Yeni Üyelik
34.
Bölüm

Motorcu: Adı Meva / 7. Bölüm - Yüzleşme

@sadecelerden_s

Yaşanan ve Bir Daha Yaşanamayacak Olan Bir Geçmişten...

4 ay önce...

Yazar...

 

"Çok hoş burası Aras. Niye daha önce getirmedin beni buraya?"

 

"Getirdim ya işte."

 

"Ya Aras!" Güldü Başak. "Komik değildi. Ciddiyim ben."

 

"Ben de ciddiyim." dedi gülerek Aras. "İstediğin zaman getiririm bundan sonra. Benimde çok sevdiğim bir yer."

 

Mutlu anlar ve mutlu sohbetler. O anda kalan ve o anda konuşulan sohbetler.

 

O anda kalan ve ve hep o anda kalacak olan anılar...

 

O anılardan sadece birisiydi o gün. Daha fazlası vardı ve daha fazlası da sürdürmeye devam edecekti kalıcılığını. Bu mutlu çift ise haftalar sonra başlarına geleceklerden habersizce, gülebildikleri kadar gülüyorlardı.

 

Gelecekten haberleri olsaydı şayet, şu an ikisi de çok uzak yerlerde, birbirlerinden kilometrelerce uzakta olurlardı. Çünkü ne adamın kadının yüzüne bakabilecek yedek bir yüzü kalacaktı ne de kadının adama edecek tek bir lafı. İkisi artık zamanla birer yabancıya dönüşecekti. Fakat kader onları iki elinin arasına alıp sardıysa sıkı sıkıya, hiçbir şey onlar için bir başlangıç veya bir son olmayacaktı. Buna kader karar verecekti.

 

Fazla küçük olmayan ve oldukça hoş bir kafede oturuyorlardı ve tatlı söylemişlerdi. Başak en sevdiği tatlılardan biri olan cheesecake söylemişti. Aras'ta sevgilisine uyarak aynısından sipariş etmişti kendine. Karşılıklı bir şekilde oturuyorlar ve siparişlerinin gelmelerini bekliyorlardı.

 

Başak kafede gezdiriyordu gözlerini dikkatlice. Aras ise onun yüzünde. Yüzünde, gözlerinde... Kaşı, burnu, dudağı, belirgin elmacık kemikleri... Kısacası Başak'ın her zerresinde. Ezbere biliyordu belki de onu. Ama daha da ezberlemek istiyordu ona dair her şeyi.

 

Ezberleyecekti ve eğer bir gün aklına getirmekten kaçındığı şeyler yaşanırsa, ondan uzaklaşsa bile gözünün önünde hep sevdiğinin yüzü canlanacaktı. Onu hiçbir zaman unutmayacaktı.

 

Başak en sonunda gözlerini, onu izleyen sevgilisinin yüzüne çevirdiğinde bir yandan gülümserken bir yandan kaşlarını çattı hafifçe.

 

"Ne oldu?" diye sordu.

 

"Bakma bana öyle." Aras bunu dediğinde Başak hafif ileriye doğru eğildi ve biraz daha yakından baktı Aras'ın yüzüne.

 

"Neden?" diye sordu Başak.

 

Göz bebekleri titredi Aras'ın. Çokça baktı yüzüne. Dudaklarını araladı. "Çok güzel bakıyorsun çünkü. Aklımı çeliyorsun." dediğinde Başak'ın dudakları genişledikçe genişledi ve utançla beraber kafasını eğdi. Sonra tekrar kaldırdı başını.

 

"Büyücü olup olmadığımı sorgula bence. Allah muhafaza sana bir şeyler yapmışımdır belki." diyerek dalga geçti Başak.

 

"Başım gözüm üstüne. Ne olursan ol..." dedi ve masanın üstünde duran Başak'ın elini kendi kalbine götürdü. "Yerin burası."

 

Başak'ın kalbinden birçok duygu gelip geçmişti bu zamana dek. Hiçbiri bu kadar heyecanla attırmamıştı kalbini. Aksine birçoğu kalbini durdurmuştu. Yaşama dair inancını söndürmüştü. Fakat tam pes ettim derken o çıkmıştı karşısına. Bu onun için şu an hayatının en büyük şansı niteliğinde bir şeydi fakat gün gelecekti ve o şansım dediği şey en büyük kâbusu hâline geldiğinde yine pes etmenin eşiğinden geçecekti.

