Yeni Üyelik
30.
Bölüm

Motorcu: Adı Bela 2 / 3. Bölüm - Korkular

@sadecelerden_s

Korkularımız, cesaretimizi sıfırlıyorsa eğer kendimizi sorgulamamız gerekir. Çünkü eğer korkumuz her duyguya karşı zafer alıyorsa, işte o zaman tehlikedeyiz demektir.

 

Cesaretli bir insan olmak, inanç ister. Kendine inanıyorsan, kendine güveniyorsan, senin önüne geçebilecek kimse yok demektir. Sen onlardan değil onlar senden korkmalıdırlar asıl.

 

Korkuyordum. Bundan sonrasında olacaklardan ve yaşanacaklardan. Fakat bu zamana kadar bir şeylerin üstesinden nasıl geldiysem ve nasıl ayakta kalabildiysem; bundan sonra olacaklar beni zerre kadar korkutmamalıydı. Ben korkularımdan kaçmazdım. Çünkü asıl onlar benim zihnime dahi uğramak istemezlerdi.

 

Menekşe Arslan'ı bulursak eğer birçok sır perdesini aralayabilirdik. Onun ağzını açabilirsek ve bildiği şeyleri itiraf etmesini sağlarsak bir adım daha yaklaşabilirdik o'na. Fakat bunun gerçekleşmesi için, Menekşe Arslan'ın bu olaylarla uzaktan ya da yakından bir bağı olmalıydı.

 

Kenan Evren meselesi vardı bir de. Bu adam kimdi bilmiyordum fakat ona da bir şekilde ulaşmamız şarttı. Çünkü bulduğumuz o SIM kart, Musa'nın özel işleri veya görüşmeleri için kullandığı bir karttı, bu apaçık oratadaydı. Dolayısıyla bu işlerin başında bu adam olabilirdi de. En azından şu an bundan şüpheleniyorduk.

 

Evimdeydim ve sadece bir haber bekliyordum. İzinliydim fakat bu izinin bitmesi tek bir telefon çağrısına bakardı. Olumlu bir haber geldiği an artık beni bu dört duvar arasında kimse tutamazdı.

 

Ben Başak Şahin'dim ve kimse benim önüme geçemezdi. Onlar beni arkalarında bıraktıklarını sanıyorlardı fakat çok büyük yanılıyorlardı. Sadece bir anlığına yan yana gelmiştik, o kadar.

 

Bununla kendilerini avutmaktan başka bir şey yapmıyorlardı ve bunun farkında bile değildiler.

 

Düşüncelerimin arasına sızan melodi beni kendine çekerken gözlerim telefonumun ekranına kaydı ve gördüğüm isimle beraber hızla aramayı yanıtladım.

 

"Evet?" diyerek yanıtladım.

 

"Hazır olun Komiser Hanım. Sizi almaya geliyorum." Telefonun diğer ucundan konuşan Çınar'ın sesini duyunca yüzümde bir gülümseme oluştu.

 

"Tamam." dedim sadece ve aramayı sonlandırıp hızla ayaklandım.

 

Uzun kollu beyaz bir badi ve onun üstüne mavi-beyaz şeritleri olan gömleğimi giyip, altıma da kot pantolonumu geçirdim. Cüzdanımı ve çantamı alıp evin kapısını kilitleyip merdivenlerden hızlı adımlarla indim.

 

Dün gece korkuyordum, sabah olacak diye. Fakat özgüvenim korkuma bir çelme takmış ve onu nakavt ederek öne geçmişti. Artık korkma sırası onlardaydı. Satranç oyununda mat yapmak, başarının tanımıydı ve içinde bulunduğum bu oyunda ben mat yapacaktım.

 

Ben aşağıya indikten beş dakika kadar sonra sağ ilerde ki kavşaktan dönüp buraya gelen arabayı gördüğümde kaldırıma geldim. Araba tam benim önümde durduğunda ön koltuğun kapısını açıp içeriye yerleştim.

