Yeni Üyelik
32.
Bölüm

Motorcu: Adı Meva / 5. Bölüm - Kalp Kırıkları

@sadecelerden_s

Kalbimizde kaç tane kırık vardı?

 

Benim yüzlerce kırığım vardı sanki ve her bir zerresi acıyla yanıyordu.

 

Her kırığın bir sahibi vardı. Her kırık, pişmanlıklar sonrası doğan serzenişlerden ibaretti.

 

Kalbimde ki kırıkların birden fazla sahibi vardı. Fakat bu zamana kadar bu denli acısını iliklerime kadar hissettiğimi hatırlamıyordum.

 

Hiç göz kırpmadan nasıl da yakıyorlardı canımızı ama. Hislerimizi, hissettiklerimizi veya hissedeceklerimizi düşünmeden dokunuyorlardı kalbimize. Dokundukları nokta, kalbimizde ki siyah noktaydı. O siyah nokta, zamanla büyüyordu ve kocaman siyah bir lekeye dönüşüveriyordu.

 

O insanın bizde ki değeri ne kadar büyükse, o kadar büyüyordu leke. O insanın bize verdiği zarar ne kadar yaktıysa canımızı, o kadar yer kaplıyordu kalbimizde.

 

Benim noktam gitgide lekeye dönüşmeye başlıyordu ve buna engel olmak zorundaydım. Gerçekleri gün yüzüne çıkarmak için ve asıl suçluların cezasını çekmeleri için. Bunu yapmam şarttı. Çoktan başlayan bir işin çözümünü bulup sonunu getiremezdiniz belki ama o sorunun ilerlemesini ve başka sonuçlara mâl olmasını engelleyebilirdiniz.

 

Duygularımın esiri olmayı bırakıp, noktamın leke olmasını engellemiştim. Beynim de bana itaatsizlik etmediği sürece, o nokta hiçbir zaman leke olmayı başaramayacaktı.

 

Başta demiştim... Beyin, her şeyin üstesinden gelirdi, diye. Beynim de işlevini yitirirse bir gün, işte o gün kaderime boyun eğdiğim gün olacaktı. Ve eğer bu olursa...

 

Olmamalıydı.

 

Kenan Evren... Büyük bir mafya babası, demişti onun için Menekşe Arslan. Bu adamı kolayca bulabileceğimizi zannetmiyordum ama elimizden gelen her şeyi yapacaktık. Para karşılığında adam öldürtüyorlardı ve bu işin sorumlusu dediğine göre Kenan'dı.

 

Musa ile nerden tanıştıklarını henüz öğrenememiştik çünkü sorguyu erken bitirip Menekşe'yi nezarete götürmüşlerdi. Sorguya sonra devam edilmesi koşuluyla onu burda tutuyorlardı. Önce bu adama ulaşmaya çalışacaktık. Sonra tekrar konuşacaktık o kadınla.

 

Odamda derin düşüncelere dalmışken, kapımın tıklatılmasıyla iki elimin arasına aldığım başımı kaldırdım. "Gel."

 

Kapı açılınca arkasında beliren Ozan'ı gördüğümde dikleştim. Sırtımı sandalyeye yasladım ve girmesini bekledim. İçeri girip kapıyı arkasından kapattı ve hızla karşıma oturdu. "Ne oldu sorguda? Öttü mü kadın?"

 

Derin bir iç çekip konuştum. "Sayılır. Kenan... Eşiymiş. Resmi olarak değil ama uzun süre beraber de yaşamışlar."

 

"Evlenmişler de boşanmışlar da... Beni ilgilendirmiyor. Sadede gel sen." dediğinde göz devirdim. Konuşmaya devam ettim. "Aras'a... Yaptığı iş sonucu para veren bu adammış. Asıl sorumlu olan oymuş. Mafyaymışta sahte şirketlerle öldürülenlerin parasına konuyorlarmışta... Bunları anlattı işte. Musa ile birlik olmuşlar."

 

"Musa denen herifte mafya sayılır o zaman."

 

"Önemli olan bu değil Ozan. Önemli olan asıl şu an hangi delikte saklandıkları. Kenan'ın nerde olduğunu söylemedi ama kadını burda bırakıp gittiklerine göre Kenan da o ikisiyle beraber yurt dışında." dedim fikrimi belirterek.

 

"Belki Kenan ile beraber o evde kalıyorlardı." dediğinde düşündüm. Fakat zaten bu olayların asıl ele başı bu adamken burnumuzun dibinde saklanması ihtimali mantıksız geliyordu.

