Yeni Üyelik
29.
Bölüm

Motorcu: Adı Bela 2 / 2. Bölüm - İyi Geceler

@sadecelerden_s

Şu an, Mahir Bey'in ilk başta benim katılmama izin vermediği fakat benim bütün duygularımı kenara atıp katılacağımı kesinleştirdiğim o toplantıdaydık.

 

Yarım saatten fazla sürmüştü bu toplantı. Bir çok şey konuşulmuştu. Birçok şey konuşulmuştu birçok yalan açıklığa kavuşmuştu.

 

Aras'ın Fransa'ya gittiği tespit edilmişti kısa süre önce. Fakat orda nerede olduğuna ulaşılamamıştı. Çok iyi saklanıyordu. En başından beri gerçek kimliğini benden sakladığı gibi.

 

Musa'nın evine ulaşmıştık ve ekipler oraya yönlendirilmişti. Biz gitmemiştik çünkü bizim görevimiz başkaydı. Musa'nın telefonun sinyaline ulaşılmıştı ve sinyal, daha önce gittiğimiz yanan evin yakınlarında bir yeri gösteriyordu. O ev yandıktan sonra, elimde kalan tek şey; zamanında Kahraman Arslan'ın eşi Menekşe Arslan'a yazdığı o sayısız mektuplardan biriydi.

 

Menekşe Arslan... Kendi öz oğlunun dünyanın dilinde katil ismiyle anıldığını biliyor muydu?

 

Acı vericiydi. Bilmiyordu. Şayet bilmek isteseydi, en başında terk etmezdi ailesini. Yıllar önce eşinin ve ve oğlunun da olduğu o evden çıkıp gitmezdi.

 

Aras'ın annesi onu küçük yaşta bırakıp gitmişti. Bu yüzden babasına çok düşkün bir şekilde büyümüştü. Fakat onu da henüz 9 yaşındayken kaybetmişti. Kimsesiz kaldım derken, Musa bulmuştu onu. Babasının katiliyle yıllarını geçirmişti ve onun yüzünden yüzlerce insanın katili olmuştu.

 

Düşünüyordum da... Menekşe Arslan o gün o evi terk etmeseydi belki Aras böyle biri olmazdı. Musa ile tanışırlar mıydı bilmiyordum ama en azından onunla bir hayat yaşamaya ve onun istediklerini yapmaya mecbur kalmazdı. Belki başka biri olurdu Aras.

 

Belki Melek ölmezdi. Belki de şu an onunla bir yerde piknik yapıyor olurduk. Belki de deniz kenarına giderdik beraber. Tıpkı eski günlerde ki gibi...

 

Fazla vakit kaybetmeden Çınar'ın arabasına atlayıp yola koyulduk. Bizimle beraber Ozan da geliyordu ve bütün yaşanan olumsuzluklara rağmen yine çenesi susmuyordu.

 

"Ya kıza dedim ki, numaranı almamda bir sakınca var mı güzel kız?, direkt engelledi ya niye sohbet ettin o zaman benimle bir saat boyunca?"

 

Yine Ozan ve yine tavlamaya çalışıp tavlayamadığı bir kız hakkında ki muhabbeti. Böyle bir durumun ortasında kızlar hakkında konuşmasına kızmıyordum. Bu onun doğal haliydi ve ben onu olduğu gibi seviyordum.

 

"Sen sadece o cümleyi kurmamışsındır. Sapık sapık konuşmuşsundur kızla emin ol." diyerek düşüncelerini belirtti Çınar.

 

"Ya... Tamam, bir iki bir şey söylemiş olabilirim ama yani amacım sapıklık değildi ki oğlum. Alt tarafı numarasını almak istedim." dedi Ozan masum tavırlar sergileyerek. İstemsizce kendimi tebessüm ederken buldum.

 

"Biraz zaman geçseydi o zaman Ozan. Daha bir saat olmuş, kızın numarasını istemişsin." dedim lafa atlayarak.

 

"Bir saat geçti zaten daha neyi bekleyecektim?" dediğinde göz devirdim.

 

Yanan evin önüne geldiğimizde nefesim daralır gibi oldu fakat bunun olmasına müsaade etmedim. Artık duygulara yer yoktu. Acımak yoktu. Ben bir polistim ve görevim suçluları yakalayıp cezasını çekmesini sağlamaktı.

