Yeni Üyelik
38.
Bölüm

Motorcu: Adı Meva 11. Bölüm - Ukde Kalan Kırgınlıklar

@sadecelerden_s

Aramızda sadece demirden uzun çubuklar var sandım. Oysa bizim önümüzde yüzlerce ölü can vardı.

​​​​​​

Ölüler, dilsizdi. Nefes almaya son verdikleri an ne konuşabilirlerdi ne de hayatlarına kaldıkları yerden devam edebilirlerdi. Tanrı'nın aldığı canlar bir yana, haksız yere alınan canlar diğer yanaydı.

 

Haksız yere ölenler ve cezasını çekmek üzere yaşayanlar.

 

Ölü canlar ve Aras Arslan.

 

İçeriye birinin gelmemesi ümidiyle hâlâ yerde ve onun karşısında, belki de dibinde duruyordum. Sık nefes alış verişlerini duyacak kadar yakınındaydım fakat aslında bir o kadar uzaktık biz birbirimize.

 

Yavaşça toparlanıp ayağa kalkarken elini de bıraktım. Geriye bir adım atıp ona baktım. Onu izledim. Hâlâ aynı yerde aynı pozisyonda duruyordu. Gözlerini kapatmıştı. Nefes alış verisleri düzelmeye başlayınca yavaşça ayağa kalktı. Kafasını kaldırıp bana baktı. En içten sesiyle "Sana yaşattığım her an için özür dilerim." dedi.

 

"Her an mı?"

 

"Birlikte olduğumuz her an. Seni yalanlarımla güldürdüğüm her an için."

 

Affeder miydim ben onu? Affedebilir miydim? Bir suçluyu affetmekte günah olur muydu? Ben de suçlu olur muydum onu kendi içimde affettiğim için?

 

Katil olan Aras'ı affetmezdim. Bela'yı. Affetmezdim, asla. Ama Aras'ı... Sadece Aras'ı. Bir zamanlar sevdiğim adam olan Aras'ı... Belki de, affederdim.

 

Sadece birlikte geçirdiğimiz zamanlar adına. Başka türlüsü olamazdı zaten.

 

"Beni affet demiyorum sana. Affetme zaten. Ben bunu istemiyorum..." dedi. Derin bir nefes çekti.

 

"Hayatına girmeden seni tanımayı isterdim. Belki öylesi herkes için daha makbul olurdu."

 

Yutkundum. "Boşver artık. Bazı şeyleri daha fazla uzatmaya gerek yok."

 

"Boşver deyince bunu yapabilseydim, şu an kahkaha atıyor olurdum."

 

Hepimiz öyle değil miydik? Bazı şeyler ha deyince olmazdı. Yap denilince yapamazdık, et denilince edemezdik. Boşver deyince de öyle kolay boşveremezdim. Tam tersi olsaydı eğer ruhumuz ağlamazdı ya zaten.

 

Sustu bir süre. Hiç konuşmadı yere baktı sadece boş gözlerle. Tam gitmeye karar vermiştim ki sesini duydum. "Sen peki? Ben yokum artık hayatında. Sen ne yapacaksın?"

 

Düşündüm. Gerçekten düşündüm. Ben artık ne yapacaktım kendi hayatımda? O gidecekti. Artık o benim hayatımda değildi. Bir daha güvenebilir miydim birine? Tekrar sevebilir miydim birini? Ona baktığım gibi bakar mıydım başka birine? Bakabilir miydim?

 

"Yaşayacağım sadece." dedim. "Eski hataları tekrar yapmadığım sürece. İstediğim şekilde yaşayacağım."

 

Burukça gülümsedi. "Daha güzel bir hayatın olsun. Sen güzelinde güzelini hakediyorsun. Ben sana hakettiğin güzelliği veremedim. Onu kendine sen ver." dediğinde gözlerim doldu. Ağlamak istedim. Gözlerimde yaş kalmayana dek.

 

Arkamı dönüp hızla çıktım ordan. Odama gittim ve kapıyı kapatıp arkamdan kilitledim. Derin nefesler eşliğinde sakinleşmeye çalışırken bu çok zordu. Hiç olmadığı kadar zordu.