 

"Sanmam. Biz hemen onu bulalım diye o kadınla o evde saklanmaz. Bu zamana kadar hiç açık vermedilerse eğer fazla zekiler." dedim.

 

"Fakat kadın, tehdit edildiği halde onları ele verecek kadar aptal." dediğinde kaşlarımı kaldırdım. "Kadın şu an bize güveniyor. Daha doğrusu güvenmek istiyor. Yakalanırlarsa eğer beni de serbest bırakırlar, kafasında şu an ama yanılıyor. Suça ortaklıktan dolayı vakti geldiğinde zaten o da yargılanacak. Bu önüne geçilemez bir kural." diyerek açıkladım durumu.

 

"Az önce kadının evine gittiler. İnceleme yapılacak. Bir şeyler çıkabilir." dedi Ozan. Derin bir nefes alıp ciğerlerime çektim ve gözlerimi kapattım.

 

Yorgundum. Fazlasıyla. Yorgun olduğumuzu söylediğimizde bütün bunlar son bulmaz mıydı? Eğer öyle olsaydı, sesim kısılana kadar yorgunum diye bağırabilirdim.

 

Gözlerimi araladım ve oturduğu yerde hafif öne doğru eğik duran Ozan'a baktım. Aklıma gelenlerle beraber dudaklarımı araladım. "Ozan bir şey soracağım. Yanlış anlamazsan."

 

Bana bakıp kaş göz yaptı. "Ailen nerde yaşıyordu? Daha önce hiç bahsetmemiştin de..." diye sorduğumda kaşlarını çattı.

 

"N-ne alaka?" Bocaladığını hissettiğimde kalbime bir ağrı girdi. Bu şekilde ona sormam doğru bir şey miydi?

 

"Aklıma ge-" Ben konuşurken araya çalan kapının sesi girdiğinde kısa sürmesi umuduyla gir dedim. Açılan kapının ardında Çınar'ı gördüm. Doğrudan Ozan'a baktı ve gözlerini kapatıp sinirli olduğunu belli edercesine soludu.

 

"Ozan sen nerdesin?"

 

Ozan iki eliyle oturduğu yeri gösterdi. "Burdayım gördüğün gibi. Oturma eylemini gerçekleştiriyordum. Sen neredeydin canımın içi?" dedi dalga geçerek.

 

"Zevzeklik etme lan. Acil işimiz var gel." dediğinde kaşlarımı çattım. "Ne işi?" diye sordum.

 

Ağzını açıp diyecek bir şey düşünürcesine öyle kaldı fakat hemen cevap verdi. "Kağıt. A4 işte. Biz alacakmışız da kırtasiyeden." dediğinde Ozan araya girdi ayağa kalkarak. "Lan dün onu Ufuk almamış mıydı za-" derken Çınar hızla onun lafını kesti ve kolundan çekiştirmeye başladı.

 

"Bitmiş oğlum işte, ne uzatıyorsun hadi!" Bir yandan Ozan'ı çekiştiriyordu, bir yandan ise Ozan söylenip duruyordu.

 

"Lan bir top kağıdın nesi bitmiş bir günde!" Fakat devamı gelmedi çünkü çoktan odadan çıkıp kapıyı kapatmışlardı.

 

Neye uğradığıma şaşırsam da bozuntuya vermedim. Fakat aklımda hâlâ Ozan'a soramadığım soruların bilmediğim cevapları vardı. Tam soracağım derken bir şey giriyordu araya. Belki de evren beni Ozan'dan uzaklaştırıyordu.

 

Ama sormam gerekiyordu. Öğrenmem gerekiyordu. Eğer Ozan bizden kendisi ile ilgili şeyler saklıyorsa bunu bilmek hakkınızdı.

 

Sadece korkuyordum. Tahmin ettiğimden daha kötü şeyler öğrenmekten. Bunu nasıl sindirebilirdim bilmiyordum.

 

Akşam saatlerine doğru nöbete kalacağımızı öğrendiğimde içimi karanlık bir his kapladı. Hisler, gerçek değildi. Fakat hisler, bazen bize doğruyu da gösterebilirdi.

 

Bazen hislerimin beni yanıltmasını dilerdim. Çünkü bu hisler kötüye işaretse eğer her şey olabilirdi, gelecek olan.

