Yeni Üyelik
33.
Bölüm

Motorcu: Adı Bela 2 / 6. Bölüm - Soru İşaretleri

@sadecelerden_s

İnsanın kalbi kaç kere kırılırdı?

Onu üzen ve güvenini sarsan kişi sayısı kaçsa o kadar...

 

Kalbim birçok kişi tarafından kırılmıştı bu zamana dek ama sanki kalbime batan hayal kırıklarının ilk defa canımı bu kadar acıttığını hissediyordum.

 

Birkaç adımlık ötemdeydi şimdi. O birkaç adımı atıp karşısında durmak, dünyanın en zor şeyi gibi geliyordu. Başım dönüyordu. Gözlerimi kapatsam bu ânı yaşanmamış sayabilir miydim?

 

Hayır... Ben gerçekten de en başa dönmek istiyordum. Onunla hiç tanışmamış olmayı diliyordum şu an. Onu tanımıyor olsaydım şu an öfke dışında başka hiçbir duygu hissetmiyor olurdum.

 

Kalbim, laftan anlamaz organın tekiydi ve beynim ona avazı çıktığı kadar bağırıyordu sanki. Kendini ele verme diyordu. Duygularına sahip çık. Tam şu an onu bulmuşken, bunun sırası değil. Güçlü ol, diyordu.

 

Artık güçlü bile olmak istemiyordum.

 

Hep güçlü bir insan olmak zorunda mıydık ki?

 

"Ulan haysiyetini siktiğimin şerefsizi..." Çınar'ın hızlı adımlara koşarak ona yetişip yüzüne bir yumruk indirmesiyle kendime gelmeye çalıştım.

 

Ozan da onları durdurmaya çalışırken beklemediğim bir anda Çınar'ı geriye çekip kendisi de bir yumruk indirdi onun yüzüne.

 

Adımlarımı yere basıp dengede durmaya çalışırken kendime geldim ve hızla onlara koştum. Durmaları için onları tutup geriye çekmeye çalışırken arkadan duyduğum gür bir sesin varlığıyla geriye çekildim.

 

"Durun! Noluyor burda!" Mahir Bey gelmişti ve şu dakikadan sonra ne olacağını düşünmeden edemiyordum.

 

Birçok soru vardı aklımı kurcalayan.

 

Aras gerçekten buraya teslim olmaya mı gelmişti?

 

Madem gelecekti neden en başında teslim olmamıştı?

 

Ya bunların hepsi bir tuzaksa?

 

Hiçbirinin cevabını bilmiyordum ama şunu açık bir şekilde söyleyebilirdim.

O buradaydı.

Aylardır izini sürdüğümüz, yakalamak için binbir türlü şeye karıştığımız adam şimdi karşımdaydı. Yüzüne bakmak istedim. Yüzünün detaylarına bakmak istedim sadece. O an sadece ona bakmak geldi içimden.

 

Ama ne benim ona bakmaya gücüm kalmıştı ne de onun bana bakmaya yedek bir yüzü...

 

Çınar'ın hızla Mahir Bey'e ilerleyip ona bir şeyler söylediğini gördüm. Mahir Bey ise duyduklarını idrak etmeye çalışırcasına bir yüz ifadesi belirdi çehresinde.

 

"Sen..." dedi fakat devamını getirmeden Aras'ı iki kolundan tutan güvenliklere bağırdı. "Alın götürün bunu nezarete. Üstünü güzelce tarayıp ne varsa alın. İki saat sonra sorguya alınacak."

 

İki saat... Bu iki saatin hiç geçmemesini dilemek ne kadar korkakça bir şeydi?

 

İki ay, iki saat... İki, iki, iki. İkiler bana haram olmuştu şimdi.

 

Ozan yanıma geldiğinde omzumu tuttu. "İyi misin?" diye sordu.

 

İyi miydim?

 

Zorundaydım belki de.

 

Çınar ve Mahir Bey koridor sonunda birşeyler konuşurlarken Ozan benim yanımdaydı. Olduğum yerden kıpırdamıyordum. Sadece bir aptaldan farksızca boş gözlerle etrafa bakınıyordum.

 

Gözlerim karakolun giriş kapısına çevrildiğinde dönen kapıdan, dışarda yağmur yağmaya başladığını gördüm. O an sadece ıslanmak geçti içimden. Yağmur acılarımızı silip götüremese bile acılarımı bir anlığına da olsa unutmamızı sağlayamaz mıydı? Sağlardı. Sağlamalıydı.