 

Belki de bu onu son görüşüm olmalıydı. O cezaevine gidene kadar bir daha onu görmezsem, daha az acı çekerdi ruhum. Daha az içine içine ağlardı ruhum.

 

Telefonumun tiz melodisi kulaklarıma dolduğunda derin bir nefes alıp kendimi toparladım. Müge'nin aradığını gördüğümde açıp kulağıma götürdüm telefonu.

 

"Efendim Müge."

 

"Bizi evine davet etmişsin kaptan! Ben de uzun zamandır böyle bir araya gelelim takılalım istiyordum, ne iyi etmişsin." dediğinde kaşlarımı çattım. "Nasıl yani?"

 

"Aaa çok ayıp. Kendi evine çağırdığın insanlardan haberin yok mu?" Kafamın içindeki kalabalıktan başkalarını ağırlayabiliyor muydum ben sanki?

 

"Umarım dalga geçiyorsundur çünkü kafam hiçbir şeyi almıyor şu an."

 

"Yoo. Çok ciddiyim ben. Ya dolaylı yoldan bizi evine çağır diyorum Başak, çaktırmaaa."

 

"Bizi biraz açar mısın Müge?" dediğimde duraksadı. "Ben ve Ozan işte. Aman merak etme Çınar'ı çağırmayız. Sen böyle kaçmaya devam et zaten."

 

"Kaçtığımı nerden çıkardın?"

 

"Ben Ozan Haber Bülteni'nden alıyorum haberleri, için rahat olsun. Kamera gibi dikizliyor sizi, ruhunuz duymuyor ruhunuz." dediğinde gülerken buldum kendimi.

 

"Şaşırmadım. Neyse... Gelin o zaman."

 

"Oh be, sonunda ya!" derken bir yandan gülüyordu. "Akşam sekizde sendeyim. Hadi kapattım." dedi ve dediği gibi telefonu kapattı.

 

Müge belki çağırmazdı ama Ozan? Ona bu konuda pek güvendiğim söylenemezdi.

 

Yine de bunu şimdilik askıya alıp işimin başına dönecektim. Sahi, en son Mahir Bey ile konuşmak için odasına girmiştim ama sonrasında olan olmuştu ve hepsi üst üste gelmişti.

 

Tam kapıya ilerleyip odadan çıkacakken zaten kapımın çalınmasıyla kulpu çevirdim. Ozan'ı gördüğümde her zaman ki sırıtışını aradım yüz ifadesinde ama yoktu. "Ne oldu Ozan?" diye sordum.

 

"Başak... Musa ve Kenan denen it. Yakalanmışlar. Edirne'de." dediğinde buz kestim.

 

"Edirne mi?" diye sordum. Başını salladi. "Sınırdan kaçak girmişler ama orda ki radara yakalanmışlar galiba. Detay verilmedi. Yarın buraya gelecekler jandarma ile." dediğinde kalan suçlular da yakalandığı için mutlu hissetmek istedim. Ama olmadı. Hâlâ huzursuzdum ve sebebini maalesef biliyordum.

 

"Anladım." dediğimde ben farkına bile varmadan içeriye girdi. Kapıyı kapattığımda benim koltuğuma yayıla yayıla oturmuştu bile.

 

"Ozan, kalk şurdan!"

 

"Kızım dur iki dakika ya, ayaklarıma kara sular indi. Yeni geldim görevden." Görevden deyişinde aklım kaldığında gözlerimi kısarak ona baktım.

 

"Görevden geldin?" dedim sorarcasına.

 

"Aynen. Görevden." dedi.

 

Kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümde kavuşturdum. "O görev dediğin şey tam olarak nasıl bir görev, açsana biraz bana Ozan?"

 

Oturduğu yerde nihayet dikleştiğinde bana baktı. "Kızım görev işte görev. Yarım saattir iki sokak ötede ki olay yerindeydim."

 

"Diyorsun?" dedim.

 

Kaş göz yaptı. "La sen bana neyin sorgusunu yapıyorsun anlamadım."

 

"Senin o görev dediğin şey, Çınar ile beni dikizlemek olabilir mi sence?" dedim ve kolunu sertçe çimdiklediğimde bağırınca elimle bu sefer koluna vurdum.

 

"Sus sus! Ne halt yiyorsun sen ya!? Allah'ım çıldıracağım."