 

Hiçbir duygu sonsuza kadar sürmezdi. Her birinin ömrü kısaydı ve değerini iyi bilmek gerekirdi. Ya da o duygunun gerçekliğini garantilemek. Çünkü sadece sözler yalan değildi. Bazen duygularda yanıltırdı insanı.

 

Gün gelecekti ve ikisini de duyguları vuracaktı kalbinden. Şu an ikisininde mutlu hissetmeye hakkı vardı. Çünkü haftalar sonra ikisi de kilometrelerce uzakta olacaktı. Birisi artık nefret duygusu beslerken, diğeri aşkını içine gömmek zorunda kalacaktı...

 

 

~•°•°•°•~

 

İnsan kaderinden kaçamazdı.

İnsan gerçeklerinden kaçamazdı.

Hep aynı şeyleri söylüyordum belki ama insan bir gün her şeyle yüzleşmek zorunda kalacaktı. Ya bu hayatta ya da mahşerde.

 

Hangisi daha zordu? Mahşer bir yanaydı ama... Bu hayatta yaşananlar ile yüzleşmek en fazla ne kadar zor olabilirdi?

 

Kaçıp gitmek ve kendini evrenden yok etmek isteyecek kadar belki de.

 

Çünkü bazen insan, ben işin aslını öğrenmesem de olur; eğer yalanlarla bir nebze de olsa mutlu olabiliyorsam, diye düşünürdü. Ben de düşünmüyor değildim. Düşünüyordum. Fakat bu aslında yanlış bir düşünceydi. Neden yalanlarla mutlu olmak istiyorduk ki?

 

Yalanlar, kandırmacaydı. Yalanlar, yanıltırdı. Yalanlar, zaten gerçeklerin üstünü örterken neden masum hayallerimizin de üstünü örtmesine izin veriyorduk ki?

 

Çok değil... Alt tarafı yarım saat sonra karanlık bir odaya girecektim. Arkamdan kapı kapancaktı ve tam karşımda aylarca benden saklananlarla baş başa kalacaktım.

 

Korkaklık etmeyecektim. Girecektim o odaya ve her şeyle yüzleşecektim. Belki duyduklarım daha da yaralayacaktı beni. Belki kalbim binlerce parçaya ayrılacaktı. Ama asla pes etmeyecektim. Ben birçok şeyle savaşmıştım bu zamana kadar. Bazıları beni yendi derken ben ne kadar güçlü olduğumu kanıtlayarak, kalbimi körelten her şeyin ve herkesin önüne geçmiştim.

 

Bazen yüzleşmek en iyisiydi. İçinizden bir yük kalkıp giderdi.

Bu sefer de öyle olacaktı değil mi?

 

"Hazır hissettiğinden emin misin?"

Müge'nin sesi kulaklarıma dolduğunda iki elim arasına aldığım başımı kaldırıp ona baktım. Hazırdım. Hazır olmak zorundaydım.

 

"Bazı şeylerin hesabının sorulması gerekiyor Müge. Geç bile kaldık."

 

"Ben hesap işinden bahsetmiyorum canımın içi. Seni merak ediyorum ben. Bana kendi içinden bahset." dedi karşıma otururken.

 

Derin bir nefes alıp verdim. Gözlerimi kapatınca yine onun yüzü belirdi önümde. Daha yüzü bile gözümün önünden gitmezken nasıl kaçabilirdim ondan ve onun sakladıklarından?

 

"Bir ağrı var... Gitmiyor. Belki her şeyi öğrendiğimde geçer?" dedim yüzüne bakarak. Geçer miydi?

 

"Geçmez. Sen istesende o ağrı geçmez öyle kolay kolay."

 

"Sen nasıl sindirdin gerçekleri Müge? Aras senin dostundu. Benden daha uzun zamandır tanıyordun onu..." dedim çaresizce.

 

Gözleri zemine kitlendi. Benim yaptığım gibi bir iç çektiğini gördüm. O nasıl hissediyordu gerçekten?

 

"Sindirmedim. Sadece bazı şeyleri sorgulamayı bıraktım." dediğinde kaşlarımı çattım.

 

"Neyi sorgulamayı bıraktın?"

 

"İnsanları." dediğinde gözlerinin içine baktım ve bir duygu gördüm orda.

 

Göz bebekleri pişmanlığa ev sahipliği yapıyordu.

Kim pişman etmişti onu bu kadar?

 

"Neden?" diye sordum.

 

"Çünkü hiçbiri güven vermiyor. Veya verdiklerini sanıp sonrasında sırtımızdan bıçaklıyorlar. Öyle değil mi sencede?" diye sorduğunda direkt cevapladım.