 

Dönen kapıya doğru ilerlerken peşimden gelen Ozan'ın sesini işitiyordum fakat duymuyordum da bir yandan.

 

Dışarıya adım attığım an gökten üstüme doğru inen damlalara başımı kaldırdım. Kollarımı iki yana açtım ve sadece yüzüme değen damlaların varlığına odaklandım o an. Sadece o anda kaldım ve başka hiçbir şey düşünmedim.

 

"Başak! Kızım aklını mı kaçırdın? Hasta mı olmak istiyorsun? Bak olursan bakmam sana!" Sesi bir şekilde zihnimin içine girip orayı dolaşırken kafamı eğip ona baktım.

 

"Islan sadece Ozan. Bırak düşünme hiçbir şeyi. Lütfen, sadece beş dakika." Bunu dediğimde afalladı bariz. Kafasını kaldırıp göğe baktı ve gözlerini kapattığını gördüm. Ben de aynısını yaptığımda gülümsedim.

 

"Hasta olursan bakmam ama sana bak tekrar söylüyorum!" Sesini duyacağım şekilde yükselterek bunu söylediğinde güldüm. "Çınar baksın bize." dedim.

 

Kahkaha attı. Sonra gülüşü dindi. "Kendini böyle avutma Başak. Kaderden kaçmak diye bir deyim yok TDK'de." dediğinde yine gülmek istedim ama gülemedim. Dudaklarım düz bir çizgi halini aldı.

 

"Biz yaratamaz mıyız o deyimi Ozan? Kader bize beş dakikayı çok mu görüyor?" dediğinde kafasını eğip bana baktı. "Kaderden kaçmak, yüzleşmekten korktuğun anlamına gelir? Yüzleşmekten ne kadar süre kaçabilirsin?"

 

Sözlerimi beynime işlenirken konuştum. "Kaçabildiğim kadar." dedim sadece.

 

"Kadar, yeterli bir tanım olmaz bence. Bir an önce yüzleş ve korktuğun şeyler geçip gitmiş olsun artık." dediğinde kolumdan çekti ve kendisiyle beraber içeriye soktu beni.

 

Ne kadar üşüdüğümü, Ozan beni kolumdan çekip içeriye soktuğunda farkettim. Hava nemliydi fakat yağmur yağınca ve üstüne hafif bir rüzgar da ona eşlik edince hava soğumuştu. Vücudumu hafif bir titreme esir aldığında tekrar gerçek hayata dönmüş gibi hissettim. Sanki çok güzel bir rüya görmüşüm ve uyandığımda gördüklerimin bir sanrıdan ibaret olduğunu öğrenince yıkılmışım gibi hissettim.

 

Yalnız... Yalnızmışım gibi hissettim biraz da.

 

Ama değildim. Yalnız değildim. Kimsem yoksa bu hayatta aynaya bakınca gördüğüm beden vardı. Kimsem yoksa yansımam vardı her zaman. Gerekirse kimseye güvenmez, kimseyle konuşmazdım ama asla aynamda beliren yansımama sırtımı dönmezdim.

 

"Yağmur şiddetli değildi ama ıslağız yine de. Kuru bir şeyler isteyelim bizim ağaçtan." Ozan'ın dediğini duyunca ona başımı salladım ve arkasından onu takip ettim.

 

Çınar'ı bulduğumuzda onun odasına geçip kapıyı kapattık. Ozanla ikimiz tam karşısında iki yaramaz çocuk gibi ıslak halimizle ona bakıyorduk.

 

"Cık cık cık. Oğlum bu halinize ne? Ben şimdi nerden bulayım size kuru havlu?"

 

Üstümde ceketim vardı ve zaten yağmur da fazla şiddetli olmadığı için o biraz ıslaktı sadece. Ama saçımı kurulamam gerekiyordu.

 

"Git satın al kardeşim. Bul yeter ki. Islak mı kalalım biz? Hasta mı olalım bu güzelim Nisan ayında? Yemekten mi kesilelim, karın ağrısından geberelim mi, yataklara mı düşe-" Ozan hiç soluk almadan konuşurken Çınar araya girip sert bir tavırla konuştu.

 

"Sus sus tamam! Konuşma yeter ki. Bulurum bir seyler, bekleyin burda." dedi ve tekrar bize bakmadan arkasını dönüp çıktı odadan.

 

Ozan bana bakıp göz kırpınca güldüm.

 

"Sıçan gibi olmuşsun." dediğinde kaşlarımı çattım. "Sen aynadan kendine baktın mı acaba?"

 

"Bir kere ben her halimle ultra karizma bir adamım. Kurban olun siz benim sıfatıma!"