 

Acıyan kolunu tutarak "Kızım ne çimdikliyorsun aklım çıktı! Off. Ayrıca ben cidden göreve gittim tamam mı? Hakkım yeniyor şu an."

 

"Hakkına başlayacağım şimdi. Müge'ye mi yetiştiriyorsun sen hemen bizi görünce?" dedim. Sorun ona söylemesi değildi. Sorun başka işi gücü yokmuş gibi bizi takip etmesiydi.

 

"Yetiştirmedim bir kere, onda bir anlaşalım. Gördüğümü söyledim." dediğimde kaşlarımı kaldırarak "Aynen." dedim. "Zaten ikisi çok farklı şeyler."

 

"E kızım siz de barışın işte. Bu ne böyle çocuk gibi küsmeler, birbirinizden kaçmalar. Diyeceğim de kaçan da belli kovalayan da." dediğinde koluna tekrar vurdum.

 

"Of Ozan of!" dediğinde aklıma gelenle konuyu değiştirdim hemen. "Akşam Müge bana gelecek. Sen de gel." dediğimde anında atladı.

 

"Gelirim gelirim. Gelmez miyim hiç? Gelirim. Gelirim de..." dedi. "Çınar?" diyerek devam ettiğinde arkamı döndüm. "Ona söyleme. Şu an onunla konuşmak istemiyorum Ozan."

 

Yerinden kalkıp karşıma tekrar geçtiğinde durdum. "Çınar bana bir şeyler çıtlattı. Bak o yarım akıllıyı savunduğum falan yok ama sen de bir konuşmayı kabul et en azından be! Vallahi çok pişman. Bana dert yanıp duruyor dünden beri."

 

Bunu tahmin etmek zor değildi. Yüzünde beliren pişmanlığı bizzat kendi gözlerimle görmüştüm.

 

"Farkındayım ama en azından şu an istemiyorum konuşmak Ozan. Sen de anlayışla karşıla beni rica ediyorum."

 

İkna olmamıştı ama ısrar da etmedi dediğim gibi. "İyi, aman. Ne yapıyorsanız yapın." deyip odadan çıkacakken son kez bana bakıp sırıttı. "Madem öyle Çınar'ın görevini ben devralıyorum. Akşam eve geldiğimde cipsimi bulamazsam o evi başına yıkarım. Ve bu asla bir tehdit değildi." dedi ve dediği gibi hızla dışarı çıkıp arkasından kapıyı kapattı.

 

Çınar yoksa Ozan vardı. İkisi de başa bela!

 

~•°•°•°~

 

Merdivenleri çıkarken nefes nefese kalmıştım ve kapının önünde durup biraz soluklandıktan sonra elimde ki poşeti bırakıp kapıyı açmıştım. Bu merdivenler bir o kadar soğuktu artık benim için. Çıplak ayağımla bassam basamaklara daha az soğuğu hissederdi ayaklarım. Öyle bir soğukluktu benim için.

 

Artık baktığım her yerde ondan birer iz saklıyken bugün ki görüşüm nasıl onu son görüşüm olacaktı bilemiyordum. Tek bildiğim yine ve yine bir şeylere mecbur kaldığımdı.

 

Kapıyı kapatıp direkt mutfağa yöneldim ve poşeti masaya bırakıp içindekileri çıkardım. Aldığım cipsi görünce istemsizce göz devirdim. Onu da masaya bırakıp lavaboya gittim. Elimle yüzüme ve boynuma şu çarpıp biraz olsun serinlemeye çalıştım.

 

Geçen bir saatin ardından zilin sesini duyduğumda kapıya koştum. Kulpu çevirip kapıyı araladığımda gelenin Müge olduğunu gördüm. Gülümseyip "Hoşgeldin." dedim. O da karşılık verip "Bence de hoşbuldum çünkü sana seveceğin bir şey getirdim." dedi ve elinde ki küçük karton poşeti gördüm.

 

Kaşlarımı çatıp "O ne?" diye sordum.

 

"Kapıda mı göstereyim Başak? Girelim içeri hadi. Fırtına çıktı çıkacak zaten, sabah güneşliydi bir de..." Yakınarak içeriye girerken ben de kapıyı kapattım.