 

Yaklaşık 2 saat sonra sorgu odasına girdim. Menekşe Arslan ile olan sorgumuza devam edecektim. Çünkü hâlâ birçok soru vardı aklımı kurcalayan. Eğer doğru ya da yanlış bir yanıt alamazsam içim rahat etmezdi, biliyordum.

 

Ben sorgu odasında beklerken Menekşe'yi iki kolundan tutan polisler geldi odaya. Tam karşıma oturduğunda gözlerinin içine baktım. O bana bakmaktan kaçındı ama ben onun gözlerinde doğruları aradım.

 

Nihayet gözlerini bana çıkardığında sık bir şekilde nefes alıp verdiğini farkettim. Korkuyordu. Başına gelebileceklerden ölesiye korkuyordu.

 

"Neden geldim yine buraya?" diye sordu. Güldüm. "Yarım kalan bir sorgumuz vardı, unuttun mu?"

 

"Söyleyeceklerimi söyledim size. Başka bildiğim bir şey yok. Daha neyin sorgusunu yapıyorsunuz?"

 

Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. "Başka bildiğin bir şey olmadığına emin misin gerçekten?"

 

Gözlerini kaçırıp cevapladı. "Evet. Eminim."

 

"Ben hiç emin değilim ama. Şu işe bak." dedim.

 

"Sorduğum sorulara açık ve net bir şekilde cevap istiyorum." dedim net bir sesle. Belli belirsiz başını salladı fakat bana bakmıyordu. İfadesiz bir yüzle karşı karşıyaydım. Tepki vermiyordu fakat içten içe korktuğunu gayet iyi biliyordum.

 

"Kenan ve Musa nerden tanışıyorlar?" diye sordum.

 

"Bilmediğimi söylemiştim."

 

"Bilmiyorum cevabını kabul etmiyorum." dediğimde sinirle soluduğunu gördüm.

 

"Bana bundan bahsetmediler. Daha doğrusu sordum ama söylemediler."

 

"Kenan Evren'in belli bir mesleği ya da işi var mı?" diye sordum.

 

"Bana kendini iş adamı olarak tanıttı. Şirketi var fakat bir büyüğünden kalmaymış şirket. Aslında oranın sahibi."

 

"Şirketin adı?"

 

"Evren Yapım Şirketi." dediğinde aklıma takılan soruyu dile getirdim.

 

"Başkasından kaldığına göre bu şirket, bir akrabasından kalmış olmalı. Evren soyadını taşıyan biri. Doğru mu?"

 

"Sadece bir aile büyüğünden kaldığını söylemişti bana. Daha fazlası hakkında bilgim yok." diyerek açıkladı.

 

Başımı salladım ağır ağır. "Fransa'dalarmış fakat hiçbir türlü ulaşamıyoruz. Sen biliyorsundur bence, ha?" Üstüne gittiğimden dolayı gerildiğini biliyordum fakat yüz ifadesini sabit tutuyordu bir şekilde.

 

"Söylemediler."

 

"Madem seni tehdit ettiler ve konuşmayacağının farkındalar, o zaman neden sana bir şey söylemiyorlar? Hayret verici." dedim. "Belki de bildiğin halde söylemiyorsundur?" dedim daha çok üstüne giderek.

 

"Bilmiyorum. Allah var yukarıda, yemin ederim ki bilmiyorum." dedi yalvarırcasına.

 

Daha fazla üstelemedim ve sustum.

 

Aklıma gelen fikir ile ona burda beklemesini söyledikten sonra odadan çıktım. Menekşe'nin telefonundan Musa'yı aratacaktım. Onu bir şekilde konuşturmam ve nerde olduklarını öğrenmem gerekiyordu. Her şeyin açığa kavuşmasının tek yolu, onları bulmaktı.

 

Telefon incelenmişti fakat bir şey bulamamışlardı çünkü içerisinde delile girecek bir şey yoktu. Onu alıp odaya geri döndüm ve telefonu masaya koyup onun önüne sürdüm.

 

"Musa'yı arayacaksın." dediğimde gôzlerini büyüterek baktı bana.

 

"Ne?" dedi. "Arayacaksın. Bir şekilde konuşmasını sağla. Nerde olduklarını öğren."

 

"Yapamam. Söylemez bana. Katiyen söylemez." diyerek isyan etti. "Ara!" dedim sesimi yükselterek.

 

Hâlâ hareket etmediğinde ben telefonu alıp rehberden numarasını buldum. Telefon simgesine basıp aramaya başladım.

