Yeni Üyelik
31.
Bölüm

Motorcu: Adı Bela 2 / 4. Bölüm - Karanlığın Sırrı

@sadecelerden_s

Bir makine icat edilmeliydi. Geçmişe ışınlamamızı ve zaman diliminde yolculuk etmemizi sağlayan bir makine olmalıydı bu. Belki o zaman hatalarımı doğruya çevirebilirdim.

 

O an gerçekten de geçmişe dönmek istedim. Belki de onunla hiç tanışmamak, onu gördüğüm ilk gün sorduğu soruya yanıt vermemek hatta belki de aynı apartmanda oturmamızı engellemek... Yeter ki onu tanımayayım istedim. Yoksa şu an kalbim böylesine tuzla buz olup parçalanmamış olurdu onun ellerinde.

 

Sesini duyduğumu kabullenemedim bir an. Hayal sandım. Rüya görüyorum gibi geldi belki de. Fakat sesi, tüm gerçekler kadar gerçekti. Gerçekti ama bir o kadar da yalandı Aras.

 

Hayatı yalandı. Hayatımı hayatına katmış ve beni de yalanların ortasına atıp kaçmıştı. Şimdi ise iki ayın ardından sesi kulaklarıma dolmuş ve orda yankılanıp durmuştu. İçimde garip bir his belirirken tekrar duydum sesini.

 

"Duydun mu?" Hiçbir cevap vermemiştim az önce dediklerine karşılık. Bir anda onun sesini duymayı hiç mi hiç beklemiyordum.

 

Sesimi duymaya dahi tahammülün olmadığını biliyorum, demişti. Annesi gerçekten de oğlundan iğreniyor muydu? Telefonuna sadece A harfi ile kaydedecek kadar? İsmini anmayı geçtim yazmaya kadar mı nefret ediyordu öz oğlundan, Menekşe Arslan?

 

"Ne yaparsan yap. Kapatıyorum." dedi. Kapattı. Konuştuğu ve seslendiği kişinin ben olmadığını bilerek yaptı bunu. Kapattı sadece.

 

Telefon hızla elimden alıp çekilince dalıp giden gözlerim, odağını bularak Menekşe'ya yöneldi. Eline telefonunu almış ve kimin aradığına bakmıştı. Aras'ın aradığını görmüş olacak ki gözleri hayretle ve telaş duygusuyla beraber açıldı.

 

"Telefonu mu açtın sen? Neden!? Ne istiyorsunuz benden, ben bir bok bilmiyorum dedim size!"

 

"Menekşe Hanım derdinizi karakolda anlatırsınız. Üslubunuza da dikkat edin!" Çınar sesini yükselterek ve tam gözlerinin içine bakarak onu uyardığında hâlâ söylenmeye devam ediyordu fakat boşunaydı.

 

Ozan ve Çınar onu iki kolundan bir tutup sokakta ilerleterek arabaya götürürlerken ben de peşlerinden geliyordum. Hiçbiri o an kimin aradığını sormamıştı fakat benim o an duyduğum kişinin sesi, sorgulanması gereken birinin sesiydi.

 

Uzun bir yürüyüşün ardından arabayı bıraktığımız yere geldiğimizde ben önden geçip arka kapıyı açtım ve Menekşe'yi içeri oturtmaları için yer açtım. O sırada bir yandan elinde ki telefonu hızla çekip aldım.

 

Bağırıp çağırmak istediğini farketsem de bu pek umrumda olmadı. Kendisi de yakarmanın artık faydasız olduğunu farketmiş olacak ki ağzını bıçak açmadı.

 

Sırayla arabaya bindik ve emniyete gitmek üzere yola koyulduk. Ben de bu sırada elinden aldığım telefonun rehberine girdim. Arama geçmişine bakıp en son kimlerle görüştüğüne baktım. Sadece onun numarasını görmemle duraksadım. Arama geçmişini silmişti. Rehberine kayıtlı olan numaralara baktığımda ise sadece üç kişinin ismi vardı. Birisi ismini dahi yazmaya çekindiği oğluydu. Diğeri tahminlerim üzerine Musa'ydı.

