladığı halde açılmayan bir kapının peşine düşmüştü. Kilitli olduğunu hemen anlamıştı fakat neden kilitli olduğu muammaydı. Başak'a seslendiğinde, akmak üzere olan yaşlarını geriye itti hızlıca Başak.

 

Çınar'ın yanına geldiğinde hâlâ zorlamakta olduğu kapıyı gördü. "Bu ne odası?" diye sordu Çınar.

 

Bu oda... Burası neden kilitli bilmiyordu Başak. "Bilmiyorum." diyebildi sadece.

 

Sonra Çınar bir geriye çekil komutu verdi Başak'a. Başak geriye adımladı ve Çınar'a yer açtı. Çınar kapıya sert bir şekilde omzunu geçirdi. Bir kez daha ve bir kez daha... En sonunda kapı aralandığında onları kapkaranlık ve soğuk bir oda karşıladı. Çınar açılan kapının yan tarafında ki elektrik düğmesini açtı ve oda aydınlandı.

 

Bu oda açılan ışıkla beraber aydınlanmıştı. Fakat karanlığın içinde ışık olmazdı. Bu oda ise tamamıyla karanlık bir yerden ibaretti. Hiçbiri henüz bunun farkında değildi.

 

Sakin adımlarla ikisi beraber odaya girdiler. Odanın içerisinde, bir masa, üstünde birçok kağıt, sticker, kalem vs. eşyalar vardı. Onun hemen yan tarafında bir dolap vardı. Uzunlamasına büyük fakat eni fazla büyük olmayan bir dolaptı bu. Burası ne bir giyinme odasıydı, ne de bir çalışma odası.

 

Burası, Aras'ın günahlarını gömdüğü mezarlıktı.

 

Çınar masanın üstünde ki kağıtları incelerken Başak ise dolabın kapaklarını açtı. İçinde ki askılıkta asılı sadece siyah renkten ibaret olan kıyafetleri gördüğünde bir an gerçekten bunun bir kıyafet dolabı olduğuna inandı. Fakat alt rafında ki büyük sandık benzeri kutuyu gördüğünde afalladı.

 

Kutuyu ordan alıp yere koydu ve dizlerinin üzerine çöktü. İçinde aynı boyutlarda dikdörtgen fotoğraflar vardı. Fotoğraflardan birini eline alıp baktığında kanı dondu. Midesi boşalmak istercesine bulandı ve Başak'a titreme ile beraber bir ateş geldi.

 

Fotoğrafta uzaktan çekilmiş, ünlü iş adamlarından biri olan 2 buçuk ay önce ölen Faruk Soymaz'ın fotoğrafı vardı. Fotoğrafın arkasını çevirdiğinde bir yazı gördü Başak. İstemeyerek dolaştı harflerin üzerinde gözleri.

 

"Aldığım 149'uncu can. Canımın 149'uncu yanışı ve 149'uncu pişmanlığım."

 

Altında ise bir imza vardı. Bu yazı onun yazısıydı. Nerde görse tanırdı Başak.

 

Yazıyı tekrar okudu Başak. Baştan sona onlarca kez. Tekrar tekrar okudu ve tekrar tekrar zihnine yazıp durdu bu cümleyi. Canı yanmış mıydı Aras'ın o insanları öldürürken? Neden yapmıştı o zaman? Neden?

 

Diğer fotoğraflarda da benzeri cümleler vardı. Sadece sayılar farklıydı. Aklına düşen şeyle kalp atışları sanki çok hızlı atmıyormuş gibi daha da hızlandı. Melek'in fotoğrafı... Eğer o öldürdüyse... Bunu yaptıysa eğer ona, onun da fotoğrafı burda olmalıydı.

 

En sonunda parmakları bir genç kızın fotoğrafında durduğunda boğazından kaçan bir hıçkırığa engel olamadı. Çınar ise hâlâ dikkatle kağıtları ve üstünde yazanları inceliyordu. Hıçkırık sesini duyduğunda başını masada ki kağıtlardan kaldırdı ve yerde dizlerinin üstünde oturmuş ağlamamak için direnen Başak'a çevirdi. Anında yanına ulaştı ve onu sakinleştirmeye çalıştı. O da baktı fotoğraflara. O genç kızın fotoğrafını gördüğünde hayal meyal hatırladı kim olduğunu. Melek... Başak'ın uzun bir süre önce ölen kuzeniydi bu. Şerefsiz köpek, diye geçirdi içinden Çınar. Aras denen pisliği bulduğu an yakasına yapışmak adına kendine söz verdi.

 

Konu Başak ise... Çınar onun için, kız kardeşi için her şeyi yapabilirdi.

 

~•°•°•°~

 

O odada bulduğumuz şeyler... Mide bulandırıcıydı. Bir insan, nasıl bu kadar vicdansız olup, pişmanlığını bu şekilde dile getirebilirdi?

 

Pişmanlık... Pişman mıydı sahi? Neden yapmıştı o zaman? Yüzlerce insanı öldürmesinin sebebi neydi?

 

Bu işin sonucunda onun payına düşen şey ne oluyordu?

 

Az önce Çınar'ın ağzından çıkan isim ise bir hayli tanıdığım bir isimdi. Efekan...

 

Arasla kıran kırana bir mücadele verdikleri o gün geldi aklıma. Efekan motorunu onun motorunun üstüne sürerek canını hiçe saymıştı. Belki de sırf bu yüzden onun babasını öldürmeyi hedefi bellemişti...