 

"Ne buldunuz?" diyerek konuya giriş yaptım hemen.

 

"Sağol canım. Ben de iyiyim bugün. Aynen hava da çok güzel gerçekten." diyerek dalga geçti benimle Çınar. "Dalganı akşam geçersin Çınar. Önce iş." dedim.

 

"Öyle olsun." dedi. Önce duraksayıp nefes aldı. Sonra nefesini dışarıya üfleyerek anlatmaya başladı. "Bir ev adresi var şu an elimizde. Eğer biz yanlış bir adres bulmadıysak, ki bunun ihtimali bile yok... Veya tesadüf eseri bize bir oyun oynanmıyorsa eğer orası o kadının şu an yaşadığı ev." dedi.

 

"Nerede bu ev?" diye sordum merakla. "Bağcılar'da." diyerek cevapladı sorumu. "Müstakil bir ev. Aynı zamanda bahçeli falan."

 

"Ozan'ı da alacağız bu arada geçerken." dediğimde göz bebeklerim titredi.

 

Bana kimse iyi ki varsın demedi. Sorun bu herhalde.

 

Dün akşam Ozan'ın dedikleri zihnime doluştuğunda bir sancı girer gibi oldu bedenime. Ozan hakkında ne biliyordum ben? Eğlenceli, mizahı olan bir insan? Komik? İyi kalpli de? Güvenilir?

 

Ben sadece Ozan'ın kişisel özelliklerini biliyordum. Sadece onu tanıyordum. Hayatını değil.

 

"Çınar?" diyerek ona döndüm. Dilimle dudaklarımı ıslattım. "Ozan'ın ailesi... Nerdeydi?" diye sordum.

 

Kaşlarını çatarak "Bu nereden çıktı şimdi?" diye sordu.

 

"Ne bileyim... Aklıma geldi. Hiç konuşmadık ya Ozanlayken böyle şeyler."

 

Düşünür gibi bir ifade aldı suratı. "Bununla ilgili bir şeyi daha önce, hatta çok önceden Ozan'a sorduğumu hatırlıyorum. Fakat o an durduk yere konuyu başka yere çekmişti... Benim de dikkatimi o yöne çekmişti pezevenk." dedi. Fakat sonradan bir şeyin farkına varır gibi kaşlarını çattı.

 

"Şimdi farkediyorum da... Biz Ozan'a hiç sormamışız böyle şeyleri Komiser Hanım." dediğinde gözlerimi ön cama çevirdim. Sessiz kaldım fakat zihnim susmadı. Devamlı kafamın içinde konuşmaya devam etti.

 

"Nerden geldi aklına bir anda?" diye sordu bana bakarak. Ona söylemeli miydim?

 

Belki de bunu Ozan ile baş başa konuşmam gerekiyordu. En azından şimdilik bunu Çınar'a söylemeyecektim.

 

"Ama ailesi İstanbul'da değil galiba. Olsaydı eğer bir gün ziyaretlerine gideceği zaman illa ki aramızda konusu geçerdi. Yani ben en azından öyle düşündüm." dediğinde bu bana da mantıklı gelmişti.

 

Fakat sorun şuydu ki; ben onu ailesinden herhangi bir ferdiyle de telefonda konuştuğunu görmemiştim.

 

Aklıma gelen ihtimaller ruhuma zehirli bir sarmaşık gibi dolanıyordu adeta.

 

Bir şey söylemedim ve o da başka bir şey sormadı. Önümüzdeki dakikalarda Ozan'ın sitesine gittik ve ordan Ozan'ı da arabaya alıp asıl hedefimiz olan Bağcılar'a doğru yola koyulduk.

 

"Ya bu kadın orada değilse?" diye bir soru ortaya attı Ozan. Eğer orada değilse... Olduğu yeri bulacaktık. Ama bir şekilde o kadına ulaşmak zorundaydık.

