@sadecelerden_s
|
Müge'nin evinde kendimce küçük bir tura çıktığımda, Müge'nin de izniyle önce onun odasına girmiştim. Kapıyı açar açmaz duvarda ki birtakım posterler dikkatimi çekmişti. Birçok ünlü motorcunun posterleri asılıydı. Müge'nin motora olan aşkı çok farklıydı.
Evin içinde ki o mayhoş koku burda da kalıcılığını sürdürüyordu. Geniş beyaz bir gardırobu ve onun karşısında ki yatağıyla buluştu gözlerim. Kendi etrafımda yavaşça dönerek odayı taradığımda gözüme makyaj masası ilişti. Aynalı masanın önünde durduğumda birkaç tane çerçeve gördüm fakat öne doğru düşmüşlerdi. Birini alıp bakmak istediğimde arkadan "Onlara bakmak istemezsin." dediğini duydum. Arkama dönüp yüzüne baktığımda ne olabilir ki diye düşündüm. Tekrar önüme dönüp çerçeveyi hafif kaldırdığımda beklenmedik bir anda gördüğüm yüzle tekrar bakmadan yerine koydum çerçeveyi.
Aras ile fotoğrafları vardı. Aras'ın gülen yüzünü görmüştüm. Mutlu anlar ve mutlu karelerdi. Şimdilerde ise hiçbirimiz ona dair güzel bir haber alamıyorduk. Ona baktığımda aklıma gelen tek şey, eline o bıçağı nasıl aldığıydı. Ya da o silahı nasıl tuttuğuydu. Oysa önceden her gün her saniye o aklıma gelirdi. Yüzümde bir tebessüm, aynadan kendime bakınca gözlerimde bir ışıltı olduğunu görürdüm.
Zaman bizden birçok şeyi alıp götürüyordu ama hiçbirinin kıymetini bilemiyorduk. Ya da kıymet mi yoksa ziyan mı olduklarını öğrenemiyorduk.
"Ben demiştim." dedi nefesini dışarıya verirken. Yatağın ucuna oturmuştu ve beni izliyordu.
"Sorun yok." dedim. "Eskisi kadar acıtmıyor."
Ya da eskisi gibi hissettirmiyordu bana.
"Artık acıtmıyor bu dersin ama bir bakmışsın kâbusun oluvermiş." dediğinde haklı olduğunu biliyordum. Cevap vermedim ve konuyu dağıtmaya çalıştım. "Hepsinde ikiniz mi varsınız?" diye sordum. Her ne kadar o fotoğraflara bakmak istesem de orda bakmaktan korktuğum bir yüz vardı.
"Şu köşedekinde ben varım sadece. Al bak." dediğinde dönüp söylediği çerçeveyi aldım. Bu da diğerleri gibi öne düşük olmadığı hâlde ilk baktığımda farketmemiştim.
Müge'nin kafasında kaskı ve altında kendi motoruyla çekindiği bir fotoğrafı vardı. Çok havalı ve bir o kadar asil durmuştu bu fotoğrafta. "Ne zaman çekildi bu fotoğraf?" diye sordum.
"Geçen yaz. Seninki çekmişti." dediğinde hızla kaşlarımı çattım.
"Müge deme şöyle!"
"Ne diyeyim Başakcığım? Hasmın mı diyeyim Allah aşkına." dediğinde iç çektim.
"Ben buraya kafam dağılsın diye geldim. Senin dediğin şeye bak." dediğimde güldü. "Ben kafan dağılsın diye getirmedim ama. Hatırlatırım seni ben ikna ettim buraya gelmen için. Ayrıca imkanı olsa hep burada yaşarsın kabul et." dediğinde bu sefer gülen ben oldum.
"O kısımda haklısın."
Odaya sessizlik hâkim olduğunda zihnim yine ele geçirilmiş gibi düşünmeye başladım. Düşünecek birçok mesele vardı fakat ben de hâl kalmamıştı ki. Nasıl hepsinin üstesinden gelecektim?
"Eğer ona aşık olmasaydın ama senin için sıradan bir arkadaş olsaydı... Yine bu kadar üzülür müydün?" diye sorduğunda bu sefer bunun cevabını düşünmeye başladım.