 

Arabadan teker teker indiğimizde hava da bulutlanmıştı. En son buraya geldiğimizde de hava da kara kara bulutlar vardı. Bulutlar, yeryüzünde olsalardı şayet benden bir şey saklamazlardı. Fakat onların evi gökyüzüydü ve ben onları görebildiğim halde duyamıyordum.

 

Sinyal evin yakınlarından görülmüştü fakat burda olamazdı. Çınar arabadan getirdiği bilgisayarı çıkardı ve telefon sinyalinin nerden geldiğini kontrol etti.

 

"Evin arka tarafında sinyal." Çınar'ın dediklerini duyduğumda hemen harekete geçtim ve evin yan tarafında ki çimenliklerden geçerek arka alana gittim. Evin yanık duvarlarının diplerini ve yerleri elimle yoklayıp telefonu aramaya başladım.

 

Az ötemde yerde küçük bir SIM kartı gördüğümde kaşlarımı çattım. Telefonu burda bırakmak aptallık olurdu zaten. Kartı buraya atıp kaçmıştı şerefsiz.

 

"Çınar, Ozan." Onlar da benim gibi telefonu ararlerken ikisine seslenmemle bakışlarını bana çevirdiler. Hemen yanıma geldiler ve elimin içinde ki küçük SIM kartına baktılar. Çınar kartı eline alırken bir yandan da cebinden telefonunu çıkardı. Ne yapacağını tahmin ettiğim için ses etmedim.

 

"Ya kart boşsa?" Ozan'ın sorusuna karşılık Çınar anında cevap verdi. "Olamaz."

 

Boş olma ihtimali vardı, evet. Ama olamazdı. Olmamalıydı.

 

Çınar kendi telefonun kartını çıkarıp diğer kartı takarken, telefonu açtı ve yeni taktığı SIM karta kayıtlı olan şeyleri incelemek için Ozan ve benim ortamıza gelip, hepimizin görmesini sağladı. Önce rehbere girdi ve kayıtlı olan numaralara baktı. Üç kişi kayıtlıydı sadece.

 

Birisi Aras'tı.

 

Birisi Kenan Evren diye bir adamdı. Bu kimdi bilmiyordum ama araştıracaktık.

 

Diğer isim ise...

 

Menekşe Arslan.

 

Beynim bu ismin gerçekliğiyle işlevini yitirdi bir an. Bu ismi görüşümle bir adım sendelemem bir oldu.

 

"Başak! Başın mı döndü? İyi misin?" dedi Çınar panikle.

 

Ozan ise kolumdan tutarak "Çınar arabaya geçelim orda devam edelim." dediğinde ikisini de durdurdum sertçe yutkundum. "Menekşe... Aras'ın annesi." dediğimde Çınar hızla bana döndü.

 

"Başak, o kadın yıllar önce onları terk etmemiş miydi?" diye sordu. Doğru... Terk etmişti.

 

O zaman bu neyin nesiydi? Menekşe Arslan her şeyi biliyor muydu?

 

Oğlunun başına gelenleri biliyor muydu? En önemlisi... Ne zamandır Musa ile görüşüyorlardı?

 

"Bence ilk bu kadını bulmalıyız." dedi Ozan. Haklıydı. Bu kadın mutlaka bir şeyler biliyor olmalıydı. Önce bu kadını bulacaktık. Sonra ise Kenan Evren isminde ki adama ulaşacaktık.

 

"Hadi gidelim. Bunları emniyete teslim edelim." dedi Çınar. Bir yandan da SIM kartını kendi telefonundan çıkartıp cebine attı ve kendi kartını geri taktı telefonuna.

 

Elimi ona uzatıp "Kartı bana verir misin?" dedim. Çınar sorgulamadan cebine attığı kartı elime bıraktı. Elimin içinde ki küçük karta saniyelik bir bakış atıp kendi cebime koydum.

 

Karakola geri döndüğümüzde SIM kartını teslim ettik ve incelemeye gönderdik. Başka bir olay yüzünden tekrar karakoldan ayrılıp olay mahalline gittik ve mesai bitimine kadar orda kaldık. Saat akşam yediyi geçmişti ve ekip arabasıyla karakola geri dönmüştük.