 

"Başka bir bilgiye ulaşmaya çalışırız. Eğer bu kadın olanların hepsinden haberdarsa, ve özellikle onları aradığımızı biliyorsa saklanıyordur. Fakat eğer onlarla beraber bir ihtimal kadın da kaçtıysa işimiz sakat." dediğinde bedenim kasıldı. Çınar haklıydı. O da kaçmış olabilirdi.

 

"Kenan Evren kim? Araştırdınız mı?"

 

"Şu an emniyette onu bulmaya çalışıyorlar. Ben çıkmadan önce elde tutulur bir bilgiye ulaşılamamıştı henüz."

 

Kenan Evren... Hiçbir yerden tanıdık gelmeyen bu isim, bana kötü şeyler çağrıştırıyor ve içimde karadelikler oluşturuyordu. Karadelikler beni içine çekmeye çalışırken araba tıpkı Çınar'ın dediği gibi biraz eski bir müstakil evin önünde durdu.

 

Sırayla arabadan indik eve baktık. Gözlerimi evin etrafında gezdirdikten sonra içinde bulunduğumuz sokağa baktım. Eski tip evler ve tek tük esnaf bakkalları vardı. Fazla uğranılan bir yer olmadığı barizdi.

 

Çınar'la göz göze gelince gözlerimi kırptım ve o da başını salladı. Aynı anda adımlayarak önce bahçeye ordan da evin önüne geldik. Evin dış kapısını Ozan üç kere sertçe tıklatıp bizim gibi geriye adımladı. Bekledik. Bekledik.

 

Bekledik ama açan olmayınca ben yöneldim kapıya. Bu kadar yaklaşmışken aramıza giren eski püskü bir kapı olamazdı!

 

Daha sert bir şekilde dört kere tıklattım kapıya. "Sakin ol." Çınar'ı duydum fakat dinlemedim o an. Tam dayanamayıp tekrar tıklatacakken arkamızdan gelen kadın sesiyle elim havada asılı kaldı.

 

"Kime bakmıştınız?" Sesi duyduğum an arkama döndüm. Çınar ve Ozan'da arkalarına baktılar ve eş olarak karşımızda ki kadının yüzüne çevirdik bakışlarımızı.

 

Kadın taş çatlasın 50 yaşlarında idi fakat daha genç gösteriyor gibiydi. Yüzünde ki tek tük kırışıkları ve saçında yeni yeni çıkan ak telleri saymazsak.

 

"Siz kimsiniz?" diye tekrarladı sorusunu.

 

"Menekşe Arslan siz misiniz hanımefendi?" diye sordu Çınar öne çıkarak.

 

Kadın irkildi fakat bir cevap vermedi. Çınar polis kimliğini kadına gösterip konuşmaya devam etti. "Komiser Çınar Duman. Menekşe Arslan ile bir konu hakkında konuşmamız gerekiyordu. Bu yüzden buraya geldik."

 

Kadın korkmuş gibi duruyordu ama hâlâ aradığımız kişi o mu değil mi çözememiş durumdaydık.

 

"Ben değilim. O... Bir süre önce taşındı, burdan." dediğinde kaşlarımı çattım. "Nasıl taşındı? Siz tanıyor muydunuz onu? Nereye taşındı biliyor musunuz peki?" diyerek art arda sıraladım sorularımı.

 

"Hayır. Bilmiyorum." dedi sadece. Gözlerimi kapattım ve birkaç saniye açmadım. Tekrar göz kapaklarım aralandığında Çınar'a baktım.

 

"Peki siz tanıyor muydunuz tam olarak? Burda ne zamandan beridir oturuyordu? Hiç konuşmuşluğunuz var mıydı?" Ozan kadınla konuşmaya devam ediyordu. "Hayır. Burda onunla konuşan pek görmedim. Ben de konuşmazdım sadece taşınırken gördüm. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum." dedi.