 

Duymaktan en nefret ettiğim sesi duyduğumda ise sinirle dişlerimi birbirine kenetledim.

 

"Aradığınız kişiye şu an da ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar deneyin..."

 

Artık ulaşmam gerekiyordu. Birçok şeye ulaşmaya çalışıyorduk fakat hâlâ elimizde bir bilgi yoktu. Bu işin artık sona ermesi gerekiyordu...

 

Bir diğer isme gitti parmağım. Kenan Evren'e. Telefon çalmaya başladığında hoparlöre aldım hızla ve masaya koydum. Menekşe ise dikkatle telefona bakıyordu. İkimizin de gözleri ekrandaydı.

 

Uzun bir çalma sürecinin ardından boğuk bir erkek sesi girdi ortama. Fakat konuşmasıyla kapatması bir olmuştu.

 

"Menekşe bir daha bu telefondan arama. Sakın! Ben sana ulaşacağım."

 

Kapattı. Kapattı ve yine planım suya düştü. Bu kadar basit olmamalıydı!

 

Telefonu hızla elime aldım ve tekrar aradım numarayı. Fakat bu sefer çalmadı. Musa'yı aradığımda duyduğum ulaşılamıyor cümlesini tekrardan duyduğumda kalbim sıkıştı.

 

"Hayır... Hayır, hayır, hayır!"

 

Hızla ona döndüm ve telefonu atarcasına masaya fırlattım. Yere düşmedi fakat tam kenarında durdu. "Ne planlıyor bunlar? Ne biliyorsun sen! Konuş."

 

Ayağa kalktı. "Bilmiyorum dedim sana!"

 

Aniden odaya biri girdiğinde gördüğüm sima ile durdum. Mahir Bey sesimizi duyup gelmiş olmalıydı.

 

"Ne oluyor burda!?"

 

Diğer polisler onu tekrar nezarete götürürlerken ben de odadan çıktım.

 

Mahir Bey bana sorar gözlerle baktığında konuştum. "Telefonundan Musa Sancak'ı aradım. Ulaşamadım. Sonra..."

 

"Ne? Nasıl böyle bir şey yaparsın benden habersiz?" dedi lafımı keserek. "Amirim bir dinleyin, lütfen..." dediğimde sustu.

 

"Sonra Kenan Evren'i aradım..." dediğimde kaşlarını çattı. "O kadın mı konuştu? Ne konuştular?"

 

"Yok. Açtı... Beni sakın bir daha bu telefondan arama, ben sana ulaşacağım, deyip kapattı."

 

"Ses verdi mi o kadın?"

 

"Yok. Adam açtığı gibi kapattı zaten. Konuşmasına gerek kalmadı." dediğimde başını salladı ağır ağır.

 

"Hemen geri aradım. Anında kapatmış telefonu. Ulaşamadım."

 

"Başak kafana göre bir daha böyle bir şeye kalkışma kızım. Zaten tüm ekip elimizden geleni yapıyoruz onlara ulaşmak için. En kısa zamanda avucumuzun içine düşecekler emin ol." dediğinde başımı salladım.

 

"Kusura bakmayın amirim." dediğimde tebessüm ederek omzuma iki kere hafifçe vurdu ve uzaklaştı.

 

Kafam çok allak bullaktı. Bazen sağlıklı düşünemediğim hissine kapılıyordum. Yanlış kararlar vermekten korkuyordum. Yanlış kararlar kötü sonuçlara mâl olabilirdi ve eğer bu olursa altından kalkamayacağım hissine de kapılırdım.

 

Hisler, hisler, hisler. Çığır açan duygular.

 

Odama gidip arkamdan kapıyı kapattım. Masamın başına geçtim ve kollarımı masanın üstüne koyup kafamı koydum. Gözlerimi kapattım. Gözlerim kapandığında daha çok düşünce doluyordu zihnime. Daha çok düşünce, daha fazla zarardı.

 

Kapıma iki kere vurulduğunda kafamı masadan kaldırdım ve "Gel." dedim. İçeriye kafasını uzatan Çınar'ı gördüğümde kafamı yine gömdüm iki kolumun arasına.

 

"Bir şey mi oldu?" dedim kafamı hiç kaldırmadan. Kapının kapanma sesini duydum fakat Çınar'dan ses gelmedi. Beklememe rağmen konuşmadığında kafamı kaldırdım. "Niye ses verm-" derken tam başucumda, masamın üstünde gördüğüm pasta ile ağzım açık kaldı.