Onu sevmediğim bir zaman dilimi... Onunla tanıştığım ama ona karşı duygusal hisler beslemediğim. Onunla belki de her gün yüz yüze geldiğim ama ona doya doya sarılmadığım. Öpmediğim, kokusunda huzuru bulmadığım ve tamamen dostane bir ilişkimizin olduğu bambaşka bir evrende. Bu kadar hayal kırıklığına uğratır mıydı beni?
Sonra da kendimi Müge'nin yerine koydum. Aras ile tıpkı Müge ile olan arkadaşlık ilişkileri gibi bir ilişkimiz olduğunu düşündüm.
O kim olursa olsun beni yaralayan ve bu denli güvenimi sarsan tek kişi olurdu belki de...
"Evet..." dedim. "Biz eğer sıradan iki arkadaş olsaydık. Hatta kim bilir belki de akraba, kardeş... O yine bir yara açardı benim ruhumda."
Kollarını açıp bana doladığında aynı şekilde ona karşılık verdim ve sarıldık. Uzun zamandır buna çok ihtiyacım varmış gibi hissettim o an.
"Yakında hayatımızdan çıkacak. Uzun bir süre sonra artık onun adını bile anmayacağız belki de. Bu yüzden bir gün anlayacaksın. Kendini bu kadar hırpalamana değmeyecek." dediğinde canım acıdı. Canımdan bir can gitti.
O gidecekti. Çıkacaktı hayatımızdan, tıpkı Müge'nin de dediği gibi. Bir daha ne sesini duyacaktım ne de yüzünü görecektim.
Peki ya ben onu nasıl unutabilecektim?
"Nasıl unutacağız? Bu yaşananlar..." dediğimde konuştu. "İnsanlar gider, anılar kalır derler ya. Doğru diyorlar. Belki de unutamayacağın şey Aras değil onunla olan anılarındır."
"O anıların içinde o ve ben vardık."
"Sanrı gibi düşün." dediğinde kaşlarımı çattım. "O anılar birer hayal. Gerçek değiller. Sen onu değil hayalini düşünüyorsun."
"Haklı olabilirsin." dedim. Kalbim ise tam tersini söylüyordu. Aklım artık pes etmişti. Duygularım her daim öne geçmeyi başarıyordu ve ben de onlara yenilip duruyordum.
Derin bir nefes alıp konuyu dağıtmak için ona döndüm. Kendimi toparlamaya çalışırken tebessüm ettim. "Sen peki?" diye sordum.
"Ne ben?" dedi anlamadığını belirterek.
"Sen hiç aşık oldun mu? Sevdin mi birini?" dediğimde güldü.
"Aşk benlik değil. Aslında aşkın var olduğuna bile inanmazdım." dediğinde araya girdim.
"Şu an inanıyor musun?" diye sordum.
"Sizi gördüğümde inanmıştım. Birbirinize çok farklı bakıyordunuz." dediğinde yine düştü aklıma. Bu sefer izin vermedim aklımı dağıtmasına.
"Pişman olmuşsundur o zaman inandığına..." dedim gülmeye çalışarak.
"Yalan söyleyemem. Pişmanlığı hissetmedim değil." dediğinde bakışları yerde takılı kaldı.
"Sonra?" dedim tek kaşımı kaldırarak.
"Ya ne sorgulayıp duruyorsun kızım ya! Ben hayatım boyunca açmadım o defteri işte, anlasana."
"Hiç mi?" dedim. Aklıma takılan bir soru vardı ve onu açık bir şekilde sormazsam içimde kalırdı.
"Yani." dediğinde hızla döndüm. "Bak görüyor musun? Benden kaçmaz. Bir şey oldu ama değil mi?" diye sordum.
Oflayarak ayağa kalktı. "Nerden çıktı bu Allah aşkına?" dedi isyan edercesine. Ben de ayağa kalkıp karşısında dikildim.
"Sana bir şey soracağım ama sorudan kaçmak yok." dedim.
Omuz silkti. "Sor."
"Çınar ile aranız nasıl?" diye sordum.
"Hangi açıdan?"
"Bu farklı şeyler var aramızda hangisini kastediyorsun demek mi?" dedim.
Kollarını göğsünde birleştirdi. "Vazgeçmeyeceksin değil mi?" diye sordu.
Başımı sağa sola salladım reddedercesine.
Tekrar yatağın ucuna oturduğunda sıkıntıyla verdi nefesini dışarıya. "Ne olduğunu ben de bilmiyorum." dediğinde yanına oturdum.