 

"Öyle." dedim. Öyleydi çünkü. İnsanlar hiç güven vermiyordu. Söyledikleri sözler ile yaptıkları birbirine uymuyordu hiçbir zaman. Yüzünüze gülseler bile arkanızdan tonla iş çevirirlerdi kimi zaman.

 

"Tanımamışım yani onu. O bana kendini farklı tanıtmış veya." dedi. Omuz silkti. "Olsun. Dünyanın sonu değil. Ben yoluma bakarım. Yoluma bakarım ama gerekirse bir daha yüzüne bakmam onun. Bu kadar basit. Hayat başka türlü ilerlemiyor." dediğinde duyduklarımı zihnimde tarttım.

 

Her bir cümlesinden haklılık kokusu geliyordu âdeta. Haklıydı. Hem de sonuna kadar. Çünkü hayat bize sırtını dönerdi. Aslında böyle yaparakta ayakta durmayı öğretirdi bize.

 

Düşünsenize... Bunları yaşamasaydınız belki de bu evrenin gerçek yüzüyle tanışamazdınız. Belki de bazı şeyler bu yüzden bizim başımıza geliyordu.

Öğrenmemiz için.

Aniden kapı çalındığında başımı kaldırdım. Ben daha gel demeden kapı açıldığında Ozan'ı gördüm. "Hanımlar o çok değerli konuşmanızı bölüyorum fakat saat geldi. Başak gidelim istersen." dediğinde kalbimde bir sancı belirdi. Fiziksel bir sancı değildi belki. Fakat vücudumu delik deşik etti o ağrı. Her zerreme bulaştı. Her zerremin içine işledi ve ben acılar içinde kıvranıyor gibi hissettim.

 

"Gidelim." dedim. Gidelim ve bitsin bu acı. Son kez göreyim yüzünü ve son kez duyayım sesini. Belki o zaman daha az acırdı canım.

 

Sakince ayağa kalktım ve Müge'ye baktım. "Gidecek misin?" diye sordum.

 

"Yok ya. İçim rahat etmez. Takılırım biraz buralarda. Sorgudan sonra konuşuruz. İhtiyacın olduğuna eminim."

 

Gülümsedim. "Teşekkür ederim. Her şey için." Cevap vermesini beklemeden kapıya yöneldim. Odadan ayrıldım ve karşımda bana bakan Ozan'a döndüm. Benden onay bekliyor gibiydi.

 

"Gidelim hadi." dediğimde bir şey demedi. Kafasıyla onaylayıp önümden ilerlemeye başladı.

 

Sorgu odasının önüne geldiğimizde içerde Çınar'ın ve o'nun beklediğini öğrendim. Baş başa orada konuşuyorlar mıydı veya ne yapıyorlardı bilmiyordum. Şu an sadece hissizleşmek istiyordum.

 

Hissizleşmek ve bu acıyı vücudumdan çekip atabilmek.

 

Bunun mümkün olmadığı gerçeğiyle baş başa kaldım. Derin bir nefes çektim ciğerlerime. Elimi kapının koluna götürdüm ve tuttuğum kolu sıktım. Sıktıkça sıktım ve parmak boğumlarım beyazlaştı.

 

Ozan yavaşça bileğimi tutup kapıdan çektiğinde diğer eliyle de boş kalan kapı kolunu tuttu. Aşağı indirdiğinde çıkan tok sesle beraber kapı açıldı. Yere bakarken tek adımımla içeriye girdim.

 

Kafamı yerden kaldırdığımda gördüğüm yüz... Bana burdan koşarak kaçmam için yalvardı âdeta.

 

Koşmadım. Kaçmadım. Gözünün içine baktım. Adım attım. İlerledim ve masanın diğer ucuna, Çınar'ın yanına geçtim.

 

İki ay... Dile kolay 60 gündü. Günler ve haftalardı. Haftalar ve aylardı. Kalbin ziyanıydı.

 

Bir anda ayağa kalkmaya yeltendi ve belli belirsiz dudaklarının arasından ismimin çıktığını duydum.

 

"Başak..."

 

"Kes sesini! Otur." Çınar sesini yükselttiğinde bakışlarını ona çevirdi. Kalktığı yere geri oturdu hemen. Çınar'a baktığımda eliyle sandalyeyi gösterdi. Sakince sandalyeyi çekip oturdum. Yanımda ki sandalyeye de Ozan geçti. Çınar ayakta kalmayı tercih etti.