 

Diğeri ise Kenan. Kenan Evren. Menekşe'yi sorguya aldıktan sonra öğreneceklerim doğrultusunda hareket edecektim elbet fakat aynı zamanda bu adama da ulaşmamız gerekiyordu.

 

"Kenan kim?" diye sordum yanımda oturan kadına dönerek. Kafasını dahi kıpırdatmayıp ağzını bıçak açmadı. Sadece pencereden dışarı bakmaya devam etti. "Yüzüme bak!" Sesimi yükselttiğimde "Başak! Sakin." diyerek uyardı beni Çınar.

 

Sinirle soludum ve önüme döndüm.

Tam o esnada Menekşe'nin ağzından dökülenlerle tekrar ona dönmem bir oldu. "Gerçekleri bir bir anlatırsam beni serbest bırakacak mısınız? Benim hiçbir suçum yok. Beni zorladılar!"

 

Sonlara doğru sesi yükseldi. "Onların işlediği günahlar adına beni suçlayamazsınız!"

 

"Suçu işleyen kişiye ortaklık etmek ve suçu gizlemekte sizi bir suçlu yapar. Neden en başında bize gelmediniz?"

 

"Eğer ben gerçekleri size anlatırsam, benim payıma düşen ne olacak?"

 

Bir saniye... Payıma düşen... Payına düşen?

 

"Para mı istiyorsun gerçekten bizden?" dedim dişlerimi sıkarak.

 

"Bak... Gerekirse parayı bile gözüm görmez ama yeter ki ben eski sakin hayatıma geri döneyim. Ben zorla durdum onların yanında. Örgüt bunlar resmen, hayatımda gördüğüm en haysiyetsiz, vicdansız insanlar." Nefes dahi almadan söylediklerine karşılık afalladım.

 

"Ben de diyorum ki, neden en başta gelip bize anlatmadın? Madem zorladılar neden bunun önüne geçmeye çalışmak yerine onların önünde diz çöktün?"

 

"Yapamazdım! Öldürürlerdi beni! Gözlerini bile kırpmadan, acımazsızca alnımın çatından vuruverirlerdi."

 

Ya yalan söylüyorsa?

 

"Sorguda gerçekleri anlatacak mısın?" dedim.

 

"Anlatırsam serbest kalacak mıyım?" dedi.

 

"Yalan söyleyip söylemediğini bilemeyiz."

 

"Ne yapacaksınız o zaman bana?" diye sordu bu sefer de.

 

"Bir süre nezarette kalabilirsin. Aksi mümkün bile değil. En azından biz gerçek suçluları yakalayana dek. Ondan sonrasına da vakti gelince bakacağız." diyerek açıkladım.

 

"Tam olarak nerde saklandıklarını biliyorsundur o zaman sen teyze?" diye sordu konuşmaya dahil olan Ozan.

 

"Teyze mi? Siz dalga mı geçiyorsunuz benimle?"

 

"Ozan!" diyerek uyardığımda dudaklarına hayali bir fermuar çekti. Göz devirdim. Konuşmaya devam ettim sonrasında. "Biliyor musun?" diye sordum, Ozan'ın dediğini kastederek.

 

"Bilmiyorum. Bana söylemediler." dedi.

 

"Emin misin?"

 

"Eminim! Beni planlarına dahil etmediler hiçbir zaman. Sadece gidip emniyete ötme ihtimalime karşılık korkuttular beni."

 

Elimde ki telefonu havaya kaldırdım. "Niye sadece bu üç kişi var telefonunda?" diye sordum.

 

"Kimseyle görüşmeme izin vermiyorlar."

 

Bir süre soluklandım ve bekledim. Bu kadın eğer bizi kandırmıyorsa birçok şey biliyordu, bundan emindim.

 

"O'nunla yüz yüze görüştünüz mü hiç?" diye sordum.

 

"Kiminle?" dedi tek kaşını kaldırıp. "Adını dahi anmadığın oğlunla?"

 

"Tanıyor musun onu?" diye sorduğunda güldüm.