 

Oturduğum yerde yavaşça dikleştiğimde karşımda gülerek bana bakan ikiliyi gördüğümde kaşlarımı çattım.

 

"Doğum günü kızı, doğum gününü unutmuş dediler. E biz de hemen hatırlatırız, not problem dedik tabikii." Ozan'ın söylediklerini duyduğumda dedikleri ile beraber bu pasta nihayet kafama dank ettiğinde şok geçirdim. Hızla cebimden telefonu çıkarıp tarihe baktım.

 

4 Nisan... Bugün benim doğum günümdü ve ben bunu unutmuşken, onlar unutmamıştı. Aksine pasta alıp buraya getirmişlerdi.

 

Gözlerim dolarken ağlamamak için büyük bir çaba sarf ediyordum. Hızla yerimden kalkıp onlara doğru yöneldim ve ikisine birden aynı anda kendime çekip sarıldım. Onlar kollarını benim bedenime doladıklarında gözlerimi kapadım huzurla.

 

"Teşekkür ederim... Gerek bile yoktu."

 

Geriye çekildiğimde onlar da çekildi. Bana baktılar sıcak gülümsemeleri eşliğinde. "Kafan çok dolu ve çok stres altındasın. Her şeyi geçtim kendini unuttun Başak. Biz de sana kendini biraz hatırlatalım istedik." Çınar'ın dediğine karşılık gülümsedim.

 

"Ya hadi yeter bu kadar duygusallık ne ağlak insansınız siz. Keselim pastayı da yiyelim." Ozan araya girdiğinde güldüm.

 

"Lan oğlum kesip getirdik ya zaten." Çınar'ın dediğine karşılık Ozan ne diyeceğini bilemedi ilk an. Sonra bozuntuya vermeyip devam etti. "Öyle miydi? Aman neyse! Yiyelim işte hadi..." Israrlarına karşılık masanın diğer ucunda poşetin içinde getirdikleri tabaklara baktım ve birer dilim üç tabağa koydum.

 

Karşılıklı oturup pastalarımı aldık. Onlar hızla aldıkları tabağa gömülmüştü bile. Ben de kendi dilimimi koyup oturdum ve getirdikleri poşetin içinden plastik çatallardan diğerini alıp pastama batırdım. Tam o sırada koridordan sesler yükselmeye başladığında kapıya baktım, kapalı olmasına rağmen.

 

"Hay sizin ben, şimdiyi mi buldunuz?"

 

Çınar söylenirken beraber hızla ayağa kalktık ve odadan çıkıp koridora ilerledik. Sesler gelmeye devam ediyordu.

 

"Bıraksanıza! Görüşmem gerek diyorum, nesini anlamıyorsunuz?"

 

Uzaktan duyduğum sesin tanıdıklığıyla zihnim buluşurken seslerin geldiği noktayı gördü gözlerim. Gördüğüm beden ile bedenim kasıldı. Yutkunmak istedim. Yapamadım.

 

"Beyefendi kimsiniz?" Görevlilerden birinin sesini duyduktan sonra kısa bir sessizlik oldu.

 

Tekrar o sesi duyduğumda yüzünü gördüğümde kafamı sallamaya başladım iki yana.

 

Gerçek miydi? Gerçek olmamalıydı... Hayır. Olmasındı. Hazır değilmişim ben. Bunun için uğraşıyordum günlerdir ama hazır değilmişim meğersem. Zaman tamda şu an gerçekten geriye akmalıydı.

 

"Ben Aras Arslan... Teslim olmaya geldim."

 

Sonra burda olduğumu hissetmiş gibi karadeliği andıran gözlerini bana çevirdi. İki ay... İki ayın ardından ilk defa baktım gözlerine. Bakmak istemedim ama o karadelik beni zorla içine çekti.

 

Hisler, yanıltmazdı. Bu da en büyük deliliydi.

 

~•°•°•°~

Aras geldiii

Ama bundan sonra olacaklqr için hazır olun... Çünkü Başak asla Aras'a eskisi gibi davranmayacak normal olarak

 

​​​​​​Yarın okullar açılıyor bu yüzden de fazla bölüm yazma imkanım olurmu bilmiyorum. O yüzden normalde iki gün sonra gelmesi gereken bölüm bir iki gün daha geç geç gelebilir ama yetiştirmeye çalışcamm

 

YouTube hesabım; @sadecesudeew

Loading...
0%