 

Yüzüne baktım. Daha biraz önce gözümün önünde hayali canlanan yüzü, şu an canlı kanlı karşımdaydı.

 

Göz altlarında karartı vardı. Çökmüştü. Elmacık kemikleri daha belirgindi artık. Zayıflamıştı. Fazla ruhsuz görünüyordu.

 

Gözlerini gözlerime çıkardığında afallasam da tepki vermedim. Baktım sadece. Nasıl bir ifade vardı yüzümde bilmiyordum fakat kaşlarını çattığını gördüm hafifçe.

 

"Bakma bana öyle." dediğinde gerçekten afalladım. "Lan-" Çınar araya girecekken durdurdum onu.

 

Öne eğildim hafifçe. Biraz daha yakından bakmak için. Uzaktım aslında ona... Bunu yaparak ona yakınlaşamıyordum. Yakın olmak istiyor muydum? Bunu da bilmiyordum.

 

"Neden?" diye sordum.

 

Göz bebeklerinin titrediğini gördüm. Yutkundu. "Çok... farklı bakıyorsun çünkü. Beni korkutuyorsun."

 

Bedenimi koca bir deja bu hissi kaplarken güldüm. "Onlar da senden korkmuştu. Ama senin için bir önemi yoktu... Değil mi?" dediğimde gözleri büyüdü.

 

"Mecburdum..."

 

"Neyine mecburdun lan!" Ozan yumruk yaptığı elini masaya vurarak kalktığında onu geriye çektim. "Neyine mecburdun amına koyayım? İnsan öldürmenin mecburiyeti mi olur lan!?"

 

"Ozan tamam!" Çınar da araya girerken zar zor zapt ettik onu. Geri yerine oturduğunda ben de oturdum.

 

Elini dağılmış saçlarından geçirdiğini gördüm. Pişman değil miydi? Olmalıydı. Değil miydi hiç?

 

Artık başlamamız gerekiyordu. Bu ciddi bir meseleydi ve şu an kişisel olarak ona hesap sormamamız gerekiyordu. Polisler olarak işimizi yapıp burdan ayrılmamız gerekiyordu sadece.

 

"Hakkında yapılan birtakım suçlamalar var. Bunları bizzat yaptığını kabul ediyor musun?" diye sordu Çınar.

 

Başını salladı sadece. "Sözlü bir cevap istiyoruz." dedi Çınar.

 

"Evet. Ediyorum." dedi bu sefer.

 

"Güzel. Bize en başından anlat. Her şeyin başlangıcı olan o günü."

 

Merakla kulak kesildim. Duyacaklarım bu saatten sonra birer delildi ve öğreneceğim her şeyin arkasından farklı bir şey çıkacağı barizdi.

 

"5 Ocak...2014." dediğinde kaşlarımı çattım. Sadece sustum ve dinledim.

 

"Bana bir iş teklifi sunuldu. Bu işten bir para kazanacaktım. İstediğim çoğu şeye ulasabileceğim miktarda. İşin ne olduğunu öğrendiğimde şok oldum. İlk başta reddettim fakat parayı duyunca..."

 

"Para o insanların canından önemli miydi?" diye sordum dayanamayıp. Bu kadar kolay nasıl anlatıyordu bunu? Vicdani sızlamıyor muydu?

 

"Değildi. Olmadıda. Hiçbir zaman."

 

"Neden kabul ettin o zaman?" diye sordu Ozan.

 

Gözlerini kapatıp derin bir iç çektiğini gördüm. İçinde yaşadığı hiçbir şeyi bilmiyordum şimdi. Ne hissediyordu veya ne yaşıyordu kendi içinde. Belki içini görebilseydim biraz olsun içimde ki ateş sönerdi. Ama sönmüyordu. Duyduklarımla beraber daha alevleniyordu.

 

"Sadece babamın hayalini gerçekleştirmek istedim. Sadece bunun için kabul ettim. Sadece bunun için yaptım. Yemin ederim!"

"Babanın hayali?" diye sordu Ozan.

Gülümsediğini gördüm boş gözlerle masaya bakarken. "Motorcuydu o. Çok sevilen ve ünlü sayılan birisi. İki senede bir yapılan ve dernekte olan bir yarış var. O yarışı kazanmak isterdi hep. Fakat belli bir miktar para gerekiyordu çünkü isteyen herkes katılamıyordu..." dediğinde bazı şeyler yerine oturdu kafamda.

Bu yüzden katılmıştı o yarışa. Ama bana para ödediğini söylememişti hiçbir zaman.