 

Bugün için geçti fakat yarın daha da yorucu bir gün olacağının bilincindeydim. İlk işimiz Menekşe Arslan'a ulaşmak olacaktı. Fakat bizimle görüşmek isteyeceğini sanmıyordum. Bu yüzden evinin adresini bulup, ona küçük bir sürpriz yapacaktık.

 

Musa ile Menekşe'nin ne gibi bir bağlantısı olabilirdi bilmiyordum. Fakat her şey ve her ihtimal geçerliydi. Aklımdan dahi geçmeyecek şeyler olabilirdi. Her şey...

 

Bunu ancak onunla yüz yüze konuşarak öğrenebilirdik.

 

Düşüncelerimi bölen ses Çınar'ın sesiydi. "2 aydır kafan çok dolu. Fazla streslisin, öfkelisin, üzgünsün de Başak. Farkındayım." dediğinde bunun nereye varacağını merak ettim içten içe.

 

"Sorun ne biliyor musun Çınar? Artık hiçbir şey hissetmiyorum. Üzgün de değilim. Sadece onu bulmak ve cezasını vermek istiyorum." dedim.

 

Yalan söyledim Çınar. Evet üzgün değilim fakat kin doluyum. Yalan söyledim Çınar. Hayatım, hayat olmaktan çıktı.

 

Yalan söyledim Çınar. Yalanlarımla da başa çıkamıyorum.

 

"Bunu yapabilecek misin peki?" diye sordu beklemediğim bir anda.

 

"Anlamadım?" Kaşlarımı çattım.

 

"Başak... Aras ile güzel bir ilişki içerisindeydiniz. Birbirinize nasıl baktığınızı görüyordum ben. Her gün, her saniye. Onu yakaladığımızda ve günler, haftalar sonra onun yüzüne ilk defa baktığında gerçekten hiçbir şey hissetmeyecek misin yoksa içinde sakladığın özlem duygusu baskın mı gelecek?" dediğinde afalladım.

 

Çok büyük afalladım. Dengem sarsıldı belki de.

 

Özlem? Hayır.

 

Çünkü ben bana gösterdiği yüzü özlüyordum. İkinci ve gerçek yüzünü değil.

 

Sahte insanlar, sahte yüzler demekti. Sahte yüzler ise kırık kalpler.

 

"Yapacağım. Yapmak zorundayım." dedim kendimden emin bir sesle.

 

"Ne yaparsam yap ve ne karar verirsen ver, hep bir adım arkandayım. Bunu unutma." dedi. Kollarımı onun bedenine doladım ve sarıldım. Onun da kolları benim sırtıma yaslandığında derin bir iç çektim.

 

Uzun zaman sonra, bana güvende olduğumu hissettiren bu sarılmadan sonra yavaşça geriye çekildim ve Çınar'a baktım. Dudaklarını aralayıp konuştu.

 

"Bu akşam biraz kafa dağıtalım diyorum. Güneş'i de alalım hatta yanımıza. Özledi seni ördek." dediğinde yüzüme bir gülümseme yayıldı. Bıcırığımı ben de çok özlemiştim. Belki de bana iyi gelebilirdi.

 

"Tamam. Olur." dedim. Bir anda arkamdan omzuma atılan bir kolun varlığını hissettiğimde soluma döndüm ve Ozan'ı gördüm. "Hayırdır gençlik bara mı gidiyoruz?" dediğinde gülmeden edemedim.

 

"Aynen. Hatta barın sahibi de Güneş Duman'mış. Sen seversin." dedi Çınar alayla.

 

"Prensesin adına bar mı açtırdın lan yoksa?" dedi gülerek Ozan.

 

"He Ozan he. Bu akşam Güneş'i de alıp beraber bir şeyler yiyelim dedik. İyi olur hem." diyerek açıkladı Çınar. Ozan'ın gözlerinden resmen kalpler fışkırırken bir anda ikimizin de kolundan tutup çekiştirmeye başladı.

 

"E hadisenize o zaman markete gidelim." dediğinde gülmeye başladım.

 

Uzun zaman sonra içten gülüyordum.

Hayatımı bu iki insana borçluydum.