 

Benden önce salona geçip geniş koltuğa oturduğunda elinde ki poşete daldırdı elini. İçinde ne olabilir diye düşünürken yavaşça içinden çıkardığı küçük cam şişeyle kaşlarımı çattım.

 

Yanına oturup elinde ki şişeye baktığımda parfüm olduğunu gördüm. Tam konuşacakken parfümü bana uzattı. "Önce kokusuna bak, ondan sonra teşekkürümü zevkle alırım." dedi. Kapağını açıp küçük bir fıs bilek içime sıktım ve burnumu yaklaştırıp kokusunu çektim içime. Kokusunu alır almaz beynime akın eden düşünceyle şok oldum.

 

"Ciddi misin?" diye sordum.

 

Gülümserken sol bacağını sağ bacağının üstüne attı. Kolunu da koltuğun sırtına koydu. "Aynı kokunun parfümü. Ben de iki tane vardı. Ben de birini sana vereyim dedim. Evde tonla parfümüm var zaten."

 

"Ama bu diğerlerinden farklı." dedim.

 

"Senin gibi eşsiz birine yakışır bir koku. Sakın ben bunu kabul edemem gururlarına girme, vallahi vazgeçerim vermekten." dediğinde güldüm.

 

"Çok sağol Müge, gerçekten." dedim genişçe gülümserken. "Lafı mı olur be. Güle güle kullan bakalım." derken ayağa kalktım ve parfümü poşetin içine geri koyup televizyon ünitesinin üstüne koydum.

 

"Bana bak? Bu Ozan bir delilik yapıp Çınar'ı çağırır mi dersin?" diye sordu Müge tek kaşını kaldırıp.

 

"Sanmam. Bugün biraz konuştuk onunla. Bir süre daha Çınar ile konuşmak istemediğimi belirttim. O da bir şekilde tamam dedi." dedim.

 

"Hiç belli olmaz ona biliyor musun? Kafasına taktığı şeyi yapıyor."

 

Tam o esnada kapı gürültülü bir şekilde çaldığında gelenin Ozan olduğunu anlamak mümkündü. "Dur ben açayım." dedi Müge ayaklanırken. Onun peşinden ben de gelirken benden önce gidip kapıyı açmıştı bile.

 

Kapıyı aralarken "Hoşgeldinnn-" diyordu fakat bir anda kendini toparlayıp "Vazgeçtim, hoşbulmadınız." dediğinde kaşlarımı çatarak onun yanında durdum. Kapının dibinde kollarını iki yana açıp ellerini kapı pervazına yaslamış Ozan'ın arkasında saklanan bedeni gayet iyi tanıyordum.

 

Ozan yine yapacağını yapmıştı. Oysa bu sefer ilk defa ona güvenmiştim.

 

"Ozan niye orada duruyorsun çekilsene kenara?" dedim kelimelerin üstüne bastıra bastıra.

 

Tek kaşını kaldırdı. "Kenarda değil miyim zaten?"

 

Müge onun ceketinden tutup kenara doğru fazla sert olmayacak şekilde çektiğinde nihayet Çınar tam karşımdaydı. Karşımdaydı ve gözleri bendeydi.

 

"Ben demiştim." dedi Müge. "Sen ne dedin ya benim hakkımda?" dedi Ozan isyan ederken. Bir yandan da ayakkabısını çıkarıp içeriye girdi. Müge ve Ozan dalaşarak salona girdiklerinde ikimiz kalmıştık kapıda.

 

Elleri cebinde ne yapacağını bilemez bir şekilde bana bakıp "Davetiyem yok ama... Girebiliyorumdur umarım." dedi kararsız bir ses tonuyla.

 

Bakışlarımı kaçırıp cevap vermezken "Bu sessizliğini girebilirsin demene yorumluyorum?" dedi sorarcasına. Arkamı dönüp içeri girerken kapıyı da girmesi için açık bırakmıştım.

 

Arkamdan kendi kendine bir şeyler mırıldanır gibi duydum fakat tam anlamadığım için boşverdim. Salona geçtiğimde Ozan'ın elinde ki parfümü görünce hemen parladım. "Ozan ne yapıyorsun?"

 

Birkaç fıs üstüne boca ettiğinde hızla elinden aldım. "O kadar sıkılır mı Ozan? Bitir istiyorsan." dedim sistemle.