 

"Hayır. Ben onu hiç tanımamışım." dediğimde kaşları havaya kalktı.

 

"Kahraman Arslan'ın ölümüne kimin sebep olduğunu biliyor musun peki?" Bu soruyu ortaya atmamla anında gözlerini gözlerime dikti.

 

Baktı. Baktı. Fakat cevap vermedi. Birkaç saniye sonra tekrar önüne döndü.

 

Biliyordu.

 

"Noldu peki? Yine mi tehdit ettiler, yine mi korkuttular? Ne yaptılar da yine sustun? Nasıl bu kadar korkutuyorlar seni de yüzlerce kez sustun!?" diyerek patladım. Sinirim artarken kendimi tutamayacak hâle gelmiştim.

 

İnsanlar bencildi. İnsanlar acımasızdı. Hele ki bazı insanlar, utanmaz, yüzsüzün tekiydi.

 

Başkalarını yok etmek için varolmuş gibilerdi. Başarıyorlardı da.

 

"O adam senin eşindi. Oğlunun babası. Sen evliydin o adamla. Terk edip gitmiş olman bir zamanlar aynı yatağı paylaştığınız gerçeğini değiştirmezdi hiçbir zaman."

 

"Ne kadar tanıyorsun bizi?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım.

 

"Sorularımın altında kalmaktan korkup kendin mi soru yöneltiyorsun bana?" dedim küçümseyen bakışlarımı ona dikerek.

 

"Ben yanlış bir şey yapmadım. Ölmeyi kimse istemez. Ben de istemedim. Kendimi korumak için yaptım." dediğinde sesimi yükselttim.

 

"Yaşamak uğruna, oğlunun bir katil olmasına göz yumdun yani öyle mi?"

 

"Benim bir oğlum yok!" diye bağırdığında, hem ben hem de önde oturup bizi dinleyen Çınar ve Ozan dikiz aynasından Menekşe'ye baktılar.

 

"O benim oğlum değil. Ben de onun annesi değilim. Dünyanın dilinde adı dolaşan birine oğlum demem ben."

 

Ellerimi sıktım. Tırnaklarım avucumun içine girip orayı deşene kadar sıktım. Dişlerimi sıktım. Tüm bedenim kaskatı bir bütün olana kadar sıktım kendimi. Bütün uzuvlarım kasılana dek.

 

Bir şey olmadı. Hiçbir şey değişmedi. Ne harlanan öfkem biraz olsun söndü ne de avucuma taktığım tırnaklarımı onun yüzüne takma isteğim.

 

"Kimin yüzünden peki hiç düşündün mü?" diye sordum.

 

Cevap vermedi. Tepki de vermedi. "Oğlun..." dedim her harfi bastırarak. "Neden şu an bu durumun içinde, kimin yüzünden. Hiç bu soruyu sordun mu kendine? Ha?"

 

Sustu. Susmayı, gerekçe sanıyorlardı fakat susmak günahı olup kabullenmeyenlerin taktiğiydi her zaman.

 

"Düşünmedin. Çünkü o hiçbir zaman senin umrunda bile olmadı değil mi?"

 

"Aşık mıydın yoksa ona?" Dudaklarım aralık kaldı. Kapanmadı. "Komiser hanımın kalbini mi kırmış benim oğlan? Ah! Sorduğun hesapların sebebi bu muydu?" Rolleri değiştirmeye çalışıyordu. Az önce onu işlediği suçlarla yerden yere vuran bendim. Şimdi ise o beni kendi işlediğim suçla vurmaya çalışıyordu.

 

Suçum ise güvenmekti.

 

"Kendi yaptığın pisliklerin önünü kapatmak için ortaya beni mi koyuyorsun? Şunu bilmiyorsun o halde... Ben kimsenin arkasını toplamak için kullandığı oyuncağı değilim. Hele senin... Hiç."

 

Dediklerim karşısında yenilgiye uğradığında kaşları çatıldı. Gözlerini kısarak bana baktı birkaç saniye.