 

"Bak Başak'ta onaylıyor. Hadi Çınar, hadi!" diyerek ısrar etti Ozan.

 

"Tamam lan dur bi'. Lan çekiştirm- Ben kime diyorum ya!?."

 

Ozan'ın büyük ısrarları üzerine yakınlarda ki bir markete girdik ve yiyecek-içecek bir şeyler aldık. Çınar da bu süre zarfında annesini aramış ve Güneş'i hazırlamasını rica etmişti. 20 dakika sonra Çınarların evinin önüne geldik ve arabada Ozan ile beraber, Çınar'ın Güneş'i alıp gelmesini bekledik. 5 dakika sonra camdan Güneş'in, abisinin elini tutarak buraya geldiğini gördüğümde arabanın kapısını açıp dışarı çıktım.

 

Güneş beni gördüğünde hızla Çınar'ın elini bırakıp bana koştu.

 

"Başak ablaaa!" Yere eğildim ve kocaman sarıldım minicik bedenine. Sarı saçlarını okşayarak bir yandan ona sarılırken geriye çekildim ve güzel çehresine baktım.

 

"Nasılsın bıcırığım? Özledin mi beni bakalım?" diye sordum gülümseyerek.

 

"Çok çok çok çok çok özledim!" dedi ve tekrar sarıldığında düşecek gibi oldum fakat son anda dengemi sağladım. Yine benden ayrıldığında ayağa kalktım ve elinden tuttum fakat elimi tutmasıyla bırakıp Ozan'a koşması bir oldu.

 

"Ozaann!" Ozan'ın kucağına atladı ve Ozan da onu kucaklayıp ayağa kalkarak etrafında döndürdü.

 

"Ozan yavaş!" Uyarmalarım boşaydı çünkü uyardığım kişi Ozan'dı.

 

Birkaç tur döndükten sonra durdu ve Güneş'i yere bıraktı. Ozan bir anda Güneş'in önünde tek dizinin üstüne çöküp elini uzattığında ne yaptığını sorgularcasına baktım.

 

"Bugün emrinize amadeyim güzel prensesim. Sizi nereye götürmemi istersiniz?" dediğinde güldüm. Güneş ağzını açıp bir şey demek istedi fakat hemen kapattı ne diyeceğini bilemez gibi. Sonra abisine döndü. "Abi nereye gideceğiz?" diye sordu.

 

"Başak ablanın evine gideceğiz abiciğim." dedi Çınar.

 

Sonra Ozan'a döndü, Güneş. "Senin evin yok mu Ozan? Niye hep Başak ablama gidiyoruz?" diye sorduğunda Ozan da merakla Çınar'a döndü.

 

"Harbi oğlum biz niye hep Başak'a gidiyoruz?" diye sordu.

 

"Sana gidelim o zaman?" diye bir fikir ortaya attım. Çınar'a döndüm ve tepkisine baktım. "Bana farketmiyor." dedi iki elini havaya kaldırarak. "Bugün Güneş Hanım ne isterse o." dedi ve güldü.

 

"O zaman... Ozan'ın evine gidiyoruz!" dedi Güneş coşkulu bir edayla.

 

Sonra Ozan'ın evine gitmek için arabaya bindik. Çınar şoför koltuğundaydı. Ben arka koltuktaydım ve ön koltukta da Ozan ve kucağında Güneş vardı. Güneş Ozan'e neşeli neşeli bir şeyler anlatıyordu ve Ozan da komik tepkiler vererek Güneş'i güldürüyordu.

 

Bazen çocuk olmak istiyordum. Bir mucize olmalıydı ve evren beni geçmişe ışınlamalıydı. Ben beş yaşında ki Başak'a dönüşmeliydim. Başıma geleceklerden habersiz bir şekilde çocukluğumu kat ve kat coşkulu yaşamalıydım. Belki de hiç büyümemeliydim ve hayatım boyunca küçük bir kız çocuğu olarak kalmalıydım.

 

Fakat aynı yaşta kalmak bu evrene aykırıydı ve ben sırf bu yüzden tekrar çocukluğuma dönmeyi reddediyordum. Ne değişecekti sanki hayatımda? Yine zaman akacaktı su gibi. Yine aynı şeyleri yaşayacaktım, büyük bir günah işlemişte cezalandırılıyormuşum gibi. Annem ve babamın bir kez daha beni yok sayıp gitmelerini kaldıramazdım.