"Onu kaybettiğimizde... Bir söz verdim. Hayalini gerçekleştirecektim bir gün onun yerine. Çok isteyip alamadığı motorları alacaktım. Katılmak isteyip katılamadığı tonla yarışa katılacaktım. Yaptımda..."

"Babanın hayalleri uğruna insan öldürmüş olman bir şeyi değiştirmiyor." dediğimde bana baktı. "Sadece bunun için yüzlerce can almış olman bu durumu normalleştirmiyor ama!" dedim sesimi yükselterek.

 

Gözleri gözlerime kenetliyken "Devam et." dedim. Başını eğdi ve yutkundu. Devam etti sonrasında.

 

"O gece ilk..." dedi. Sustu. Diliyle kurumuş dudaklarını ıslatırken bir şey söylemek için çabaladığını fakat söyleyemediğini gôrdüm.

 

"İlk cinayetimi işledim mi diyecektin?" diyerek üzerine gitti Çınar.

 

Daha çok eğdi başını. Sanki kaybolabilecekmiş gibi. Sonra ağır ağır başını salladı. "O geceden sonra onlar istedi ben yaptım. Böyle devam etti."

 

"Bu işin gerçek sahibi ve sorumlusu kim? İsim ve soyisim istiyorum!" dedi Çınar.

 

"Kenan Evren." dediğinde yapbozun parçaları birer birer oturmaya başladı.

"Musa Sancak peki?" diye sordu Ozan.

 

"İş birlikçisi." dedi sadece. Her sorulana tek tek cevap veriyordu. Neden bir anda ortaya çıkmıştı ve her şeyi birebir anlatıyordu? Bu işin altından başka şeyler çıkabilme ihtimali yüzde kaçtı?

 

"İki ay önce neden kaçtın?" diye sorduğumda aniden başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Ağırca yutkunduğunu gördüm. Gözlerini kırpıştırdı.

 

" Soru sordum. Neden. İki ay. Önce. Kaçtın." dedim her kelimeyi bastıra bastıra. İçine işlesin istedim. Korksun. Belki de buraya geldiğine, karşımda durduğuna pişman olsun istedim.

 

Yine de istediğim tavırı takınamadım ben ona hiç. Yapamadım bunu.

 

"Vermiyor musun cevap? Şöyle sorayım o zaman... Neden iki ay önce değilde şimdi?"

 

"Pişmanım!" dedi sesini yükselterek. "Ben insan öldürmeye meraklı mıyım sanıyorsunuz? Ben mutlu muyum sanıyorsunuz ben burda olduğum için memnun muyum sanıyorsunuz lan!?"

 

"Yerini bil sesini yükseltme!" Çınar da ona sesini yükseltti. Artık hiçbir şeye müdahale dahi etmek istemiyordum.

 

"Köpek gibi pişmanım. Dilim kopsaydı keşke tamam mı? Kesselerdi dilimi gırtlağımı sökselerdi ama o teklife evet demeseydim!"

 

"Dedin ama. Gitti o insanlar. Toprağın altındalar şu an! Sen evet dediğin için." dedim. Bütün çıplaklığımla gösterdim ona hissettiklerimi.

 

"Beni de öldürün o zaman!" diye bağırdı ve ayağa kalktı.

 

Hayır... Şu an bunlar yaşanmıyor olmalıydı. Hepsi birer kâbus olmalıydı. Ben uyanmalıydım. Uyanmalıydım. Sadece uyansam yeterdi. Yeterdi. Olmuyordu ama.

 

Olmayan bir kâbustan nasıl uyanabilirdim ki?

 

"Yeter! Otur şuraya." dedim onu uyararak.

 

Derin derin soluklanırken yüzünü iki eliyle sıvazladı. Sonra daha sakin bir sesle bana döndü.

 

"Başak... Yemin ederim. Bak... Yemin ederim sana... Çok pişmanım." Sonlara doğru sesi titrediğinde afalladım. Hayır, bu olmamalıydı.

 

"Son pişmanlığın onları geri getirmiyor ama. Son pişmanlığın onları geri diriltmiyor." dedim ona yaklaşarak.

 

"Son pişmanlığın Melek'imi bana geri getirmiyor... Aras!" dedim acı içinde. Yüzümü buruşturdum. Bunu dile getirmektense ölmeyi yeğlerdim ama şu an ikisi de oluyordu ki zaten.

 

"Ne?" dedi. "O kim? M-melek kim ne diyorsun sen?" dedi bir yandan soluklanırken.