 

"Aman! Beğenmedim zaten kız şeysiymiş bu. Vanilya mı lan bu?" diye sordu kendi üstünü koklarken.

 

"Orijinal canım. Yurt dışı yapımı, sen bilmezsin." dedi Müge, Ozan'a nispet yaparcasına.

 

"Ney ney ney? Yurt dışı mı?"

 

"Müge alıyormuş." dedim.

 

"Kızım sen banka falan mı soydun? Kaç bin euorodur lan bu?" dedi.

 

"Az abart. Çok bilindik bir marka sayılmaz. İlk keşfedenlerindenim. Birkaç sene önce piyangodan kazandığım parayı saklıyordum. Onunla aldım."

 

Bir de piyangodan para mı kazanmıştı?

 

"Kızım sen ne çıktın be!" dedi Ozan sırıtarak koltuğa yerleşirken.

 

Çınar de tekli koltuklardan birine oturmuştu ve sessiz sedasız oturuyordu. Ozan hedefini bulmuş gibi Çınar'a baktığında "Ne oldu lan? Ne yaptılar benim sarışınıma?" dedi sırnaşarak.

 

Ozan'ın uzattığı eline vururken "Sırnaşma oğlum bana!" dedi.

 

"Tabii tabii! Sana dün ki çakma siyah kız sırnaşsın zaten anca değil mi?" dediğinde Müge ortaya atıldı. "Çakma siyah?" dedi sorarcasına.

 

"Aynen, senin saçın gibi siyah ama çakma. Harbi lan, sen de çakma değilsin di mi Mügo?" dedi Ozan. Müge'ye Mügo ismini takmıştı şu sıra.

 

"Hayır tabii ki de." dedi yüzünü buruşturarak. Eliyle saçını savurdu. "Benim gibi doğalını bulamazsın." dediğinde güldüm.

 

"Senin gibisi bulunmaz zaten, merak etme." Çınar araya girip böyle dediğinde Müge put kesildi ve sustu. Ben Müge'ye bakmaya devam ederken o da yaptığım imayı anlamış gibi kaşlarını çattı.

 

"Başak?" dedi Ozan kaş göz yaparken. "Ne diyorsun Ozan?" diye sordum.

 

"Cips, cips. Nerde?" diye sorduğunda Müge hızla ayağa kalktı. "Mutfaktadır herhalde. Siz oturun ben getireyim kaba doldurup." dedi ve ayaklanıp salondan mutfağa geçti. Onun peşinden Ozan da bir şey demeden giderken seslendim. "Sen nereye Ozan?" diye sordum.

 

Hemen arkasını dönüp bana baktı. "Müge'ye. Dedim şimdi kız tek başına uğraşmasın bir yardım edeyim ama değil mi?" dedi ve ben tekrar cevap vermeme kalmadan hızla çıktı salondan.

 

Çınar ile tek kaldığımızı fark ettiğimde ise gerildim. Hepsi Ozan'ın işiydi!

 

"Ne kadar böyle devam etmeyi düşünüyorsunuz hanımefendi?" diyen Çınar'ın sesini duyduğumda göz ucuyla ona baktım. Cevap vermedim.

 

Tekli koltuktan kalkıp yanıma oturdu ve bana döndü. Ben ise önüme bakıyordum. "Başak... Özür diledim çok kez. Benim böyle bir şeyi bile isteye yapmayacağımı en iyi sen bilirsin." dedi.

 

En sonunda ona döndüm. "Çoktan gerçekleştirdiğin bir eylemden bahsediyoruz farkındasın değil mi?"

 

"Ya tamam! En başa dönelim. Konunun en başına. Ben o iti asla savunmam. Bunu nasıl düşündün peki?" diye sordu.

 

"Düşünmedim." dedim. Sadece kendi düşüncelerimi ön plana çıkarmıştım ve Çınar bunun aksini iddia ettiğinde sinirlenmiştim. "Sadece eminim bazı şeylerden." diyebildim sadece.

 

"Ama asla yapmam dediğin şeyi yaptın sen Çınar. Ya... Ya sen, geçmişimi öne sürdün resmen. Benim bunları bir tek sana rahatça anlatabildiğimi biliyordun ama sen..."