 

Fakat eğer böyle bir durum olsaydı, geçmişte yaptığım hataları düzeltmek isterdim. Hatalarım çoktu. Hayat beni yaptığım hatalarla yerden yere savurmuştu. Savurmuştu, fırlatmıştı ordan oraya. Ben ise olduğum kişiye dönüşmüştüm. Güven kelimesi boğazına dizilen o kıza.

 

Ozan'ın yaşadığı büyük siteye geldiğimizde Çınar arabayı park etti. Sonra beraber arabadan indik. Ozan ve Güneş önden gittiler ve bütün poşetler de Çınar ile bana kaldı. Çok bir şey yoktu fakat Ozan alışverişi fazla abarttığı için bir poşetin içerisinde haddinden fazla şey vardı.

 

Beraber poşetleri iki elimize aldık ve binanın giriş kapısından içeriye girerek asansöre yöneldik. Ozan ve Güneş bizden önce eve çıkmışlardı bile. İkisi de çocuktu. Güneş zaten bir kız çocuğuydu fakat Ozan'ın da küçük bir erkek çocuğundan farkı yoktu.

 

6. Kata çıktık ve Ozan'ın dairesine geldiğimizde zaten açık olan kapıdan ayakkabılarımızı çıkartarak içeriye girdik.

 

Poşetleri mutfağa bıraktık ve Çınar salona geçerken ben ise odaları gezen Güneş'in yanına gittim. Ozan da onun peşinden gidiyordu. 2 yatak odasından birisi boştu ve diğeri de Ozan'ın odasıydı. Boş olan odayı ise Ozan resmen depo gibi kullanıyordu. Fazla eşya olmamasına rağmen biraz dağınıktı. Güneş, Ozan'ın yatak odasına girdiğinde Ozan ve ben de peşinden içeriye girdik.

 

Toplanmamış olan ve yorganıyla çarşafı birbirine girmiş yatağı gördüğümde göz devirdim. "Bu ne hal Ozan?"

 

Ozan tam dönüp bana cevap verecekken Güneş araya girdi. "Ozan, ne kadar dağınıksın sen!" dediğinde ben gülerken Ozan ise kaşlarını çatarak Güneş'e baktı.

 

"Ben dağınık değilim küçük hanım. Hem sen de sabahları yatağını toplamıyorsundur emin ol." dediğinde Güneş iki elini beline koyarak Ozan'a baktı. "Topluyorum bir kere akıllım. Her sabah kendi yatağımı topluyorum ben. Çok düzenli bir insanmışım, annem ve abim öyle dediler."

 

"Abisi ne ki kardeşi ne olsun, ikisi de laftan anlamazın teki." diyerek isyan etti Ozan.

 

"Bir şey mi dedin Ozancığım?" dedi Güneş.

 

Arkamızda bizi dinleyen Çınar'ın varlığını ise o konuştuğunda farkettim. "Bir şey mi dedin Ozancığım?" dedi o da Güneş gibi.

 

Ozan gözlerini büyüterek "Siz nasıl bir soydan geliyorsunuz ya, abi-kardeş aynılar resmen hayatı bana dar etmek için doğmuşlar amına-" dediğinde hızla Ozan'ın ağzını elimle kapattım. "Çocuk var sus."

 

İki eliyle Güneş'i gösterdi. "Çocuk değil ki bu. Çınar'ın small versiyonu resmen. Abisi kılıklı yelloz." dediğinde Güneş kaşlarını çattı.

 

"Ben yelloz değilim. Sensin yelloz." dediğinde Ozan kıkırdayarak "Sen yelloz ne demek biliyor musun sanki cüce?" dedi. O gülmeye devam ederken Güneş ise abisine dönüp "Ya abii! Ozan'a bir şey de." dedi.

 

"Ozan! Delirtmek mi istiyorsun oğlum beni?" dedi Çınar, Ozan'ın ensesine vurarak.

 

"Yelloz ama. Sarı saçlı yelloz."