 

Öfkem harlanırken göğsünden ittirdim onu. "Yapma bunu! Bilmiyormuş gibi yapma, insan öldürdüğü kişiyi unutmaz, unutmamalı! Sen kıydın onun canına!" dedim daha çok ittirerek. Ne beni arkamdan tutup çeken vardı ne de susmamı söyleyen birileri.

 

Çünkü ben yeterince susmuştum.

 

"Ben... Ben öyle birini öldürmedim. Öldürmedim, yapsam bilirdim, yapmadım!"

 

"Yaptın!" dedim ve son ittirmemle beraber duvara yapıştı. Bu hamlemle beraber kolumdan geriye çekildiğimi hissettim fakat hızla kendime çektim kolumu. "Bırak! Konuşacak! O yaptı, itiraf edecek, bunu da edecek."

 

"Melek diye birini öldürmedim ben!" dedi bastırarak.

 

"İnkâr etme boşuna. Her şey seni gösteriyor. Her şeyi anlattın bir tek bunu mu anlatamıyorsun!?"

 

Sağ elini yaslandığı duvara hızla vurdu. "Yapmadım lan!" dedi. Tekrar ve daha sert vurdu. "Yapmadım."

 

"İnanmıyorum sana..." dediğimde gözlerini kıstı acıyla.

 

Acıyla kıstı, bildim. Çünkü ben de acıyla kısıyordum gözlerimi.

 

"İnanmalısın. Yapmadım diyorum sana."

 

"Niye inanacakmışım?" dediğimde afalladı. Kaşlarını çattı. "Ben sana niye inanayım? Sen... Sen benim..." dedim fakat getirmedim devamını. Kurmadım o cümleyi.

 

"Sen benim sana olan güvenimi paramparça ettin ya!" Sen benim er şeyimdin.

 

"Duygularımı söküp attın. Hiçbir şey bırakmadın bende." İçimde ki aşkı da öldürdün.

 

"Yalanlarınla yaşattın beni. Yalanın içndeyken gerçeği aramışım ben. Aylarca bir katille-" derken hızla aramızda ki mesafeyi kapatırcasına bir adım attı. Tam karşımda ve dibimdeyken fısıldarcasına konuştu.

 

"Sakın!" dedi işaret parmağını kaldırarak.

 

"Ben sana her zaman gerçek beni gösterdim. Anlattığım hiçbir şey... Hissettiğim hiçbir duygu yalan değildi benim. Anlıyor musun? Değildi Başak." dedi her kelimenin üstünde durarak.

 

"Gerçek sen mi?" dedim. Güldüm. "Gerçek sen öyle mi?" diye sordum.

 

"Gerçek sen kim biliyor musun?" dedim ve elimi cebime attım. Telefonumu çıkartıp internetten arattığım şey sonucunda çıkan haberlerden birine tıkladım.

 

Ekranı ona çevirdim. "Bak... İyi bak. Gerçek sen bu işte."

 

Bir yandan ekranı kaydırdım, bir yandan ona gösterdim. O bakmıyordu belki ama ben inadına göstermeye çalışıyordum ona. Girdiğim haber sitesinde Bela'nın, yani onun, hakkında yapılan haberler vardı. İşlediği cinayetler, bitmek bilmeyen suçlamalar, yapılan yorumlar ve tonla fazlası...

 

"Sen benim tanıdığım adam değilsin. Anlıyor musun? Değilsin." dedim.

 

Konuşacak dermanım kalmadığında geriye çekildim ve az önce kalktığım sandalyeye geri oturdum. Gözlerimi kapattım ve iki elimin avucunu gözlerime bastırdım. Ağrıyordu. Acıyordu. Gözlerimin üstünde tonla yük duruyor gibiydi ve sanki ve kalkmıyordu oradan.

 

Çınar ve Ozan hiç araya girmeden bizi dinlemişlerdi. Normalde böyle bir şey yapmayacaklarını biliyordum fakat bu sefer tüm zehrimi akıtmamı istemişlerdi belki de. İçime attıklarımı, sustuklarımı, her şeyi konuşmayı... Yapmıştım da.

 

Bazı şeyleri anlatmanın iyi geleceğinden bahsederlerdi. O zaman neden bu kadar hâlsiz hissediyordum?

 

Hâlâ aynı yerine duruyordu. Öylece dikiliyordu. Etrafına bakındı bir anlık. Sonra o da yerine geri oturdu.