 

"Sıçana benzediğini kabul ediyorsun yani?" dediğinde dudağının kenarı kıvrıldı.

 

"Ultra karizmatik bir sıçan. Piyasada bir ve tekim." dedi ve göz kırptı.

 

Araya sessizlik hakim olduğunda aklıma gelenlerle yüz ifadem eski solukluğuna geri döndü. Sorgu... İki saat sonra sorgu vardı. Şu an burda oturmuş gülüyordum belki fakat iki saat sonra, hatta belki de o sorgudan sonra bile gülecek fırsat bulamayacaktım.

 

Öğreneceklerim... Eğer gerçekten baştan sona bize her şeyi anlatacaksa... Bu kadar kolay olmamalıydı. Bir anda ortaya çıkmış ve teslim olmuştu. İki saat sonra sorguya çekilecekti fakat her şeyi dosdoğru anlatıp anlatmayacağını bilemezdik.

 

Kapı tıklatıldığında Ozan gelen kişiye içeri girmesi için seslendi. Kapı açıldığında içeriye Müge'nin girmesini beklemiyordum.

 

"Merhabalar gençlik! Size kurabiye getirdim."

 

Müge... İki ay önce olanlardan sonra birkaç gün ona ulaşamamıştık. Telefon sinyallerinden evini bulabilmiştik fakat evine girdiğimizde...

 

Onu bir sandalyede ağzı bantlı, kolları ve ayaklarını da bağlı göreceğimizi bilmiyorduk.

 

Hayır... Her şey şaka gibiydi evet ama gerçekti. Gerçekler, sanrı gibiydi. Ama aslında sanrılarda gerçekti.

 

Onu Musa bağlamıştı. Müge hiçbir şey bilmiyordu. Bundan emindim. Sandalyesinin tam dibinde bir cihaz vardı. Ses kayıt cihazıydı. Müge oraya hapsedildiğinden beridir bir müzik çalıyormuş orada. Eve girdiğimizde hâlâ çalmaya devam eden müziğin sesinden bulmuştuk Müge'nin olduğu odayı.

 

Odaya girdiğimizde Müge ağlıyordu. Normal bir ağlama değildi. Sanki yalvarırcasına ağlıyordu.

 

Yalvarışlar ve yakarışlar.

 

Ağzını açtığımız an müziği kapatmamız için yalvarmıştı bize. Bir yandan hıçkırarak ağlıyordu. Feryat figan.

 

Çınar ayağıyla o cihazı ezmişti ve sonra Müge'yi kucağına alıp arabaya götürmüştü. Çok kötü bir durumdaydı... Kötü, berbat, bitik. Sadece birkaç günde açlıktan ve susuzluktan çok bitkin ve zayıf düşmüştü. Bir süre daha onu bulamasaydık ne olurdu diye düşünüyordum... Düşünmeyi reddediyordum.

 

Ona sormak istememiştim. İstememiştim çünkü korkmuştum. Onun korkularını tetiklemekten. O cihazda çalan müzik daha önce duymadığım slow tarzı bir müzikti fakat farklı bir havası vardı. Onunla ilgili kötü bir anısı olduğu barizdi ama bir süre daha bunun konusunu açmak istemiyordum.

 

Sonrasında ise her şeyi öğrendiğinde yüzünde oluşan ifadeyi hatırlyorum. Şok olmuştu ve yaşananlardan ötürü bayılcak dereceye gelsede dayanmıştı. Yüzlerce kez bana hiçbir şey bilmediğine dair yemin etmişti. Aynı şekilde hepimize. Ben de daha fazla üstüne gitmemiştim.

 

Ama ne olur ne olmaz diye ekip tarafından Müge'nin telefonu dinleniliyordu ve evinin güvenlik kameraları izleniyordu. İki ay içerisinde onlarla iletişim halinde olmadığını kesinleştirdiğimiz için ilk günki gibi bir şüphem yoktu ona karşı.

 

 

"Harika bir şeysin lan sen! Ver ver yiyelim hemen." Ozan hızla ayağa kalkıp Müge'nin elinde ki kurabiye kutusuna el atarken Müge kutuyu arkasına sakladı. "Hop hop! Sakin ol şampiyon. Hepsi senin değil maalesef."

 

"Hoşgeldin Müge." dedim gülümseyerek.

 

"Hoşbuldum hoşbuldum— Sizin üstünüz niye ıslak?" Sonradan Ozanla ikimizi farkettiğinde kaşlarını çattı.