 

Güneş yanıma gelerek eğilmemi istedi. Ona uyarak önünde eğildim ve kulağıma iki elini koyarak fısıldadı. "Yelloz ne demek Başak abla?" dediğinde göz devirerek Ozan'a baktım.

 

"Ne? Beni mi şikayet ediyor?" diyerek isyan etti Ozan. Bense Güneş'in elinden tutarak "Hadi ablacım gel mutfağa gidelim biz seninle." dedim. Güneş'te bana uyarak elimi kavradı ve beraber mutfağa geçtik.

 

Ozan ve Çınar ise didişerek bizim arkamızdan geldiler ve sonra da salona geçtiler.

 

Güneş ile beraber poşetleri açtık. O kendine aldığı çikolatayı bulup paketini açarken ben ise aldıklarımızı sırayla poşetlerden çıkartıyordum.

 

Mutfak dolaplarını teker teker açarak kap aramaya başladım. Altta ki çekmeceden iki büyük kap alıp cipsleri onlara boşalttım. Aldığımız kolaları da bardaklara doldurarak teker teker içeriye taşımıştım. Güneş, benden önce salona giderek koltuğa abisinin yanına oturmuştu ve çikolatasını yemeye başlamıştı.

 

Ben de yanlarına geldiğimde farkından bile olmadan koyu bir sohbete daldık. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar huzurlu hissettiğimi hatırlıyordum.

 

Bu akşam da sona erecekti elbet. Sabah olacaktı ve uyandığımda kendimi yine gerçek dünyanın içinde bulacaktım.

 

Belki de bir geceliğine bile mutlu olabildiğim için şanslı hissediyordum kendimi. Hayat, bu bir gecelik zaman dilimini bana çok görmemeliydi.

 

Çınar bir ara Güneş'e döndüğünde elini onun saçına götürdüğünü gördüm. Saçlarını okşayacağını sanarken Güneş'e sorduğu soruyla ne yaptığını anladım. "Abiciğim saçında toka yok muydu senin?" diye sordu.

 

Güneş bir elini saçına götürüp yokladığında hızla abisine döndü. "Hiih! Tokam nerde?"

 

"Belki içerde düşmüştür bıcırığım. Beraber bakalım mı?" dediğimde Güneş hızla yerinden kalktı. Ben de kalktım ve beraber önce mutfağa gittik. Yerlere baktık fakat söylediği küçük arılı tokayı bulamadık.

 

Ozan'ın yatak odasına girdik fakat orada da yoktu. Güneş bir anda ortadan kaybolunca onu ararken Ozan'ın kullanmadığı boş odasına buldum onu. Elinde ki arılı tokayı gördüğümde yüzüne baktım. "Sen bu odaya ne ara girdin bıcırık?"

 

"Siz abimle gelmeden önce oraya girmiştik. O zaman düşmüş tokam." dedi gülümseyerek.

 

"Tamam o zaman. Hadi geçelim abinlerin yanına." dediğimde koşarak salona gitti Güneş. Ben ise çıkmadan önce gördüğüm şey ile duraksadım.

 

Duvar kenarında ki kutuların yanında, yerde laminantın üstünde ki kar küresinin güzelliğiyle yüzümde bir tebessüm peydahlandı. Eğilip onu elime aldım ve tekrar doğruldum.

 

İki elimle cam küreyi kavrarken hafifçe salladım ve içinde ki karlar hareket etmeye başladı. İçinde iki farklı insan figürü vardı. Birisi genç bir kızdı. Karşısında da ona, tıpkı elimde tuttuğum gibi bir kar küresi uzatan bir adam vardı.

 

Küçükken kar kürelerini çok sevdiğimi hatırlıyordum. Anneme ne kadar ısrar etmeme rağmen bana hiçbir zaman o kürelerden almamıştı. Zaten annem bana istediğim bir çok şeyi almamıştı.

 

Kar küresinin büyüleyici güzelliğine dalıp giden gözlerim, önüme sallanan bir elin varlığıyla hayata döndüğünde karşımda duran Ozan'a baktım.

 

"Ne yapıyorsun la?" diye sorduğunda elimde ki küreyi gösterdim. "Çok güzelmiş. Senin mi?" diye sordum.