 

"İki ay öncesini anlat. Kaçtığınız günü." dediğinde o gün harfi harfine canlanıverdi zihnimde. Yarış günüydü. Beraber ordaydık. Son kez beraber bulunduğumuz yerdeydik. Sonra Çınar'ın aramasıyla beraber oradan ayrılmıştım. Her şey ortaya çıktığında ve arama emri verildiğinde ise kaçtığını öğrenmiştik.

 

"Musa abi beni aradı. Konum attı. Acilen yanına gelmemi söyledi. İlk başta... İş sandım. Sonrasında bir şeylerin ters gittiğini fark ettim ve attığı konuma gittim. Bana... Öğrendiğinizi söyledi." dediğinde aklıma gelenlerle duraksadım ve bir anlık onu dinlemeyi bıraktım.

 

Aras... Bilmiyordu. Musa'yı... Yıllar önce işlediği günahı. Hiçbir şeyi. Öğrenmeyecek miydi? Söylemeyecek miydik ona? Yıllarca intikamı için beklediğin adamla hayatını geçirdin, demeyecek miydik?

 

"Uçağa binip Fransa'ya gittik. Oradan Paris'e. Şu an orada değiller ama. Ben habersizce geldim buraya. Ne için geldiğimi biliyorlardır. Kaçmak için delik arıyorlardır. Bulmanız için yardımcı olurum... Artık hiçbir şeyin önemi kalmadı benim için."

 

"Menekşe Arslan... Ne zamandır tanışıyorsunuz?" diye sordu Çınar. Aras annesini ismini duyduğunda farklı bir tebessüm oluştu yüzünde.

 

"Tanışıyoruz denmez. Ama... İki ay önce öğrendim. Kenan'ın eşi oluyor kendisi." dediğinde "Biliyoruz." dedim. "Şu an kendisi burada. Nezarette." dediğimde kaşlarını çattı.

 

"Ne? Neden? Onu niye aldınız?" diye sordu.

 

"Suça tanıklıktan. Bu da bir suç." dedim açıkça.

 

"Musa ile de görüşüyorlar mıydı?" diye sordu Çınar.

 

"Öyleymiş." dedi.

 

Annesine dair ne biliyordu Aras? Yüz yüze görüşmüşler miydi yoksa o kadarı bile yok muydu aralarında?

 

"Görüştün mü hiç onunla?" diye sordum bakışlarım masadayken.

 

Bana baktığını hissettim fakat başımı kaldırıp yüzüne bakmadım. "Kimle?"

 

"Menekşe... Annen." dediğimde bakışlarını kaçırdığını gördüm. "Kısa bir telefon konuşması." dedi sadece.

 

"Onu görmedin mi?" diye sordum.

 

"O beni görmüştür." dedi.

 

"Onu görmedin mi?" Sorumu tekrarladım.

 

Sustu. Görmemişti.

 

"Sesimi duymaya dahi tahammülün olmadığını biliyorum fakat mecbur kaldım..." Aras'ın sözleri aklıma geldiğinde bir şeyler kopuverdi içimde. Yarasını deşmek ne kadar doğru bir şeydi şu an için?

 

O bir katildi. Kabul etmişti. Melek'i öldürmüştü o. Yapmadım dese bile artık ona inanacak bir yanım kalmamıştı.

 

Fakat o... Bir zamanlar Aras'tı. Gerçekti o önceleri. Normal biriydi. En azından benim tanıdığım kişi bu değildi o zamanlar. Anlattığı şeylerin gerçek olduğunu hissediyordum ve biliyordumda. O da biliyordu benim bildiklerimi. Belki de korkuyordu içten içe.

 

Peki benim karşımda ki insana bu denli kıyamayışımın sebebi neydi?

 

Bu yanlıştı. Her şeyiyle ve her anlamda.

 

"O insanları neden öldürdünüz peki?" Ozan ortaya bir soru attığında diyeceklerine dikkatimi verdim.

 

Çok geçmeden konuştu. "Hiçbiri göründüğü kadar masum insanlar değildi. Hepsinin türlü türlü işlediği suçlar vardı fakat her zaman üzeri örtülüydü.Ve hepsi ünlü birer iş adamıydı. Fakat kazandıkları para kirliydi... Ben hiçbir zaman masum birini öldürmedim." dediğinde araya girdim.

"Melek masumdu." dediğimde hızla araya girdi. "Kimden bahsettiğini bilmiyorum bile... Yapmadım! Ben öyle bir kızın canına kıymadım, kıymam da." derken başımı iki yana sallayıp duruyordum.