 

Neye elimi uzatsam, geri çektiğimde elimde, avucumun içinde kana bulanmış kırık cam parçalarıyla karşılaşıyordum. Kırık cam parçaları... Belki de kırık hayal parçaları.

 

Karakola vardığımızda arabadan indik ve beraber içeriye girdik. Normalde her hava koşuluna karşılık üşürken, içeriye girdiğimde bedenimi sıcaklık hissi kavradı. Buraya gelmek yakıyordu bedenimi. Şu an üşümeyi tercih ederdim belki de.

 

O gittiğinden beri hiçbir cinayet vakası gelmiyordu emniyete. O gitmişti ve azapta bitmişti. O gitmişti ve ben de bitmiştim.

 

Fakat artık önüme bakmalıydım. Artık onu düşündüğümde hissettiğim duygular derin bir üzüntü değil, öfke olmalıydı. Artık kimseye minnetim kalmamıştı. Bunu yapmalıydım. Onu bulacaktım. Er ya da geç bulacaktım ve onun cezasını çekmesi için elimden geleni ardıma koymayacaktım. Melek'ime dokunan elleriyle dokunmuştu belki de bana. Onun canını aldığı elleriyle benim saçlarımı okşamıştı. Kalbime tekrar bir ağrı saplandı fakat Ozan'ın sesiyle bu ağrıdan dikkatimi kaldırabildim.

 

"Anca mı geldiniz?" diye sordu ikimize bakarak. "Saat sekiz buçuk Ozan, neyin lafını yapıyorsun?" diyerek tersledi Çınar.

 

"Toplantıda da böyle söylersin artık amirime. 'Amirim saat daha sekiz buçuk yeni geldik ne toplantısı?' dersin değil mi?" dedi Ozan nefes dahi almadan. Toplantı kelimesini duyduğumda dikkat kesildim konuşmaya.

 

"Ne toplantısı?" diye sordum. "Benim niye haberim yok?"

 

"Şey... Amirim senin katılmanı istememiş." dediğinde kaşlarımı çattım.

 

"Ne alaka? Ben niye katılmıyorum? Hem durduk yere ne toplantısı bu?" Art arda sorduğum sorular karşısında Ozan afalladı ve konuşamadı. Onun yerine Çınar araya girdiğinde ona döndüm.

 

"Başak... Haberim vardı benim ama bilerek söylemedim sana." dediğinde şaşkınlığım boy gösterdi.

 

"Niye ama?" dedim.

 

"Toplantı onunla ilgili. Mahir Bey, aklını başına toplamadığı sürece o adamla ilgili hiçbir konuya bulaşmasın, demiş." dediğinde buz kestim.

 

Aklını başına toplamadığı sürece o adamla ilgili hiçbir konuya bulaşmasın...

 

Benim aklım başımdaydı. Yine güvendim ve yine pişman oldum diye, üzülmeyecek miydim? 2 aydır akrep yelkovanı kovalamıyor gibi geliyordu bana. Zaman kavramını unutmuştum. Bugünün tarihi ne, günlerden ne, hiçbirini aklımda tutamıyordum. İçim kan ağlıyordu.

 

Fakat benim yapmam gereken bu değildi.

 

Benim bu işin peşine düşmem gerekirken kendimi eve kapatmıştım. Bunalıma girmiştim ve kendi iç dünyama sığınmıştım. Fakat ben evde kendi içimle mücadele verirken, Aras yakalanmış olmuyordu.

 

Bu işe ben bulaşmıştım. Sonucunu getirmem gerekiyordu. Mat yapmamın zamanı gelmişti.

 

Artık duygulara yer yoktu. Sadece beynimi dinleyecektim. Kalp bencildi fakat beyin her şeyin üstesinden gelirdi.

 

Kafamı hızla kaldırdım ve Ozan'a döndüm. "Ozan. Toplantıdan önce Mahir Bey'e söyle... Başak, bu işin peşini bırakmayacakmış, de. O toplantıya katılacağım." dedim.

 

Herhangi bir cevap vermelerini beklemeden kendi odama girip kapımı da kapattım. Arkamdan gelen olmadı. Masama yöneldim ve bir A4 kağıdı çıkarıp duvara düzleyerek bir de elime tükenmez kalem aldım.

 

Büyük harflerle ARAS ARSLAN yazdım. Altını çizdim ve büyük bir soru işareti koydum. Kağıdı masaya bırakıp duvarda asılı olan mantar panoya yöneldim. Üstünde asılı olan bütün notları çıkarıp masaya gelişigüzel koydum. Az önce ki kağıdı alıp, panonun tam ortasına raptiye ile sabitledim ve geriye bir adım atıp daha geniş açıdan baktım kağıda.

 

Dudaklarımdan bir fısıltı çıktı.

"Nerdesin Bela?"

 

~•°•°•°~

 

Üç ay sonra sonunda ikinci kitap ile geldiiiimm aşırı heyecanlıyım şu ann

 

İkinci kitap nasıl başladı sizce?

 

Bölümü nasıl buldunuz? Yorumlarınızı bekliyorum.

 

​​​​​​Bölüm şarkısı -No.1 - Yarım Kalan Sigara -

 

YouTube hesabım; @sadecesudeew

Loading...
0%