"İlk başta normaldi. Normal bir şekilde konuşuyorduk, normal bir şekilde anlaşıyorduk. Sonra... Ne bileyim işte. Değişik değişik imalar yapmaya başladı. Asıl tuhaf olansa bunun hoşuma gitmesi." dediğinde güldüm fakat ters bir şey demesin diye susmak zorunda kaldım hemen.
"Dolaylı yoldan iltifat ediyor resmen kızım bana. Ve ben hep bunlara gülerken buluyorum kendimi." dediğinde araya girdim.
"Ona baktığında ne görüyorsun peki?" diye sordum.
Düşünmeye başladı. Düşündükçe surat ifadesi değişiyordu fakat arada tebessüm ettiğini de farketmiştim. "Cömert, iyi kalpli, işinde başarılı, çevresine önem veren hatta en çokta ailesine ve kardeşine, çok iyi bir ağabey mesela. Kardeşine olan tutumu çok hoş. Komik..." dedi son kelimeyle beraber gülerken.
"Sence ona karşı hissettiğin şeyler farklı mı? Yoksa sıradan, dostça bir sevgi mi?" diye sorduğumda uzun bir süre buna kafa yordu. Sustu ve düşündü. Emin olmaya çalışıyordu. Soruyordu kendi kendine. Ben ona karşı ne hissediyorum diye. Belki de duygularından emin olamıyordu. Yine de ben bir şeyler hissettiğinden emindim.
Bazenleri ikisinin de birbirine kaçamak bakışlar attığını görürdüm. Çınar'ın uzun uzadıya onun yüzüne bakışları da farklıydı.
Çınar ve Ozan ikiz gibilerdi. İkisi de deli dolu ve komik insanlardı. Özellikle de kızlar konusuna gelince ikisinin de yaşayıp anlattığı birçok deneyim olurdu. İkisi de kızlarla ciddi ilişkiye giremeyen veya istemeyen insanlardı. Fakat ben ilk defa Çınar'ı Müge'ye karşı diğer kızlara baktığı gibi bakmadığını görmüştüm. Hem de birçok kez. Ve Müge'nin de ona karşı boş olmadığından bir o kadar emindim.
"Belki." dedi. Gülmek istiyordu ama konuştuğumuz konu onu gerdiği için kendine hâkim olmaya çalışıyor gibiydi.
Eğer ikisi de birbirine karşı boş değilse, ileride aralarında çok güzel seyler geçeceğinden emindim.
Gülümsedim ve bu sefer ben kollarımı ona dolayıp sarıldım.
~•°•°•~ Ertesi Gün...
Onca yaşanan şeyin ardından bugün hava güneşliydi. Güneşin açması iyiye işaretse eğer artık hep buna inanmak istiyordum. Güzel şeylerin olabileceğine dair inancımı yitirirsem, tekrar eskisi gibi mutlu olamazdım. Eskiye dönmek benim için kat ve kat daha da zorlaşırdı.
Trafikten dolayı geç kalmıştım ve çok önemli bir sorguyu kaçırdığım için sinir krizi geçirmek ile meşguldüm. Daha önceden ilgilendiğim fakat sonradan askıya alınan bir vaka ile ilgili yeni gelişmeler ve yeni tanıklar ortaya çıkmıştı. Gelen tanıklardan birinin ise sabah sorgusu yapılmıştı fakat girememiştim. Odamda oturuyordum ve sorgunun bitmesini bekliyordum.
Daha fazla burda duramayacağımın da bilincindeydim. Beklemek benlik olmayan bir şeydi ve şu an belki de çok iyi sabır gösteriyordum.
Sorgunun ortasına dalsam ne olurdu sanki?
Evet... En fazla işimi riske etmiş olurdum.
Ayağa kalkıp hızlı adımlarla odadan çıktım ve koridor boyunca ilerledim. Mahir Bey'in odasına gidip onunla detayları konuşmak istiyordum ve orada beklersem ters bir lafını işitmezdim. Mahir Bey beni her zaman takdir eden üstlerimden biriydi. Hem onun ben de ki, hem de benim onun işlerinde olan emeğim bir hayli büyüktü.
Yeri gelir o bile saygı duyardı bana. Fikirlerime, yaptıklarıma. Burda göreve başladığımdan beridir hep desteklerdi beni.