 

"Hanımlar, o ömre bedel bakışma seansınızı bölmek istemezdim ama inmemiz gerekiyor." Ozan'ın sesi aramıza girdiğinde hemen gözlerimi kaçırdım ve arkamda kalan kapıyı açıp arabadan indim. Menekşe'yi de arabadan, iki kolundan tutarak, indirip karakolun girişine yöneldik.

 

Sırada en sevdiğim kısım vardı. Sorgu... Üstlerine kalan bütün kirlerin, sorularla arındırıldığı yer.

 

~•°•°•°~

Yarım saat sonra...

 

"Neden?"

 

Neden kelimesi, beş harften ve iki heceden oluşan kısa bir kelimeydi. Bu kadar kısa bir kelimenin, ardında sakladığı uzun satırlara gebelik yapan cevaplar silsilesi vardı.

 

"Ne neden?" diye sordu tam karşımızda oturan kadın.

 

"Neden onların suçuna ortaklık ettin?" diyerek yineledim sorumu.

 

"Bunu arabadayken açıkladım." dediğinde hızla cevap verdim. "Şu an içinde bulunduğumuz yer bir araba değil maalesef. Bu yüzden ben sorumu üçüncü kez tekrarlamadan, soruma cevap versen iyi olur."

 

Gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi dışarıya. Hâlâ gözleri kapalıyken konuştu. "Ölümle tehdit edildim. Eğer gerçekleri gelip anlatırsam canıma kastederlerdi."

 

"Bana bu olayları ilk öğrendiğin günü anlat." Asıl soru buydu. Nerde, nasıl ve ne zaman öğrendiği.

 

"Anlatırsam ne değişecek?" diye sorduğunda benim yerime amirim cevapladı.

 

"Eğer anlatırsan, bu olayın mahkemesinde hakimin vereceği karara göre suçsuz yargılanma ihtimalin yüksek. Çünkü her ne kadar suça ortaklık olsa da, canınla tehdit edilmişsin." diyerek açıkladı Mahir Bey.

 

"Ama tutuklu da yargılanabilirim. Bunu mu çıkarmalıyın bundan?"

 

"Bu her ne kadar olası bir ihtimal olsa da şimdilik düşük bir ihtimal Menekşe Hanım. Bakın... O katilin başka insanların da ölümüne sebep olmasına razı mı geleceksiniz? Bunu onaylıyorssanız elbette seve seve sizi de cezaevin-" derken araya girdi.

 

"Tamam. Anlatacağım. Tamam." dedi. Derin bir nefes alıp verdi. Kendini hazır hissettiğini anladığımda duymak istediklerimi duymaya başladım.

 

"Dört sene önce... O zaman öğrendim. Musa bulmuş beni bir şekilde. Normalde tanımıyordum ben onu. Fakat o beni çok yakından ve uzun zamandan beridir tanıyormuş. Kocam dolayısıyla ulaşmış bana." dediğinde duraksadım.

 

"Kocan?"

 

Yutkundu. "Kenan. Kenan Evren. İkinci eşim. Daha doğrusu resmi nikahlı bir birlikteliğimiz yok. Çünkü biz Kahraman ile boşanmamıştık." dediğinde Mahir Bey'e döndü bakışlarım. O da benimle aynı şeyleri düşünmüş olmalı ki, bana bakıyordu.

 

"Bir gün... Onları Kenan'ın çalışma odasında konuşurlarken duydum. Musa ondan para talep ediyordu. Fakat konuşmanın ilerleyen dakikalarında bambaşka bir şey girdi konu olarak araya. Dediğin işi yaptı ve normal olarakta parasını hemen eline almak istiyor Kenan. Nesini anlamak bu kadar zor, dediğini duydum Musa'nın.

 

Ölüp giden babasının çakma hayal dünyası adına elini kana buluyor resmen. Ne kadar fedakâr bir evlat, dedi Kenan. Sonrasında aralarında geçen konuşmaları da dinledim iyice. Aras isminde birinden bahsediyorlardı fakat ondan bahsettiklerini bilmiyordum."

 

O anlatmaya devam ederken bir yandan da düşünüyordum. Hepsini zihnime teker teker oturtmaya çalışıyordum.