 

Kaşlarını kaldırarak cevap verdi. "Haa, yok. Değil aslında. Ya ben bir kıza almıştım onu ama veremedim hiçbir zaman. Sonra da buraya koymuşum farkında bile değilim." dediğinde güldüm. Dediği hiçbir şeye şaşırmıyordum artık.

 

"Anladım." dedim ve küreyi aldığım şekilde yere bıraktım. "Hadi geçelim içeriye." dememin peşinden arkamı döndüm fakat Ozan'ın kolumdan tutup beni durdurmasıyla tekrar ona döndüm.

 

"Ne oldu Ozan?"

 

Eliyle yerde duran küreyi gösterdi. "Kızım beğendiysen senin olsun işte. Sen seversin böyle süslü püslü şeyleri." dediğinde afalladım.

 

Küreye çevirdim bakışlarımı. Sonra tekrar Ozan'a. "Gerçekten mi?" diye sordum.

 

"E herhalde." dediğinde kollarımı onun bedenine doladım. Ozan'a sıkı sıkıya sarılırken dudaklarımı araladım. "İyi ki varsın." dedim.

 

O kürenin benim için anlamı çok farklıydı. Küçük yaşımda kendi annem bile bana o küreyi bilerek almazken karşımda ki insan bana onu hiç sorgulamadan hediye etmişti. Başkaları için sıradan bir hediyeyken, benim için değerli bir hazineydi bu.

 

"İyi ki varsın...?" Ozan'ın ağzından çıkan cümleyle duraksar gibi oldum. Cümleyi bana değilde sanki sorarcasına kendi kendine söyler gibi tekrarlamıştı.

 

Geriye çekilip yüzüne baktığımda bakışlarının donuklaştığını gördüm. Kollarını geriye çekti ve elini ensesine götürdü. Yutkunduğunu farkettiğimde sorar gözlerle baktım çehresine.

 

"Ne oldu Ozan? Yanlış bir şey mi dedim?" deyince anında yanıtladı. "Yok... Yok. Demedin."

 

"Sorun ne?" diye sordum.

 

Bakışlarını kaçırdı. Eskisi gibi gülümsemeye çalışırken gözlerini gözlerime kenetledi. Omuz silkerek cevap verdi. "Bana kimse iyi ki varsın demedi. Sorun bu herhalde." dediğinde kalbim sıkıştı. Göğüs kafesim küçülürcesine daralırken, kalbim ise içeride dayanmak istercesine atıp durdu.

 

Bana kimse iyi ki varsın demedi. Sorun bu herhalde.

 

Ozan'a neden kimse iyi ki varsın demezdi ki? Demelilerdi. Ozan harika bir insandı. Demelilerdi.

 

Demelilerdi.

Dememişlerdi.

 

"Hadi Çınar tepemizde biter bak! Geçelim içeriye." dedi. Benden önce ayrıldı odadan fakat ben onun peşinden içeriye gitmeme rağmen o andan bir adım bile kaçamadım.

 

Gün sonunda Güneş'in de çok uykusu geldiği için evden ayrılmak üzere ayaklandık. Kapıyı açıp çıktık ve ayakkabılarımızı giydikten sonra son kez Ozan'a baktık.

 

"Allah bilir o bulaşıkları nasıl yıkayacaksın?" dedi Çınar. Ozan ise "Sanane oğlum bulaşığımdan? Bulaşık benim bulaşığım, atarım makineye cillop gibi olur çıktığında." dedi.

 

"Hadi hadi gidin artık, çok bile kaldınız." dedi bu sefer. "Adama bak ya bizi evinden kovuyor." dedi Çınar fakat Güneş'in de uykusunun geldiğini bildiği için fazla uzatmadı.

 

"Hadi iyi geceler."

 

"İyi geceler." dedi Ozan.

 

"İyi geceler." dedim.

 

İyi geceler...

 

Ozan'a kimse iyi ki varsın dememişti...

 

 

~•°•°•°~

İki günün ardından yeni bölümle geldiiim

Nasıl buldunuz bölümü?

Bölüm sonu.... Ozan'ım kurban olurum

Ozan size göre nasıl bir karakter?

 

Sonra ki bölümde görüşmek dileğiyle

 

​​​​​​YouTube hesabım; @sadecesudeew

Loading...
0%