Odanın dışında ki şeffaf camdan içerde oturan birinin varlığını görüyordum fakat kim olduğunu seçemiyordum. Kapıyı tıklatıp kapıyı açtım ve kafamı içeri uzattım. İçerde oturan kişiyi işe görmek planlarımın veya ihtimallerimin arasında asla olmayan biriydi.
Anında arkamı dönüp kapıyı kapattım fakat beş saniye geçmeden arkamdan açılan kapının sesini duymuştum.
"Başak bekler misin!"
Odada o esnada Çınar vardı ve benimle konuşmak için dünden beridir beklediğini tahmin edebiliyordum. Fakat en azından şu an onunla konuşmak istemiyordum.
Arkama bakmadan ilerlerken bir anda bileğimden çekilmemle arkama döndüm. "Bırakır mısın?"
Tuttuğu bileğimi serbest bıraktığında nihayet yüzüne baktım. Kaşları çatılmış bir şekilde bana bakıyordu. "Konuşalım mı artık?" diye sordu.
"Ne konuşacağız?" dedim.
"Sen biliyorsun ne konuşacağımızı." dedi başını ağır ağır sallarken.
"Sayende biliyorum evet." deyip arkamı döndüm fakat bu sefer de gitmemi engelleyerek önüme geçti. "Durur musun iki dakika? Bak Başak, bile isteyen sana öyle bir şey söylemeyeceğimi biliyorsun..." dediğinde araya girdim.
"Bana dün sinirine hâkim ol diyen sendin fakat sonrasında kendi sinirine yenik düşüp bana o konuyu açanda sendin. Ne bekliyorsun şu an benden?" dedim sinirle.
"Bir şey beklediğim yok." dedi pişmanlık akan sesiyle. "Yemin ederim, çok özür dilerim Başak." dediğinde tekrar konuşacaktım ki bir anda yanımıza gelen Ufuk'u gördüm.
"Bölüyorum kusura bakmayın ama..." dedi tartıştığımızı farkettiğinde.
"Bence de çok haklısın Ufuk, en iyisi sen sonra gel." Çınar Ufuk'u terslediğinde Ufuk anlamaz bakışlarıyla bana baktı. Çınar'ın dediklerine karşılık sinirle soludum ve Ufuk'a baktım. "Ne diyecektin sen?" diye sordum.
"Tutuklu olan sanıklardan biri seninle konuşmak istiyormuş." dediğinde kaşlarımı çattım. "Hangi sanık?"
"Katil olan. Her ne ise işte." dediğinde afalladım. Aras ne konuşacaktı benimle?
"Tamam. Giderim ben şimdi sağol." dedim gülümsemek için kendimi zorlarken.
Ufuk gittiğinde Çınar hemen bana döndü. "Ha, benimle konuşmayıp o herifle konuşmaya gideceksin, öyle mi oldu şimdi Başak Hanım?" dediğinde daha fazla dayanamayıp göz devirerek gittim yanından. Arkamdan hâlâ bana seslenmeye devam ederken hızla zaten karşımızda kalan görevlinin beklediği odaya girdim. Demir kapıyı arkamdan kapatıp yavaşça Aras'ın olduğu yere baktım. Tam o sırada geldiğimi gördüğü için göz göze gelmiş bulunduk.
Şu an baktığım gözler bir katilin gözleriydi. Oysa önceden sevdiğim adama aittiler.
Kollarımı göğsümde kavuşturup karşısında durdum. Bekledim. Konuşmasını bekledim. Hâlâ daha bana bakarak susmaya devam edince "Boş boş bakmak için mi ayağına çağırttın beni?" diye sordum.
Hızla kafasını iki yana salladı. "Yok... Yok, hayır. Dalmışım kusura bakma." dedi.
"Niye çağırdın beni Aras?" dedim.
Yüzünde minik bir tebessüm oluştuğunu gördüğümde içimden gülmek geçti. Sadece ona bakıp gülmek. Ona gülümsemek. Yapamadım.
"Adımı duymayalı sanki asırlar olmuş gibi." dedi. Göz bebekleri titreşti.
"Adını söylemeyeli uzun zaman olduğundandır." dedim tavrımı koruyarak.
"Neden çağırdığını söyleyecek misin artık?" dedim sabırsızca.
"Benim dava günüm ne zaman?" dediğinde bunu beklemiyordum.
Kaşlarımı çattım. "Bunu mu merak ettin?" diye sordum.