 

"Peki, teşekkürler." dedi Ozan. Kadın arkasını dönüp bahçeden çıktı. Elinde ki poşetleri bile o an farketmiştim. Bahçeye poşetleriyle beraber sırf bizi gördüğü için mi girmişti?

 

İstemsizce kendimi evin dışına doğru adımlarken buldum. Bahçe kapısından çıkıp sokağa baktığımda gördüğüm beden ile gözlerimi sonuna kadar açtım. Ağzımdan bir isim çıkarken koşmaya başladım.

 

"Çınar!" Ben hızla kadının peşinden koşarken kadın ise onun kim olduğunu anladığımın farkına varmıştı ve telaşla kaçıyordu.

 

"Başak dur!"

 

"Kızım dursana nereye!" Onlar da bana seslenerek peşimden koşmaya başladıklarında arkaya doğru seslendim. Bir yandan kadının peşinden koşuyordum.

 

"Yalan söylemiş. Bu Menekşe." Kadın ara sokaklardan birine girip gözden kaybolduğunda adımlarımı yavaşlatıp hızla arkamı döndüm.

 

"Biriniz sol sapaktan gidin diğeriniz şurdan gitsin. Ben de sağdan gideceğim." dedim. İkisi de dediğim yerlerden koşmaya başladıklarında sağ yoldan ilerlemeye başladım. İçimden sayısız kez kadını bulmak için dua ederken fazla koşmaya dayanamayan karnımın belli kısımları acıyla yanmaya başlamıştı.

 

Karnımda ki acı durmaksızın devam ederken koşmaya devam ettim. "Bu musun sen? Bu kadar güçsüz müsün? Alt tarafı koşuyorsun. Dayan!" Kendi kendime konuşurken bir elimle karnımı tutuyordum.

 

Fazla hızlı koştuğum zamanlarda karnıma bir ağrı saplanırdı ve bir süre geçmezdi. Tam şu anda ve şu dakika da bu oluyordu.

 

Kadını gözden kaçırdığımda bir küfür kaçtı ağzımdan. Bu kadar kolay kaçmamalıydı elimizden!

 

Tam o anda başka bir yol ayrımına geçtim ve yolun sonunda onları gördüm.

 

Burası çıkmaz sokaktı. Bir zamanlar çıkmaz sokak bendim. Ve şimdi, benim sonumda o kadın vardı. Maalesef ki burdan çıkışı yoktu.

 

Menekşe, duvara sinmişti ve korktuğunu belli edercesine bakıyordu Çınar ve Ozan'a. İkisinin de elinde bir silah vardı. Sesli bir şekilde konuşuyorlardı.

 

Yanlarına yaklaştığımda Çınar'ın netleşen sesini duydum. "Musa Sancak ile bağlantın ne?"

 

"B-bir bağlantım yok. Yemin eder-"

 

"Yalan söyleme!" Ozan'ın bağırdığını duydum. Yanlarına ulaştığımda Menekşe ile gözlerimiz buluştu.

 

Can yakıcı ama bir o kadar gerçek olan bir şeyi farkettim onun çehresine baktığımda.

 

Yıllar önce terk ettiği oğlu, kendisinin tıpkısı gibiydi.

 

Simaları, göz renkleri, bakışları... Hepsi bana onu hatırlatıyordu o an.

 

"Eğer gerçeği söylemezsen seni gözaltına almak durumunda kalacağız. Ya anlatırsın ya da-" derken lafımı kesti.

 

"Ne istiyorsunuz benden?" diye sordu.

 

"Musa Sancak ile bağlantın ne diye sormuştu az önce Komiserim. Kulağın mı bozuk teyze?" dedi Ozan. O an ciddiyet takınmasını istesem de bir şey demedim.

 

Yutkunduğunu gördüm. Korkuyordu. Hem de delicesine korkuyordu. Başına gelebileceklerden korkuyordu.

 

"Bak... Musa seni tehdit ediyorsa eğer, korkacak bir durum yok. Eğer başına bir şey gelmesinden korkuyorsan..."