 

"Nasıl oldu biliyor musun? Baktık Başak ile, dışarda yağmur yağıyor, seller akıyor. Başakta garibim Arap kızı zannetmiş kendini camdan yağmuru izliyor. Dedim ona gel ordan izleme, ıslanalım biraz. Finalde de böyle olduk." Ozan yine lafı uzatarak kendince bir hikaye uydurduğunda Müge ise gülüyordu.

 

"İyi halt yemişsiniz de... Çok ıslanmışsınız siz. Böyle olmaz." dediğinde araya girdim.

 

"Çınar bir şeyler getirecekti bize. Az önce çıktı."

 

"O da mı burada?" diye sorduğunda başımı salladım.

 

"Uzayda olacak hâli yok ya." diye dalga geçti Ozan.

 

"Ha ha! Çok komik. Ne yapacağız senin bu ultra komik şakalarını?" diyerek dalga geçti Müge de.

 

Ozan sırıttı. "Aklın yolu birmiş bak! Sen gelmeden önce Başak'a ultra karizma bir insan olduğumu söylüyordum." dediğinde araya girdim zevkle.

 

"Ultra karizma bir sıçan olduğunu daha doğrusu." Ben böyle dediğimde sıçan mı diyerek kahkaha attı Müge.

 

"Ya öyle değil! Ben ve sıçan? Allah aşkına bu iki kelime ne kadar yabancı kelimeler farkında mısınız? Yahu Müge gülme." Ozan art arda isyan bayraklarını çekerken odaya Çınar girdi. İki elinde birer havlu vardı.

 

Birisini bana diğerini de Ozan'a fırlattı. "Bela açtınız başıma! Mahir amirim deminden beri sorguya çekti beni."

 

Müge'yi farkettiğinde sustu ve hafif tebessüm ettiğini gördüm. "Hoşgeldin Müge."

 

"Hoşbuldum." dedi Müge de aynı şekilde.

 

Çınar'ın verdiği havluyla saçımı kurularken aklıma o geldi. Müge... Onun haberi yoktu. Söylemem gerekiyordu fakat o gün yaşananları anca toparlamışken bunu söylemek pek cazip bir fikir gibi gelmiyordu. Fakat saklamam da doğru olmazdı. Özellikle iki saat -artık bir buçuk saatten az kalmıştı- sonra gerçekleştireceğimiz bir sorgu varken oratada, bunu nasıl saklayabilirdim ki?

 

Çınar yanıma gelip oturduğunda "Söylediniz mi?" diye sordu aklımdan geçenleri okumuşçasına.

 

Cevap verecekken Müge'nin sesini duyduğumda hızla ona döndüm. "Neyi söylemediniz? Kötü bir şey mi oldu Başak? İyi misin?"

 

"Yok... Yok. İyiyim." dedim fakat devamını getiremedim. Nasıl söyleyebilirdim ki? Bunu daha ben bile dile getirmekten kaçınırken nasıl ona söyleyecektim?

 

Çınar halimi anlamışçasına Ozan'a seslenip ona kaş göz yaptığında Ozan da durumu anladı. Müge ise aramızda ki gerilime bir anlam vermeye çalışıyordu. "Ne kaş göz yapıyorsunuz? Ne oluyor?"

 

"Müge..." Ozan araya girdi. "Aras burda. Bugün teslim olmaya geldi." dediğinde Müge'nin hâlâ elinde tuttuğunu farkettiğim kurabiyeler elinden kaydı. Hepsi yere saçıldı. Geriye sadece kırıntıları kaldı.

 

Geriye sadece soru işaretleri kaldı.

 

~•°•°•°•~

Selamlarr selamlarr selamlarrr

Nasılsınız efenim

​​​​​​Okul başladığı için bu hafta hiç bölüm atmadım ki zaten bundan sonra bölümler maalesef haftasonlari gelecek şimdiden özürlerimi iletiyoruum

 

Bu bölüm de hem biraz kısa hem de çok ayrıntılı yazamadım, kafam biraz dolu ve böyle zamanlarda fazla iyi yazamıyorum, Başak'ın duygularını daha belirttiği bir bölüm yazmak isterdim açıkçası

​​​​​​Bölümü nasıl buldunuz?

 

​​​​​​Bir sonra ki bölüm sorgunun olduğu bölüm ve ozellikle de uzun yazmayı planladığım bir bölüm olacak.... Fakat ben hiç yazmaya hazır deilim çünkü bütün duyguların harmalandığı ve bütün hesapların da sorulduğu bir bölüm olucak

 

Haftaya görüşmek dileğiyle

YouTube hesabım; @sadecesudeew

Loading...
0%