Başını salladı sadece. Vereceğim cevabı bekliyordu ağzını bıçak açmadan.
"1 aydan az kaldı. Tam tarih belli olmadı." dediğinde sinirden güler gibi oldu. Bulunduğu dört duvar arasında sağa sola yürümeye başladığında dikkatle onu izliyordum.
"Başka?" dedim.
Olduğu yerde durdu. Sırtını sağında ki demir parmaklıklara yasladı. Benim gibi kollarını göğsünde birleştirip gözlerini yere sabitledi. "Başka yok." dedi kısık sesiyle.
"Bunu neden sordun? Belli olduğunda zaten sana da bildirilecekti." dedim.
"Ölüm günümü mü neden sordum?" dediğinde buz kestim. Sorgu ve sonrasında dedikleri geldi aklıma. Kalbime bir bıçak sapladı belki ama onu ordan çekip almadı.
Zaten hapse girdiğimde beni orda yaşatmayacaklar, gibi bir cümle kurduğu aklımdaydı. Çünkü ordakiler Aras'ın kim olduğunu öğrendiklerinde onu belki de öldüresiye döveceklerdi. Öldüresiye. Ölesiye.
"Ben oraya cezamı çekmeye değil ölmeye gidiyorum." dediğinde kalbime saplanan bıçağı çevirdi sanki. Çevirdikçe daha çok canım yandı. Acımdan her uzvum yanarken çığlık atmak istedim fakat nefesim kesildi.
Eğer benim yerimde başkası olsaydı ölmek bile senin için yeterli bir ceza değil, derdi. Eminim, derdi bunu. Ben ise bunu ona karşı söyleyemezdim. Ben hâlâ onu yaptığı bütün acımasızlıklara rağmen seviyorken diyemezdim bunu ona. O bir katildi. Belki de adını duyan herkes nefret ediyordu ondan. Ben ise ondan nefret etmeyi bile beceremeyen aptalın tekiydim. Belki de beni de atmalılardı hapse. Ben bir polistim belki fakat o bir suçlu olduğu hâlde ben ona karşı sert tavrımı koruyamıyordum. Bu yanlıştı. Fazlasıyla.
"Öldürsünler beni direkt. Başak... Ya da serbest bırakın beni. Öldüreyim kendimi. Ben bununla yaşayamıyorum artık!" Kendini kontrol edemeden yaşlı gözler eşliğinde sesini yükselttiğinde canıma tak etmişti.
"Bunca yıl nasıl dayandın o zaman Aras!?" Karşımda put kesildiğinde bana bakıyordu sadece.
"Onca yıl dayandında şimdi mi dayanamıyorsun? Nasıl yaptın o zaman? Neden kabul ettin o zaman o adamın teklifini yıllar önce? Hiç mi canın acımadı? Hiç mi kalbin sızlamadı o masum insanları öldürüp kaçarken?" dediğimde gözyaşlarım süzülüyordu yanağımdan.
Demir parmaklıkları kavradı. Parmak boğumları demirleri sıkmaktan beyaza bürünürken konuştu. "Bilmiyorum! Ben bunu yapacak bir insan değilim. Sana yemin ederim değilim Başak! Nasıl yaptım neden yaptım bilmiyorum. Ben hep reddettim bunu yapmayı. Ama o anlarda... Bir şey ele geçirdi sanki beynimi. Kontrol etti belki de beni ama yemin ederim bilmiyorum." derken kafasını demirlere vurmaya başladı.
"Nasıl böyle bir şerefsiz oldum bilmiyorum!" Kontrolünü kaybettiğini ve kriz geçirme ihtimalini farkettiğimde demir üstünde duran ellerini tuttum. "Dur! Yapma yeter."
Sakinleşmeye çalışırken derin soluklar eşliğinde kafasını son bir kez vurdu demirlere ve orada kaldı. Yavaş yavaş yere, dizlerinin üstüne çökerken ben de onun karşısında çöktüm. Bakışları tuttuğum ellerinde gezinirken gözlerini de kapattı.
Aramızda sadece demirden uzun çubuklar var sandım. Oysa bizim önümüzde yüzlerce ölü can vardı. ~•°•°•°~ Sokrates der ki; "İnsanlar bilerek veya isteyerek kötülük yapmazlar..."
Bunu söyleyip kaçıyorum🙏 Yt; @sadecesudeew |
0% |