 

"Benim orda onları dinlediğimi bilmeden her şeyi konuştular. Öğrendim. Öğrenmez olaydım." dediğinde bir anlık üzüldüm. Ona. Belki de dediği şeyler doğruydu.

 

"Sonra onun oğlum olduğunu öğrendim. O an... Hiç hissetmek istemediğim duygular hissettim. Ona karşı." dediğimde acıma duygusu gitti ve yerine öfkem yerleşti.

 

"Adını anmaktan kaçınmanı sağlayan duygular mı?" dediğimde afalladı.

 

"Senin oğlun bir katil olsaydı, yine ilk günkü gibi bağrına basar mıydın onu? Koruyup kollar mıydın?"

 

"Benim bir oğlum olsaydı eğer, senin yaptığın gibi onu terk edip gitmezdim. Çünkü ben senin gibi vicdansız bir anne olmazdım asla." diyerek yanıt verdim sorusuna.

 

"Anlamıyorsun. Benim yaşadıklarımı yaşamadın!" dediğinde ayağa kalktım. "Sen benim ne yaşadığımı ne bilcekmişsin be! Nerden bileceksin benim yaşadığım şeyleri? Benim bu zamana kadar içimde halledemediğim sorunları sen kendin yaşasaydın bir çırpıda çözer miydin sanki!?"

 

"Başak! Sakin ol. Otur şuraya." Mahir Bey'in sesli uyarısıyla kendime mâni olmaya çalışarak tekrar yerime oturdum.

 

"Kenan... Eşin. Bu olayın neresinde peki?" diye sordum.

 

"Bütün bu olayların başında gelen bir isim varsa eğer... O da Kenan. Büyük bir mafya babası. O öldürdükleri insanların paralarına konuyorlar paravan şirketler ve sahte banka hesapları kurarak." dediğinde geçirdiğim şok, gözlerimin sonuna kadar açılmasına neden oldu.

 

"Musa ile nerden tanışıyorlar?" diye sordum.

 

"Bunu ben de bilmiyorum. Yemin ederim. Ne zaman bitecek artık?" Daha fazla dayanamazcasına elini, üstünde ki bluzun düğmelerine götürdü ve bir iki tanesini aralayarak eliyle göğsünü ovuşturdu.

 

"Daha sonra devam ederiz. Önce şu Kenan denen adama ulaşmaya çalışalım. Kadını da nezarete gönderin. Daha konuşacağımız şeyler olacak." Mahir Bey'in talimatıyla Menekşe'yi nezarete götürdü gelen polisler.

 

Odada Mahir Bey ve ben baş başa kaldığımızda bana döndü. "Kenan denen adama ne yapıp ne edip ulaşmamız lazım. Akıl sır erdirmeyen şeyler çıkmaya başlıyor bu işin altından. Kadının telefonundan başka bir şey de çıkmamış. Onu da yok edelim. Madem onunla haberleşiyorlardı, bir süre haber alamasınlar kadından da gözleri korksun." dedi durmaksızın konuşarak.

 

Başıma onayladım. Tam kapıya ilerlerken Mahir Bey'in elini omzumda hissettim.

 

"Çabuk dağılmıştın fakat çabuk toparladın. Senden beklediğimde buydu her zaman. Aferin kızım." dediğinde içten bir şekilde gülümsemeye çalıştım. Sakin adımlarla yürüyüp odadan ayrıldım

ve birkaç dakika boş boş baktım etrafa.

 

Kafam allak bullaktı. Bu kadar bulanık bir zihinle daha ne kadar devam edecektim? Bu zifiri karanlığa ev sahipliği yapan yolun sonunda bir aydınlık nokta yok muydu?

 

~•°•°•°~

Selamlarrr yeni bölümle geldimm

 

​​​​​​Umarım beğenmişsinizdir

Yorumlarınızı bu satıra alayım>>

 

Bölüm şarkısı; No.1, Melek Mosso - Hiç ışık Yok

 

YouTube hesabım; @sadecesudeew

Loading...
0%