 

"Tehdit falan yok. Ben hiçbir şey bilmiyorum." İnkâr etmeye devam ederken bir adım attım ona doğru ve tam gözlerinin içine bakarak konuştum.

 

"Oğlun Aras'ı da mı tanımıyorsunuz Menekşe Hanım?" dediğimde gözleri fal taşı gibi açıldı o an. Şok oldu belki de. Bunu beklemiyordu.

 

"Nerden tanıyorsunuz onu?" diye sordu. Güldüm. Kendimi tutamadım ve kahkahayı bastım.

 

Nerden tanıyorsunuz onu, dedi. Tam tamına bunu demişti az önce. Sinirlerime hakim olamadım ve gülmem bir türlü son bulmazken "Ne gülüyorsun?" diye sorduğunda kendime gelip ona doğru eğildim.

 

"Neden? Sen onu çok mu tanıyorsun? Ha? El bebek gül bebek mi büyüttün sen oğlunu? Çok mu düşkünsün ona, çok mu endişeleniyorsun onun için? Bu yüzden mi sordun? Ben cevaplayayım senin yerine. O senin yıllardır umrunda değildi. Evini terk edip gittiğinde dört yaşında ki oğlun da umrunda değildi. O adam yüzünden bir katile dönüştüğünde de umrunda değildi. Söylesene!" Nefesim tükenene kadar bağırdım. Bütün gerçekleri haykırdım yüzüne. Aylardır acı çeken bendim fakat bu kadının belki de yıllardır içi dahi sızlamamıştı.

 

"Yeter! Siz... Siz kimsiniz? Nerden biliyorsunuz bunları? Eşkıya mısınız?" diye sorduğunda patladım. "Sizsiniz eşkıya asıl!" Üstüne yürürken Ozan ve Çınar tutup geri çektiler beni. "Başak dur!"

 

"Kadını mı öldüreceksin, yavaş!" Ne Ozan'ın ne de Çınar'ın uyarmalarını duyuyordum o an.

 

Bir melodi sesi ortamın gürültüsünü böldüğünde, kulaklarım sese dikkat kesildi. Birinin telefonunun çaldığını farkettiğimde arkamı dönüp onlara baktım. Hayır... Bizden gelmiyordu.

 

Önüme tekrar döndüğümde, Menekşe'nin cebinden korkuyla bir telefon çıkardığını gördüğüm an elinden telefonu çekip aldım.

 

"Dur! Dur ne yapıyorsun sen? Bırak!" diyerek üstüme atladı bu sefer.

 

"Çekil şuradan!"

 

"Başak sakin ol!" Ozan da aramıza girmeye çalıştığında hepsinin arasından çıkıp geriye doğru koşmaya başladım. Telefonun ekranına baktığımda A yazıyordu sadece.

 

Bir de isim mi şifrelemişti yakalanırım diye?

 

Sokağın ucuna doğru hızla koşarken telefonu açtım ve karşıdan gelecek olan sese kulak verdim.

 

"Aras ben. Sesimi duymaya dahi tahammülün olmadığını biliyorum fakat mecbur kaldım..."

 

O an dünya durdu. Dönmedi. Dönsün istedim. Zaman aksın istedim. Belki zaman bir su değildi ama yine de içimden akması için yalvardım.

 

"Musa abinin telefonlarını açmıyormuşsun. Acilen bana geri dönmesi gerekiyor dedi. Eğer dönmezse, başına gelebilecek şeylerden o sorumlu değilmiş."

 

Akmadı. Çığlıklarım yankılandı içimde ama sesim hiç dışarıya vurmadı...

 

 

~•°•°•°~

 

Aras'ımı özlemişim yaa yeminle

Ama henüz gelmedi diyebiliriz....

 

​​​​​​Bölümü nasıl buldunuz?

 

YouTube hesabım; @sadecesudeew

Loading...
0%