 

"İnan bana... Lütfen." Kısık sesiyle söylediği şey kendime verdiğim dayanma yetisinin son raddesine ulaştığında ayağa kalktım. Arkamda ki sandalye yere çakılmıştı fakat o an hiçbir şey de umurumda olmamıştı.

 

"Neyine inanacağım ben senin ya! Neyine? Bütünüyle yalansın sen. Her şeyinle, her zerren sahte senin!"

 

"Sevgim sahte değildi benim!" dediğinde o da ayağa kalkmıştı. "Bir insanı yalandan sevemezsin! Bir insanı yalandan öpemezsin, bir insana yalandan aşk besleyemezsin!"

 

"İki ay önce korkusundan çekip giden adam mı söylüyor bunları?"

 

"İki ay önce geberip gitmeyi beceremeyen adam söylüyor lan!" dediğinde buz kestim. "Ne?"

 

"Başak geriye çekil!" Çınar'a elimle dur işareti yaptım. Şu an olmazdı. Şu an geriye çekilemezdim.

 

Üstünde ki tişortü alttan sıyırdığını gördüm. "Ne yapıyorsun sen?" diye sordum.

 

"Bak!" dedi. Gözlerim istemsizce açıkta kalan vücuduna indiğinde karnının sol tarafında ki yarayı gördüm. Kapanmıştı. Dikiş atılmıştı. Ne yarasıydı bu?

 

Aklıma gelmesini reddettiğim düşünceler zihnimi sardığında konuşmaya başladı.

 

"Bu ne yarası biliyor musun?" diye sordu. Gözlerine baktım. Önünü görebiliyor muydu gerçekten şu an? Islak ıslak bakıyordu gözleri...

 

"Silah yarası. Hiçbir sike yaramadığım gibi kendime de yarayamadım..." dediğinde şokla baktım ona.

 

"Sen..."

 

"Ben öldürecektim kendimi." dedi dişlerini sıkarken. "Sen varken yaşayabiliyormuşum ben. Sonra öğrendiğinizi duyunca... Bitti dedim. Gidecek... O da gidecek." Konuşmaya devam ederken sussun istedim. Sussun, konuşmasın, getirmesin devamını. Ama getirdi.

 

Annesi de gitmişti onun.

 

"Zaten atacaklardı beni hapise. Orada da yaşatmazlardı beni. Vurdum kendimi... Olmadı." dediğinde geriye döndüm. Boş gözlerle bakındım etrafa.

 

"Fransa'dayken bir müddet hastanede kaldım. Sonra çıktım ama hâlâ iyileşememiştim. Yaram tamamen kapandığında ilk işim bilet almak oldu. Sonra... Buradayım." dediğinde gözlerim dolmaya başladı fakat engel oldum kendime.

 

En başından beri gelecekti buraya. İki ay boyunca beklemişti.

 

Asıl gerçek bu değildi.

 

Asıl gerçek kendini öldürmeye kalkışmış olmasıydı...

 

"Oraya gittiğimde zaten içeridekiler yaşatmaz beni. Her türlü..." dedi fakat sonrasında sustu. İyi ki susmuştu. Sussundu. Çünkü artık hiçbir şey duymak istemiyordum.

 

Son adımlarımı Çınar'ın yanına doğru atarken beni yavaşça kolumdan tutup kendine çekti. Destek olurken bilincimin kayıp durduğunu hissettim.

 

"Musa ile kaçtın değil mi?" diye sordu Çınar.

 

Başını salladığını gördü kayan gözlerim. Kendime hâkim olmaya çalışırken son duyduğum ses Çınar'ın sesi oldu.

 

"O adamı gerçekten tanıdığından emin misin Aras?"

 

Sonrası ise karanlıktı. Bedenim gücünü kaybederken sesler ve görüntü birbirine karıştı.

Hiçbir şey eskisi gibi olamazdı artık, değil mi? Olsundu ama. Olmalıydı...

 

 

~•°•°•°•~

Selamlar...

Yeni bölümle geldim...

Nasıl buldunuz bölümü...

Üç nokta atınca kendimi masum hissediyorum👉🏻👈🏻

İnşaallah çok üzmemişimdir sizi...

Yeni bölüm sormayın lütfen önümüzde ki haftasonu yine yazıp yayınlamaya çalışacağım

Bölüm şarkısı koymaya çok üşendim şu an affola hdhdhhdjdhd

 

​​​Yt; @sadecesudeew

 

 

 

Loading...
0%