 

"Aptal herifin tekiyim tamam mı!? Dilim kopsaydı da söylemeseydim o lafları. Niye böyle bir şey yaptım o an bilmiyorum ama yemin ederim ben böyle olsun istemedim. Savunamıyorum bile kendimi doğru dürüst çünkü belki de dediğin gibi affedilecek bir yanım bile yok şu an." dedi en sonunda patlayarak.

 

İki elini de sinirle saçından geçirirken sakinleştim. "Affedilecek bir yanın yok dediğimi hatırlamıyorum." dediğimde sakince tekrar bana döndü.

 

"Biliyorum. Yapmazdın. Ben de farkındayım bunun. Ama o an... Her şey zaten kötüye giderken bir de sen öyle diyince bana..." derken devam etmemem için kollarıyla sarmaladı beni. Ben de ona sarılırken bir şeylerin düzeldiğine olan inancım tamdı.

 

"Çok özür dilerim." dediğinde ondan ayrıldım. Yüzüne uzun uzun bakarken "Umarım benim gibi bir yakışıklıyı süründürmeye devam etmezsin." dediğinde güldüm.

 

"Aslında güzel aktiviteydi..." diyip dalga geçerken Çınar ise somurtuyordu. "Tamam." dedim sonra.

 

"Ne tamam?" diye sordu umutla.

 

"Anladın sen." dediğimde gülerek son bir kez daha sarıldı. Affettim diyemedim. Çünkü hâlâ ona kırgınlığım geçmemişti. Ama onunda çok pişman olduğunu içten içe kendime kabul ettirmeye çalışmıştım.

 

"Ooo millet! Bakıyorum birileri barışmış?" Ozan'ın sesini duyduğumuzda kapıya baktık aynı anda. Müge ile beraber orda dikilip bize bakıyorlardı.

 

"Zevzeklik etme lan! Ayrıca hani siz cips getirecektiniz?"

 

Ozan, Müge'ye baktığında "Sen onu unuttun galiba arkadaşım, alıp gelsene." dedi sırıtarak ve gelip Çınar'in az önce kalktığı tekliye oturdu. Müge ise sabır çekerek mutfağa geri gittiğinde içimden artık bütün zorlukların üstesinden gelmeyi ümit ettim ve buna körü körüne inanmak istedim.

 

~•°•°•°~

Yeni bir bölümle daha karşınızdayımm, umarım hoşunuza gitmiştir. Çınar ve Başak ta barıştılar artık. Bundan sonra önümüze bakacağız sadece. Asıl olayların daha derinine inip iki ya da üç bölüm sonra artık birçok gerçek gün yüzüne çıkacak.

 

Bu şekilde biraz fazla sıkıcı gidiyor belki de bilmiyorum, o yüzden bazı olayları erkene çekmeye karar verdim. Fazla bekletmeyeceğim bazı olayları. Ondan sonrasına zaten olanlar olacak.

 

Bir de şu konuda açıklama yapmak istiyorum. Bana çoğu zaman yeni bölüm ne zaman gelecek veya yeni bölüm gelsin artık gibi yorumlar geliyor. Normalde böyle yorumlar aldığımda bence sevinmem gerekir kitabıma karşı yoğun bir ilgi olduğu için ama şu sıralara pek sevindiğim de söylenemez. Çünkü benim bir okulum var ve buna rağmen her gün en kötü ihtimal 20 dakikamı ayırıp bölüm yazıyorum ve her hafta sonu bölüm atmaya çalışıyorum fakat yine de benim de yoğun bir hayatım veya okul düzenim var ve bunun da göz önünde bulundurulmasını istiyorum kendimce.

 

Ben her hafta sonu bölüm atıyorum, ki zaten atamayacağım zamanlarda bunun hakkında bölüm sonu açıklama yapıyorum ve sizi bilgilendiriyorum. Hatta şu an da ekstra bir açıklama yapıcam. Önümüzde ki iki hafta sınav haftamız ve bu yüzden bölüm yazmaya vakit ayırır miyim bilmiyorum ama boş vakitlerimde az da olsa yazıp o haftanın bölümünü atmaya çalışacağımdan şüpheniz olmasın.

 

Buraya kadar okuduysaniz eğer teşekkür ederim🤍

Yt hesabım; @sadecesudeew

 

Loading...
0%